Sünnet ve teşrideki yeri

sarýklý genç

Active member
[FONT=&quot]
SÜNNET VE TEŞRİDEKİ YERİ[/FONT][FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnet Kelimesinin Lügat ve Istılah Anlamı[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot] Sünnet kelimesi, lügat ve ıstılah bakımından farklı anlamlara geldiği gibi, değişik ilim dallarında âlimler tarafından ona yüklenilen terimsel anlama ve kullanıldığı makama göre de mana farklılığı arz eder. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnetin Lügat Anlamı[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnet kelimesi[/FONT][FONT=&quot] lügatte "yol", “öncekilerin belirleyip de sonrakiler için yaşam tarzı haline gelmiş yol” ve “övülen olsun, yerilen olsun yaşam tarzı” anlamına gelir. (Bkz. Lisanu’l-Arap, Muhtaru’s-Sihah, “senne” maddesi.) [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Kur’an ve Nebevî Sünnette, “sünnet” kelimesi bu anlamıyla, yani lügat anlamıyla kullanılmıştır. Çünkü Kur’an ve sünnette kullanılan kelimeler, anlamını tayin eden şer’i bir örf olmadığında, lügatteki anlamını ifade eder. Bu kelimeye ilişkin de şer’î bir örf bulunmamaktadır. Nitekim Yüce Allah: “Bu, senden önce gönderdiğimiz resullerin sünnetidir (yoludur).” diye buyururken, Nebisi (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem): “Kim İslam’da iyi bir sünnet (yol) açarsa, kendisine bu yolu açma sevabı olduğu gibi, onun ardından o yola uyanların sevabı da, hiç eksilmeksizin vardır. Ve kim kötü bir sünnet (yol) açarsa, ona bu yolu açma günahı olduğu gibi, onun ardından bu yola uyanların günahı da hiç eksilmeksizin vardır. Ayet ve hadiste belirtildiği üzere sünnet kelimesi lugat manası ile kullanılmıştır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Ne var ki, “sünnet” kelimesi izafe (tamlama) şeklinde ve elif lâm takısıyla belirtili olarak değil de, tek başına kullanıldığında bu anlamı ifade eder.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnetî[/FONT][FONT=&quot] (benim sünnettim) şeklinde “ya-i mütekellime” izafe edildiğinde veya es-Sünnetu biçiminde “elif lam-ı ta’rif ” ile belirlendiğinde –ki hadislerde umumiyetle böyle kullanılır- “Nebi ve Resul olma vasfıyla Peygamber Efendimizin getirdiği ve dinde tâbi olunması gerekli olan şeriat ve yol” anlamını taşır. Bu anlama göre “sünnet”; Kur’an’ın ve Nebi’nin (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem) âhâd veya mütevâtir senetlerle aktarılmış sözleri, fiilleri ve takrirlerinin delalet ettiği; itikadî ve amelî vacipleri, nafileleri, şer’î adapları, hülasa bütün dini hükümleri kapsar. Bu ـanlamıyla “sünnet”, “bid’at” kavramının karşıtı olarak kullanılır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Nitekim delil getirme ve sünnete tutunmanın önemini vurgulama makamlarında sahabe, tabiin ve diğer selef âlimleri tarafından “sünnet” kelimesi, bu anlamıyla kullanılmış ve bu kullanım onların arasında yaygınlık kazanmıştır.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu nedenledir ki âlimler, sahabî veya tabiinin “mine’s-sünneti keza: şu husus sünnettendir” sözünden kastedilen mananın “bu husus, Nebi’nin (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem) sözlerini, fiillerini ve takrirlerini kapsayan sünnetindendir” şeklinde olduğunu beyan etmiş ve bu sözü içeren rivayetleri “hükmen merfu ” kabul etmiştir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnet kelimesini içeren rivayetlere şu örnekleri [/FONT][FONT=&quot]verebiliriz:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]*Enes b. Malik(radiyallahü anhü), Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]*Ebu Said el-Hudrî (radiyallahü anhü), şöyle rivayet etmiştir: “İki adam beraber bir seyahate çıkmıştı. Yolda namaz vakti girmiş ve yanlarında su bulunmadığı için temiz bir toprakla teyemmüm alıp namaz kılmışlardı. Daha sonra henüz vakit çıkmadan su bulmuşlar ve biri abdest alıp namazını iade ederken diğeri ne abdest almış ne de namazını iade etmişti. Döndüklerinde Resulullah’a (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ) gelip durumu anlattılar. Bunun üzerine Resulullah (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem) namazı iade etmeyene “esabte’s-sünnete: sünnete isabet ettin”; diğerine de “sana da iki ecir var” dedi.” [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Peygamber Efendimizin “sünnete isabet ettin” sözünün anlamı, “benim getirdiğim şer’î yola(hükme) isabet ettin” şeklindedir.