Risale-i Nur Dipnotlu fatiha

sarýklý genç

Active member

[FONT=&quot]FATİHA SURESİ [/FONT][FONT=&quot]1[/FONT]

[FONT=&quot]1. RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA [/FONT][FONT=&quot]2[/FONT]
[FONT=&quot]2. Hamd (övme ve övülme) [/FONT][FONT=&quot]3 [/FONT][FONT=&quot]alemlerin Rabbi[/FONT][FONT=&quot] 4 [/FONT][FONT=&quot]Allah’a mahsustur.[/FONT]
[FONT=&quot]3. Rahman ve rahim olan (Allah’a).[/FONT][FONT=&quot]5 [/FONT][FONT=&quot](Rahman, Dünyada iman eden ve etmeyen herkese; Rahim de, yalnız ahirete imanla gelmiş olanlara, rahmet eden demektir).[/FONT]
[FONT=&quot]4. Ceza (ahiret) gününün [/FONT][FONT=&quot]6[/FONT][FONT=&quot] hakimidir.[/FONT]
[FONT=&quot]5. Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. [/FONT][FONT=&quot]7[/FONT]
[FONT=&quot]6. Bizi doğru yola ilet. [/FONT][FONT=&quot]8[/FONT]
[FONT=&quot]7. Nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil. [/FONT][FONT=&quot]9[/FONT]

[FONT=&quot]Açıklamalar[/FONT]

