muhabbetteki sır

vahdet1

Active member
Biz âciz kullarını îmânın neşve ve huzûru ile merzûk kılan Allâhü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne hamd ü senâlar olsun!

İnsanlığı zulmetten nûra gark etmeye vesîle olan kâinâtın Fahr-i Ebedî’sine salât ü selâm olsun!

Cenâb-ı Hakk, varlığı muhabbet vesîlesiyle yarattığı için ona apayrı bir sır ihsân eylemiştir.

Dolayısıyla muhabbetin olmadığı yerde zevâl, olduğu yerde de kemâl tecellîleri görülür.


Mesnevî şerhinde ifâde edildiği gibi:

“Kelâm sahibi olan Allâh, bulutun kulağına bir sır söyledi, gözünden su tulumu gibi yaşlar boşandı.

Gülün kulağına bir sır söyledi; onu renk ve râyiha saltanatı ile güzelleştirdi.

Taşa bir sır söyledi; onu mâden içinde akik etti.

İnsana bir sır verdi ve o sırrı muhâfaza edenleri sonsuzluğa yüceltti.”

İşte bu sır, muhabbet sırrıdır.

Onun içindir ki insanoğlunun Allâh Teâlâ’nın rızâsına nâiliyyet ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in

şefaatine mazhariyetle iki cihân seâdetini elde etmesi muhabbetteki sırrın ihtişâmında gizlenmiş âşikâr bir hakîkattir.

Bu hakîkate âşinâ ve râm olan gönüllerde Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbetiyle ağlayan hurma kütüğü misâli bir aşkın vecd ve istiğrâkı yaşanır.

Bu yaşayışsa, beşeri, bir insan-ı kâmil olarak varlığın zirvesine,

yâni ahsen-i takvîm makâmına nâil eyler ve Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği istikâmete (sırât-ı müstakîme, en doğru yola) iletir.

Müstakîm olmanın devâmı ise, sâlih ve sâdıklarla berâber olmak hassâsiyetini göstermekle mümkündür.

Zîrâ bu berâberlik, rûh ve cesed dengesini kurar, yâni insanın rûh pâdişâhının cesed câriyesine galebesini temin eder ve nazargâh-ı ilâhî olan gönlü,

şu fânî âlemden ve ten esâretinden kurtularak Hakk’a vâsıl olmanın itmi’nânına ve Hakk’la berâberliğin huzûruna erdirir.

O huzur, doyulmayan bir sevdâdır.

Göze muhtaç olmayan bir ru’yet (görme), uzuvlardan müstağnî bir yaşayıştır.

Bundan sonra kul, îmân ve imtihan tecellîleri arasında olgunlaşa olgunlaşa devâm ettiği ebediyyet yolculuğunun her durağında ihlâsı nisbetinde bir muâmele görür.

Diğer taraftan bu ilâhî yolculukta Hakk’ın rahmet ve merhametinin anahtarı olan havf ve recâ, yâni korku ile ümit hâlinde olmak ve hırs,

hased ve kanaat bakımından bu fânîde gönlün nefisle olan mücâdelesini kazanabilmek için pek mühimdir.

Bu hâl, insanoğlunu gaflet husûsunda uyanık tutarak onun günahtan arınıp sakınan diri bir gönül ve selîm bir kalb ile Rabb’ine kullukta bulunmasını sağlar.

Nefsi murâkabe (kontrol) altında tutup bilhassa öfkeyi yenmek bakımından gönlü takviye eyler.

Böylece Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in tâbiriyle gerçek pehlivan diye ifâde edilen bir vasfa sahip olabilenler,

hayat ve ölüm arasındaki murâd-ı ilâhîyi idrâk ile gelgeç lezzetlere itibâr etmez,

sadece amel-i sâlihlere sarılır ve ilim, irfân, hizmet ve ibâdetle müzeyyen bir ömür sürer

Böyle bir ömür de, kalbleri sırf Hakk aşkı ile dolduracağından gönüller vuslat iştiyâkı içinde ölümü güzelleştirmenin huzûru içinde yaşarlar,

yâni onu bir şeb-i arûs (düğün gecesi) olarak telakkî eyler ve dâimâ o kavuşma ânının heyecânı içinde olduklarından artık ten kafesi can kuşuna dar gelmeye başlar.

Bunun için gündüzleri, rızâ-yı ilâhî istikâmetinde helâl maîşet ve amel-i sâlihleri îfâ ile birlikte gecedeki sır penceresinden müstesnâ iklîmlere dalarak Rahman’ın sofrasındaki gerçek mânevî rızıkla feyizlenirler.

Onun için onlarda ne fânî rızık endişesinin yorgunluğu vardır, ne de bu dünyâya âid başka bir vesvesenin ihtilâcı!..

Rûh, tevekkül ve teslîmiyet ufkunda hem kendisine hem de etrafına rahmet saçan bir bulut hâlindedir.

Öyle ki, cemiyete huzur ve bereket kaynağı olurken onun temel taşı olan âile yuvasını da bir dünya cennetine çevirir.

O cennette yetişenler de, ilâhî bir tecellî olarak nûr ve zulmetin kıyasıya mücâdelesinin sürdüğü şu imtihan âleminde dâimâ doğrunun,

hakkın, yâni ilâhî beyanlarda gösterilen istikâmetin tâlibi ve hâdimidirler.


Bilhassa Kur’ân-ı Kerîm’e karşı vazîfelerimiz husûsunda dâimâ feyz ve rûhâniyetle dolu olarak üzerlerine düşeni vecd içinde îfâ ederler.

Ayrıca sessiz ve sözsüz bir kitap hâlindeki şu muazzam kâinattan nice hikmet, esrâr ve hakîkat dersleri okur,

böylece nâil oldukları mânevî feyz, huzur ve sürûr parıltılarını etrafına aksettiren mücellâ bir ayna olurlar.

İşte bu üstün hâl, canlı bir Kur’ân olabilmektir.

Nitekim tâ Bedir’den itibâren devâm eden, sonra da ecdâdımız Osmanlı ile sembolleşen i’lâ-yı kelimetullâh dâvâsı ve

Kosova’dan günümüze şehîdlik rütbesine kucak açışlar, hep bu üstün hâle nâiliyyet ve onu muhâfaza içindir.

İşte “Gönül Bahçesinden Muhabbetteki Sır” serlevhası ile size takdîm ettiğimiz bu âcizâne eserimizin ilk kısmının kısaca muhtevâsı...
Osman Nuri Topbaş hoca efendinin kaleminden
 

ilimehli

Well-known member
Evet,gercektende guzel bir yazi yazmis..Hak Teala razi olsun yazandan ve bizlerle paylasandan...Okuyup ibret alabilenlerden olmamiz umuduyla...
Sevgi ve Dua ile...
 
Üst