[/FONT][FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot]Evet, sahabî, tabiîn ve onlardan sonraki selef alimleri, şer’î hükümlere kaynak teşkil etme makamında umumiyetle “sünnet” kelimesini, Kur’an’a mukabil kullanmış ve bu kullanımla şer’î delillerin bu iki kısmı arasında ayırım yapmayı kastetmiştir. Öyle ki bu kullanım onların arasında yayılmış ve “ şer’î kaynakları belirtme” makamında bu ayırımı ifade etmek üzere kavramlaşmıştır. Ama elbette ki bu kullanımla, Peygamber Efendimizin hadislerinde geçen “sünnet” kelimesinin, Kur’an’ın delalet ettiği hükümlerin dışındaki hükümlere mahsus olmasını ve mutlak olarak sünnet’in yalnızca bu anlama gelmesini kastetmemiştir.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bütün mesele şundan ibarettir: Onların şer’i delillerin bu iki kaynağı arasında ayırım yapma isteği, onları “kaynakları belirtme” makamında “sünneti” bu delillerin bir bölümüne tahsis edip onu Kur’an’a mukabil kullanmaya sevk etmiştir. Sünnete verdikleri bu anlamın alameti de sünnetin bu makamda Kur’an’a mukabil kullanılmasıdır.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Ama sünnete tâbi olmaya, ona tutunmaya teşvik ve bid’atten sakındırma makamlarında, hem selef ve hem de halef alimleri sünnet kelimesini, âmm (genel) olan anlamında; yani yukarda zikrettiğimiz “Nebi ve Resul olma vasfıyla Peygamber Efendimizin getirdiği, gerek Kur’an ve gerekse Nebi’nin (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem) fiil, kavil ve takrirleriyle ispatlanan ve tâbi olunması gerekli olan şeriat ve yol” anlamında kullanmıştır. Bu makamda hiç kimse onu, Kur’an’a mukabil olma anlamına tahsis etmemiştir.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Usulcülere Göre Sünnet[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Usulcülerin yanında sünnet, “Bi’setten (gönderildikten) sonra Nebi’den (sallallahü Teala aleyhi alihi ve sellem) sadır olan fiil, söz ve takrirler” anlamındadır. Onlar sünneti, Kur’an dışında Nebi’nin söz, fiil ve takrirlerine özgü kılıp Resulullah’ın ahlakî hasletlerini, fiziki özelliklerini ve bi’setten önceki söz ve fiillerini bu kavramın dışında tutarlar. Bunun nedeni, usul ilminin konusunu “delil getirme ve şer’î delillerin (kaynakların) kısımlarını belirleme”nin oluşturmasıdır. Nitekim onların, şer’i delillerin kısımlarını ayırma gayeleri, onları Kur’an ve sünnet arasında ayırım yapmaya ve sünneti, Kur’an’ın dışındaki delillere tahsis etmeye götürdüğü gibi onların araştırma konularının “istidlal” oluşu da onları; sünneti, şer’î hükümlere delil olan Resulullah’ın söz, fiil ve takrirlerine özgü kılıp, O’nun ahlakî hasletlerini, fiziki özelliklerini ve nübüvvetten önce O’ndan sadır olan söz ve fiilleri sünnetin anlam alanının dışında bırakmaya sevk etmiştir.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Muhaddislere Göre Sünnet[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Hadisçilerin ıstılahında sünnet[/FONT][FONT=&quot], “Nebi’nin (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem ) gerek gönderildikten sonra ve gerekse gönderilmeden önce aktarılan hem söz, fiil, takrirleri; hem ahlakî hasletleri ve fizikî özellikleri ve hem de sireti hakkındaki rivayetlerin bütünüdür.” Muhaddislerin ekserine göre “sünnet”, “hadis” kelimesinin müradifidir (eşanlamlısıdır). [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Muhaddislerin bu kavramı böylesine ta’mim