[FONT=&quot]1[/FONT][FONT=&quot] Bu sûreye, Kur’an-ı Hakîm’in başlangıç sûresi olması cihetiyle, açan ve açıcı ma’nâsında “Fâtiha“ ismi verilmiştir. Ayrıca, namazın her rek’atında tekrarlanan yedi âyet olması cihetiyle “seb’ül mesani = tekrarlanan yedi âyet“ (Hicr Suresi, 87) denir. Ve Kur’ân’ın bir nevi’ fihristi, özü, esâsı ve bütün ma’nâ ve hükümlerine şâmil olması cihetiyle de “ümmü’l kitap“ (Kitabın anası) gibi ünvanları olan bu sûrenin daha başka isimleri de vardır. (KMM., Fâtiha Sûresi açıklaması, s.1) Şu « seb’ül mesani » cümlesi, Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi, Kur’anın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-ı İslâmiyet olan yedi esası, Kur’anın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette isbat eden ve « tekrarlanan yedi ayet » nuruna mazhar bir âyinesi olan Risale-i Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünki « tekrarlanan yedi ayeti verdik » makam-ı ebcedîsi binüçyüz otuzbeş (1335) adediyle Risale-in Nur’un Fatihası olan İşarat-ül İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle El-Bakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üçyüz otuzbeş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir. (Ş., Birinci Şua Dördüncü Ayet-i Meşhure, s.693)[/FONT]
[FONT=&quot]Üslûb-u Kur’anın o kadar acîb bir cem’iyeti var ki, birtek sure, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’anîyi içine alır. Birtek âyet, o surenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sure, surelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’andır.(...) Hatta, Kur’an Fatiha’da, Fatiha dahi Besmele’de münderic olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikata bürhan ise, ehl-i tahkikın icmaıdır. (S., Yirmi Beşinci Söz Birinci Şule İkinci Şua Beşinci Lem’a Birinci Işık, s.398) (bk.S., Dokuzuncu Söz Üçüncü Nükte, s.41; İİ., İman-ı Bilgayb, s.42)[/FONT]
[FONT=&quot]2 [/FONT][FONT=&quot]Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı hâliyle vird-i zebânıdır.(...) zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. [/FONT][FONT=&quot]Demek herbir ağaç, „Bismillah“ der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, „Bismillah“ der. Matbaha-i Kudret’ten bir kazan olur ki; çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar „Bismillah“ der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en latif, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, „Bismillah“ der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona müsahhar olur. [/FONT][FONT=&quot]( S.,Birinci Söz, s.6)[/FONT]
[FONT=&quot]Hazine-i Rahmetin en kıymetdar pırlantası ve kapıcısı Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi:[/FONT]
[FONT=&quot]“Bismillahirrahmanirrahîm” dir. Ve en kolay bir anahtarı da salavattır.[/FONT]
[FONT=&quot](L., On Dördüncü Lem’a İkinci Makam Altıncı Sır, s.102) Cenab-ı Hakk’ın adl ve hikmet içindeki İsm-i Hak ve Rahmanurrahîm’in cilvesini görmek istersen, bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş, muhteşem dörtyüzbin milletten mürekkeb nebatat ve hayvanat ordusuna bak ki; bütün o milletler, o taifeler, birbiri içinde oldukları halde, herbirinin libası ayrı, erzakı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı hayatı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı oldukları halde ve o hacatlarını tedarik edecek iktidarları ve o metalibi isteyecek dilleri olmadığı halde, daire-i hikmet ve adl içinde, mizan ve intizam ile “Hak” ve “Rahman”, “Rezzak” ve “Rahîm”, “Kerim” ünvanlarını seyret, gör. Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibas etmeyerek terbiye ve tedbir ve idare eder. (S., Otuz İkinci Söz Üçüncü Mevkıf Üçüncü Nükte, s.643) (Ayrıca bk. S., Otuzuncu Söz İkinci Maksad, s.558; MN., Hubab, s.95;[/FONT]
[FONT=&quot]İİ., Sure-i Fatiha, s.15)[/FONT]
[FONT=&quot]3[/FONT][FONT=&quot] “Lehül Hamd“ kelimesiyle yani hamd ve şükür ile, yani nimetten in’amı hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’amını düşünmekle, yani onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’amının devamını düşünmekle; nimetten bin derece daha leziz, manevî bir lezzet kapısını sana açar.[/FONT]
[FONT=&quot]Ezelden ebede kadar, her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü sena O’na aiddir. Çünkü sebeb-i medih olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal ve medar-ı hamd olan herşey Onundur, Ona aiddir. (M., Yirminci Mektub Bir ve İkinci Makam Beşinci Kelimeler, s.225 ve 236) (Ayrıca bk. Ş., On Beşinci Şua Birinci Makam Birinci Kısım Beşinci Kelime ve Fatiha-i Şerîfenin Bir Muhtasar Hülasası, s.600 ve 608; İİ., Sure-i Fatiha, s.13-17; EL-II., Tercümenin Bir Hülasası, s.95)[/FONT]
[FONT=&quot]4 [/FONT][FONT=&quot]“Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” ayeti dahi, pek çok hakaikı câmi’dir. Ehl-i keşf ve hakikat, keşiflerine göre ayrı ayrı beyan ederler. Ben de böyle fehmederim ki: Semavatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı herbiri birer âlem olabilir. Yerde de herbir cins mahlukat, birer âlemdir. Hattâ herbir insan dahi, küçük bir âlemdir. „Alemlerin Rabbi“ tabiri ise, „Doğrudan doğruya her âlem, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir.“ demektir. (M.,Yirmi Altıncı Mektub Dördüncü Mebhas Birinci Sual, s.328)[/FONT]
