AHMET FEYZİ KUL -"NUR’un Fahri Avukatı ” ve de “ Köylü Feylesof ”

Biyolog

Member
AHMET FEYZİ KUL -"NUR’un Fahri Avukatı ” ve de “ Köylü Feylesof ”



AHMET FEYZİ KUL
"
NUR’un Fahri Avukatıve deKöylü Feylesof


Ahmet Feyzi KUL, Bediüzzaman Hazretlerinin ilk talebelerinden ve hayatını Risale-i Nur Hizmetine vakfeden bahtiyar kişilerden biri. 1930 senesinde Nur Risalelerini tanıdıktan sonra Bediüzzaman’a hizmet etmeyi, hayatını Risale-i Nura adamayı aziz bir gaye bilmiş.


Bediüzzaman’la birlikte Denizli ve Afyon Cezaevlerinde bulundu. 1948 yılında Afyon mahkemesinde yaptığı müdafaalar, birer şaheserdi. Değerli Tarihçimiz Necmettin Şahiner; “Kahramanlıkla ilmin el ele, kol kola yürüdüğü bir edebiyat manzumesidir bu müdafaalar.” diyor. Heyet-i hâkimenindikkatini celbeden bu şa’şaalı müdafaa yanında, yazdığı temyiz lahiyasında Risale-i Nur'a işaret eden âyet ve hadislerden istihraçları da yazmıştı. Bediüzzaman Hazretleri, Ahmet Feyzi Ağabeye bu istihraçlarla fazla meşguliyet yerine, Nur'ların yazı ve dersine ehemmiyet vermesini ihtar etmiş, buna karşı Ahmet Feyzi Ağabey boyun büküp Hz. Üstada şöyle bir pusula göndermiş: “Üstadım, bütün dünya seni inkâr edecek, sen de onları teyit ve takviye edeceksin ve illâ bu Ahmet Feyzi, senin son memur-u Rabbani olduğunu bütün dünyaya ilan edeceğim. Talebeniz Ahmet Feyzi Kuldiye yazmış.


İstihraçlarla ilgili “
Maidetü'l-Kur'an Hazinetü'l-Bürhanisimli bir de kitabının olduğunu biliyoruz..


Fevkalâde hatip ve beliğ bir zattı.
Bundan dolayı Emirdağ Lâhikasında; "... Nur avukatı Ahmed Feyzi..” iltifatına muhatap olmuş; bu sebeple de Risale-i Nur’un Fahri Avukatı” olarak anılmaya başlamıştı.


Ben kendisini, 1964 yılında Said Özdemir ağabey ile birlikte İzmir’de “Zülfikar Gazetesi” ni çıkardığımız sırada tanıdım. İlk baktığınızda önem vermeyeceğiniz bir görünüm veriyordu. Giyimi ve gösterişi bir “köylü” gibiydi. Oturduğu zaman vücudundaki sakatlık sebebiyle başı ve vücudu öne doğru eğilmiş durumdaydı. Konuşmaya başladığı zaman, keskin bakışları ile muhataplarını tesir altına alır, tane tane ve vurgulu konuşması ile herkese kendini dinletmeyi bilirdi. Konuşma arasında celâllendiği zaman; iki dizi üzerine kalkarak, avını parçalamak isteyen bir kartal gibi sakat sağ bileği aşağı doğru eğik bir şekilde elini ileri doğru uzatır, vücut dili hakimiyetini mükemmel şekilde kullanırdı. Dinleyicileri, ders veren bir üniversite profesörünü dinler gibi, saatlerce dikkatlerini ondan ayıramazlardı.


Kendi sesinden kısa bir konuşmasını s.nursi.com sitesinden dinleyebilirsiniz. O zaman bu sözlerimi daha iyi anlayacaksınız.

Bunları O’nu methetmek için değil; gördüğüm, yaşadığım ve de 41 yıldır unutamadığım profilinin hafızama nakşedilmiş şekli olduğu için yazıyorum.