etmesinin(genellemesinin) nedeni, teşri ile alakası olsun olmasın Resulullah’la ilgili her rivayeti nakletmenin, onlar tarafından birinci dereceden önem atfedilen konu telakki edilmesi ve uğraş alanı olarak belirlenmesidir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Fakihlere Göre Sünnet[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Fakihlere göre sünnet[/FONT][FONT=&quot], “Resulullah’ın yaptığı sabit olup farz ve vacip olmayan şer’î hükümler” demektir. Onlar sünneti, farzın ve vacibin karşıtı olarak kullanmıştır. Bu ıstılah, hicri ikinci asır ve sonrasında, tabiin döneminden sonra çıkmış ve yaygınlık kazanmıştır.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Burada dikkatleri önemli bir hususa çekmek istiyorum, bazı mezhep fakihleri, Peygamber Efendimizin, sahabi ve tabiinlerin kelamında varit olan ve yukarda da değindiğimiz gibi “dinde tâbi olunması gereken şer'i yol ve Nebi'nin hanif menheci” anlamında olan sünnet kelimesini, fıkıh ıstılahındaki anlamıyla anlayıp bu iki manayı birbirine karıştırmış ve onların sözünde geçen “sünnet” kelimesini bir amelin –fıkhî anlamda- sünnet olmasına delil kılmışlardır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu, dikkat edilmesi gereken bir hatadır. Çünkü defaatle belirttiğimiz gibi, Nebevî hadislerde ve sahabe ve tabiinin sözlerinde varit olan “sünnet” kelimesi, yukarda zikrettiğimiz ikinci anlama geldiği için hem itikat, hem ibadet, hem muamelat ve hem de ahlak, âdâp ve bunların dışındaki hususları kapsar. Dolayısıyla bu anlamıyla “sünnet”; farzları, vacipleri ve teşvik edilip müstehap olan söz ve amellerin tamamını içerir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Fakihlerin kelamında ve fıkıh kitaplarında geçen “sünnet” ise farz, vacip ve mubahın karşıtı olmakla hudutlandırılan fıkha özgü bir terimdir. Bu her iki anlam ve kullanım arasındaki fark açıktır. Bir amelin sünnet oluşunu, yani vacip olmayışını, Peygamber Efendimizin, sahabe ve tabiinin kelamında varit olan “sünnet” kelimesi ile ispata kalkmak, apaçık bir hatadır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnetin hüccet olmasını inkâr edenlerin hükmü nedir?[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu soruya cevap vermeden önce, sünnetin Kur’an’ı Kerim gibi şer’i hükümlerde delil kaynağı olabileceği öyle ki şer`i hükümlere delil getirme konusunda aralarında herhangi bir farkın olmadığını ispatlamamız gerekir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnetin hüccet olabileceğini inkâr edenler şu dört grupta yer alır:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Birinci grup[/FONT][FONT=&quot]: Mütevatir ve haber-ul âhad olmak üzere sünnetin tamamının hüccet olmasını inkâr ederler.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]İkinci grup[/FONT][FONT=&quot]: Sünnetin haber-ul âhad kısmını inkâr ederler.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Üçüncü grup: [/FONT][FONT=&quot]Haber-ul âhad`da yer tutmuş büyük bir bölümü inkar ederler. Bu inkar haber’ul âhad yeterince tenkit edilmedi, şayet gereğince tenkit edilseydi muhaddislerin sahih diye hükmettikleri bir çok hadisin zayıf olduğundan şer`i hükümlere delil getirilemez olduğu ortaya çıkardı iddialarıyla oluşan şüphenin neticesidir.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Dördüncü grup[/FONT][FONT=&quot]: Sünnetin başlı başına ahkâm koyabilirliğini inkâr etmekle; sünnetin, Kur`an’ı yalnızca destekleyici ve açıklayıcı olmak üzere geldiğini iddia eder. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Biz de bunlara karşın sünnet ve delil olduğu konusundaki yazımıza dört bölümde yer veriyoruz:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]•Birinci bölüm: Gerek mütevatir gerekse haber`ül âhad olsun; sünnetin genel bir kavramla hüccet olduğu konusunda.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]•İkinci bölüm: Haber`ül âhad’ın hüccet olduğuna dair ispatlar hakkında.