Felsefe-i Beşeriyenin En Acip, En Antika Hatâsından Birisi de Şudur ki:

Huseyni

Müdavim
Nur Âleminin Bir Anahtarının
bir Haşiyesi

Bu Nur Anahtarının radyo bahsine dair, iki üniversiteli ile,
birgün hareket etmekte olan, hiçbir telle bağlı bulunmayan
bir otomobilde bulunan radyo ile, uzakta bir mevlid-i şerif
dinliyorduk. O iki Nurcu üniversitelilere dedim:

Nurda dahi, hayat, vücut gibi doğrudan doğruya kudret-i
İlâhiyenin perdesiz tecellîsi bedahetle göründüğüne bir delil
budur ki:

Şimdi bu makinecikteki tırnak kadar bir hava, mânevî az
bir nur,
yalnız bu mevlidden gelen kelimeleri dinler, söyler
değil, belki binler, milyonlar kelimeleri aynı anda dinler,
söyler ki, binler istasyondaki ayrı ayrı kelimeleri şimdiki
işittiğimiz kelimeler gibi işitir ve işittirebilir, bize söyleyebilir.
Demek en cüz'î, en küllî olur.


Hem o küçücük, parçacık hava, küre-i hava kadar vazife görür.
En küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Felsefe-i Beşeriyenin En Acip, En Antika Hatâsından Birisi de Şudur

Eğer cilve-i kudret-i Ezeliyeye verilmezse, öyle acip bir
hurafeli tezat olur ki, hiçbir hayale gelmez. Birşey
zıddına inkılâbı muhal olduğundan, böyle binler derece
en cüz'î, zıddı olan en küllî olmak; en küçük, en büyük olmak;
en câmid, câhil, şuursuz, âciz en muktedir, en dirâyetli
ve iradetli ve şuurlu olmak lâzım gelir ki, yüzer tezad ve
muhaller ve hurafetler içinde, emsali bulunmaz bir hurafedir.
Demek, bilbedâhe kudret-i Ezeliyenin bir cilvesidir. Ve o
cilveyi küre-i havada umumen temsil eden bu gelen hadis-i
şerifin meâli gösteriyor. Şöyle ki:

Bir melâike var. Kırk bin başı var. Her başında, kırk bin
dil var. Herbir dilde kırk bin tesbihat yapıyor. 64 trilyon
tesbihat aynı anda söylüyor.
Demek küre-i hava, bu melâike
gibidir. Yani, bu melâikenin tesbihatı adedince her kelime-i
tayyibe, hava sayfasında yazılıyor.

Küre-i hava diyor ki:

"Bu hadis, benden veya bana nezarete memur melekten haber
veriyor. Çünkü, insandaki bütün konuşmalar ve sair bütün
hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla
ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir
ki, küllî bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi,
ne bana, yani küre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi
hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hâzır, nâzır ehadiyet
cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir
kudret-i Ezeliyenin cilvesidir.

Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur."
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Felsefe-i Beşeriyenin En Acip, En Antika Hatâsından Birisi de Şudur

On Üçüncü Söz'de hikmet-i Kur’âniye ile hikmet-i
felsefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin
meâli budur ki:


Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mu’cizât-ı kudret-i
İlâhiyenin mu’cizât-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker.

O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini
görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî bazı
cüz’iyâtı görür, ehemmiyet verir.

Meselâ, hilkat-ı insaniyedeki kudret mu’cizelerini görmüyor,
ehemmiyet vermiyor. Fakat, kaideden çıkmış iki başlı, üç
ayaklı bir insanı görüp, istiğrab ve velvele-i hayretle nazar-ı
dikkati celb eder. Küllî, umumî mu’cizâtı âdet perdesinde
saklar;
cüz’î ve kanundan çıkmış ve taifesinden ayrılmış maddeleri
medâr ı ibret yapar.

Hem meselâ, hayvandan, insandan yavruların pek harika, pek
mu’cizatlı iaşelerini âdi görüp ehemmiyet vermiyor.
Fakat
bir vakit Amerika’da bir gazetenin neşrettiği gibi, taifesinden
çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin dibine girmiş bir böceğin,
bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini
gören balıkçılar
ağlamışlar; şâşaa ile ilân etmişler.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Felsefe-i Beşeriyenin En Acip, En Antika Hatâsından Birisi de Şudur

Halbuki; en cüz’î bir yavruda, memedeki âb-ı kevser
gibi rızkında, onun gibi binler mu’cizât-ı rahmet ve
ihsan var.
Felsefe-i beşeriye görmüyor ki şükretsin, o
Rahmânür-Rahîmi tanısın, şükürle mukabele etsin.

İşte, hikmet-i Kur’âniye, o âdiyat perdesini yırtar. O
küllî, umumî harika mu’cizeleri ve fevkalâde nimetleri beşere
ders verir, Allah’ı tanıttırır. Küllî şükür namına ubudiyete
sevk eder.

İşte, felsefe-i beşeriyenin en acip, en antika hatâsından
birisi de şudur ki:
Cüz ü ihtiyarîsi ve iradesi, en zahir ve
küçük fiili olan “söylemeye” kâfi gelmiyor, icad edemiyor.
Yalnız havayı harflerin mahrecine sokuyor. Bu cüz’î kesb ile,
Cenâb-ı Hak, onun o kesbine binaen o kelimatı halk eder,
havaya da binler nüsha yazar.
Bu kadar icattan insanın eli
kısa olduğu halde, bütün esbab-ı kâinat âciz kaldıkları bir
harika küllî mu’cizât-ı kudrete “beşer icadı” namını vermek
ne kadar büyük bir hatâ olduğunu, zerre kadar şuuru bulunan anlar.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Felsefe-i Beşeriyenin En Acip, En Antika Hatâsından Birisi de Şudur

İşte, bunun bir misali, yüz bin harikaları tazammun eden
bir kanun-u İlâhîyi, beşerin istifadesine vesile olmak için
bir keşfiyat, yani fiilî dualarına bir nevî kabul hükmünde
bir ilham-ı İlâhî ile keşf olan radyo ile, beşer istifadesine
vesile olan biçare, âciz-i mutlak bir insana, “Hah! Radyoyu
filân keşşaf icad etti ve elektrik kuvvetini buldu. Ve
bazı keşşaflar da, beşerin kafasını okumak için bir madde
icad etmeye çalışıyorlar!”


Evet, Cenâb-ı Hak bu kâinatı, insana lâzım ve lâyık her şeyi
içinde halk etmiş bir misafirhanedir; ziyafetler nevinde bazı
zaman ve asırlarda gizli kalmış nimetlerini dua-yı fiilî olan
telâhuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde
ellerine ihsan eder.
Buna karşı şükretmek lâzım gelirken, bir
küfran-ı nimet nevinden, âdi, âciz bir insanın icadı, hüneri nazarıyla
bakıp, sonra o küllî bir şuur ve ilim ve irade ve rahmet ve
ihsanın neticesi olan o harikaları unutturup, yalnız ince bir
perdesini gösterip, şuursuz tesadüfe, tabiata ve câmid maddelere
havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zıt bir
cehl-i mutlak kapısını açmaktır. Öyleyse
1 وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ - تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturuyla, mahlûkata
mânâ-yı harfiyle bakmak elzemdir ki, insan, insan olsun.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ2
• • •
1 : “Herbir şeyde, Onun bir olduğuna delâlet eden bir âyet vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24.

2 : “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

Emirdağ Lahikası'ndan.
 
Üst