Tanıyanlar ve dinleyenlerin da bildiği üzere; müthiş bir nâtıka ve mûhit bir ilim. Dinlediğiniz zaman, bu köylü’nün bu felsefe ve fen ilimlerini nereden aldığını merak etmemeniz mümkün değildi. Tahsilini bilmiyorum, ama Üniversite mezunu olmadığını biliyorum. Uzun yıllar köyünden çıkmamış, çıktığı zamanlar da Üstadı ile birlikte hayatı hapishanelerde geçmiş. Bu ilim tahsilini ne zaman ve hangi eğitmenlerden almış.. Bizim için bir meçhûl..


Kendisine Üstad Bediüzzaman “ Nurun fahri Avukatı” diyormuş.. Biz buna ek olarak “Köylü Feylesof” lakabını da takmıştık. Felsefe üzerinde geniş bilgisi vardı. Konuşurken bunları çok iyi kullanmasını bilirdi.


Ahmet Feyzi Ağabey’in bu üstün özelliğini benim bir yakınıma sunma fırsatım oldu. Ortaokulda öğretmenim ve velim olan eski Araç Kaymakamı Ömer Yalçın Dokuzoğuz, Danıştay Kanun sözcüsü olmuştu. Ahmet Feyzi Ağabeyin Ankara’da olduğu bir akşam evine ziyarete gittik. Ömer Yalçın Bey, nezaketi ile bir İstanbul efendisi, Türkçeyi çok güzel konuşması ile de bir nesir üstadıdır. Bu fevkalade iki insanın tanışmasını istediğim için bu görüşmeyi sağladım.


İlk dakikalarda, Ahmet Feyzi Ağabeyin şekil ve durumuna bakarak fazla ilgi göstermeyen ve devamlı kendisi konuşan Ömer Yalçın Bey, açılan bir konuda konuşmaya başlayan Ahmet Feyzi Ağabeyi hayranlık ve taaccüple dinlemeye başladı. İnanın 2 saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Sohbet sonunda Yalçın Beyin “Muzaffer, Ahmet Feyzi Beyefendi ile beni niçin şimdiye kadar tanıştırmadın. Bundan sonra bana devamlı getireceksin” sözleri üzerindeki tesirin izhârı idi.


Ahmet Feyzi Ağabey ile yakın münasebetimiz yukarıda da söylediğim gibi “Zülfikar Gazetesi” sebebiyle oluştu. Risale-i Nur’u yayınlamak ve tanıtmak yanında “Nur Talebelerinin Sesi” olmak üzere Ankara’da çıkarılan “İHLAS” Gazetesinin Ankara Örfi İdare Komutanlığınca kapatılması üzerine Zülfikar Gazetesi İzmir’de yayınlanmaya başladı.


Bu iki gazete Risale-i Nur Talebeleri tarafından çıkarılan ilk gazetelerdi. Bunlardan kısa bir süre sonra Konya’da öğretmen Mustafa Kırıkçı Kardeşimizin çıkardığı “Bediüzzaman” ve “Bediülbeyan” gazeteleri ile daha sonra da İTTİHAD gazetesi yayın hayatına girdi.

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
Rahmetli Ahmet Feyzi Kul ağabeyimiz çok ileri görüşlü ve yenilikleri destekleyen, yardımcı olan bir kişi idi. Bu gazetelerin yayınlanması bazı arkadaşlarımız tarafından tenkit edilirken, A.Feyzi Ağabeyimiz İzmir’de bize kanat-kol gerdi. Her bakımdan destekledi. Bu desteğini de bilfiil göstermek için Gazetede Makaleler yazdı.

