Bir Soru..??? Hava ve kan basıncı ?

Tarihci

Marmara Tarih
Okulda öğretildiği kadarıyla şöyle bir bilgiye sahibim. Üzerimizde binlerce tonluk havanın ağırlığı ve yer çekiminin bize yüklediği yük var.. Normalde ezilip büzülürüz bu yükün altında ama kan basıncımız bunu dengeliyor o yüzden büzülmüyoruz.. Hatta kan basıncı üzerimizdeki havanın ve yer çekiminin basıncından biraz daha fazla ki o yüzden bir yerimiz kanadığında kanımız dışarı fışkırıyor. (yüksek basınç alanındaki her madde alçak basınç alanına doğru yönelir)

Doğru hatırlıyorsam bilgi bu şekilde.. Ancak bu hep kafamı kurcalamıştır varsa biyolojici veya fizikçi bir arkadaşımız lütfen cevaplasın.

Madem kan basıncımız, o yer çekimi ve tonlarca havanın oluşturduğu yükü dengeliyor, o halde kaza geçirip bir kesik alıp kan kaybeden insanın kan basıncı düştükçe insan o maruz kaldığı(!) o muazzam yükün altında ezilip büzülmüyor?

Biri cevaplarsa çok memnun olurum..
 

Zuhr

Talebe
Daha detaylı bir makale bulabilirsem eğer, paylaşacağım inşallah, ama şimdilik şu kadarını söyleyebilirim,

üzerimizdeki atmosfer basıncını -dış basıncı- dengeleyen tek şey kan basıncı değildir,

- vücudun tamamı hücrelerle doldurulmuştur, boş kalmış ve basınç etkisiyle büzüşecek bir kısım bulunmamaktadır,

-vücudun %75i sudur, sıvıdır. Her bir hücrenin içinde stoplazma denen sıvı kısımlar bulunmaktadır, ve sıvı içinde bulunduğu kabın iç yüzeyine yükseklikle orantılı olarak bir basınç uygular,


- dış basıncı hücre içi basıncın dengede tutması halinde herhangi bir patlama veya büzüşme olmadan varlık sürdürülüyor.

kan kaybeden bir insanın damarlarının büzüştüğünü görürsünüz, damarın içini dolduran kan boşaldıkça, damar dış basıncı yenemez ve büzüşür,
ancak vücutta bulunan kanın tamamı dışarı çıksa bile, hücreler hala dış basıncı dengeleyecek kadar "dolu" olduğu için, vücut tamamen ezilip büzüşmez


konuyu daha güzel ele almış bir makale bulabilirsek, onu da burada paylaşacağız inşallah

selam ile ..
 

Tarihci

Marmara Tarih
Daha detaylı bir makale bulabilirsem eğer, paylaşacağım inşallah, ama şimdilik şu kadarını söyleyebilirim,

üzerimizdeki atmosfer basıncını -dış basıncı- dengeleyen tek şey kan basıncı değildir,

- vücudun tamamı hücrelerle doldurulmuştur, boş kalmış ve basınç etkisiyle büzüşecek bir kısım bulunmamaktadır,

-vücudun %75i sudur, sıvıdır. Her bir hücrenin içinde stoplazma denen sıvı kısımlar bulunmaktadır, ve sıvı içinde bulunduğu kabın iç yüzeyine yükseklikle orantılı olarak bir basınç uygular,

- dış basıncı hücre içi basıncın dengede tutması halinde herhangi bir patlama veya büzüşme olmadan varlık sürdürülüyor.

kan kaybeden bir insanın damarlarının büzüştüğünü görürsünüz, damarın içini dolduran kan boşaldıkça, damar dış basıncı yenemez ve büzüşür,
ancak vücutta bulunan kanın tamamı dışarı çıksa bile, hücreler hala dış basıncı dengeleyecek kadar "dolu" olduğu için, vücut tamamen ezilip büzüşmez

konuyu daha güzel ele almış bir makale bulabilirsek, onu da burada paylaşacağız inşallah

selam ile ..


Hücrelerin içinde, dış dünyadaki bütün atmosfer basıncını karşılayacak kadar güçlü stoplazma basıncı var diyorsun yani?

