İtirazlar ve İtirazlara Cevaplar - Mu'cizeli Kur'an Bahsi.

Huseyni

Müdavim
Üstad eserlerinde, Kur’an’ın lafızları, kelimeleri ve harflerinin yazılışı ve dizilişinin dahi mucize olduğunu ifade etmiş. Ancak bazı insanlar bu yaklaşımın gereksiz ve hatta uydurma olduğunu iddia etmektedirler. Bu konuyu izah eder misiniz?
show_image.php

İtiraz edilen kısım:
“(...) lâfzullah üzerinde vâki tevafukatın göze çarpacak ve nazarı celbedecek şekle ifrağ edilmesi ve bazı kelimelerde görünen manidar tevafukatın güzellikleriyle meydana çıkarılması hakkında vâki Üstadımın fikirlerine haddim olmayarak yine Üstadımdan aldığım kuvvet ve cesaret ile iştirak ediyorum.” Husrev.

“Sevgili Üstadım... Bu hafta hatt-ı destinizle pek çok zahmet çekerek, bin müşkilât içerisinde yazdığınız bütün Kur'an’daki bütün tevâfukatı gösterir bir nükteyi daha aldım.” Husrev.

“Lâfza-i Celâl ve lâfz-ı Rab tevâfukatı ile kelime tevâfukatını muhafaza etmek suretiyle, bir Kur’ân-ı Kerîm yazılmasını emir buyurduğunuz vakit, pek büyük bir sevinçle kaleme sarılmıştım.” Husrev.

“Sonradan, Kur'an’da 'LÂFZULLAH' ın tevâfukundan çıkan bir lem'a-i i’câzı gösteren yaldız ile bir Kur'an yazdırıldı.”

“Mu’cizatlı Kur'an’ımızı hafızlara okutmak ve onların bazı sehivleri bulmak münasebetiyle onlara yazdığım bir mektubun suretini buna merbut olarak size de gönderiyorum.”

“Bütün bu hâlât yüksekte duran Mu’cizatlı Kur'an-ı Azîmüşşan ile beraber (...)”

“Tevafuklu Kur'ânımız -mümkünse- fotoğraf matbaasiyle tâbedilsin ki, tevafuktaki lem'a-i i’caziyye görünsün.”

İddia:
"Mucizeli Kur'an" tabiri, "renkli göz" tabirine benzemektedir. Türklerin birçoğu, siyah ve kahverengi gözlü insanlara aşina olduğundan; mavi, yeşil ya da elâ gözlü biri için "gözleri renkli" der. Hâlbuki, kahverengi ve siyah da birer renktir. Bu yanlışa, kanıksamanın neden olduğu açıktır. Renksiz göz olmadığı gibi, diğer Mushaflardan farklı, mucizeli bir Kur'an da olamaz. Çünkü, Kur'an’ın bizzat kendisi mucizedir. "Mucizeli Kur'an" yazdıklarını iddia edenler, ya Kur'an’ın icaz yönünü bilmiyorlar ya da bunu bilmelerine rağmen gözleriyle açıkça görecekleri bir mucize daha istiyorlar demektir. Niyetleri farklı olsa da bunlar bir yönden, peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin yanı sıra elleriyle dokunabilecekleri, gözleriyle görebilecekleri... ek mucizeler isteyen müşriklere benzemektedirler."


İtiraz ve iddiaya cevap:
- “Mucizeli Kur’an” tabiri, yeni keşfedilen Kur’an’ın göze hitap eden bir i’caz parıltısını açıkça yansıtan Mushaf’ın fizikî yapısına yönelik bir ifadedir. Bunu anlamaya yanaşmayan kimse, ya art niyetli bir cahil veya gabî bir ahmaktır.


- Efendimizin (a.s.m) başta inşikak-ı kamer, Bedir savaşında bir avuç çakılı yüzlerce düşmanın gözüne girecek şekilde düşmanın ordusuna atıp onları hezimete sevk etmesi gibi, bir çok peygamberin göze hitap eden hissi mucizeleri bizzat Kur’an’da söz konusu edilmektedir. Bu açık gerçeğe rağmen; "Mucizeli Kur'an" yazdıklarını iddia edenler, ya Kur'an’ın icaz yönünü bilmiyorlar ya da bunu bilmelerine rağmen gözleriyle açıkça görecekleri bir mucize daha istiyorlar demektir. Niyetleri farklı olsa da bunlar bir yönden, peygamberlerin gösterdikleri mucizelerin yanı sıra elleriyle dokunabilecekleri, gözleriyle görebilecekleri... ek mucizeler isteyen müşriklere benzemektedirler...” değerlendirmesinde bulunanlar, eğer haricilik sara nöbetine tutulmamışlarsa, ön yargı fanatiğinin kurbanıdırlar. Ayrıca bu ifadeler, bu sözü söyleyen beylerin "şirk" takıntısı olan ve Vahhabi olmayanları müşriklikle suçlamaktan çekinmeyen haricî bozuntusu günümüzdeki bedevî zihniyetin meftunu ve mecnunu olduklarını göstermektedir.


