molla_zehra
Well-known member
Size hayırlı gençleri tavsiye ederim. Çünkü, onların kalbi daha incedir.
Allah beni doğrulukla ve müsamahayla gönderdi. Bana gençler yanaştı, ihtiyarlar muhâlefet etti.” — Resul-i Ekrem (a.s.m.)
İsa Nebi'nin (as.) yeryüzünü terk etmesinin üzerinden altı asırdan fazla zaman geçmişti. Âdemoğullarının zihninde peygamberlerin öğrettiği ve uyardığı konular tazeliğini yitirmişti. Zaman bir çöl fırtınası gibi eserken, her şeyden önce insanların akıl ve kalplerini savurmuş; ve nisyan ile malul olan insan, en unutmaması gereken ilâhî sözü unutmaya yüz tutmuştu.
Hele Mekke ve etrafındaki beldeler, çölde gaib olmuş bir ülke gibi, kat kat unutuşların altında, zehir zıkkım bir cehaletin karanlığı içinde yüzüyordu. Cehalet derin bir kuyu gibi Allah’ın Evi’nin de içinde bulunduğu topraklarda kesin bir hâkimiyet kurmuştu. Hazreti İbrahim’in hanif dinine inanan ve bu inancını yaşamakta olan kutlu bir azınlık dışında, halkın çoğunluğu bu hâl üzere hayatına devam ediyordu. Mü’minlerin sevgili Kâbesi için ne de hazin günlerdi.
İşte bu karanlık gecelerin ardından güneşin doğuşu gibi İslâm güneşi doğuverdi. Karanlık gecelerin daima nurlu sabahların habercisi olduğu bir kez daha kanıtlanmaktaydı. Emin bir Elçi (a.s.m.) Rabbinin izni ve yetkilendirmesiyle hakikat ile yalanın arasını gece ile gündüz kadar ayırmaya muvaffak oldu. Yol, bundan böyle ikiye ayrılmıştı. Artık cehalet yolu üzerinde yürümenin meşruiyeti kalmamıştı. Ya karanlığın ya da aydınlığın peşinden gitmek bir zorunluluk halini almıştı.
Lâkin, Arap kabilelerinin ihtiyarları için işler çok daha zordu. Nurlu davet her şeyi ayan beyan ortaya çıkardığı halde, yüzyıllardır biriken cahiliye tortusu, ihtiyarlamış akıl ve kalpleri son derece katılaştırmıştı. Uzun süren susuzluk, çoğu yaşlı ruhta tedaviye kabiliyeti kalmamış çoraklaşmalara yol açmıştı. Bir kahredici granit tortu, cahiliye geleneklerinden yontulmuş bir puta dönüşerek, kalp kapısına kadar gelen İslâm nuruna karşı bir direniş gösteriyor ve bir başkaldırı sergiliyordu.
Zaman uzamış ve yaşlı kalpler katılaşmıştı. Katılaşan kalpler, nur-u hidayeti kabul edemiyordu. Pek çoğu Mekke’nin söz sahibi liderleri durumunda olan ihtiyarlar, yaşayışlarını ve alışkanlıklarını değiştirme eşiğinden adım atamamakta, eski halin devamına çalışmayı neredeyse ilâhî bir görev saymaktaydı. Çoktandır Rablerini kendilerinden uzaklaştırmış, ilâhî hükümleri belirsizleştirmiş; onun yerine kendi heva ve heveslerine uygun putlar icad etmişlerdi. Taş putlardan başka, benlik putu, asabiyet ve asalet putu gibi putlar sebebiyle kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye bile körelmişti gözleri. Tek istedikleri, nasıl geldiyse öyle gitsindi.
Allah beni doğrulukla ve müsamahayla gönderdi. Bana gençler yanaştı, ihtiyarlar muhâlefet etti.” — Resul-i Ekrem (a.s.m.)
İsa Nebi'nin (as.) yeryüzünü terk etmesinin üzerinden altı asırdan fazla zaman geçmişti. Âdemoğullarının zihninde peygamberlerin öğrettiği ve uyardığı konular tazeliğini yitirmişti. Zaman bir çöl fırtınası gibi eserken, her şeyden önce insanların akıl ve kalplerini savurmuş; ve nisyan ile malul olan insan, en unutmaması gereken ilâhî sözü unutmaya yüz tutmuştu.
Hele Mekke ve etrafındaki beldeler, çölde gaib olmuş bir ülke gibi, kat kat unutuşların altında, zehir zıkkım bir cehaletin karanlığı içinde yüzüyordu. Cehalet derin bir kuyu gibi Allah’ın Evi’nin de içinde bulunduğu topraklarda kesin bir hâkimiyet kurmuştu. Hazreti İbrahim’in hanif dinine inanan ve bu inancını yaşamakta olan kutlu bir azınlık dışında, halkın çoğunluğu bu hâl üzere hayatına devam ediyordu. Mü’minlerin sevgili Kâbesi için ne de hazin günlerdi.
İşte bu karanlık gecelerin ardından güneşin doğuşu gibi İslâm güneşi doğuverdi. Karanlık gecelerin daima nurlu sabahların habercisi olduğu bir kez daha kanıtlanmaktaydı. Emin bir Elçi (a.s.m.) Rabbinin izni ve yetkilendirmesiyle hakikat ile yalanın arasını gece ile gündüz kadar ayırmaya muvaffak oldu. Yol, bundan böyle ikiye ayrılmıştı. Artık cehalet yolu üzerinde yürümenin meşruiyeti kalmamıştı. Ya karanlığın ya da aydınlığın peşinden gitmek bir zorunluluk halini almıştı.
Lâkin, Arap kabilelerinin ihtiyarları için işler çok daha zordu. Nurlu davet her şeyi ayan beyan ortaya çıkardığı halde, yüzyıllardır biriken cahiliye tortusu, ihtiyarlamış akıl ve kalpleri son derece katılaştırmıştı. Uzun süren susuzluk, çoğu yaşlı ruhta tedaviye kabiliyeti kalmamış çoraklaşmalara yol açmıştı. Bir kahredici granit tortu, cahiliye geleneklerinden yontulmuş bir puta dönüşerek, kalp kapısına kadar gelen İslâm nuruna karşı bir direniş gösteriyor ve bir başkaldırı sergiliyordu.
Zaman uzamış ve yaşlı kalpler katılaşmıştı. Katılaşan kalpler, nur-u hidayeti kabul edemiyordu. Pek çoğu Mekke’nin söz sahibi liderleri durumunda olan ihtiyarlar, yaşayışlarını ve alışkanlıklarını değiştirme eşiğinden adım atamamakta, eski halin devamına çalışmayı neredeyse ilâhî bir görev saymaktaydı. Çoktandır Rablerini kendilerinden uzaklaştırmış, ilâhî hükümleri belirsizleştirmiş; onun yerine kendi heva ve heveslerine uygun putlar icad etmişlerdi. Taş putlardan başka, benlik putu, asabiyet ve asalet putu gibi putlar sebebiyle kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye bile körelmişti gözleri. Tek istedikleri, nasıl geldiyse öyle gitsindi.