Düşünelim: O tonlarca atmosfer basıncının milyonda biri 50 kg olsun.. haydi vucudumuzun da milyonda birini değil % de 2 sini baz alalım.. Bir parmağımızın üzerine 50 kg yu koyduğumuzda hissettiğimiz basınç ve oluşan büzülme nerdee? binlerce ton atmosfer yükünün bindiği iddia edilen vucudumuzun hissettiği(!) basınç nerde?

Bence burda bir yanlışlık var.. içi karamel kıvamında bir sıvıyla dolu gözle görülmeyecek kadar küçük hücreler, tonlarca atmosfer basıncına mukavemet edemez diye düşünüyorum. Ancak bilimsel açıklamalarınızın devamını bekliyorum..
 

VUSLAT

Well-known member
ben bilimsel değil ama izlediğim bu tür belgesellere dayanarak yorum yapmak istiyorum müsadenizle...
şimdi bahsetmiş olduğunuz basınca karşılık...
Allah(c.c.) öyle muntazam yaratmış ki herşeyi...
en ince ayrıntısına kadar herşey denge çerçevesinde...

kaza yapıp kesikle kan kaybeden insan...
ne kadar kan kaybetsede vücudunda oksijen barındırıyor...
bu oksijen hava basıncını dengeliyor bence...
buda ne kadar kan kaybetsede, o muzzam yükün altında ezilip büzülmüyor...
bu benim yorumum...
 

Ruh

Well-known member
Vücudumuzda, kan basıncı düştüğü anda devreye giren kusursuz bir sistem bulunmaktadır. Tıpkı yangın alarmı algılayıcılarının, ateşin çıkardığı dumanı tespit edecek şekilde özel olarak dizayn edilmeleri gibi, bu sistem de ancak alarm durumunda, yani kan basıncı düşünce devreye girer.

Peki bütün bunlar nasıl sağlanacaktır? Yine başka bir eşsiz sistem, her insan bedeninin derinliklerine doğuştan yerleştirilmiştir.



KAN BASINCINI KONTROL EDEN KUSURSUZ SİSTEM
34.jpg


Şekil 40 Kan basıncı düştüğü anda (ya da kanda bulunan sodyum miktarı azaldığında), böbreklerde bulunan "jukstaglomerular" (JGA) isimli hücreler alarm durumuna geçer ve "renin" isimli çok özel bir madde salgılar.


Vücudumuzda, kan basıncı düştüğü anda devreye giren kusursuz bir sistem bulunmaktadır. Tıpkı yangın alarmı algılayıcılarının, ateşin çıkardığı dumanı tespit edecek şekilde özel olarak dizayn edilmeleri gibi, bu sistem de ancak alarm durumunda, yani kan basıncı düşünce devreye girer.

Kan basıncının düşük olması insan için çok tehlikeli bir durum doğurabilir. Bu yüzden alarm çalıştığı anda kan basıncını artırmak için bir dizi tedbirin alınması gereklidir. Bu tedbirleri şöyle sıralayabiliriz;

1. Kan damarları daraltılmalıdır. (Bu daralma, tıpkı uç kısmı sıkılan bahçe hortumunun daha tazyikli su vermesi gibi kan basıncını artıracaktır.)
2. Böbreklerden daha çok su emilmeli ve kana karıştırılmalıdır.
3. En kısa zamanda kişinin su içmesi sağlanmalıdır.
Peki bütün bunlar nasıl sağlanacaktır? Yine başka bir eşsiz sistem, her insan bedeninin derinliklerine doğuştan yerleştirilmiştir.

35.jpg

Şekil 41: "anjiotensinojen" ve "renin" tıpkı bir logonun parçaları gibi, iç içe geçebilecekleri şekilde, birbirlerine uygun olarak yaratılmışlardır.
Şekil 42: Renin, anjiotensinojen molekülünün yapısını değiştirir ve yeni bir molekül "anjiotensin I" ortaya çıkar.


Sistem şöyle çalışır: Kan basıncı düştüğü anda (ya da kanda bulunan sodyum miktarı azaldığında), böbreklerde bulunan bazı hücreler durumu fark eder. Bunlar alarm vericiler olan "jukstaglomerular" (JGA) hücreleridir. Bu hücreler "renin" isimli çok özel bir madde salgılar.7 (şekil 40)

Hücrelerin, kan basıncının veya sodyum miktarının düştüğünü tespit edebilmeleri başlı başına bir mucizedir. Ancak daha da önemlisi hücrelerin renin salgılamalarıdır. Çünkü "renin" çok aşamalı bir üretim zincirinin ilk halkasıdır.