- Mucizeli Kur’an’da yer alan kelime tevafuklarının ilk etapta göze hitap etmesini sağlaması için öngörülen bir rengi “mucizenin kendisiymiş” gibi algılamaları, mucizenin kendisi ile, mucizeye dikkat çeken sinyalin rengini fark etmemek, manevî renk körlüğüne sahip olduklarını göstermektedir. Aslında atın kişnemesini bülbülün sesi ile karıştıran bu gibi heriflerin sözleri, cevap bile verilmeye değmez.
 

Huseyni

Müdavim
İddia:
"Tevafuklu-mucizeli" olduğu iddia edilen bu Kur'an, nasıl bir Kur'an’dır? Diğer Mushaflardan ne farkı vardır ki, böyle vasıflandırılmıştır?”


“Türk veya Arap baskısı, mucize ve tevafuk endişesi olmadan yazılmış normal bir Mushafın aynı sayfaları incelendiğinde tevafukların tutmadığı, belirtilen kelimelerin aynı sütunlarda yer almadığı görülecektir. İki Mushafı kıyaslayan; kelimeleri kaydırmak, harf ve kelime aralıklarını daraltmak ya da genişletmek suretiyle tevafukların düzüldüğünü hemen fark edecektir.”

İddiaya cevap:
“Mucizeli Kur’an”nın sayfaları, satırları, diğer Mushaflarınkinin aynısıdır. Eğer, aynı satırda, bir kelimenin diğerine tevafuku varsa, bu Kur’an’da tevafukun matlup olduğunu gösterir. Çünkü, Kur’an Allah’ın sonsuz ilmini yansıtan bir kitap olduğu için, içinde kör tesadüfe yer yoktur. O halde, tevafuka girmeyen kelimelerin ya başka bir çizgide, başka bir sahnede aldıkları roller vardır veya hattatın dikkatsizliği yüzünden yerleri kaymış ve tevafuk kaybolmuştur.

İddia:
“Bir kitaptaki aynı kelimelerin veya kelime gruplarının aynı sütunda ya da karşılıklı sayfalarda aynı satırda yer alması mucize ve tevafuk kabul edildiğinde, bir de bunlar kırmızıyla renklendirildiğinde ortalık tevafuklu ve mucizeli kitaptan geçilmez. Bilgisayarların sunduğu imkânları bir yana bırakalım, iyi bir dizgici bu işi, artık ilkel diyebileceğimiz metotlarla bile herhangi bir kitabın basımında gerçekleştirebilir.”

İddiaya cevap:
- İnsan merak ediyor; acaba bu adamlar, herkesin hoşlandığı, birer yıldız gibi parlayan kırmızı renklere karşı neden bu kadar alerji duymaktadır? Hem şehitlerimizin kanının rengi, hem bayrağımızın rengi olan kırmızı rengi görmekle, “kırmızı görmüş boğa”ya dönmenin sebebini anlamının mümkinatı yoktur.

İddia:
Bir meseleye daha değinmek istiyoruz: Bu iddiayı ileri sürenler, "hükmü ve tilâveti mensuh" ayetlerle "hükmü baki, tilâveti mensuh" ayetlerin levh-i mahfuzda olmadığı yolundaki bir savın da zımnen sahibi olacaklardır.”

İddiaya cevap:
- En son araştırmalar, bütün Kur’an’da neshedilen ayetlerin sayısı, bir elin parmağı kadardır. Ve bunlar da bellidir. Bunların hiç birisi, "hükmü ve tilâveti mensuh" veya "hükmü baki, tilâveti mensuh" ayetler de değildir. Dolayısıyla, öne sürülen hipotezin yeri bu kişilerin fanatik kafalarının dışında hiçbir hakikat sahnesinde gün yüzünü görmez.
 

Huseyni

Müdavim



İddia:

“Yani, asıl olan Kur'an’ın yazısı değil; sözüdür, okunuşudur. Velhâsıl, yüce Kur'an Nur Risalelerinde iddia edilenin aksine hat (yazı) yönünden değil, bilâkis nazm ve mana yönünden ilâhîdir.”

