Hacer annemiz,

suphi

New member
Hacer annemiz
Şayet aranızdan biri, bir gün çölün ortasında, yolu düşer de Safa ile Merve isimli ikiz tepelerin arasındaki düzlüğe varırsa, orada çok sevdiğim bir kadının, Hacer Ana’nın rüzgârını içine doya doya çeksin…

Kadınlar ne söylerler ne bir haber verirler… Onların kadim tarihi üzerine pek bir bilgimiz yok. Ama siz gene de yolunuz Safa ile Merve’ye düşerse, o rüzgârı bir yakalamaya görün, ana yüreğinden çıkan gayret rüzgârının hiçbir söze, habere ihtiyacı yoktur zaten. Bu, sözsüz bir tarihtir. Susularak yazılmış.


Kadınlar, renkleri ve cüsseleri ne olursa olsun, ellerinden bellidir. Orada, Safa ile Merve arasında Hacer Ana’nın elleriyle kurulmuş bir hayat yolu bulacaksın. Orada Safa ile Merve arasında, bir tarihin alın yazısı gibi açılmış, bir annenin sağlam elinin içini okuyacaksın… İşte bu hayatın yoludur, işte bu aşkın, işte bu yapayalnızlığın dedikten sonra, onun anne olmuş elinden bir iyilik duası gibi açılan bahtı açık Zemzem’e, yani o dünyanın en günrah sevda ırmağına çıkan, bir harita bulacaksın…

Hacer’in haritası, Safa ile Merve arasında çizilmiştir. Yedi kere gidişli dönüşlü, yede kere inişli çıkışlı, yedi kere çığlık, yedi kere rıza, yedi kere boyun eğiştir onunkisi… Bir hayat pergeli gibi durur oğlu İsmail’in etrafında… Ki o pergel, Muhammedî bir tam daireyi, yani kemale ermiş risaleti bütünleyen, doğurgan bir kovandan oğulvermiş milatla Kainatın Efendisine uzanan, kutlu nübüvvetin mektubunu yazacaktır… Hacer Ana, Efendimizin büyükninesidir.

Sıfır sayısının yersiz ve yurtsuz aritmatik tabanından yükselen bir kadının sesini duymak istersen, Hacer’in Zemzen Kuyusu’na eğil de kulak ver… Asırlardır o upuzun çölün altında mırıl mırıl kanayan bir aşk kuyusudur Hacer’in analığına yoldaş… Eğil de toprağının alnından öp, anne yüreğinden, kanayan kanı süte çeviren Rab, cehennemi bir çöl çıplaklığından nasıl da gürbüz bir ab-ı hayat çıkarırmış hamdederek seyret… Seyret, anne sütü gibi helal Zemzem’in, mırıl mırıl fısıltılarla sana anlatacaklarını…

Birgün yolun çöle düştüğünde, yalnızlığın ne demek olduğunu iyice öğreneceksin… Sıfırıncı noktadaki o kadının, çöle bırakılmış ve dört yanı imtihanlarla çevrili terk edilmişliğinin arasından, kara derili oluşundan, köleliğinden, yurdundan sürülmüşlüğünden nasıl bir devrim çıkardığını dinleyeceksin… İşte bu elde var sıfır, işte bu da İsmail… İşte bu da Mekke ki, şehirlerin anası… İşte bu da İsmailî yolun mührü: Hz. Muhammet Mustafa Aleyhisselatü vesselam…

İşte o zenci kadın, işte o köle kadın, işte o çöle bırakılmış kadın, işte o iki tepe arasında ciğeri yırtılarak koşan kadın… Hiçbir ağaç ona ve yavrusuna gölgesini vermezken, hiçbir ırmak ona ve yavrusuna bir damla suyunu ikram etmezken… Gölgenin ve suyun bile çok görüldüğü o iki kişi… Öyle bir destan yazdılar ki, gayrete dair, sa’ye, çabaya, inanca, umuda, duaya dair… Göklerden inmeyen su, çöllerin kalbinden çoşarak geldi ayaklarının dibine…

Hacer arayandı… Hacer koşandı… Hacer pervaneydi… Hacer emekçiydi… Zenci, köle ve kadın. İşte tüm bu yoksunluklar listesinden yazacaktı Rab, umudun şiirini…

Birgün yolun çöle düşerse, muhakkak o ikiz tepenin arasındaki düzlükte, o kadının rüzgârını ara ve o rüzgârın ellerinden öp ve Hacer’e tabi ol. Hacer’in koştuğu yerde koşup, onun durduğu yerde durmazsan, Hacı olamazsın…

Haccın rükünlerindendir, Hacer’leşmek…

Sana aşkın ne demek olduğunu o kadın öğretecek. Vazgeçmemek ve koşuyu tek başına da olsa devam ettirmektir sevdaya tutulmuş her yiğidin kaderi…. Terk edilme imtihanından, tahtaya kaldırılmış bu kadının, sözlü notundan aldığı puanı yazacak Kalem şaşkındır…. Ve cümle yıldızları gökyüzünün, onun aldığı “pekiyi”nin yanında sönük birer madalyadır…

Şimdi dünyanın bütün ihtişamlı kariyerlerini bir kez daha gözden geçir. Ve birini seviyorsan şayet ve bir şeye hakikatten inanıyorsan, öyleyse çölü bekle, mırıltılı Zemzem nehrine varıncaya kadar hiç durmadan koş. Hiç durmadan koş! Koş… Koş…

Sibel Eraslan (Gercek Hayat)

 
Üst