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
O sırada, 1960 İhtilalinin kudretli paşalarından Doğu Menzil Komutanı ve Kayseri Örfi İdare Komutanı Korgeneral Faruk Güventürk, müslümanlarla ve islami faaliyetlerle çok uğraşıyordu. Yeşil Takke giydi diye bir gençi yollarda sürüklüyor, Dükkanına Abdulhamit’in resmini asan Lokantacıyı paşalık kırbacı ile dövüyordu. Kayseri Bölgesinde kestiği kestik bir zorbalıkla müslümanları sindiriyor ve bezdiriyordu. Bu sırada yayınlanan bir beyanatında “Risale-i Nur Talebeleri” için “Yeşil Komünistler” diyerek olmadık hakaretlerde bulunuyordu. Bu ifadeler Ahmet Feyzi Ağabey’i çok üzdü. “Ben buna bir cevap yazmak istiyorum çocuklar” dedi. Biz zaten dünden razıydık. Ben kağıt kalemi alıp, dizinin dibine oturdum. O söyledi ben yazdım : “ Sen Kahraman Türk Ordusunun Paşası değil, materyalist komünistlerin uşağısın” başlıklı makale bittiğinde hepimiz görevini yapmışların rahatlığı içinde idik.

İzmir’in yine bir başka “köylü”sü, Mustafa Birlik Ağabey de bir makale ile ikinci yazıyı hazırladı. O haftaki sayımız bize göre muhteşem olmuştu. Kayseriye 500 adet gönderdik. Oradaki arkadaşlarımız her türlü tehlikeyi göze alarak gazeteyi dükkan dükkan dağıtmışlar. Gelen bir telgrafla 1500 tane daha istediler. Onu da gönderdik. O iki gün Kayseri karışmış, büyük hareket yaşamış. Fakat, Paşa Hazretleri bu büyük tepki karşısında kimseye birşey yapamadı. Ancak, İzmir C. Savcısını arayarak Gazetenin Yazı İşleri Müdürü olan benim tevkif edlmemi sağlayabildi.

Bu davanın Duruşmalarında Ahmet Feyzi Ağabeyin müdafaaları ve duruşmada meydana gelen olağanüstü halleri birbaşka yazıya havale ederek, 33 yıldır hatırasını anamamış olmanın ezikliği içinde A.Feyzi Ağabeyimizin ruhuna fatihalar gönderiyor, mekanının cennet olmasını niyaz ediyorum.

------------------------------------------------------------------------------
NOT:
AKSİYON'un 400. sayısında Cemal A. Kalyoncu tarafından yazılan Said Özdemir'in hatıralarında ‘Said beraat etti’ başlığı ile çıkan yazıda bu konuya kısaca şöyle temas ediliyor: "27 Mayıs 1960’dan sonra Çeşme Müftülüğü’ne tayin edilir. Cemal Gürsel zamanıdır. Said Özdemir, o sıralarda Ali Gürbüz, İsmail Ambarlı, Muzaffer Deligöz gibi arkadaşları ile birlikte bir dava gazetesi olan İhlas gazetesini (Ankara'da) çıkarmaktadır. Ancak Gürsel bu gazeteyi kapatır. Ardından İzmir’de Zülfikâr’ı çıkarırlar. O da kapanınca Uhuvvet yayına başlar. Faruk Güventürk onlara karşı cephe alanların başında gelmektedir"


<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>>

VEFATININ 36. YILI SEBEBİYLE ZAMAN GAZETESİNDE YAYINLANAN YAZI:

36. vefat yıldönümünde Ahmed Feyzi Kul

YAZAN: İsmail Hakkı Zeyrek

Günümüz İslam davasının büyük kahramanlarından olan, 1898'de dünyaya gelen Ahmed Feyzi Kul, 17.10.1972 günü her fâni gibi aramızdan ayrılmış ve dünyaya veda etmişti


