şeytan ve hücum yollari üzerine

mihrimah

Well-known member
Şeytan “kelimesi; azgınlıkta, kötülükte, habislikte fevkalâde bir farklılık ve üstünlükle sınıf ve benzerlerini geçmiş şirret, fitneci, kaypak, yola gelmez, inatçı manasına bir cins ismidir.

İnsan, hayvan ve gizli mahlûklardan bu sıfatlarla ruhî ilgisi bulunan habislere bu isim verilir. İnsan şeytanı, hayvan şeytanı, cin şeytanı denilir.


Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde “İnsan ve cin şeytanı” tabirleri geçmektedir. İnsan görünür; fakat kötülüğü, hilekârlığı, şeytanlığı görünmez. Ancak bıraktığı izlerle belli olur. Yani insan şeytanında bile şeytanlığı gizlidir. Bunun için şeytan adı bizi gizli habîs bir kuvvet, kötü bir ruh düşüncesine sevk etmektedir. Böylece insan şeytanı cin şeytanına bağlı bulunmaktadır.


Bazı filozoflar (melek) karşılığı olan cin şeytanını, maddi varlığını kabul etmeden, açıklamaya çalışmışlarsa da bunun maddi dayanağını inkâr etmek doğru değildir. Bundan dolayı buna habis olan maddî kuvvetleri de eklemek lâzımdır. Zaten Ehl-i Sünnet’in izahı da budur.


Böylece şeytan cins ismi ve bilhassa görünmeyen kötü ruh ve kuvvetlere isim olmuştur. Her cinsin yaratılışı ilk ferdi ile başladığından şeytan denilince bu cinsin babası olan ilk ferd yani iblis hatıra gelmektedir. Ve o zaman da özel isim gibi olmaktadır.


Farsça’da şeytana (Div=dev) denilir. Bu kelime batı dillerine geçmiş ve ters bir mefhum kazanarak (ilâh) manasına gelen (diyö) olmuştur.


Şeytan kelimesinin aslı bazı filologlara göre (İmam-ı Sibeveyh bu görüştedir) uzaklık manasına gelen (şatane) maddesindendir. Gerçekten şeytan haktan uzaktır. Ondan da uzak kalmak gerekir. Diğer bir kısmına göre (şayeta) kelimesindendir; yanlış, batıl demektir. Zaten şeytan da böyledir.


Huysuzluk ve şirretlik yapan hayvanlara da şeytan adı verilir. Hz. Ömer (Radıyallahü Anh) Şam’a teşrif buyurdukları zaman kendisine bir at tahsis edilmişti. Biner binmez hayvan hırçınlık yapmaya başlayınca hemen inmiş ve “Beni bir şeytana bindirdiniz.” buyurmuşlardı.


Şimdi insanın aklına “Bu kadar habis, bu kadar azgın bir varlığın yaratılışı hangi sebebe dayanmaktadır?” diye bir soru gelebilir.Bu soruya verilen cevabın özeti şudur: Kâinattaki şerlerin, belâların, şeytanların yaratılması şer ve çirkin değildir. Çünkü bunların yaratılması çok mühim neticelere bakmaktadır. Meselâ şeytanlar, meleklere sataşmadıkları için onların dereceleri değişmemekte ve daha ileriye gidememektedirler. Şeytanlar hayvanlarla da uğraşmadıklarından onlar da bulundukları eksik mertebede aynen devam edip gitmektedirler; ama insanların yükselebilecekleri derecelere –uluhiyet derecesine çıkmamak şartiyle– bir sınır çizmek mümkün olmadığı gibi düşebilecekleri durumları da tesbit etmek mümkün değildir... Nemrutlardan, Firavunlardan tutun da ta sıddikıyyet makamında bulunan evliyaya ta enbiyaya kadar yükselme mesafesi bulunmaktadır. Yani insanların terakkî ve ilerleme zenbereği ancak musîbetlerle, belâlarla ve belâların belâsı şeytanla kurulmaktadır.


Şeytan insana nasıl nüfuz ediyor? Bu soruya cevap olarak Buhari ve Müslim’in Enes (r.a.)’den ittifakla rivayet ettikleri şu hadis-i şerifi görüyoruz: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam’ın zevcelerinden Hz. Safiyye (r.a.) validemiz Rasul-ü Ekrem (s.a.v.)’ın i’tikâfta bulunduğu bir sırada onun yanına gelmiş, bir saat kadar konuşmuşlar, sonra Hz. Safiyye kalkmış, onunla birlikte Rasul-ü Ekrem (s.a.v.) de ayağa kalkmış... Kapıya geldiklerinde: oradan sür’atle geçmekte olan Ensardan iki kişi Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.)’e selâm vermişler, Rasul-ü Ekrem de onlara: “Acele etmeyiniz, durunuz, şu yanımda gördüğünüz kadın Safiyye’dir” buyurunca onlar: Sübhanallah, biz Cenab-ı Hakkı (Rasulünün lâyık olmayan bir harekette bulunmasından) tenzih ederiz.” demişlerdi. Rasul-ü Ekrem’in Safiyye’nin kim olduğunu belirtme mecburiyetini duyması onlara ağır gelmişti. Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.):


“Şeytan insan vücudunda devran eden kan gibi dolaşır. Ben sizin (temiz) gönüllerinize şeytanın (kötü) bir şüphe atarak sizi helâke sürüklemesinden korktum.” buyurdular.


