Vefatının 42. Yılında Yüzbin Rahmetle Anıyoruz! - Abdülmecid ÜNLÜKUL

Huseyni

Müdavim
“RİSÂLE-İ NUR MÜELLİFİNİN NESEBEN KÜÇÜK KARDEŞİ VE ON BEŞ SENE ONDAN DERS ALAN”:ABDÜLMECİD ÜNLÜKUL

Untitled-8.jpg

—Vefatının 42. yılında rahmetle anıyoruz—

Sofi Mirza Efendi’nin yaş sırasına göre altıncı çocuğu olan Abdülmecid Ünlükul, 1884 yılında, Nurs Köyünde dünyaya geldi. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin küçük kardeşi ve aynı zamanda Mesnevî-i Nûriye’nin başında yazdığı i’tizârın (özrün) sonunda dediği gibi ondan on beş sene ders alan bir talebesidir . Bu nesebî bağ aynı zamanda “talebelik” sıfatıyla da taçlanmıştır.



Asrımızın büyük mütefekkiri, allâme-i cihanı, gönüller sultanı Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin kardeşi olmak ve rahle-i tedrisinde 15 yıl ders almak, Abdülmecid Efendi’nin hayat seyrinde ve hizmet anlayışında bambaşka ufuklar, yepyeni pencereler açmıştır.1



Hem kardeş, hem talebe, hem de onunla beraber Birinci Dünya Savaşı’nda Bitlis ve havalisinde omuz omuza çarpışan bir gazidir. Bu savaşta, Bediüzzaman Hazretleri yaralanır ve Ruslara esir düşer. Yeğeni Ubeyd şehit olur. Van ve çevresi Rusların eline geçerek harabe haline gelir. Abdülmecid için acılarla dolu bir hayat serüveni başlamıştır artık.



Van, Şam, Diyarbakır, Ergani, Malatya, Ürgüp, Konya.
Hamiyetperverlik duygusu hayatında mısra mısra, kıt’a kıt’a görülmektedir. Şarkî Anadolu’nun bu necîp evlâdı, bir ömür boyu cennet yurdumuzun her köşesinde, başta öğretmenlik ve müftülük olmak üzere çeşitli vazifeler ifa etmiş, sönmeyen meşaleler yakmış ve yıkılmayan filizler dikmiştir.2



Rusların saldırılarından kurtulan bazı akrabalarıyla Van’dan ayrılarak Şam’a giden Abdülmecid Efendi, 1917’de Diyarbakır’a gelir ve burada Askerî Rüştiye’de Arapça öğretmenliği yapar. Ancak, bir süre sonra bu okulun kapanmasıyla birlikte tekrar Van’a döner. Van’da da öğretmenliğe devam ederken Şeyh Said hadisesi ve ardından Bediüzzaman’ın sürgün edilmesiyle birlikte kendisi de öğretmenlikten alınır. Buradan Ergani’ye geçer. Ergani ve daha sonraki Malatya hayatında esnaflık yapar. 1940 yılında Ürgüp’e müftü olarak atanır. Burada bir üniversite öğrencisi olan oğlu Fuat’ın vefat haberini alarak evlât acısını tadar. Bu acısını “Fuadiye” isimli eserinde dile getirir. Çok sevdiği yeğeni Abdurrahman da vefat etmiştir. Yıllarca ağabeyi ile de görüşemez. Bu arada müftülük görevinden de alınır. Ürgüp’te 15 yıl kaldıktan sonra 1955 yılında Konya’ya gelir. Buraya geldikten sonra hasretini gidermek üzere Isparta’ya ağabeyini ziyarete gider. Konya’da İmam Hatip Okulunda tekrar öğretmenliğe başlar.



Öğretmenlik görevini sürdürmeye devam ederken sebepsiz yere tekrar görevden alınır. Konya’da yaşadığı acı olaylardan bir tanesi de, Bediüzzaman’ın Konya’ya gelmesine rağmen kendisiyle görüşmesine izin verilmemesidir. Bediüzzaman, vefatından önce bir kez daha Konya’ya geldiyse de bu sefer de uzun süre görüşmeleri mümkün olmaz. Zaten bu görüşme veda görüşmesi olup, evin önünde gerçekleşir. Bediüzzaman, arabadan inmeden kapının önünde kardeşiyle vedalaşır ve Urfa’ya doğru yola çıkacağını söyler.3 Abdülmecid’i derinden yaralayan olayların başında, Bediüzzaman’ın mezarında bile rahat bırakılmaması gelir. Devrin zorbaları kendi ağzından yazılmış gibi ona zorla bir dilekçe imzalatırlar. “Benim böyle isteğim yok. Ne olur hiç olmazsa kabrinde rahat etsin” der. “İmzalamaya mecbursun. Bizi zor durumda bırakma” der zorbalar.4



