Kastamonu Lâhikası - Tahkiki ve Taklidi İman

Zuhr

Talebe
Bismillahirrahmanirrahim



Kastamonu Lâhikası - Tahkiki ve Taklidi İman


Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü'n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum.

BİRİNCİ MESELE :
Birinci Şuada iki üç ayetin işârâtında, Risaletü'n-Nur'un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine
ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsi bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir.
Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim,çoktan beri muntazırdım.

Lillahilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:

Birinci emare:
İman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine
ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki:
"Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir."
Bu nevi iman-ı tahkiki ise yalnız akılda durmuyor.
Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki,
şeytanın eli o yerlere yetişemiyor.
Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor."


iman da mertebeler var mıdır?
Nisa suresi 136. ayette

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَىٰ رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي أَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ ۚ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعِيدًا
Ey âmenû olanlar! Allah'a ve O'nun Resûl'üne ve Resûl'üne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Ve kim, Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve yevmil âhiri (sonraki ahir gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalaletle sapmış olur.


diye buyrulmuş;
ey iman edenler iman ediniz
iman edene niçin bir daha inan diye söylenmiş ?
neden inandıklarımıza yeniden inanmamızı söylesin ?
normal kurallara göre bu söz olumsuz
demekki bizim bildiğimiz imanın dışında farklı bir konu var

iman nedir ?
iman; kelime karşılığı inanmak
kalp, ruha bakan kısımda tasdik makamındadır
yani aklın getirdiği veya dışardan gelen hükümleri kalp tasdik eder
bu tasdik iki suretli birşeyi anlamamıza neden olur.

iman iki çeşittir;bir tanesi taklidi ve diğeri tahkiki iman.
taklidi bir şekilde inanmak; anne babamızdan çevremizden gördüğümüz duyduğumuz şekilde,
bak Allah var, tamam var deyip hiç üzerinde durmadan
hiç akıl yürütmeden, incelemeden inanmak demektir,
başkasının imanın taklit etmektir.

bir de, düşünerek irdeleyerek akıl yürütülerek söylenene inanmak var, buna da tahkik deniyor

taklidi iman ve tahkiki iman, imanın iki büyük mertebesi. Ve aralarında muazzam farklılıklar var,
tahkiki iman da kendi içinde üçe ayrılıyor,
ilmel yakin, yani ilim suretiyle
aynel yakin, göz ile görüp tereddütsüz olarak
hakkal yakin, artık onun içinde girip görüp yaşayarak inanmak,


normal bir inanç; taklidi ve tahkiki olarak ikiye ayrılırken irdeleyerek inanmak da
kendi içinde üçe ayrılıyor,
yani imanın bir çok mertebesi vardır,
ve bu iman değişiyor, değişken. ve imana sahip çıkmamız gerekiyor

e peki bu ne işimize yarayacak ?
iman etmişiz zaten niye derecelerini artıralım ?
Resuli Ekrem Aleyhissalatu Vesselam efendimiz buyuruyor ki;
sekerat anında, o ölüm anında şeytan insanın aklına vesveseler verecek,
yani o anda ve her zaman bu imanın muhafaza edilmesi gerekiyor.
iman sabit bir şekilde durmuyor değişebiliyor
şüphe de o imanı tereddüte düşürüyor ..

imanın muhafaza edilmesi için ne yapılması lazım ?
imanımızı aklımızla tasdik etmemiz lazım !
Bediüzzaman hazretleri bunu şöyle açıklıyor,
iman, akıl midesine girdikten sonra
kalbe, ruha, vicdana ve insanda bulunan diğer latifelere sirayet ettirmesi lazım.
çünkü peygamber efendimizin uyarısı; sekerat anında şeytan ancak AKILA vesvese verir diyor, KALBE VİCDANA RUH'a değil.


akla gelen bir vesvese kendisine aklen bir delil bulamazsa
tereddüte düşme ihtimali çok yüksek

mesela bir örnekle durumu açıklayalım,
sizin elinizde bir elma olsa ve ben sizin yanınızda olsam,
o elmayı elinizden alabilirim, imkanattır
elmayı ısırsanız, ağzınızdan da alabilirim
yutsanız, ani bir müdahale ile midenizden de alabiliriz
ama midenize girip parçalandıktan kaybolduktan sonra; artık o elmaya ulaşma ihtimali kaybolmuştur.
işte iman akıl midesinden girip oradan kalbe vicdana ruha ve diğer latifelere dağılınca; artık şeytanın eli oralara uzanmıyor
ve tahkiki iman; bir insanın imanla kabre girmesine sebep oluyor
onun için imanımızı taklitten tahkike geçirmek zorundayız ki, böyle bir tehlikeden kurtulalım ...