Meşarik şerhi Mebarik’ül-Ezhâr’da muhakkık Abdullatîf İbn-i Melek bu hadis-i şerife şu manaları veriyor:


1-Şeytanın hile ve desiseleri insan vücudunda tıpkı kan dolaşımı gibi, kendini hissettirmeden dönüp dolaşmaktadır.


2-İnsan hayatta bulunduğu müddetçe kanı hiç durmadan nasıl dolaşıyorsa, şeytan da insandan hiç ayrılmadan daima ona vesvese verir, durur.


3-Âlimlerden bir cemaat hadis-i şerifin lâfzî manasının kastedildiğini söyleyerek onun doğrudan doğruya insan vücuduna girmesi akıldan uzak değildir. Çünkü insan vücuduna giren hava zerrecikleri gibi, elemanları dağınık, lâtif (ince, göze görünmeyen) cisimler, kesif (kalın ve sık) olanlara girebilirler, demişlerdir.


Cin ve Şeytan Çarpması


Şeytan insanlara vesvese vermek ve daima eğri yolu göstermekle onları doğru yoldan çıkarır. Bu hususta İslâm âlimleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Fakat acaba şeytanın insan bünyesinde veya düşünce cihazında bir karışıklık ve bozukluk meydana getirmesi mümkün müdür? Mu’tezile buna “Hayır.” diyor. “Aslında benim sizin üzerinizde bir hakimiyetim yoktu. Ancak sizi (batıla) çağırdım. Siz de hemen bana uydunuz.” âyetini (İbrahim/22) iddialarına delil gösteriyorlar. Ehl-i Sünnet’e göre: Şeytan insanın aklına da, bedenine de, düşünce sistemine de zarar verebilir. Hatta bazen öldürebilir de... Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de: “Riba (faiz) yiyenler kendisine şeytan çarpmış olan nasıl kalkarsa (mezarlarından) öylece kalkacaklar” buyurmuştur.


Delilik ve sar’a gibi hastalıkların sebepleri gizli olduğundan cin ve şeytana nisbet edilerek şeytan çarpmış, cin tutmuş denilir ki bunların cin ve şeytana nisbeti hakikat midir, mecaz mı? meselesi tartışma konusu olmuş; Ehli Sünnet hakikat olduğu görüşünü benimsemiştir.


Ehl-i Sünnetin âyetteki (tahabbüt = çarpma) kelimesini te’vile lüzum görmeden verdikleri manâ Kur’ân’ın ruhuna daha uygundur. Madem ortada aksini isbat edecek bir delil yoktur. Öyle ise Kur’ân’ın sarîh beyanını te’vile ihtiyaç ta yoktur.


Şimdi bir ân aksini isbat edecek bir delil bulunduğunu kabul edelim. (Meselâ, bu hastalıkları bir takım mikro –organizmaların yaptığı kesinlik kazanmış olsun) O takdirde denilebilir ki: Her bir yağmur damlasının yeryüzüne inmesinde bir meleği vazifelendiren ZAT-I ZÜLCELÂL bazı hastalıklara sebep olan o mikro-organizmaları cinler vasıtası ile çalıştırması akıldan uzak değildir.


BİR OLAY ve BİR MÜŞAHEDE:


Cinlerin insanlarla uğraştıklarını gösteren hadiseler ve nakledilen olaylar o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Bu cihetle bunların tümünü inkâra imkân yoktur. Biz burada sadece bir müşahedemizi nakletmekle yetineceğiz.


Bundan 25 yıl kadar önce, kocası şu anda hayatta olan bir kadın iki cinni tarafından tutulmuş ve bu yüzden yatağa düşmüştü. Hastaya okuması için merhum pederime(Emin Zeyrek Hocaefendi) ricada bulundular. Cinlerden biri kendisini Ayni ali, diğeri de Mısırlı bir kadın olarak tanıtıyordu. Cinlerin yakaladığı kadın hiç Kur’ân okumasını bilmediği halde ona zorla Kur’ân okutuyor ve öğretiyorlardı. Öğretirken öyle dövüyorlardı ki, kadının her yeri çürükler içinde kalıyordu. Nihayet şöyle diyorlar: “Hoca efendinin okuduğu Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin te’siri ile biz seni bırakacağız, fakat bazı şartlarla.. Açık-saçık gezmeyeceksin, namazlarını geçirmeyeceksin, dans ve balo gibi gayrimeşru eğlencelerin yapıldığı toplantılara katılmayacaksın, v.s. Şayet bu şartlarımızı yerine getirmeyecek olursan seni tekrar yakalayacağız...


Aradan birkaç yıl geçtikten sonra yine balolu bir düğüne giden bu kadın henüz eve dönme fırsatını bile bulmadan yine bu cinler tarafından derhal yakalanıp yatağa düşürülmüş ve bir daha kalkma imkânını bulamamıştı.


İsmail Hakkı Zeyrek
 
Üst