Kanın plazmasında bulunan ve normalde kanda dolaştığı halde hiçbir şekilde etkisi olmayan bir protein vardır. Bu protein karaciğerde üretilen "anjiotensinojen" proteinidir. Hayranlık uyandıran bir planlamanın ilk aşaması burada başlar. Çünkü tek başlarına hiçbir işe yaramayan "anjiotensinojen" ve "renin" aslında birbirleri ile birleşmek için özel olarak tasarlanmışlardır. Tıpkı bir logonun parçalarının iç içe geçebilmeleri için birbirlerine uygun olarak imal edilmeleri gibi. (şekil 41)

Burada düşünülmesi gereken bir nokta vardır: Böbrek hücreleri ve karaciğer hücreleri vücut içinde birbirlerinden uzaktadır. Nasıl olur da birisi logonun bir parçasını (renin) üretirken, diğeri bu parçaya tam uyan diğer parçayı (anjiotensinojen) üretir ve yine nasıl olur da bunlar birbirlerine tam olarak uygun olurlar? Bunun evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen meydana gelmesi kesinlikle imkansızdır. Şüphesiz her biri Yüce Allah'ın sonsuz ilmiyle yaratılmıştır.

36.jpg

Şekil 43: ACE enzimi "anjiotensin-I"i daha farklı bir molekül olan "anjiotensin-II" molekülüne dönüştürür.

Renin, anjiotensinojen molekülünün yapısını değiştirir ve yeni bir molekül "anjiotensin I" ortaya çıkar: (şekil 42)

Renin + Anjiotensinojen -> Anjiotensin-I

Ortaya çıkan bu yeni molekülün de bir etkisi yoktur; çünkü üretim zinciri henüz bitmemiştir. Devreye akciğerde bulunan "ACE" adında ve sadece "anjiotensin-I" molekülünü parçalamaya yarayan bir enzim girer. Bu enzim sayesinde "anjiotensin-I" daha farklı bir molekül olan "anjiotensin-II" molekülüne dönüşür: (şekil 43)

Anjiotensin-I + ACE Enzimi -> Anjiotensin-II

Bu noktada tekrar düşünmek gerekir: Böbrek ve karaciğer hücrelerinin ürettikleri iki farklı molekül etkileşmiş ve ortaya yeni bir molekül çıkmıştır. Böbrek ve karaciğer hücreleri ile hiçbir alakası bulunmayan akciğer hücreleri de bu yeni molekülün tam olarak birleşeceği bir enzim üretmektedir. Üstelik bu enzimi, söz konusu moleküller birleşmeden çok önce üretmektedir. Nasıl olur da akciğer hücreleri, daha gerçekleşmemiş olan bir olay ve daha üretilmemiş bir maddeye en uygun enzimi üretebilmektedir? Bu maddeyi bir başka maddeye çevirecek enzimin formülünü nereden bilmektedir? Kuşkusuz akciğer hücrelerine bu bilgileri ilham eden eşi ve benzeri olmayan Yüce Allah'tır.

37.jpg


Şekil 44: Anjiotensin-II maddesi böbrek üstü hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere "aldosteron" salgılamaları emrini verir. Aldosteron ise böbrekleri etkileyerek, böbreklerin idrardaki suyu geri emmelerini ve kana karıştırmalarını sağlar. Bu ise kan basıncının artmasıyla sonuçlanır. Bu son derece kusursuzca işleyen muhteşem bir plandır ve Allah'ın sonsuz ilminin bir tecellisidir.

Anjiotensin-II adlı enzimin iki hayati görevi vardır: Bunlardan birincisi kan damarlarının daralmasını sağlamaktır. Anjiotensin II enzimi, kan damarlarının etrafında bulunan kasları uyarır ve kasılmalarını sağlayan mekanizmayı –ki bu da kusursuz bir yaratılışın delilidir- harekete geçirir. Böylece kaslar kasılır, damar çapını daraltır ve kan basıncı artırılmış olur. Bu varılmak istenen birinci sonuçtur.

