Polyanna Felsefesi Üzerine...

Huseyni

Müdavim
poly.jpg


Pollyanna, Eleanor H. Porter’ın yazdığı batı klâsiklerinden birisidir. Yazarı meşhur eden, bu kitabıdır. Pollyanna kitabı 1913 Amerika’sında 8 bestseller arasında yer alarak büyük teveccühe mazhar olmuştur. Birçok dile çevrilmiş olan kitap, günümüzde hâlâ beğeniyle okunan çocuk klâsikleri arasında yerini korumaktadır.



Bugün pozitif bakış açısının simgesi hâline gelmiş Pollyanna. Bunu, yazarın samimî kalemine ve belki de bir yönüyle ‘Güzel gören güzel düşünür’ prensibini ilke edinmesine bağlayabiliriz. İnsanlık kemâle, mutluluğa hasret. Tebessüme, kalbî sevinçlere susamış ruhlarımız. Bilhassa, mânevî dinamiklerin sukut ettiği garp memleketleri pazarında, bu pozitif bakış açısının tutmaması için hiçbir sebep yok.
Şimdi de kitaba adını veren Pollyanna’dan bahsedelim biraz.



Pollyanna, hayatta her şeye olumlu yaklaşmaya çabalayan bir kızdır. Günlük hayatımızda kavga sebebi olabilecek, insanı cidden üzüntüye sevk edecek olaylara karşı bile güler yüzle yaklaşmayı denemektedir Pollyanna. Babasından öğrendiği bu hayat felsefesine de ‘mutluluk oyunu’ adını vermiştir. Meselâ, akşam eve geç geldiği için teyzesinin ona ceza olarak verdiği ‘bir bardak sütü’ sevinçle karşılamakta ve sütü çok sevdiğini ifade etmektedir. Oysa kitabın satır araları dikkatle incelendiğinde, Pollyanna insanlara karşı durumu idare eder gibi gözükmesine rağmen geceleri gözyaşlarına boğulmaktan kendini alamadığı gözlenmektedir. Kolunun kırılması olayında da Pollyanna’nın ‘mutluluk oyunu’ zora girmiştir. Mutluluk Oyunu en ciddî sıkıntılarından birisini de, Polyanna’nın babasının ölümü ile karşılamıştır…



Pollyanna’nın mutluluk oyunu kısaca böyle. Batılı bir yazarın bu şekilde düşünmesini de gayet manidar buluyorum. Ama yazar eğer vahyi nazara alan semâvî dinleri dinleseydi, her şeye çare bulunan bir hayat felsefesi geliştirmiş olurdu… Bugün hiçbir musîbet karşısında yıkılmayan Pollyanna miras kalabilirdi bizlere.
Pollyanna’da gözlemlediğim ilk eksiğin, insanı çepeçevre kuşatan lâtifelerden sadece mutluluğu ön plana çıkarmak olduğunu düşünüyorum. Mutluluk kadar, üzülmek de, kaygılanmak da bir nimet değil midir? Bazen sarsıla sarsıla ağlamak, bazen üzüntüyle kalakalmak ne kadar hoş aslında. İnsanların üzüntü duyduğu yerlerde sizin yüzünüzü tebessümlerin kaplaması ne kadar nâhoş olurdu… Bu yüzden sadece mutluluk duygusunu ön plana çıkaran bir yaklaşım, insan fıtratına uygun değil diye düşünüyorum. Bizi çepeçevre saran duyguları doyasıya yaşamakla insan olduğumuzun farkına varabiliriz. Öte yandan bu duyguların verilmiş olması, bunların kullanılacağı hâdiseleri dâvet eder niteliktedir. Midenin varlığının nimetlerin vücuduna işareti gibi…