[FONT=&quot]5 [/FONT][FONT=&quot]Evet, kâinatta rahmetin mevcudiyeti ve hakikatı, aynen güneşin ziyası gibi görünür. Ve ziyanın güneşe kat’î şehadeti misillü, bu geniş rahmet dahi, perde arkasında bir Rahman-ı Rahîm’e şehadet eder. Evet rahmetin bir ehemmiyetli kısmı rızıktır ki, Rahman’a Rezzak manası verilir. Rızık ise, o derece zahir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm’i gösterir ki; zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur.(...) Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sünbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüzbinler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler mikdarınca diller ile ve ayrı ayrı, küllî ve cüz’î lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak’ı, bir Rahîm-i Kerim’i bütün bütün kör olmıyana gösterir. (Ş., On Beşinci Şua Fatiha-i Şerîfenin Bir Muhtasar Hülasası Üçüncü Kelime, s. 609) (Ayrıca bk. S., Otuz İkinci Söz Üçüncü Mevkıf İkinci Mebhas, s.637; İİ., Sûre-i Fatiha, s.15)[/FONT]
[FONT=&quot]6[/FONT][FONT=&quot] „gün“ tabiri ise, haşrin vukuunu gösteren emarelerden birine işarettir. Şöyle ki: Sâniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, behemehal ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kanaat hasıl olur. Kezalik yevm, sene, ömr-ü beşer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen manevî millerden birisi devrini tamam ettiğinde, ötekilerin de (velev uzun bir zamandan sonra olsun) devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir. Ve keza bir gün veya bir sene zarfında vukua gelen küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin (haşrin tulû’-u fecriyle, şahsı bir nev’ hükmünde olan) insanlara ihsan edileceğine şübhe edemez. „din“ kelimesinden maksad; ya cezadır, çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür.. veya hakaik-ı diniyedir, çünkü hakaik-ı diniye o gün tam manasıyla meydana çıkar.Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür. [/FONT][FONT=&quot](İİ., Sûre-i Fatiha, s.20)[/FONT]
[FONT=&quot]7[/FONT][FONT=&quot] « Cem » sîgasiyle zikredilen « ibadet ederiz » deki zamir, üç taifeye işarettir. Birincisi: İnsanın vücudundaki bütün a’za ve zerrata raci’dir ki, bu itibarla şükr-ü örfîyi eda etmiş olur. İkincisi: Bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir. Bu cihetle şeriata itaat etmiş olur. Üçüncüsü: Kâinatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübraya tâbi’ olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sâcid ve âbid olmuş olur. (İİ., Sûre-i Fatiha, s.21) (Ayrıca bk. Ş., On Beşinci Şua Fatiha-i Şerîfenin Bir Muhtasar Hülasası Beşinci Kelime, s.612; S., Yirmi Dördüncü Söz İkinci Meyve, s. 362; M., Yirmi Dokuzuncu Mektub Birinci Kısım Altıncı Nükte, s.393)[/FONT]
[FONT=&quot]8[/FONT][FONT=&quot] “Hidayet” dört masdardan müştakdır. Mesela, bir mü’min hidayeti isterse, „ihdina“ sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade manasını, fakir olan isterse i’ta manasını, zayıf olan isterse iane ve tevfik manasını ifade eder.(...) İhtar:En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasiyle hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir. (İİ., Sûre-i Fatiha s.22) (Ayrıca bk. M., Yirmi Dokuzuncu Mektub Birinci Kısım Yedinci Nükte, s. 395; Ş., On Beşinci Şua Fatiha-i Şerîfenin Bir Muhtasar Hülasası Altıncı Kelime, s.615)[/FONT]
[FONT=&quot]9 [/FONT][FONT=&quot]Evet, Adem (as) zamanından beri, beşeriyette iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri, istikamet yolunu takib ile nimet ve saadet-i dâreyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salahat ve iman; kâinatın hakikî güzelliğine ve intizam ve kemaline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden, hem kâinat sahibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup beşeri, melekler derecelerine, belki fevkine terakki ettirmeğe vesile olarak dünyada iman hakikatlarıyla manevî bir cennet, âhirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar. İkinci cereyan, istikameti bırakıp ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azab ve elemler toplayıcı bir âlete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp dünyada zulümlerine mukabil gazab-ı İlahî ve musibet tokatlarını yemekle beraber, dalaleti cihetinden, akıl alâkadarlığıyla kâinatı bir hüzüngâh ve matemhane-i umumiye ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha, selhhane ve gayet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir manevî cehennemde olup, âhirette daimî bir azap çekmeğe müstehak eder. (Ş., On Beşinci Şua Fatiha-i Şerîfenin Bir Muhtasar Hülasası Yedi ve Sekizinci Kelimeler, s.616-618) (Ayrıca bk.Nisa Sûresi 69.âyet ve açıklaması, s.10; İİ., Sure-i Fatiha, s.24)[/FONT]
 