İddaya cevap:
- Nazm ve mana denildiğine göre, nazmın mananın dışında başka bir şey olması gerekir. Acaba, bu nazım, kelimelerin diziminden ibaret olan ifade tarzından başka bir şey midir? O halde, Kur’an’ın biri nazm-ı manîa, diğeri nazm-ı mebanî (lafızların örgüsü) olmak üzere iki kısım nazmı vardır. Nazm-ı maaninin mucizelik yönü (belagat vs. gibi) olduğuna göre, onun nazm-ı mebanî cihetiyle de -tevafuklar penceresinden- mucize olmasını neye dayanarak kabul etmiyor bu adamlar!
 

Huseyni

Müdavim
“Mucizeli Kur’an”la alakalı olarak, daha önce yapmış olduğum bir çalışmayı da bu vesile ile istifadenize sunuyorum."

TEVAFUKLU KUR’AN ÜZERİNE
Tevafuklu Kur’an; -zihinlerde yer etmiş tanımıyla- Kur’an’ın aynı veya değişik sayfalarında birbirlerine denk düşen benzer kelimelerin -bu denkliği göstermek için- başka bir renkte yazılarak gözler önüne serilmesi anlamına gelir. Böyle yazılmış bir Mushaf’ın tek farklı özelliği, söz konusu benzer kelimelerin değişik bir renkte yazılmasıdır. Böyle bir işlemin dinî/fıkhî açıdan bir mahzur teşkil edip etmediğini tespit etmek şüphesiz çok önemlidir. Biz de bu yazımızda bu konunun açığa kavuşması hususunda bir katkı yapmayı düşünmekteyiz. Konuyu küçük başlıklar altında incelemeyi uygun görmekteyiz:

Tevafuklu Kur’an’ın Dindeki Yeri
Kur’an’ın bu tevafukları, özellikle belli bir ölçüye göre yazılan ve ilk defa Hafız Osman tarafından yazıldığı söylenen Mushaflarda görülmektedir. Bu sebeple, önce Mushafların belli bir ölçüye göre yazılmasının bir anlam ifade edip etmediğini görmekte fayda vardır.

Mushaf’ın Ölçüsü
Kur’an’da, Kur’an’ın kitap unvanıyla okunacak bir kitap olduğuna, suhuf unvanıyla da onun Mushaf halinde yazılacağına işaret edilmiştir.

-Deniliyor ki, Mushaf’ın belli bir ölçüye göre yazılmasını emreden herhangi bir nass/ayet-hadis yoktur. O halde, bu günkü Mushaflarda aranan tevafukun bir değeri de yoktur.

Bunun cevabı gayet basittir: Mushaf’ın belli bir ölçüye göre yazılmasını emreden bir ayet veya hadisin olmadığı doğrudur. Fakat, böyle bir ölçünün olmayacağını gösteren bir ayet veya hadisin olmadığı da doğrudur. Açıkça yasaklanmayan bir işin cevazına hükmetmek, fıkhî bir kuraldır. Bir diğer doğru daha vardır ki, o da ölçünün her zaman ölçüsüzlükten daha iyi olduğu gerçeğidir. Bunu birkaç madde halinde arz edecek ve bu ölçüyü teşvik eden bazı emarelere işaret edeceğiz.

- İslam’da ölçülü olmak, ölçüye göre hareket etmek en önemli kriterlerden biridir. Rahman suresinde dört defa vurgulanan mizan/vezin kelimesi, ölçünün Allah nezdindeki değerini göstermektedir. “Şu kesindir ki, Biz resullerimizi apaçık delillerle gönderdik. Ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resullerle beraber kitap ve mizanı/ölçüyü indirdik”(Hadid, 57/25) mealindeki ayette kitapla birlikte ölçü de zikredilmiştir. Ölçüyü bu kadar önemseyen bir kitap, kendi mücevher sandukçası hükmünde olan Mushaf’ını ölçüsüz bırakır mı?

-Yüce Allah, Hakîm isminin bir cilvesini ve hikmetinin güzelliğini vurgulamak üzere şöyle buyuruyor:

“Bir de o dağları görür, donuk ve hareketsiz sanırsın; Oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler. İşte bu, her şeyi muhkem/sapasağlam ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Muhakkak ki o, sizin yaptığınız her şeyden haberdardır(ona göre düşünün ve siz de işlerinizi sağlam yapın)”(Neml, 27/88 .

Bu son cümle âdeta “Allah her şeyi en mükemmel yapıyor ve sizin de -gücünüz nispetinde- yaptığınız şeyleri sağlam yapmanızı istiyor.” şeklinde bir uyarıda bulunuyor ve insanları da yaptıklarını sağlam yapmaya teşvik ediyor.

Bu manayı teyit eden bir hadis-i şerifin meali şöyledir. Hz. Aişe anlatıyor: Resulüllah şöyle buyurdu: “Muhakkak ki Allah sizden birinizin bir iş yaptığında onu sağlam yapmasından hoşlanır/onu mükemmel bir şekilde yapmasını ister.”(bk. Taberanî, el-evsat, “Ahmed” maddesi, 2/408-şamile).
 

