Huseyni
Müdavim
Bediüzzaman’ın, eserlerinde cifir hesabı ile elde ettiği birtakım tevafuklar vardır. Birileri bu tevafukların zorlamalı ve uydurma olduğunu iddia edip, itiraz etmektedirler. Bizleri bu konuda aydınlatır mısınız?
İtiraz edilen kısım:
“BEŞİNCİSİ: Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevâfukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ: Nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, asabları, kemikleri, hattâ hüceyratları, mesamatları hesapça birbirine tevafuk eder. Öyle de: Bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlâhiyyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâlin vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.”
“İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtarı-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve lisan-ül-gayb olan Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işâratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.”
İddia:
Said Nursî’nin verdiği örneklerin hepsi aynı cinstendir ve birbiriyle alâkadardır. El ile el, ayak ile ayak... Tevafukları tabiîdir. Peki Kur'an-ı Kerim’in ayetleri ve hadis-i şerifler ile Said Nursî’nin doğum tarihi, adı ve lâkabı, Kur'an okumaya başladığı tarih, risalelerinin isimleri ve yazılış tarihleri vb.nin arasında ne gibi bir ilgi olabilir? Nur Risaleleri’nde var olduğu iddia edilen ilgiler, yapmacıktır ve bazen insanı güldürecek derecede zorlamalarla kurulmuştur.
İddiaya cevap:
“El ile el, ayak ile ayak... Tevafukları tabiîdir” ifadesi, ülfet perdesi altında ne kadar yoğun bir cehaletin gizlendiğini göstermektedir. Acaba, bir elde beş, diğer elde sekiz parmak olsaydı, buna ne diyeceklerdi? Kuşkusuz “El ile el, ayak ile ayak.-birinde 5, birinde 8-.. Tevafukları tabiîdir” demekten başka bir şey diyemeyeceklerdi.
Halbuki Risalelerde, kâinattan verilen misallerde görülmesi gereken asıl mesele şudur: Varlıkta bir tevafuk vardır. Kâinatta bir nizam ve intizam vardır. Nizam ve intizamda bir ahenk ve uyum vardır. Bu uyum ve âhenk, varlıklar arasında kendini gösteren bir tevafukun yansımasıdır. Kâinat çapında, atomdan galaksilere kadar her yerde “ince bir hesap, maharetli bir âhenk, göz kamaştıran bir uyum, gıpta edilmeğe değer bir yardımlaşma, bir kucaklaşmanın” varlığı, hem aklen, hem fennî bilgelerce de sabit birer hakikattir. Bunun diğer bir adı tevafuktur. Bu tevafuk’un var olmasının en büyük hikmeti, kâinatın birliği penceresinden Yüce Yaratıcının birliğine sinyal vermektir. Çünkü, tevafuk ittifaka, ittifak ittihada, ittihad tevhide işaret eder. Tevhid ise, hem mücessem bir Kur’an olan kâinat kitabının, hem de müşerra’(teşri kaynağı kılınmış) bir kitap olan Kur’an-ı Hakim’in ders verdiği en birinci maksadıdır.
İşte Risalelerde işaret edilen husus budur. Kâinat kitabında tevhid gayesine matuf olarak tevafuku ön gören ilahî hikmet, kâinatın ezelî ve ebedî bir tercümanı olan Kur’an’da da onu ön görmesi, aynı hikmetin gereğidir. Diğer bir ifadeyle, dışarıda vücud-u haricî giymiş bir varlık, kendisinde bulunan gerçeklerin bazı yönleriyle Kur’an’da yer almakta ve matematiksel bir tevafuk örgüsünü oluşturmak suretiyle tevhide hizmet etmektedir.
- Mesela; Kur’an’da sık sık “yedi gök” ten bahsedilmektedir. Varlık biçimiyle yedi adet olan bu gökler için kullanılan “Seb’a semavat = yedi gök” ifadesi tam yedi defa zikredilmiştir.
İtiraz edilen kısım:
“BEŞİNCİSİ: Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevâfukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ: Nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, asabları, kemikleri, hattâ hüceyratları, mesamatları hesapça birbirine tevafuk eder. Öyle de: Bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlâhiyyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâlin vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.”
“İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtarı-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve lisan-ül-gayb olan Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işâratında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.”
İddia:
Said Nursî’nin verdiği örneklerin hepsi aynı cinstendir ve birbiriyle alâkadardır. El ile el, ayak ile ayak... Tevafukları tabiîdir. Peki Kur'an-ı Kerim’in ayetleri ve hadis-i şerifler ile Said Nursî’nin doğum tarihi, adı ve lâkabı, Kur'an okumaya başladığı tarih, risalelerinin isimleri ve yazılış tarihleri vb.nin arasında ne gibi bir ilgi olabilir? Nur Risaleleri’nde var olduğu iddia edilen ilgiler, yapmacıktır ve bazen insanı güldürecek derecede zorlamalarla kurulmuştur.
İddiaya cevap:
“El ile el, ayak ile ayak... Tevafukları tabiîdir” ifadesi, ülfet perdesi altında ne kadar yoğun bir cehaletin gizlendiğini göstermektedir. Acaba, bir elde beş, diğer elde sekiz parmak olsaydı, buna ne diyeceklerdi? Kuşkusuz “El ile el, ayak ile ayak.-birinde 5, birinde 8-.. Tevafukları tabiîdir” demekten başka bir şey diyemeyeceklerdi.
Halbuki Risalelerde, kâinattan verilen misallerde görülmesi gereken asıl mesele şudur: Varlıkta bir tevafuk vardır. Kâinatta bir nizam ve intizam vardır. Nizam ve intizamda bir ahenk ve uyum vardır. Bu uyum ve âhenk, varlıklar arasında kendini gösteren bir tevafukun yansımasıdır. Kâinat çapında, atomdan galaksilere kadar her yerde “ince bir hesap, maharetli bir âhenk, göz kamaştıran bir uyum, gıpta edilmeğe değer bir yardımlaşma, bir kucaklaşmanın” varlığı, hem aklen, hem fennî bilgelerce de sabit birer hakikattir. Bunun diğer bir adı tevafuktur. Bu tevafuk’un var olmasının en büyük hikmeti, kâinatın birliği penceresinden Yüce Yaratıcının birliğine sinyal vermektir. Çünkü, tevafuk ittifaka, ittifak ittihada, ittihad tevhide işaret eder. Tevhid ise, hem mücessem bir Kur’an olan kâinat kitabının, hem de müşerra’(teşri kaynağı kılınmış) bir kitap olan Kur’an-ı Hakim’in ders verdiği en birinci maksadıdır.
İşte Risalelerde işaret edilen husus budur. Kâinat kitabında tevhid gayesine matuf olarak tevafuku ön gören ilahî hikmet, kâinatın ezelî ve ebedî bir tercümanı olan Kur’an’da da onu ön görmesi, aynı hikmetin gereğidir. Diğer bir ifadeyle, dışarıda vücud-u haricî giymiş bir varlık, kendisinde bulunan gerçeklerin bazı yönleriyle Kur’an’da yer almakta ve matematiksel bir tevafuk örgüsünü oluşturmak suretiyle tevhide hizmet etmektedir.
- Mesela; Kur’an’da sık sık “yedi gök” ten bahsedilmektedir. Varlık biçimiyle yedi adet olan bu gökler için kullanılan “Seb’a semavat = yedi gök” ifadesi tam yedi defa zikredilmiştir.