Bu iman-ı tahkikinin vusulüne vesile …….
…………..İkinci yol iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle,
bürhanî ve Kur'ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla,
hakkalyakin derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakinle
hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.
Bu ikinci yol Risaletü'n-Nur'un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar.
Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü'n-Nur hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları
gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.


evet, şimdi taklitten tahkike geçiş için bir misal verelim;
bir saksı çiçeği koyalım masamıza ve bu çiçeği birlikte inceleyelim,
yanınızda yoksa bile dışarda herhangi bir yerdeki bir çiçeği düşünebilirsiniz
biz bu çiçeği görüyoruz ve biliyoruz ki bu çiçeği Allah yarattı, bunu kalbimizle söylüyoruz

ama mesela denebilirki,
Allah yarattı diyorsunuz ama, bakın toprak var, hava var, ışık var, su var;
bu çiçeğe etki ediyor görünen dört tane unsur var
peki Allah yaratıyorsa buradaki toprak gibi su gibi unsurların rolü ne?
yani ben su dökmesem çiçek kurur
ama islam literatüründe geçiyor ki hayır bu havanın suyun veya çevrenin, hiçbir şekilde bu çiçeğin oluşumunda etkisi yok?


la ilahe illallah demek ne demek; yani Allah tan başka ilah yoktur demek
ve bu kelime şunu da barındırır;
Allah tan başka şekil veren de yoktur !
la musavvire illa hu
la rezzakı illa hu
la mülevvine illa hu
yani ondan başka renk veren de yoktur !
yani la ilahe ilallah
sadece Allah tan başka ilah yokturu değil;
“bütün görünen bu sistemin Allah'ta başka bir idare ve yapıcısı yoktur” anlamına gelmektedir.

Bütün ESMA-İ HÜSNA'yı kapsar. Yani “LA İLAHE İLLALLAHU” da “İLAHE" kısmı; "LA MUSAVVİRE" "LA MUKADDİRE" ... gibi; bütün esma yı kapsar.


şimdi çiçeğimizi inceleyelim;
malum islamın dışında başka inanışlar da var,
bu çiçek kendi kendine oluyor diyenler de var,
bu çiçeği torak su hava yapıyor diyenler de var,
tabiat kanunları yapıyor diyenler de var.




çiçek başka hiçbir yerden bir tesir almıyor;
  • ya saksının içindeki toprak su ve mineraller
  • veyahut çiçeğin etrafında tabit kanunları denilen hükmeden bu kanunlar
  • ya da çiçeğin içindeki atomlar, yani her maddenin en küçük yapı taşları olan atomlar tanecikler bir araya geliyor ve bu çiçeği meydana getiriyorlar
Allah inancının dışında 3 tane inanç var, bu inançları inceleyelim.
Çünkü biz de bu çiçeğin Allah tarafından yaratıldığına inanıyoruz, tahkik edersek bakalım nasıl olacak

Bu çiçeğin üzerinde gözlenen işlere bakalım;
çiçeğin üzerinde bir renk görüyor muyuz ?
evet
bir şekil görüyor muyuz ?
evet
peki bu çiçeğin kendine has bir kokusu var mı?
evet
3 tane iş var
birincisi şekil, ikincisi koku, üçüncüsü renk