Huseyni

Müdavim
Sağlamlık, güzellik ancak bir ölçüye göre olur. Ölçünün olmadığı yerde, ne sağlamlıktan ne de güzellikten söz edilebilir.

- Kudret sıfatından gelen Kâinat kitabının gök sayfalarını yıldızlarla süsleyen Allah, kelam sıfatından gelen Kur’an semasının sayfalarını da benzer kelime ve cümle yıldızlarıyla/tevafuklarla süslemesi, kâinat çapında parlayan hikmetinin bir yansıması olarak görülmelidir.

- Değişik gıda ve meyveleri -göze de hitap etsin diye- Cemil, Müzeyyin gibi güzelliği isteyen isimlerin bir tecellisi olarak süslü ambalajlarda takdim eden Allah’ın, ruhun gıdası, kalbin ziyası, aklın meyvesi olan Kur’an’ın mesajlarını -göze de hitap edecek şekilde- süslü tevafukların nakışlarında sunmasını da aynı isimlerin bir gereği olarak algılamak gerekir.

- Özellikle, Bedi, Beyan ve Fesahat unsularından meydana gelen belagatıyla bütün cihana semavî kimliğini ispat eden Kur’an-ı Mucizu’l-Beyan’ın Bedi isminin bir tecellisi olarak, tevafuklarla müstehsanet-ı lafziyenin bir diğer versiyonu olan -benzer kelimeleri yüzleştiren- harika nakışlar dokuyup göstermesi kadar tabii bir şey olamaz.

- Bir rivayete göre, Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Allah cemildir, cemali sever.”(Mecmau’z-Zevaid, 5/132,133). Bu hadisten, Kâinattaki güzelliklerin Allah’ın isimlerinin bir gereği olduğunu anlayabiliriz. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, Kur’an’daki musiki -şiirsel- kafiyeleriyle insanların kulağına -i’caz derecesinde- semavî bir nağme dinlettirdiği gibi, benzer kelime ve cümleler penceresinden -bir diğer i’caz parıltısı olarak- onların gözüne semavî bir tevafuk nakşını göstermesi, onun cemal sıfatlarının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.

- Bu açıklamalar ışığında -ve yukarıda da arz edildiği üzere-, Mushaf’ın belli bir ölçüye göre düzenlenmesi, en uygun bir yoldur. Ve bu ölçünün belirlenmesinde Kur’an’ı referans almak, onun bazı işaretlerinden istifade etmek, en ilmî, en makul bir yol ve Kur’an sahibinin rızasına en uygun bir davranış olacaktır. Şunu unutmayalım ki, “Her eski, her yeniden daha güzel değildir. Bunun aksi de doğrudur.” Kur’an’ın ilk toplanması sırasında Hz. Ebu Bekir’in, önce Hz. Ömer’in, “Kur’an’ı derleme” teklifine sıcak bakmaması ve daha sonra bunu kabul etmesi, yine Hz. Zeyd b. Sabit’in ilk defa karşılaştığı Hz. Ebu Bekir’in aynı teklifine tereddütle bakması ve daha sonra gönlünün buna açılıp yatışması olayı da gösteriyor ki, ilk yapılan bazı şeylere gösterilen tepkiler her zaman haklı değildir. Bu gibi tepkilerin olması, Müslümanların Kur’an’a olan saygılarından ötürü olduğunda şüphe yoktur. Ancak, zararsız ve faydası olduğu tebeyyün ettikten sonra, eskide ısrar etmenin bir manası da yoktur. O halde daha önce yoktu diye, her yönüyle güzelliği ve mükemmelliği ortada olan Kur’an’ın bu ölçüsünü Allah’ın bir ilhamı olarak değerlendirmek mümkündür.

- Evet, Hafız Osman hattıyla yazılan Kur'an'ın -sayfa muhtevası gibi-, sayfa düzeni ve sayfa adedi de onun kendisinden çıkmıştır. Çünkü Kur'an'ın Müdayene Ayeti sayfa ölçüsü olduğu gibi, Kevser Suresi de satırların ölçüsüdür. Bu ölçüler içerisinde yazılan Mushaflarda görülen tevafuklar da şüphesiz Kur'an'ın kendisinden kaynaklandığı için, bir ilim, bir irade ve bir kast eseri olup, i'cazın parıltılarını gösterecektir.

Bütün Kur’an’da bir tek ayetin böyle altı bin küsur ayetten farklı bir uzunlukta olmasının elbette bir hikmeti vardır. Çünkü, Kur’an’da kör tesadüflere yer yoktur. Bu hikmetlerden en açık olarak görünen ve bilineni ise, onun Mushaflardaki sayfalar için bir ölçü birimi olmasıdır.