[FONT=trebuchet ms,geneva]İslam dünyasının bu yılmaz mücahidinin aramızdan ayrılışı da bizi sonsuz teessürlere gark etti. Öyle sevilenlerin ayrılığından doğan üzüntü için "teessür, muhabbetin derecesi ile ölçülür" derler. Allah adına olan sevgiler ölçüye sığar mı? O, ne kadar mütevazı ve gönülsüz bir insandı. Kılık kıyafetinden tutunuz da, oturmasına kalkmasına, dava arkadaşları ile olan muamelelerine kadar her hareketinde örnek alınabilecek bir şahsiyetti. Hatta kendisinden yaşça küçük olanların yaptıkları latifeleri bile hoş karşılaması, onun ne derece bir mahviyet ve tevazu içinde olduğunun bariz misalini teşkil eder. O, kimseyi darıltmamak, kendisi haklı bile olsa hiç kimseye kin gütmemek gibi yüksek ahlakî meziyetlere sahipti. Bir davanın genişlemesi, mahiyetinin anlaşılması, ancak müdafilerindeki hoşgörü ve müsamaha ruhunun hâkim olması ile mümkündür. Çünkü insanların fıtratları farklıdır. Bir muamele tarzı, her yerde herkese tavsiye edilemez. İşte, Ahmed Feyzi böyle geniş müsamaha ruhuna sahip olan ve gönüllerimizi teshir edebilen müstesna insanlardandı.[/FONT]
[FONT=trebuchet ms,geneva]Onun ilme karşı sonsuz sevgisi ve alakası vardı. Bunun yanında o, üstün zekâya, keskin nazara mâlikti. İslam dünyasındaki ilmî ve fikrî inkişafları merak ve ciddiyetle takip ederdi. Okuduğu kitapların lafzını anlamakla o kitapları anladığına kanaat getirmez, inceliklerine ve hakikatlerine nüfuz etmeye çalışırdı. Hele ayat-ı Kur'aniye ve hadis-i nebeviye üzerine çalışmaları dikkate şayandı. Çalışmaya başladığında onun gecesi gündüzü yoktu. Zihnine takılan bir mesele üzerinde kafasında hiçbir istifham kalmayacak kadar çalışmak, düşünmek ve gerçeği bulmak onun en büyük meselesi, zevki ve meşgalesi olurdu. Bir zaman yakınında bir müddet kalmış, bu hayretefza durumu bizzat müşahede etmiştim. Bu kadar halisane bir niyet ve çok ciddi bir inceleme neticesinde bir ayet-i kerime veya hadis-i şerifin esrarına vâkıf olmak, hiç şüphesiz binlerce dünyevî nimetlere kavuşmaktan veya yüzlerce keramete sahip olmaktan daha yüksek bir mazhariyettir.[/FONT]
[FONT=trebuchet ms,geneva]Onun en bariz vasıflarından birisi de İslam davasındaki cansiperane mücadelesidir. O, dilini, kalemini ve topyekûn hayatını kudsî iman ve Kur'an davasına hasretmiş ve bu fani âlemden geçinceye kadar da hep öyle yaşamıştı. Hiçbir tehlike karşısında göz kırpmamış, inandığı hakikatlerden taviz vermemiş ve asla dönmemişti. Küfrün, nifakın amansız hücum ve savletlerine karşı bir bomba olup patlamış ve İslam'ın muazzez alemdârını şanına layık bir şekilde tavsif ve ilan etmişti. Denizli'de ve özellikle Afyon'da yaptığı müdafaalar biraz ihtiyata aykırı gibi görünse de, hakikaten şaheserdir, onun engin imanını aksettiren hakikatin gür sesidir.[/FONT]
Merhum, Afyon mahkemesinden önce telif etmiş olduğu "Maidet'ül Kur'an" adını verdiği eserinde görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretleri'nin esrar-ı Kur'aniye'ye dair Birinci Şûa ve benzeri eserlerine herkesten çok ilgi göstermiş ve hatta bu metotla Kur'an-ı Hakim'i baştan sona tetkik etme lüzumunu duymuş ve son senelerinde bu mevzuda bir hayli mesafe kat etmiş bulunuyordu. Cenab-ı Hakk'ın geniş ve payansız rahmetinden, nihayetsiz tevfik ve inayetinden bu hizmeti yapacak ve tamamlayacak olanları nasip etmesini niyaz ederek merhumun ruhuna bir Fatiha okunmasını diliyorum.

İsmail Hakkı ZEYREK
ZAMAN GAZETESİ-
17 Ekim 2008, Cuma
 
Üst