38.jpg


Şekil 45: Anjiotensin-II beyindeki susama bölgesini uyarır ve bu sayede insanda susama isteği meydana gelir.
Anjiotensin-II maddesinin ikinci önemli görevi ise, mucizevi bir hormon olan "aldosteron"u göreve çağırmaktır. Anjiotensin-II maddesi böbrek üstü hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere "aldosteron" salgılamaları emrini verir. Bu da planın kusursuzluğunun bir başka delilidir. Çünkü aldosteron, böbrekleri etkileyecek ve böbrekler idrardaki suyu geri emerek kana karıştıracaktır. Böylece kan basıncı artacaktır. Bu da varılmak istenen ikinci sonuçtur. (şekil 44)

Böbrek, karaciğer ve akciğerin ortaklaşa çalışması sonucunda üretilen "anjiotensin-II" maddesinin çok önemli bir görevi daha vardır: Beynin özel bir bölgesine ulaşmak ve o bölgeyi harekete geçirmek. Bu bölge susama hissini uyandıran "susama bölgesi"dir.

Ancak "anjiotensin-II" maddesinin önünde bir engel vardır. Çünkü beyni korumak için kandan beyin dokusuna geçişi çok zorlaştıran, çok seçici bir sistem vardır ve buna "kan-beyin bariyeri" denir. Bu sistem beyinde 1-2 noktada bulunmamaktadır ve bu noktalardan biri de "susama bölgesi"dir. Bu özel yaratılış sayesinde beynin susama bölgesi uyarılır ve insanda su içme isteği meydana gelir.8 (şekil 45)

39.jpg

Şekil 46: İnsan hiç farkında dahi değilken, böbrek, karaciğer ve akciğer hücreleri adeta bir toplantı düzenler ve hücreler arasında görev dağılımı yaparlar.

Böbreklerin, akciğer ve karaciğerin bir plan içinde, ortaklaşa ürettikleri maddeler bir düzen içinde birleşmiş ve sonuçta kan basıncının yükselmesine neden olan bir hormonun salgılanmasını sağlamışlardır. Bunun için böbrek hücreleri, akciğer hücreleri ve karaciğer hücrelerinin biraraya gelip bir koalisyon oluşturmaları gerekir.

Bu koalisyon önce kan basıncı düştüğü zaman ne yapılması gerektiğini araştırmak zorundadır. Bu araştırma sonucunda da koalisyonun en ideal çözüme karar vermesi gerekir: Bu ideal çözüm "kan damarlarının çaplarını daraltmak" ve "aldosteron hormonunun salgılanmasını sağlamak"tır.
Ardından yine biraraya gelip, uzun araştırmalar yapıp, böbrek üstü bezlerinin ve damar kası hücrelerinin anatomilerini, çalışma sistemlerini analiz etmelidirler. Sonra bu damarların kasılması ve böbrek üstü bezlerinin aldosteron salgılaması için mucize bir formülü yani "anjiotensin-II" maddesinin moleküler projesini tespit etmiş olmalıdırlar.

40.jpg

Şekil 47: Bu toplantı sonrasında tüm hücrelerin görevleri belirlenmiştir ve her biri ne yapacağını çok iyi bilmektedir. Allah'ın, gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu varlıklara ilhamıyla, insanın kan basıncı dahi kusursuzca kontrol altında tutulmaktadır.

Yapılması gereken son iş, bu molekülün nasıl üretileceğinin tespit edilmesidir. Her organ bu molekülün üretim aşamasında bir sorumluluk almalıdır. Çizilen üretim planı çerçevesinde üç aşamalı bir montaj sistemi uygun görülmeli, her organa bir görev paylaştırılmalıdır. Böbrek hücreleri "renin" üretmeye, karaciğer hücreleri "anjiotensinojen" üretmeye, akciğer hücreleri de "ACE" üretmeye karar vermeli ve görev dağılımı tamamlanmalıdır. Ardından toplantı sona ermeli ve hücreler ait oldukları yerlere geri dönmelidir. (şekil 46, 47)
Bu sistemin her parçası, üzerinde düşünülmesi gereken harikalarla doludur. İnsan vücudundaki her hücre özel bir görev için yaratılmış, özel niteliklerle donatılmış ve görev yapması gereken yere yine özel olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunda meydana gelen tüm olayları Rabbimiz yaratmıştır ve insan bedenindeki her ayrıntı da O'nun sonsuz ilminin delillerinden sadece birkaç tanesidir.