sarýklý genç

Active member
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]FATİHA ÜZERİNE MÜLAHAZALAR-Nil Yayınları-İzmir–1997[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Fâtiha sûre-i celilesinde, bütün itikâdî mes’elelere, ibâdetle alâkalı bütün hususlara ve bir hayat nizamına ya bir sarâhat, ya bir delâlet veya bir işâret, hiç olmazsa bir remiz bulmak her zaman mümkündür. S:1[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kur'ân, ilâhî hitaba muhâtap olabilecek kabiliyette yaratılmış olan ve ahsen-i takvim sırrına mazhar kılınan insana indirilmiş bir kelâm-ı ezelîdir. S:5[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kur'ân, hayatın hayatıdır. İnsan hayatının hayırlı, müteyemmin ve mübârek olması, Kur'ân-ı Kerîm'i hayatına düstur yaptığı nisbette olur. Kur'ân'dan uzak bir hayat uğursuzdur, bereketsizdir. Kur'ân'dan uzak bir milletin hayatında dedikodu, keşmekeşlik ve uzaklığın çapına göre anarşi vardır. S:7[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Burada kalbim titreyerek şu tâbiri kullanacağım: "Kur'ân beni mâzûr görsün" Kur'ân, kendisine samimi âşık olmayanlara kıskançtır, onlara birşey vermez. Sen bütün gönlünle, hissinle Kur'ân'ın mecnûnu olur, ona yönelirsen o da sana teveccüh edecektir. Aksi halde sen Kur'ân-ı Kerîm'in ucundan ucundan tuttuğun müddetçe Kur'ân sana sırlarını açmayacaktır. Zira bu kelâm-ı İlâhî, kendisine bütün benliğiyle teveccüh eden âşık gönüllere nûr ve feyiz aksettirir. Sen onu okumaz, mânâsını tedebbür etmezsen onun feyzinden mahrum kalırsın. S:7[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kur'ân'ı bir kılıfa koyup evimizin en seçkin köşesine asmakla Kur'ân'a karşı saygılı olma vazifesini yapmış olamayız. S:12[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• İçten, samimi ve güzel bir edâ ile okunan Kur'ân, insanın rûh, kalp ve hissiyatına hayat bahşeder. Bilhassa Efendimiz'in (sav) fem-i güher-i mübâreklerinden dökülüyor gibi Kur'ân'ı dinlemek insanı sonsuz huzura garkeder. Bir derece üste çıkarak Cibril'e misafir olma ve bizzat Kur'ân'ı O’ndan dinleme havası, rûha, tarifi imkânsız esintiler kazandırır. Bütün bunların verâsında Kur'ân'ı bizzat kelâmın esas sahibi olan Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi ona muhatap olmak, -kalbin buna tahammülü var mı bilemem- insanı adeta semavîleştirir. S:14[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kur'ân hüzünle nâzil oldu. O, mahzun ve münkesir bir kalple okunmalıdır. S:16[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kâinat'ın büyük ve derin mânâsını, onun geniş sîmâsından kavrayamayan insana, Allah (cc), Kitab-ı Kâinat'ın tercümesi olan Kur'ân'ı ihsan etmiştir. S:25[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Allah'tan başkalarının kâinat hakkındaki hükmü yanlış olduğu gibi, insan hakkındaki hükümleri de yanlıştır. Kâinat Kâinatullah; Kur'an Kelâmullah, insan da abdullahtır. Bu üçünün birbiriyle münasebetini tesis eden de Allah'tır. S:25[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kâfir; vicdanına karşı yalan söyleyen, fıtratındaki kabiliyet ve istidatları körelten ve kalbiyle ters düşen insan demektir.. s:42[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Milyonlarca hayvan erâcifinin ve havadaki gazların istihalelerle değişmesi, ağaçların insanın ifraz ettiği şeyleri, insanların da ağaçların ifraz ettiği şeyleri yutmaları; denge bozulduğu zaman araya denizin girip aynı şeyi yapması, denizlerin tuzlu olması, semâ ve zeminin temiz tutulması, Allah'ın "Kuddüs" isminin tecellileridir. S:44[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kâinatta umûmî bir emn ü emân bir sükût, bir sükûn müşahede ediyoruz. Mevcudat arasında aklın zâhirî nazarına göre bütün boğuşmalar ve döğüşmelere rağmen, nebâtât hayvanâtın imdadına hayvanât, insanın imdadına koşuyor. Ve bu mevkide insan sanki bütün kâinatla sulh imzalamış gibidir. İşte Kur'ân bu muammayı da bize es Selam ism-i celîliyle anlatıyor. Allah'ın "Selâm" ismine dayanan kâinat, selâmet ve emniyet yeri olarak tezahür ediyor. S:44[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Meleklerden semeklere, Sidretü'l-Müntehâ'dan yerin derinliklerine kadar, her tarafta bu emniyet hâkimdir. Biz bunu "Mü'mîn" ismine dayalı olarak görüyoruz. S:44-45[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Zât-ı Bâri hakkında en sağlam, en râsih akîdeye biz, yine, Kur'ân-ı Mu’cizü'l-Beyân sayesinde sahip olduk. S:46[/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]• Kur'ân'a dayanmayan bir kulluk anlayışı bâtıldır. Yogi, dilini gırtlağına sokar, altı ay mezar gibi bir yere girer ve yemeden içmeden durur; Hristiyan mistikleri de ruhbaniyet havası içinde kiliseye kapanır, insanlardan alâkalarını keser ve bu uğurda türlü türlü fedâkârlıklara katlanırlar. Ancak, bütün bunların Allah nazarında ehemmiyet ve kıymeti yoktur. S:48-49[/FONT]
 
Üst