İnsanın değişik ahvâl içinde yuvarlanmasının bir sebebi de, Esmâ-i İlâhiyeyi kavramaktır. Bu bakış açısıyla hadiselere yaklaşan insanlar için ‘kâinatta çirkin olan’ hiçbir şey yoktur. Yani bardağın dolu kısmı söyleminin aksine, Tevhid bakışıyla olaylara yaklaştığımız zaman bardağın boş kısmı yoktur! Yani, bardağın tamamı doludur! Bunu Üstad Hazretleri: “Her şey ya bizzat güzeldir, ya da neticeleri itibariyle güzeldir” diyerek açıklar. Pollyanna’nın Mutluluk Oyunu bu cihetten nakıs gözüküyor. Sanki olaylar hadd-i zâtında kötüymüş de biz onlara güzel bakalım anlayışını salık veriyor felsefe. Başa gelen hadiselerin kötü olduğunu nerden çıkardın ey felsefe? İnsanın ‘yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine’ çıkmasındaki azam nimeti göremeyen felsefeden böyle bir bakış beklemiyoruz zaten. Bu cihetle Esmâ-i İlâhiyeyi okuyamayan Porter’in mutluluk oyunu bir yerde çıkmaza girmiştir. O kadar keşfiyatıyla övünen ama ‘lâtife-i Rabbaniyeyi’ keşfedemeyen veya gizleyen Batı medeniyeti, Kur’ân’ı dinlemeye mecburdur…



Bu sebeple Pollyanna’nın ‘Mutluluk Oyunu’ insanlığın dertlerine devâ olmaktan çok uzak… Yazarın nazarı hakikati hissetmiş belki, fakat felsefe nazarı ancak oraya kadar çıkabilmiş. Bugün Tevhid gözlüğüyle bir Pollyanna yazılsaydı nasıl olurdu?



Pollyanna’nın bu pozitif bakış açısı şimdilerde ‘Pollyannacılık’ olarak adlandırılıyor. Bu bakış açısı psikolojik savunma mekanizması kabul edilecek kadar büyütülmüştür. Manevî dinamikleri çökmüş olan bir toplumun bunu kabullenmesi yadırganmaz ama ‘ölüm’ dahil her musîbetin çaresinin bulunduğu İslâmiyet’e mensup olanlar içinde bu bakış açısının bu kadar ehemmiyet bulması, bizlerin mânevî dinamiklerimizin farkında olmadığını göstermektedir.
***
Kalbim öyle bir dosta muhtaç ki hem sonsuz kuvvetli, hem de sonsuz merhametli olsun. Kendini aşamayan şu fani insanlardan ne bekleyebilirim? Kalbimi dinliyorum, ebediyeti arzuluyor. Kim cevap verecek ebediyet arzuma ebedî olan bir Zattan başka? Dünyaya sığmıyorum, dar geliyor bana, kim açacak sınırsız bir âlemin kapılarını? Acziyetimi kudretiyle, fakirliğimi zenginliğiyle kim örtecek? Elemlerim kâinatı kaplamış, emellerim de öyle, bu çıkmazdan nasıl sıyrılacağım ben? Sevdiklerimin vefatıyla paramparça olan ruhumu teskin edecek öyle bir gözlük lâzım ki… Pollyanna’nın mutluluk oyununda hep kendi kendini teselli var, bir gün patlak vermeyecek mi bu bile bile lades? Faninin fenasından sıkılan bir ruhun yine faniye iltica etmesi, sıkıntısını giderir mi?
***
Vahiyde, insanın her hadiseye karşı kalbinin huzurunu ve ruhunun rahatını sağlayacak devâlar bulunmaktadır. Örnek olarak, ölüm bu fani insanı sarsan en büyük musîbetlerden biridir. Oysa iman gözlüğüyle, ölüm cennet bahçelerine gitmektir. En büyük musîbete karşı imanın verdiği şuur ile bakan ve ölümü güzelleştiren bir bakış açısı, insanın başına gelen diğer sıkıntılara da birer reçete sunar. Örnek olması bakımından Kur’ân’ın mânevî bir tefsiri olan Risâle-i Nur Müellifi Bediüzzaman Hazretlerinin hayatını nazara vermek istiyorum.



21 defa zehirlenmiş, yıllarca haksız yere hapis ve sürgün hayatına mecbur bırakılmış. Ayrıca haberleşmeden men edilmiş. İnsanların ona selâm vermesi bile kabul edilmiyor, yalnızlığa mahkûm edilmiş. Garip, kimsesiz ve yarım ümmî…



Normalde böyle bir insanın hayata tamamıyla küsmesi beklenirdi. Pollyanna’nın felsefesinin tamamen iflâs ettiği bu durum karşısında bakın Kur’ânî bakış neler kazandırıyor insana…



“Kaç kere zehirlemek istediler. Ona zehirler panzehir oldu, zindanlar dershane...” ve “O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu” ifadelerindeki hakikat ve her musîbeti ‘tevekkülle karşılayıp’ bunlardan sıyrılarak ebedî âlemin sevinciyle dolmuş bir hayat, müddeâmızı ispat eder kanaatindeyim.