7- Kemalettin Büyüköztürk, İç Hastalıkları, İstanbul, Nobel Tıp Kitapevi, 1992, s. 275

8- Terzioğlu Meliha, Oruç Tülin, Yiğit Günnur, Fizyoloji Ders Kitabı, 1997, s. 398
 

Tarihci

Marmara Tarih
sayın arkadaşlar vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederim. ancak sorduğum şey kan basıncı ve bunun nasıl dengede tutulduğu değildi. Kan basıncının üzerimizde olduğu iddia edilen tonlarca yükü yani atmosfer basıncını nasıl dengelediğiydi. insanın etten kemikten olan vucudunun içindeki iç basınç tonlarca ağır olan atmosfer basıncına nasıl mukavemet edipte o ağırlığın altında ezilip büzülmemizi engelliyor?? çelikten yapılmış denizaltılar dahi okyanusta belli bir yere kadar dalabiliyor, daha aşağı inerse üzerindeki su basıncından dolayı büzülür, hal böyle iken insanın üzerindeki hava yani atmosfer basıncına karşı nasıl bir mukevemet gücü var?

kan basıncımız var eyvallah.. 2000 metreye çıktığımızda burnumuzdaki kılcal damarlarımız, üzerimizdeki atmosfer basıncı azaldığı kan basıncı yükseldiği için çatlıyor.. doğru.. ancak hadi kesildi bir yerimiz, yani kapalı kutu içindeki basınç açığa çıktı ve kutunun içindeki basınç düştü,,bütün kanımız aktı gitti.. işte bu anda insanın üzerindeki tonlarca ağırlığa yani atmosfer basıncına karşı bir mukavemeti kalmadı.. peki neden o ağırlık altında ezilmiyoruz.. üstümüze 2 tonluk bir çelik kütlesi düşse bizi dümdüz edecekken tonlarca yüklü atmosferin ağırlığı nasıl bizi dümdüz etmiyor? ya da aya çıkan insanların üzerinde dünyadaki tonlarca atmosfer basıncı olmadığında nasıl kan basıncı vucutlarını patlatıp dışarı çıkmıyor?
 

Zuhr

Talebe
Hücrelerin içinde, dış dünyadaki bütün atmosfer basıncını karşılayacak kadar güçlü stoplazma basıncı var diyorsun yani?

Düşünelim: O tonlarca atmosfer basıncının milyonda biri 50 kg olsun.. haydi vucudumuzun da milyonda birini değil % de 2 sini baz alalım.. Bir parmağımızın üzerine 50 kg yu koyduğumuzda hissettiğimiz basınç ve oluşan büzülme nerdee? binlerce ton atmosfer yükünün bindiği iddia edilen vucudumuzun hissettiği(!) basınç nerde?

Bence burda bir yanlışlık var.. içi karamel kıvamında bir sıvıyla dolu gözle görülmeyecek kadar küçük hücreler, tonlarca atmosfer basıncına mukavemet edemez diye düşünüyorum. Ancak bilimsel açıklamalarınızın devamını bekliyorum..

amip, bakteri gibi tek hücreli canlılar, hücre içi organel ve stoplazmlarının basıncı ile dış basıncın dengelenmesi sonucu herhangi bir büzülmeye maruz kalmadan hayatlarına devam edebilirler.

benzer durum bizim vücut hücrelerimiz için de geçerlidir,
kan damarları da hücrelerden oluşur ancak içlerinde akan kan ve üzerlerindeki tonlarca hava basıncına rağmen parçalanmazlar.
burada muazzam dengeler söz konusu,

İnsan vücudunun yüzeyi yaklaşık 1,5 m2 ise insan vücuduna açık hava tarafından 15 tonluk kuvvet uygulanır. Bu basınç vücudun iç basıncı ( hem kan basıncı, hem lenf basıncı, hem de vücut boşluklarındaki havanın basıncı) tarafından dengelendiği için hissedilmez.
Vücuttaki kan kaybı veya havanın boşalması sonucunda iç basınç ile atmosfer basıncı birbirini dengeleyemez.