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]•Üçüncü bölüm: Sünnetin haber’ül âhad kısmı gereğince tenkit edilmiş olduğunun izahı hakkında.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]•Dördüncü bölüm: Sünnetin başlı başına şer`i hükümler koyabilirliğinin îzahı hakkında. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]BİRİNCİ BÖLÜM[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Mütevatir Olsun, Ahad Olsun Sünnetin tamamı hüccettir[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Mütevatir olsun âhad olsun sünnetin bir bütün olarak hüccet olması, Allah (celle celalühü)’ın kitabı ve Resulü’nün (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem) sünneti, sahebe ve tabiinin söz ve amelleri ile sabit olduğu gibi dinin kesin delillerinden olan icmâ ile de sabittir.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]1- SÜNNETİN HÜCCET OLDUĞUNA DAİR KUR’AN-I KERİM’DEN DELİLLER:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Allah(celle celalühü) Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde resulü Muhammed (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)’in sünnetinin hüccet olup her Müslüman’ın uyması gerektiğini açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim’in Allah(celle celalühü)’ın kelamı olduğuna iman edeni; sünnetin de şer`i hükümlerde hüccet olduğuna iman etmesi gerekir ki bunu inkâr eden Allah(celle celalühü)’ın kelamını inkâr etmiş olur. Kur`an-ı Kerim’i incelediğimizde Allah(celle celalühü)’ın Muhammed(sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)’i elçilik misyonuyla bağdaşan bir takım özellik ve meziyetlerle donattığı kanısına varırız. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]a)Bu özelliklerden biri Allah(celle celalühü)’ın indirmiş olduğu kitap için resulünü bir açıklayıcı kılmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ Biz zikri (Kur`an’ı) sana indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin (açıklayasın) ”(Nahl, 44). Beyan, Kur’an’da mücmel bir ifadeyi (genel kavram), ilgili hükümlerle açmakla düşünülebilir. Namaz, oruç, zekat, haç gibi hükümlerin; şekil, vakit, sayı, miktar, şart, âdab ve diğer olması gereken maddelerin beyanı gibi. Bu ayet, mücmeli tafsil eden ve müşkilleri izah eden sünnetlerin hüccet oluşunu –ki bunlar sünnettin büyük çoğunluğunu oluşturur- ispatlar. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]b)Peygambere bahşedilen bir diğer özellik; Allah(celle celalühü)’ın kendisine yapılan itaat gibi peygamberinde itaat edilmesini vacip kılmasıdır. Allah(celle celalühü) kendisine yapılan itaat ile Peygambere yapılan itaati ayırıp bunları başlı başına iki farklı itaat kılmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]“ Hiçbir Peygamberi Allah’ın izniyle itaat edilmesi dışında bir sebeple göndermedik ” (Nisa, 164). [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]“ Ey! İman edenler Allah’a ve resulüne itaat ediniz ”(Enfal, 20).[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]“ Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur ”(Nisa, 80).[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot] “ Ey! İman edenler Allah’a itaat edin, Resul’üne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de… Şayet herhangi bir şeyde tartışmaya (nizaa) düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul’üne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akıbet itibariyle daha güzeldir. ”(Nisa, 59)[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]“ Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar aralarında vuku bulan anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça sonra da vereceğin hükmü gönül huzuruyla kabul edip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. ”(Nisa, 65)[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu ayetler Peygamber’in beraberinde getirip emrettiği bütün şeylerde itaat edilmesinin vacip olduğunu kanıtlar. Ve yine kanıtlar ki, birbirinden ayrı iki itaat vardır: Allah’ın kitabında emrettiklerine itaat ve Allah’ın emretmeyip, resulünün emrettiklerine itaat. Aynı zamanda son iki ayet insanların Allah’ı ve Resulünü çekiştikleri ve aralarında karışıklığa uğramış her şeyden hakem kılıp verilen hükme rıza göstermedikleri sürece iman etmiş olmayacaklarını kanıtlar. İki önemli vurgu: Allah ve Resulünü çekişme konusunda hakem tayin etme; Peygamberin verdiği hükme rıza gösterme. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Malumdur ki, insanlar arasında vuku bulan anlaşmazlıkların büyük kısmı için Kur’an-ı Kerim'de uzlaştırma hükmü belirtilmemiştir. Ve Kur'an, yukarıda zikrettiğimiz her iki ayetle insanlara, düştükleri bütün anlaşmazlıklar da Allah ve Resulünün hükmüne müracaat etmeyi emretmektedir. Demek ki hükmü, Kur'an da zikredilmeyen diğer anlaşmazlıklar için Kur'an, bizi Resulullah'ın sünnetine yönlendirmektedir. Şayet sünnet, Kur'an-ı Kerim gibi hakem kılınıp itaat edilmesi vacip olmamış olsaydı, Allah (celle celalühü) bütün Müslümanlara tüm anlaşmazlık ve davranışlarında kendisini ve Resulünü hakem tayin etmelerini emretmezdi.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]c) Peygambere bahşedilen bir diğer özellik, onun bütün Müslümanlar için uyulması zorunlu olan örnek insan olmasıdır. “ Sizler için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman kimseler için Allah resulünde güzel örnek vardır. ”(Ahzap, 21). [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Yüce Allah, peygamberin kayıtsız şartsız bir şekilde güzel örnek olduğunu belirtmiştir. Bu, Müslümanların söz, fiil ve davranışlardan oluşan bütün işlerde peygamberi örnek edinmek ve ona uymakla emredildiklerini gösterir. Aynı zamanda bu, sünnetin bütün kısımlarıyla hüccet olduğunun bir delilidir. Sünnetin hüccet olduğuna dair Kur`an-ı Kerim’deki delillerden bu kadarıyla yetiniyoruz. Çünkü makale bunlardan fazlasına yer vermez.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]2.SÜNNETİN HÜCCET OLDUĞUNA DAİR SÜNNETTEN DELİLLER[/FONT][FONT=&quot]:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu makalemiz uzamasın diye bu konuya yalnız iki hadis getirmekle yetineceğiz: [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]a-Ebu Hureyre (radiyallahü anhü) Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu nakleder: “Sizi kendi halinizle baş başa bıraktığım sürece beni bırakın. Zira sizden öncekileri çokça soru sormaları ve Peygamberlerine muhalefet etmeleri helaka uğrattı. Sizi bir şeyden sakındırdığımda ondan kaçının. Size bir şeyi emrettiğimde, gücünüz oranında onu yerine getirin. ”(Buharî, Müslim, Tirmizi ). [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]b-Ebu Hureyre (radiyallahü anhü) Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu nakleder: “Cennete girmemekle direnen hariç ümmetimin tümü cennete girecektir.’ Cennete girmemekle kim direnir? diye sorulduğunda: ‘bana itaat eden cennete girer, bana itaat etmeyen cennete girmek istemeyendir’ şeklinde cevap verir.”(Buharî).[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Sünnetin hüccet oluşu, sünnet ile şu şekilde ispatlanır: Resulullah'ın nübüvvetini ispatlayan deliller, aynı zamanda O'nun tebliğ makamında Allah'tan aktardığı haberlerde de masum (yalan ve hatadan beri) olduğunu ispatlar. Allah Resulü, Kur`an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı olduğunu haber verdiği gibi emirlerine riayet ve nehiylerinden sakınma suretiyle O'na uymanın ve itaat etmenin vacipliğini de ifade etmiştir. Yani Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğunu ispatlayan Peygamberimizin sünneti, aynı zamanda Resulullah'a itaat etmeyi de yani sünnetlere itaat etmeyi ispatlayıp vacip kılmıştır.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]3.SÜNNETİN HÜCCET OLDUĞNA DAİR AKLÎ DELİLLER:[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]a.