Zira Bediüzzaman, “Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-î beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir sûrette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?” sözlerindeki mânâya bihakkın inanmış ve hayatında bizzat tecrübe ederek bizlere aktarmıştı.



Tevhid nazarıyla, bütün sıkıntıların gideceği konusu bu yazının kabiliyetini aşan başka bir araştırma konusu. Bu mânevî dinamiklerimizin farkında olmak dileğiyle yazımı 6. Mektub olan Gurbet Mektubunda geçen, bütün gurbetlere devâ olan bir vecize ile bitiriyorum:



“O'nu bulan her şeyi bulur. O'nu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.”

Zübeyir ERGENEKON
03.07.2009
Elif-Yeniasya
 

ilimehli

Well-known member
Evet,degindiginiz konu zaman zaman benide dusuncelere surukler...
Insan gercekten sirf iyi niyetle her seyi kabul edip kendini mutlu hissedebilirmi?!Ve mutluluk dedigimiz kavram,bizleri ne kadar uzun ve ne kadar mesafeli bir sekilde mutlu eder?!
Islamiyette herseyin bir cevabi,her derdin bir devasi vardir...
Rabbimize sukurler olsunki,mumin olarak dunyaya geldik ve insallah mumin olarakta dunyadan ayrilacagiz...
Cok guzel bir konu,paylasiminiz icin tesekkur ederim...
Sevgi ve Dua ile...
 

ebrar172

Well-known member
evet bende bu yazıyı okuyunca mutlu oldum mesela...:)
ihtiyaca binaen karşımıza çıktı konu..

geçen gün bir hadise oldu ve o an çok ama çok sıkıldık ailece
sonra "Allah var problem yok" dedim eşime yüzündeki karışıklık düzeliverdi bir anda
tebessüm etmeye başladı.....
bunu söylediğim anda ferahladık ikimizde
her halimize binlerce kere hamd olsun
ElhamdülillahiAlaKülliHal....

 

müdavim

Üye Sorumlusu
''güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır'' olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi nin sözlerinden bir tanesidir.şöyle ki;her şeyin iyi ve güzel yanını görmek, yani imanlı bir iyimserliğe malik olmak, güzel huy ve ahlakla meşru dairede yaşamak ve bundan ilahi bir haz duymak akıl, kalp ve ruhun her zamanki durumu olmalıdır anlamındadır...
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde: "Huz ma safa da' ma keder" Sana safa (huzur ve sevinç) veren şeyi al, üzüntü ve keder veren şeyi de bırak, buyurmuştur.

Allah Resulü bu hadiste, gerçek mutluluk formülünü iki madde halinde özetlemiştir:

1. Kişi hayatta daima kendisine safa veren, huzur ve sevince boğan, moralini ve ümidini yükselten güzel şeylere bakmalı, güzel şeyleri düşünmeli, güzel şeyleri hayal etmeli.

2. Kendine keder veren, üzüntü ve acılara boğan, yese düşürüp moralini bozan, kötü ve menfi şeylere bakmamalı, onlarla aklını, fikrini, hayalini meşgul etmemeli.

Hayatta insana üzüntü verecek hadiseler çoktur. Kişi hayata kötü bir nazarla, karamsar bir gözle bakarsa mutluluk ve huzuru bulması mümkün değildir. Halbuki en menfi, en kötü bir şeyde bile, bir iyi taraf vardır. İnsan her hadisenin iyi bir tarafını bulup ona bakmayı, onunla teselli olmayı başarabilirse en kötü şartlar içinde dahi mutlu ve huzurlu olmanın anahtarını elde edebilir. Bu konusa İsa (a.s.) a isnat edilen şu rivayet konuya ışık tutması bakımından manidardır. İsa (a.s.) havarileriyle birlikte bir koyun leşinin yanından geçerler. Leşin dayanılmaz kokusundan havariler burunlarını tıkar yüzlerini buruştururken İsa (a.s.) onların dikkatini koyunun dişlerine çeker: "Aman ya Rabbi şu hayvanın ne güzel, bembeyaz dişleri var" der.

İçtimai hayatta da insan en kötü hadiselerde bile, bir iyi taraf bulmalı, onunla teselli olmalıdır. Yoksa hayat çekilmez bir yük olur. İnsan devamlı isyan ve şekvalardan kendini alamaz.
 
Üst