dış basınç sadece kan basıncı ile dengelenmediği için vücuttki kanın tamamen boşaltılması, vücudun tamamen büzülmesine sebep olmaz.

ancak bu değerlerdeki ufacık değişmeler, dağa tıranma sonucu hava basıncındaki düşme, derin sularda dış basıncın artması, kan kaybı, vücut sıcaklığındaki değişmeler gibi, dengenin ve düzenin bozulmasına sebebiyet veriyor,
dış basıncın azalması veya iç basıncın artması baş ağrılarına, baş dünmlerine ..vs.
tersi durumlar da yine birçok biyolojik ve fizyolojik bozukluklara, hastalıklara sebep kılınmıştır.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
sayın arkadaşlar vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederim. ancak sorduğum şey kan basıncı ve bunun nasıl dengede tutulduğu değildi. Kan basıncının üzerimizde olduğu iddia edilen tonlarca yükü yani atmosfer basıncını nasıl dengelediğiydi. insanın etten kemikten olan vucudunun içindeki iç basınç tonlarca ağır olan atmosfer basıncına nasıl mukavemet edipte o ağırlığın altında ezilip büzülmemizi engelliyor?? çelikten yapılmış denizaltılar dahi okyanusta belli bir yere kadar dalabiliyor, daha aşağı inerse üzerindeki su basıncından dolayı büzülür, hal böyle iken insanın üzerindeki hava yani atmosfer basıncına karşı nasıl bir mukevemet gücü var?

kan basıncımız var eyvallah.. 2000 metreye çıktığımızda burnumuzdaki kılcal damarlarımız, üzerimizdeki atmosfer basıncı azaldığı kan basıncı yükseldiği için çatlıyor.. doğru.. ancak hadi kesildi bir yerimiz, yani kapalı kutu içindeki basınç açığa çıktı ve kutunun içindeki basınç düştü,,bütün kanımız aktı gitti.. işte bu anda insanın üzerindeki tonlarca ağırlığa yani atmosfer basıncına karşı bir mukavemeti kalmadı.. peki neden o ağırlık altında ezilmiyoruz.. üstümüze 2 tonluk bir çelik kütlesi düşse bizi dümdüz edecekken tonlarca yüklü atmosferin ağırlığı nasıl bizi dümdüz etmiyor? ya da aya çıkan insanların üzerinde dünyadaki tonlarca atmosfer basıncı olmadığında nasıl kan basıncı vucutlarını patlatıp dışarı çıkmıyor?

Buradaki ezilme büzülmeyi kağıt gibi düm düz olmak mı anlamalıyız ?

Denizaltından söz etmişsin halbuki deniz altı belirli bir basıncdan sonra parçalanır taki denizalt parçaları dışarıdaki basıncı kaldırabilene kadar yani dengeleyene kadar. İnsanda yaşanan bu hadiseye ise vurgun denir.

Yani canlıların yaşamı ile cansızların yaşamları arasında farklılıklar vardır. Onlarla mukayese edilemez denizdeki basınc mukayesesinde deniz altı parcalanırken insan vurgun yer deniz canlılarında ise daha farkllıklar gösterebilmekdedir.

Yeryuzunde ise hadise daha farklıdır. Mesela yuksek yerlere cıkıldıkca basınc azalabilmekde ve insan bu basınca karsı dayanamadığında farklı tepkiler verebilmekde bunları sende dile getirdin. Ama ölüm yaralanma olduğu durumlarda ise Ruh nickli kullancı zati bunu dile getirmiş.

Yani yaşam halinde insanın dengesini kan basıncı sağlarken yaralanma ve kesik gibi problemler yaşandığında devreye ise ciğerlerin ortaklaşa ürettiği moleküller vasıtasıyla kan basıncı dengelenmeye başlanır.

Zati ölüm yaşandığında iç basınc olamayacağından dış basınc etki etmez. Bunu ise bir balondaki havanın içi boşaldığında basınc kalmadığı için dış basınc diye bir şey kalmayacakdır bu şekilde düşünebilmek mümkün olsa gerek.
 