“Akşam yine aynı akşamdı. Fakat ahvâl oldukça farklıydı. Bu sefer Nemrud’un nâdanları göz dikmişlerdi Makam-ı İbrahim’e. Hedefleri de Merkad-i Bediüzzaman’dı. Milletin yüreğini yakmak pahasına, onu Makam-ı İbrahim’den söküp alarak imanın nurunu söndürmeye çalışıyorlardı.” “Aslında nûru nârla söndürme çabasının çaresiz çırpınışıydı bu. Alevi de, odunu da insanlardan meydana gelen bu mânevî ateşten kimse mu’cizevî bir netice beklemiyordu. Ne var ki, ateşin ışığa kuvvet verdiğini bilmeyen nâdânîler vasiyet halini alan bir kerâmetin tecellî etmek üzere olduğundan da habersizdiler.”



Arap Dili ve Edebiyatına olan vukufiyeti sebebiyle Bediüzzaman Hazretleri, Mesnevî-i Nûriye ve İşârâtü’l- İ’câz gibi Arapça olan iki eserinin Türkçe’ye tercümesini ısrarla ondan istemiştir. Abdülmecid Efendi, Konya İmam Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsünde meslek derslerini okutuyordu. İmtihanların başladığı, meşguliyetinin çok olduğu bir mevsimde tercümelere başlamış ve kısa sürede bitirmiştir. Oysa daha önceleri pek çok müsait zamanı olmuştu. Talebelerinden birisi, dikkatini çeken bu durumu hocasından öğrenmek istemişti:



“Hocam, birçok boş zamanlar gelip geçti. Tatil ve yaz mevsimlerinde bu tercümeleri yapabilirdiniz. O zaman biz de size yardım edebilirdik. Niçin o zamanlar bu tercümeleri yapmadınız da, şimdi bu sıkışık zamanda yapıyorsunuz?” Talebesinin bu suâline Abdülmecid Ünlükul şu cevabı vermişti:



“Hazretim, hiç sorma!.. Dün akşam rüyamda Seyda’yı gördüm. Mevlânâ Türbesinin civarında karşılaştık. Benden tercümeleri sordu. Mahçup oldum, bir cevap veremedim. Aniden Seyda öyle bir tokat vurdu ki, kendimi karşıdaki duvarda buldum. Nefesim kesilip, soluğum tutulmuştu. Vücudum yara bere içinde kalmıştı.” (Bu rüyayı anlatan Abdülmecid Ünlükul, o talebesine vücudundaki yara bere izlerini göstermiş.) 5 Ve tamamlanan Mesnevî-i Nûriye’nin tercümesinin baştarafına şu i’tizârı (özrü) yazar:



“Risâle-i Nur Külliyatından El-Mesnevîü’l-Arabî ile muannen, büyük Üstadın cihanbaha kıymettar şu eserini de, Alah’ın avn (yardım) ve inayetiyle, Arabî’den Türkçeye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız, aslındaki ulviyet, kuvvet ve cezaleti, tercümede muhafaza edemedim."



“Evet, cevherbahâ hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lâfız bulamadım. Tercüme lisânı da fikrim gibi nâkıs ve kasır olduğundan, o azîm îmanî ve cesîm Kur’ânî hakikatlere ancak böyle dar ve kısa bir kisveyi tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış; fabrika-i dimağiyemin bozukluğundan, bu kadarını da, müellif-i muhterem Bediüzzaman’ın manevî yardımları ile dokuyabildim."



“Evet, bir tavuk kendi uçuşuyla, şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir—pek kısa bir meâl, bazen de tayyedilmiş, tercüme edememiş. Çok yerlerde, yalnız meâlini aldım; bazı yerlerde de tayyettim. Ancak, aslındaki hakaiki, evlâd-ı vatana gösteren küçük bir âyinedir…”



Bediüzzaman Hazretleri onunla son görüşmesinde kendisinden yedi yıl sonra vefat edeceğini söyler. Ve Abdülmecid Ünlükul, 11 Haziran 1967’de Cuma günü vefat eder.




Dipnotlar:
1- Halil Uslu, Bediüzzaman’ın Kardeşi Abdülmecid Nursî, Yeni Asya Neşriyat, s. 26.
2- A.g.e., s. 26.
3- Risale-i Nur Enstitüsü
4- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Nesil Y.,S. 473.
5- A.g.e. önsöz.
HASAN BULUT
11.06.2009
Yeniasya

 
Üst