-Kevser Suresi’nin bir satır olarak gelmesi de aynı hikmete paralel olarak sayfaların satırları için bir ölçü birimi görünümündedir.

Kalem Suresi’nin başında yer alan “Nun, Kalem ve kalem erbabının satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için; sen Rabbinin lütfuyla, deli değilsin.” mealindeki ayette geçen kalem ve satırlardan maksat meleklerin yazdıkları, kader kalemi ve Levh-i Mahfuz yanında, Kur’an’ı yazan kalemler olarak da tefsir edilmiştir. Nitekim, Tabiin imamlarından Mücahid’e göre, ayetteki kalemden maksat, “kendisiyle Kur’an yazılan kalem”, satırlar halinde yazılan şey ise, Kur’an’dır.(bk. Taberî, ilgili ayetin tefsiri).

İlk vahiy olarak inen Alak Suresi’nde geçen “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretendir.”(Alak, 96/3-5) mealindeki ayetlerde bildiğimiz kalem ve yazıdan söz edilmiş ve Allah’ın büyük bir ikram ve ihsanı olarak gösterilmiştir. İlk vahiydeki bu kalem ve yazı, ikinci vahiy olan Kalem Suresi’ndeki kalem ve satırların/yazının da bildiğimiz kalem, satır ve yazı olduğunu göstermektedir. Ayetin ayrıca kader kalemi ve melek yazılarına da bakması bu manayı ortadan kaldırmaz.
Madem, Kur’an’da kalem, yazı ve satırlardan övgüyle söz edilmiş, şüphesiz bunların başında Kur’an’ı yazan kalemler, kalem erbabı ve Kur’an satırları gelir. Öyle anlaşılıyor ki, bu satırların Kur’an için birim ölçüsü olarak kullanılması Kur’an’ın işarî teşvikleri arasındadır. Kevser Suresi de, bu anlamda bir satır ölçüsü görünümündedir.

- Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Mushafların belli bir ölçüye göre düzenlenmesi en uygun bir yoldur. Ve bu ölçünün ise bizzat Kur’an’ın kendisinden çıkan bir hüviyete sahip olması ise, onu en makul ve en değerli bir konuma götürür. Demek ki, ölçüsünü Kur’an’dan alan Mushaf’ın içinde ne kadar tevafuklar varsa, hepsi de Kur’an’ın semavî kimliğinin pekişmesine yardım eden birer i’caz parıltılarıdır.
 

Huseyni

Müdavim
Tevafuk’un Önemi:

Tevafukun anlamı:
İki veya daha çok şeyin birbirine uygun ve muvafık olmasıdır. Bir rast gelme hâlidir. Tesadüf ile tevafuk arasında şöyle bir fark gözetilmektedir: Tesadüf, bilinçsiz bir rastlantı olmasına karşılık, tevafuk bir kast ve bir iradenin neticesi olarak şuurlu bir rastlantıyı gösterir.
Kur'an'daki tevafuklar ise, Allah'ın sonsuz ilmini gösteren, bir münasebet zinciri içerisindeki denk düşme, şuurlu bir rastlantı ve iradeye bağlı olduğunu gösteren bir gerçekler silsilesidir. Kur'an'daki tevafukların pek çok çeşitleri vardır. Bazı âlimler on adetten fazla çeşitlerinin olduğunu söylemişlerdir.(bk.B. Said Nursi, Zülfikar-Osmanlıca- s.548 ).


Genel olarak tevafukları, lafzî ve mânevî olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Kullanılan kelimelerin, âyetin genel kapsamına uygun bir anlam ifade etmesi; ifadede yer alan harflerin, âyetin asıl maksadına uygun seçilmesi; âyet veya sûre numaralarının mânâya uygun hakikatlere işaret etmesi; âyet, kelime ve harflerin tekrar sayıları ile, mânâları arasında bir münasebetin bulunması, aynı veya ayrı sahifelerin içerisinde yer alan "Allah" lafza-i celâl gibi, ilk göze çarpan önemli kelimelerin birbirine bakması, yine bir âyet, bir cümle veya bir kelimenin anlamı ile ebcet değerinin birbirine uygunluk göstermesi gibi tevafukun birçok çeşitlerini saymak mümkündür.
 

Huseyni

Müdavim
- Konuyla ilgili Bediüzzaman’ın aşağıdaki görüşleri de dikkate değer:

“Eşya arasındaki tevafuk, Saniin/(sanatkârın-yaratıcının) vahid ve Ahad olduğunu gösterir.”(Mesnevî, s. 189).

“Tevafukat ise ittifaka işarettir, ittifak ise ittihada emaredir, vahdete alamettir; vahdet ise tevhidi gösterir; tevhit ise Kur’an’ın dört esasından en büyük esasıdır.”
(bk. Mektubat, s.381-haşiye).