Zuhr

Talebe
sayın arkadaşlar vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederim. ancak sorduğum şey kan basıncı ve bunun nasıl dengede tutulduğu değildi. Kan basıncının üzerimizde olduğu iddia edilen tonlarca yükü yani atmosfer basıncını nasıl dengelediğiydi. insanın etten kemikten olan vucudunun içindeki iç basınç tonlarca ağır olan atmosfer basıncına nasıl mukavemet edipte o ağırlığın altında ezilip büzülmemizi engelliyor?? çelikten yapılmış denizaltılar dahi okyanusta belli bir yere kadar dalabiliyor, daha aşağı inerse üzerindeki su basıncından dolayı büzülür, hal böyle iken insanın üzerindeki hava yani atmosfer basıncına karşı nasıl bir mukevemet gücü var?

kan basıncımız var eyvallah.. 2000 metreye çıktığımızda burnumuzdaki kılcal damarlarımız, üzerimizdeki atmosfer basıncı azaldığı kan basıncı yükseldiği için çatlıyor.. doğru.. ancak hadi kesildi bir yerimiz, yani kapalı kutu içindeki basınç açığa çıktı ve kutunun içindeki basınç düştü,,bütün kanımız aktı gitti.. işte bu anda insanın üzerindeki tonlarca ağırlığa yani atmosfer basıncına karşı bir mukavemeti kalmadı.. peki neden o ağırlık altında ezilmiyoruz.. üstümüze 2 tonluk bir çelik kütlesi düşse bizi dümdüz edecekken tonlarca yüklü atmosferin ağırlığı nasıl bizi dümdüz etmiyor? ya da aya çıkan insanların üzerinde dünyadaki tonlarca atmosfer basıncı olmadığında nasıl kan basıncı vucutlarını patlatıp dışarı çıkmıyor?


bir defter yaprağının üzerine bir kilogramlık ağırlık koyduğunuzda, kağıt yırtılır.
defter kağıdına yukarıdan uygulanan bu kuvvetin aynınısını ağıdan da uygularsanız, kağıt yırtılmadan üzerindeki 1kg lık ağırlığı "taşıyabilir".

ilk durumda kağıdın yırtılma nedeni, kağıt moleküllerinin arasındaki bağ kuvvetinin ve esnekliğinin, üzerine konan 1kg kuvvetten daha az olması ve bu kuvvete direnç gösterememesidir.
ikinci durumda dışarıdan gelen destek, yükü dengeler ve kağıt kendisinden beklenmeyecek şekilde, inceliğine narinliğine rağmen üzerine konan 1kg lık yükü "taşıyabilir".

---

atmosferin üzerimizde oluşturduğu basınç,
içeriden herhangi bir destek olmaması halinde, bizi yerle bir eder.

bir vakum ortamı oluşturmak için yapılan ilk deneylerde, tahtadan kusursuz bir küre yapılır, ve bir piston yardımıyla içindeki hava boşaltılmaya bağlanır,
bir süre sonra kürenin şekli değişmeden içerideki hava dışarı çıkarılamaz,
içerisi boşaldıkça, yani iç basınç azaldıkça, küre çatırdamaya başlar ve parçalanır.

ilk durum ve son durum arasındaki farkı incelersek;
ilk durumda kürenin içi hava ile doludur, ve dışarıdada tonlarca atmosfer bascını olmasına rağmen herhangi bir sorun olmadan tahta küre varlığını sürdürmeye devam eder çünkü tahta küreyi oluşturan moleküller arası bağlar, küre içindeki havanın basıncı vs., kürenin dış basınca karşı koyabilmesini sağlar.

ikinci durumda küreden bir miktar hava çıkarıldığında, çıkan havanın kayda değer bir kütlesi, bir yoğunluğu olmamasına rağmen, kürenin iç ve dış dengesi bozulur ve küre parçalanır.

---

ellerimizi göz önünde bulundurursak, içlerinde akan kan, lenf sıvıları, hücreler, kemikler, kemiklerdeki hava boşlukları ..vs, dışarıda atmosfer tarafından uygulanan basıncı dengeleyebilir,
ancak bu basıncın yanında bir de üzerine 50 kg lık bir yük koyarsanız, bu yükü dengelenemez ve tonlarca yükü kaldırabilen parmaklar, 50 kg altında ezilir.