Şayet sünnet kabul görüp amel edilmesi gerekli bir hüccet olmasaydı İslam dinine ait hiçbir şey ispatlanmış olmazdı ve Kur’an’ı Kerim’in de Allah (celle celalühü) kitabı olduğu ispatlanmamış olurdu. İslam’ın Allah (celle celalühü) katından indirilmiş bir din ve Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı olması Muhammed (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)’in peygamberliğinin ispatlanmasına bağlıdır. Çünkü Muhammed (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)’in peygamberliği, mucizeyle teyit edilen nübüvvet iddiasıyla sabittir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Peygamberlik sadece olağanüstü bir hal sergilemekle yeterli kalmaz; zira bu olağanüstü hal peygamber olmayanda da görülebilir. O halde Muhammed (sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)'in Peygamberliğini iddia etmesi, sözlerinden bir söz olup nübüvvetin sübutu ve Kur’an-ı Kerim’in Allah (celle celalühü) kelamı olduğunun sabit olması kendisine dayanılan sünnetlerden bir sünnettir. Eğer bu iddia olmasaydı bu söylediklerimizden hiçbir şey sabit olmazdı.[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]b.Kur’an-ı Kerim’in hak ve Allah (celle celalühü)’ın kelamı olması, peygamber(sallallahü teala aleyhi ve alihi ve sellem)’in “Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır” sözüne tevakkuf eder. Bu söz ise onun sözlerinden bir söz, sünnetlerden bir sünnettir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in hüccetliği, sünnetin hüccet olmasına dayanır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]c.Sünneti devre dışı bırakarak Kur’an-ı Kerim ile amel etmek mümkün olamaz. Zira Kur’an-ı Kerim hükümlerinin birçoğu mücmel (genel kavram) içerikli hükümlerdir. Onda ayrıntılı olarak zikredilen hükümler çok azdır. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu mücmel (genel kavram) yüklü hükümlerin tafsilat ve açılımlarında Allah (celle celalühü) şu ayetiyle peygamberini merci göstermektedir: “ Biz zikri (Kur`an-ı Kerim’i) sana indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin (açıklayasın) ”(Nahl, 44). Şayet peygamberin bu hükümleri açıkladığı doğrultuda amel etmek vacip olmasaydı, mücmel olarak ifade edilmiş hükümlerle amel etmek mümkün olmazdı. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Buna örnek vermek gerekirse Allah’ın “namazı ikame (dosdoğru) kılın” emrini düşünebiliriz. Namazı ikame (dosdoğru) kılmak namazın şekil, sayı, miktar ve vakitlerini bilmeye dayanır (ki bunlar Kur’an-ı Kerim’de yer almamaktadır). Hakeza bunları zekât, oruç, hac ve saire amelle ilgili şeri ahkâmlar ibadetleri içinde söyleriz. Durum böyleyken Allah Müslümanlara alışveriş, miras, nikâh ve cinayet gibi konularla ilgili aralarındaki bütün çekişme ve karışıklıktan ötürü Allah (celle celalühü)’ı ve resulünü hakem seçmeyi emreder. Hiç şüphe yoktur ki Kur`an-ı Kerim bu karışıklıkların bir hayli az kısmına cevap sağlamıştır. Hatta bu az kısmı bile ekserisi mücmel olup tafsile ihtiyaç duyar. Eğer ki şer’i hükümlerin ispatı Kur’an-ı Kerim’deki hükümler veya ispatı ve delalet etmesi kati (kesin) hükümlerle sınırlı kalsaydı sadece Kur’an-ı Kerim’le amel edilmez ve amel edilmediği içinde Kur’an-ı Kerim’in hükümleri fayda sağlamayıp terk edilirdi. Allah kelamı bu olumsuz vasıflarla vasıflanmaktan ve akl-ı selim sahibi insanların aklına muhalif bir durum ihtiva etmekten münezzeh ve yücedir. [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot]Bu delil sünnetin genel bir açıyla hüccet olduğuna delalet ettiği gibi sünnetin haber’ül vahid kısmının da hüccet olduğuna delalet etmektedir. Zira Kur`an-ı Kerim’i açıklayan sünnetin büyük bir kısmı haber’ül âhad’dan oluşmaktadır. Şayet haber’ül âhad’ın amel edilmesi gerekli bir hüccet olmasaydı, Allah (celle celalühü)’ın kitabıyla amel edilmesi mümkün olmazdı.[/FONT]
 

kýrýmlý

Well-known member
Bütün bu yazıları kendi aklınızdanmı yazıyorsunuz yoksa bir yerlerden bularak kopyala yapıştırmı yapıyorsunuz?
 
Üst