“Kur'an-ı Hakim, kırk yönden mucizedir. Kırk ayrı seviyedeki insanlara karşı kırk yönden i'cazını gösterir, en azından varlığını onlara hissettirir. Kimseyi mahrum bırakmaz. Öyle ki, yalnız gözü bulunan, kulaksız, kalpsiz, ilimsiz insanlara karşı da Kur'an'ın bir çeşit 'icaz alametleri vardır. Şöyle ki: Hafız Osman hattıyla ve basmasıyla olan Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Kehf suresinde "..Kelbühum" kelimesi, altında yapraklar delinse; fâtır suresindeki "Kıtmîr" kelimesi, az bir sapma ile görülecek ve o kelbin ismi de Kıtmir olduğu anlaşılacaktır.”
“Yine Yâsin suresinde iki adet "Muhdarûn" kelimeleri birbiri üstüne; ve Saffat suresindeki "muhdarûn" ve Muhdarîn" kelimeleri, hem birbirlerine, hem de onlara bakıyor. Biri delinse, ötekiler az bir sapma ile görünecek.”

“Yine Sebe' suresinin son kısmı ile Fatır suresinin baş tarafında bulunan iki"Mesnâ" kelimesi birbirine bakıyor. Bütün Kur'an'da yalnız üç "Mesna"dan ikisinin birbirine bakmaları tesadüfî olamaz.”

“Bunların emsali pek çoktur. Hatta bir kelime, beş-altı yerde yapraklar arkasında, az bir inhirafla birbirine bakıyor…”

“Kur'an'ın birbirine bakan iki sahifesinde, birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur'an'ı ben gördüm."Şu vaziyet dahi, bir nevi mu'cizenin emaresidir." o vakit dedim...”

“İşte Kur'an'ın tertibi, irşad-ı nebevî ile; münteşir ve matbu Kur'anlar da, ilham-ı ilâhî ile olduğundan; Kur'an-ı Hakim'in nakşında ve hattında bir nevi alamet-i i'caz işareti vardır. Çünkü o vaziyet ne tesadüfün işi ve ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür. Fakat bazı inhiraf var ki, o tab'ın noksanıdır ki; tam muntazam olsaydı, kelimeler tam birbiri üzerine düşecekti.”
(Mektubat,167-168 )
 

Huseyni

Müdavim
Bazı Kelimelerin Kırmızı Renkte Olması

- Kur’an’ın bazı kelimelerinin farklı renkte yazılmasının sakıncalı olduğunu gösteren hiçbir nass/ayet veya hadis söz konusu değildir. Öyleyse böyle bir işleme/yazılıma, din adına karşı çıkmanın mantığı olmaz. Oysa eskiden beri Kur’an’ın sure başlıkları hem Kur’an’da olmayan bir ilave, hem farklı renklerde yazılmış ve -bir sakıncası olmadığı için- ümmetçe kabul görmüştür. Keza, bir çok ilim ve takva sahibi zatlar tarafından bazı kelimeleri farklı renklerde olan Mushaflar yazılmış ve itiraza uğramamıştır.

- “Tevafuklu Kur’an”da ise, başkaca hiçbir ilave söz konusu olmaksızın Allah’ın bazı isimlerinin kırmızı renkte yazılmasına da itiraz edilmemelidir.

- Semayı yıldızlarla süsleyen Allah, Kur’an semasının sayfalarında da kırmızı renkle parlak birer yıldız nakşının gösterilmesine “hoş bakmaz” diye bir düşünce olamaz.

- Abdullah b. Mesud, “Ben Kur’an’da (yani Kur’an’ın manalarında, emir ve yasaklarında, onun mesajlarında) Allah’ı görüyorum” demiştir. Biz de diyoruz ki, manasında Allah’ı gördüğümüz bir kitapta; ekser sayfalarında hemen göze çarpacak şekilde kırmızı bir renkte “Allah” lafza-i celalin yazılması da bize onu hatırlatır, onu gösterir.

- “Her yeni lezzetlidir” kaidesi gereğince, monotonluğu giderici bir özelliğe sahip olan farklı bir rengin de sayfalarda yer alması, gerçekten insanın içini açıyor, şahsen kırmızı renkte yazılan “Allah, Rab, Rahman, Rahim ve Allah’a ait huve zamirini” gördüğüm zaman, Allah’a olan saygı ve sevgimin gönlüme biraz daha fazla nüfuz ettiğini görüyorum. Aslında bu konuda ciddi bir anketin yapılmasının da çok iyi olacağını düşünüyorum.