--------

bu biraz ip çekme yarışına benziyor; ortaya bir çizgi çizilir ve bir ip gerilir, ipin her iki ucundan insanlar tutup birbirlerini çekmeye başlarlar, bir tarafta 10 tane güçlü kuvvetli erkek, diğer tarafta da 10 tane aynı güçte kuvvette erkek olsun. her iki gurupta birbirini aynı kuvvetle çektiği için kimse yerinden kıpırdamaz,
ama bir tarafa 7 yaşında bir çocuk eklesek ve o da ipe asılsa, diğer guruptaki 10 erkek karşı tarafa çekilir ve yarış kaybedilir,

hassas dengelerde bulunan terazinin kefelerinden birisine ufacık bir etki yapmak dengeyi tamamen tersine çevirir.

----------------------------

peki uzaya çıkan insanlarda durum nedir ?

astronotların üzerlerine, ısı ve basınç değişimlerine karşı kendilerini koruyabilmek için özel giysiler giyerler,
Bu giysilerde, gerekli basınçta hava sağlayan bir çanta, karbondioksitle su buharını atar ve uzay adamını, Ay yüzeyinin aşırı sıcak ve soğuğuna karşı korur.Sıvıyla soğutulan bir iç giysi, vücut ısısını ayarlar.Dıştaki fiberglas giysi ise, güneş ışığını yansıtır.Başlığın altın kaplaması, parıltıyı ve Güneş’in morötesi ışınlarını önler.Karşılaştırabilecek aşırı sıcak ve soğuğuna karşı korur.Sıvıyla soğutulan bir iç giysi, vücut ısısını ayarlar.Dıştaki fiberglas giysi ise, güneş ışığını yansıtır.Başlığın altın kaplaması, parıltıyı ve Güneş’in morötesi ışınlarını önler.

Astronotlar bu özel giysileri olmadan uzay ortamında kalırlarsa, vücutlarında bulunan gazlar genişleyecek ve vücut sıvıları kaynamaya başlayacaktır.Basınç farklılıklarından dolayı metabolizmada farklılıklar oluşur.

bu kıyafetlerle ilgili ayrıntılı bilgiyi aşağıdaki linkte bulabilirsiniz,

Astronot Kıyafetleri

--------

dış basınç sadece kan basıncı ile dengelenmemesi, vücuttaki kanın tamamen boşalması sonucu bizim kağıt gibi büzüşüp kalmamızı engelliyor,

cansız varlıklarda bizimle aynı koşullarda varlıklarını sürdürüyorlar,
onlarında bu dış basıncı dengelemesi için iç basınçlara ihtyaçları var,
içlerine sıkışmış olan hava, molekülleri arası çekim kuvvetleri .. vs.

vücudumuzda da hava odaları ve lenf sıvılarının basınçları, dış basıncı dengeleyecek olan iç basıncın oluşmasında etken durumdadır.

---
Elhamdulillah muazzam sistemler kurulmuş, muazzam hikmetler gizlenmiş ..
 

Tarihci

Marmara Tarih
Verdğiniz bilgilere sahip olmaktayım tabii yine de teşekkür ederim..

Bir insan kalıbından biraz büyük olan astronot kıyafetinin içine doldurulabilecek hava basıncı ile, yeryüzündeki insanın üzerinde bulunan atmosfer basıncı yakalanabiliyor ve insanın kanının damarlarını patlatıp çıkmasına engel oluyorsa, o zaman bu atmosfer basıncını çok büyütmüşüm gözümde. Daha doğrusu öğretenler çok büyütmüş..

Bu meseleye benim de bulabildiğim tek cevap ince bir denge olsa gerek idi.. Şimdi bu cevabımın doğruluğuna inanmaya başladım.

Dünya ile güneşin uzaklığı meselesi gibi.. ışık yılları kadar uzağında olacaksın ama 1 cm daha uzak olsan felaket, 1 cm daha yakın olsan yine felaket.. Aynen öyle de, vucudumuz atmosfer basıncını karşılayacak kadar iç basınca sahip ama biraz daha yüklersen ezilir biraz yükünü eksiltirsen ince damarların çatlamaya başlar.. ip çekme yarışı örneği de güzel bir örnek..
 
Üst