Modaya Göre Giyinmenin Mahzuru mu Var?

Huseyni

Müdavim
Meşrû moda var mı?

Aileleri zor durumlara sokan, eşler arasında tartışmaları alevlendiren “giyim ve moda” konusunda zihnimize takılan şu soru da cevap bekliyor:


“Ahsen-i takvim, (tam kıvamında, en güzel şekilde) yaratılan insan, canlıların efendisi. Öyle ise güzel giyinmeli değil mi? Modayı takip etmesinde ne mahzur olabilir?”


Elbette, nezih, temiz, güzel giyinmeye değil; modanın esiri ve kölesi durumuna düşmeye karşı olabiliriz. Çünkü, canlılar içinde en mümtaz, en müstesna, en lâtif bir mizaçta yaratılmış, sosyal ve medenî varlıklarız. Bundandır ki, çeşit çeşit meyiller, arzular taşırız. Meselâ, en seçkin şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu ederiz. Ve insaniyete lâyık bir hayat standardı ve şerefiyle yaşamak isteriz.


Diğer taraftan potansiyel halindeki yetenek ve kabiliyetlerimizi geliştirecek sınırsız meyiller, sonsuz emeller, sayısız fikirler (akıl, düşünce), hudutsuz gadap (itme, savunma) ve şehvet (her türlü zevk ve lezzeti isteme) gücü verilmiştir.


Aynı zamanda hepimizde takdir edilme, alkışlanma ve başkasının dikkatini çekme isteği, guddeleri var. Giyinme, tesettür de bu arzuların, duyguların içindedir. Ne var ki, bu temel duyguların her birisinin “ifrat-tefrit/aşırı ve vasat (orta) olmak üzere üç derecesi vardır.1 Üretim, tüketimde ve giyimde de ifrat veya tefritten uzaklaşıp,“orta yolu, dengeyi” tutturmamız gerekir. Asıl vazifemiz;

* İstidât (potansiyel halindeki yetenek) ve kâbiliyetlerini (yeteneklerini) inkişaf ettirmek,
* Ulvî duygularını, olumlu hasletlerini geliştirmek; olumsuzlarını kanalize etmek ve yönlendirmek,
* Yaradanın ve meleklerin takdirlerini toplamaktır. Yani iç güzelliği, ahlâk, merhamet, diğergâmlık, yardım, iyilik, sevgi, cömertlik, hürmet gibi bediî duyguları tezâhür ettirmek, olgunlaşmak, gelişmektir.

İnsan alkışlanmak ve takdir edilmek ister. Bu duygu ve arzuların meşrû yolla tatmin edilmesi, insanların iyi ve güzel huylarını tebrik, hattâ teşvik etmekle mümkün. Daha önemlisi ise insanın Yaratanca takdir edilmesidir. Onun istediği tarzda giyinmek, kuşanmak, hareket etmek…


Buna muvaffak olmayanlar, maddî gücün sembolü giyim-kuşam, dünyevî mevki, makam ve servetle tatmin olma cihetine gider. Ki, bu yol zahmetli, masraflı ve çok tehlikelidir.


Meleklere imanın da bunda büyük önemi vardır. Çünkü, yüce âlemlerin trilyonlarca sâkini, İlâhî kameramanlar gibi insanların filmlerini çekmekte, onları seyretmekte ve alkışlamaktadır. Bu inanç insanı hiç iyiye, güzele kanalize etmez mi?


Herşeyde orta yolu tutan İslâm, israf ve lüks derecesine varan “tüketim”e yer vermez. Hayatın bütün safhalarında tüketimi, “aslî ve zarûrî ihtiyaçları” akıl, mantık ve çerçevesinde karşılamayı tavsiye eder.


Ayrıca İslâm insanın izzetine yakışır seviyede yaşamasını ister. Sefalete razı olmaz. Giyim, kuşamda da insana yakışır bir tarzda giyinmesini ister. Zaten, diğer hayvanlar gibi fıtri bir elbise vermemesinin sebeplerinden birisi, diğer varlıkların kumandanlığı ve tasarrufunun insana verilmesindendir. Dolayısıyla onlardan istifade ederek elbise yapabilir, yapmalı.


Müslümanlar hayatlarını modacılara göre değil, Kur’ân ve sünnet ışığında düzenlemeli. Bu da gösterişe, israfa varmayan sade bir hayatı gerektirir.


Terakkîye, zenginliğe, refaha, ilme, araştırmaya, tahkike “Evet,” ama, israfa, çılgın tüketime/israfa ve bunlara sebebiyet veren “moda”ya “Hayır!”


Şu uyarıyı çerçeveletip her zaman görebileceğimiz bir yere (yemek masası, gardrop veya televizyonun ekranı) asarsak, giyim, kuşamda da orta yolu, dengeyi tutturma şansımız artabilir:


Bedevîlikte (sanayi devriminden önceki köylülük döneminde) beşer, üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcâtını tedârik etmeyen, on adette ancak ikisi idi. Şimdiki Garp zalim medeniyet, sû-i istimâl ve isrâfât ve hevesâtı harekete getirmekle, gayr-ı zarûriyeyi, zarûrî hâcatlar hükmüne getirip; görenek ve tiryâkilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedârik edecek, yirmiden ancak ikisi ólabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır.


“Demek, bu medéniyet-i hâzıra, insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçâre avâm ve havas tabakasını dâimâ mübârezeye (kavga, dövüş, çekişmeye) teşvik etmiş.2

Dipnotlar:
1-İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat, Aralık 2006, s. 228.;
2-Hutbe-i Şâmiye, s. 156-157.

Ali FERŞADOĞLU
16.06.2009
Yeniasya
 
Üst