- Tevafuklu Kur’an’dan Tevafuk Örnekleri


- Ahzab Suresi’nin 41. ayetinde “Allah’ı çok zikredin” emri vardır. İlginçtir, bütün Kur’an’da on altı adediyle Allah lafza-i celalin en fazla kullanıldığı yer bu sayfadır. Demek ki, açıkça Allah’ın çok zikredilmesi emrolunduğu aynı sayfada, Allah ismi en çok zikredilerek gözle görülen bir ders de verilmiştir.

- Ayet ve satır ölçüsünü doğrudan Kur’an’dan alan “Tevafuklu Mushaf”ta, pek çok tevafuklar vardır ki, Kur’an’ın güzelliğine güzellik katmakta ve gözlere de bir i’caz parıltısını sunmaktadır. Bunlar sadece birbirine bakan kelimelerle değil, kelimelerin ayet ve sure tertip numaraları; sayfa numaraları ve kelimelerin ebced değeri arasındaki ilişkiyi gösteren tevafuklar şeklinde de kendini göstermektedir. Misal olarak birkaç tanesini arz etmekte fayda mülahaza ediyoruz.
- Kur’an’ın sayfa adedi: 604’tür. İlk inen vahiyde iki defa tekrarlanan “İkra’” kelimesinin ebced değeri 302’dir. 2x302 = 604.

- Kur’an’ın -sayfaları itibariyle- tam yarısı, Kehf Suresi’nin içinde yer aldığı 302. sayfasıdır. İlginçtir bu sayfada yer alan 96. ayette “iki dağ arası aynı seviyeye gelince..” mealindeki “hatta iza sava beyne’s-sadefeyn” ifadesi, âdeta Kur’an’ın da iki tarafının yarılandığına işaret etmektedir. Burada “ iki dağ”ın en bilinen karşılığı olan “cebeleyn” yerine “sadefeyn” sözcüğünün tercih edilmesi, bu işaretin manasını desteklemektedir. Çünkü, “sadefeyn” kelimesinin kökü “Tesadüf”tür. Tesadüf ise, birbirine karşı duran iki tarafın karşılaşması, rast gelmesi anlamına gelir.(krş. Razî, ilgili ayetin tefsiri).

- İbrahim Suresi’nin ilk ayeti, “Nur” kelimesini barındırmıştır. Nur kelimesinin ebced değeri 256’dır. Kur’an’ın 256. sayfası bu surede yer almıştır. İbrahim kelimesinin ebced değeri 259’dur. Bu kelime İbrahim Suresi’nde yer alan 259. sayfadadır.
 

Huseyni

Müdavim
- Nur Suresi’nin, tevafuk açısından 8 sayısıyla önemli bir ilişkisi vardır:

a. Nur kelimesinin ebced değeri 256 = (4x8x8 )’dir.

b. Nur Suresi’nin Kur’an’daki tertip sırası24 = (3x8 )’dir.

c. Nur Suresi’nin Medenî Sureler sistemindeki sırası: 8’dir.

d. Nur Suresi’nin ayet sayısı 64 = (8x8 )’dir.

e. Nur Suresi’nin ilk ayetinin bulunduğu sayfa numarası 349 ile 8 sayısının çarpımı, bu ilk ayetin Kur’an’daki sırasını göstermektedir. Şöyle ki;
Surenin ilk ayetinin bulunduğu sayfa numarası 349’dur. Sayfa numarasını, sureyi her taraftan kuşatan 8 sayısıyla çarptığımızda (349x8 ) = 2792 sayısını elde ederiz. İşte Nur suresinin ilk ayetinin Kur’an’daki tertip sırası: 2792’dir.

f. “El-Kur’an” kelimesinin ebced değeri, 382’dir. Bu kelime; 382. sayfanın sonunda yer almıştır. Bu şekliyle bu kelimenin bütün Kur’an’daki tekrar sayısı; 52’dir. 600 Kur’an sayfası içerisinde bunlardan bir tanesinin ebced değerine uygun bir sayfada gelmiş olması, elbette tesadüfi olamaz.

g. 31 sayısının bazı tevafuklarıyla meşgul olduğum bir gün, Kur’an sayfalarında bunun bir yansımasını araştırdım ve şunu gördüm: 1’den 31’e kadarki sayıların toplamı; 496’dır. Kur’an’ın 496. sayfasına baktım, Duhan Suresi’nin 31. ayeti bu sayfadadır. Ve bu ayetin ilk kelimesi olan “min Firavn” sözcüğünün ebced değeri de 496’dır. Şimdi bu tevafukları kör tesadüfe havale etmenin imkân ve ihtimali var mıdır?


SONUÇ
Konuyu -bazı destekleyici bilgilerle- özetlemek gerekirse, şunu vurgulamakta fayda mülahaza etmekteyiz:

- Kur’an insanlık camiasına bir hidayet rehberi ve Hz. Muhammed (a.s.m)’in peygamberliğinin en büyük nişanelerinden biridir. Nitekim, Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Her peygamber,-insanların bir benzerini görmekle iman edeceği-bazı mucizeler göstermiştir. Bana verilen ise Allah’ın bana vahyettiği bir vahiydir/ Kur’an’dır. Bu sebeple, kıyamet günü tabileri en fazla olan peygamber olacağımı ümit ediyorum.”(Buharî, Fezailu’Kur’an,1; Müslim, İman, h. No: 239; Ahmed b. Hanbel, 2/341,451).

- Bu hadisten de anlaşılıyor ki, diğer peygamberler için hissi olan mucizeler ne kadar önemli ise, Hz. Peygamber (a.s.m) için de Kur’an’ın semavî kimliğini ispat eden onun i’caz zırhı da en az o kadar önemlidir.

- Bununla beraber, herkes tahkik ederek Kur’an’ın bütün meselelerini aklın süzgeçinden geçirmek suretiyle güzelliklerini anlayacak durumda değildir. O halde, her şeyden önce Kur’an’ın semavî/İlahî kimliğini tespit ve ispat etmek, bunu her vesileyle nazara vermek suretiyle muhataplarının güvenini sağlamak büyük önem arz etmektedir. Bu da akla, kalbe, vicdana, duygulara hitap eden i’caz parıltıları yanında, kulağa ve göze hitap eden i’caz parıltılarının varlığıyla mümkündür. Kur’an’ın nazm-ı manisi bu hususu desteklemektedir, Şöyle ki;

-Kur’an-ı hakim, Aziz ve Rahim olan Allah’ın indirdiği bir kitaptır.(Ya Sin, 36/5). Kur’an’ın bir i’caz zırhıyla korunması, Aziz isminin bir gereği olduğu gibi, bu i’caz parıltılarını farklı kabiliyette olan muhataplarının hepsine -kabiliyetlerine göre- göstermesi veya varlığını hissettirmesi Rahim isminin muktezasıdır.

Kur’an’ın bütün muhataplarının istidat ve kabiliyetlerini göz önünde bulundurması, onların o farklı arzularını tatmin etmesi, ilahî rahmetin bir tezahürü olacaktır. Tefsir literatüründe “mümaşat”, “tenezzülat-ı ilahiye” veya “tenezzülat-ı rahmaniye” denilen tabirler de bu gerçeğin altını çizmeye yönelik bir düsturun ifadeleridir. Buna göre, Kur’an’da, farklı istidat ve kabiliyetlerin ayrı ayrı lisanlarıyla da hitap söz konusudur. Denilebilir ki, Araplar, Kur’an’ın ilk nazil olduğu dönemde en çok etkilendiği şey -kulaklarına hitap eden- onun şiirsel âhengi, mûsikî nağmeleridir.(bk. Menahil, 2/331-32).

Şiir ve belagatın revaçta olduğu o devirde Kur’an’da böyle şiirsel ahengin terennüm edilmesi, mûsikî nağmelerin yer alamsı, Kur’an’ın bu eşsiz üslubuyla insanın kulaklarına da hitap ettiğinin göstergesidir.

Belagat, muktazayı hale mutabakattan ibaret, olduğuna göre, şiir ve hitabetin revaçta olduğu bir devirde, kulakların zevkini göz ardı etmeyen Kur’an’ın, aklı gözüne inmiş bu çağda da göze hitap eden ve onun zevkini göz önünde bulunduran bazı nakışları gözler önüne sermesi de belagatın bir gereğidir.

Bununla beraber, “Biz her peygamberi onun kavminin lisanıyla gönderdik ki, onlara -gerçekleri- açıklasın.”(İbrahim, 14/4) mealindeki ayetten, Kur’an’da insanların farklı kabiliyet lisanlarıyla da konuşulduğu, akıl, kalp, vicdan, duygu, göz, kulak gibi farklı muhataplara, farklı zevklere de hitap edildiği mesajını algılamakta bir sakıncanın olduğunu düşünemiyoruz. Kulağımıza hoş gelen nağmeler yanında, gözümüze hoş gelen nakışlar da vardır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, bizim kanaatimize göre, bugün bütün dünyada gittikçe yaygınlaşma istidadını gösteren Kur’an’ın -bazı kelimelerinin- farklı renklerde basılması, bundan sonra daha da yaygınlaşacaktır. Bir çok hayırlı işlerde ön ayak olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, şimdiye kadar faydadan başka hiçbir zararı görülmemiş bu konuda da öncülük yapması, Rabbimizin rızasını celp, milletimizin gönlünü feth edecektir.

“İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin…”(Maide, 5/2)



Yrd.Doç.Dr. Niyazi BEKİ
sorularlarisaleinur.com
 
Üst