peki bu işleri yapabilmek için ne gibi özellikler lazım? ortada bir iş var ve bu işi yapanı bulacağız;
mesela bu düzenli işler, düzenli şekiller, intizamlı oranlar, ilimsiz, bilmeden yapılabilir mi?
yapılamaz
bir bilgi kesin şart, elimizde şimdi bir özellik var; İLİM
yani böyle bir şekil yapılabilmesi için ilim lazım,
peki, kainatta bir sürü renk var
bu çok renkler arasından iki rengin (çiçek sarı, yapraklar yeşil) buraya konulması bir tercihi gösterir değil mi?
öyleyse bir iradeyi gösterir mi?
kesinlikle,
öyleyse elimizdeki ikinci özellik İRADE olacak
peki sadece bilmek ve tercih etme özellikleri, kuvvet olmadan bir iş yapabilir mi?
KUVVET olmadan iş yapılamaz,
demekki üç sıfat elimizde; böyle bir şekli verebilmek böyle bir rengi oraya yerleştirebilmek, böyle bir işi yapabilmek için İLİM, İRADE ve KUVVET-KEDRET gerekir
.
peki bunlar ölü olan birisinde olabilir mi?
asla ..
öyleyse HAYAT denilen şey başa oturdu;
demek ki, hayat, ilim, irade, kudret özellikleri olacak ki, bu işleri yapabilsin.
şimdi saksının dibinden bir miktar toprak alalım,
bu toprakta mutlak surette 4 özellik olmak zorunda ki bu çiçeğe şekil verebilsin, renkleri o şekilde yerleştirebilsin, koku verebilsin
peki toprakta bir bilgi bir ilim var mı?
yok
toprak bir şeyi irade edebilir mi yani tercih edebilme özelliği var mı?
yok
peki toprak hayat sahibi, şuurlu mu?
değil.
toprak atomlardan bir araya gelmiş bir madde, yani bilim dünyası diyor ki, cansız,
cansız olan bir şeyde, ne ilim olur, ne irade olur, ne kudret olur ..
tamam toprağı eledik, toprak bu çiçeğin şeklini rengini kokusunu veren DEĞİL,
peki döktüğümüz su, su da hayat ilim irade var mı?
yok

peki şuan burada da bulunan hava, ilim irade hayat kudret var mı?
yok
e ne oldu o zaman?
bu havanın, bu toprağın, bu suyun çiçeği yapan olMAdığı KESİN. saksının yapamayacağını da herkes bilir zaten,

peki başka tesir eden var mı ?
yok.. başka hiçbirşey yok. tesir edebilecek başka hiç bir şey yok
peki SADECE toprak hava su güneş ışığı bu çiçeğin üzerinde bir tesir etkisine SAHİPSE; ve bunların çiçeği yapaMAyacağı KESİN olarak ispatlanmışsa,
bu çiçeği kim yapıyor?

öyleyse şu bildiğimiz alemin dışında, ama hayat ilim irade kudret sahibi birisi var ki o bunu yapıyor;

işte O na “Vacibul Vücud” deniliyor; “varlığı zorunlu olan” bir yaratıcı var.
işte islam dünyası bu yaratıcıya ALLAH C.C. isimi ile hitap ediyor, böyle isimm veriyor

evet..
anladıkki bu çiçeği toprak hava güneş su yaratamaz, ilim irade kudret sahibi Allah c.c yaratabilir.
demek ki bu çiçek gibi etrafımız da gördüğümüz bütün çiçekleri, bütün varlıkları da Allah c.c. yaratabilir ve yaratmıştır.

işte bu suretle baktık ve taklit tahkike geçti ..Elhamdulillah ..

akla soru gelebilir,
neden Allah yaratıyor da etrafına toprak hava su gibi etkisi var gibi görünüp ama etkisi olmayan şeyler koyuyor ?
O da şu;
okullarda biliriz öğretmenler bizi test sınavına sokar, mesela 2 kere 2 kaç diye sorarlar ve seçenekler olur
a)1 b)2 c)3 d)4
gibi,
aslında bir tanesi doğrudur ama o doğrunun yanına üç tane de yanlış koymuştur ki; çalışanla çalışmayan bilenle bilmeyen ayırt edilsin diye,

işte imtihan için şu dünyaya gelen insanlara
Cenab-ı Hak soruyor;
"bu çiçeği ki yarattı??"

Aklını çalıştırmayıp direkt olarak hükmedenler,
bakıyorlar toprak yapıyor diyorlar
su yapıyor diyorlar
veya tabiat bir araya gelip yapıyorlar diyorlar
peki bu suretle olacağına düşünüp cevabı işaretleyenler ne oluyorlar
yanlış bir şıkkı işaretlemiş oluyorlar ..
ama aklını kullanıp düşünen ve Allah'ı bulan kişi doğru şıkkı işaretlemiş oluyor.
işte Risale-i Nur bize, taklidi imandan tahkiki imana geçmemiz için sunulmuş bir lütuftur ..



Risale-i Nur talebelerinin hasları olan
sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime
bugünlerde vuku bulan bir hadise münasebetiyle beyan ediyorum ki,
Risaletü'n-Nur hakaik-i İslamiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.
Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki,
imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu
Risaletü'n-Nur'dadır.
Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü'n-Nur
o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder.



Rabbim en yüksek derecelerde istifade etmeyi nasip etsin ..

subhanekela ilmelena illama allemtena inneke entel alimul hekim ve ağiru davahum enilhamdulillahi rabbil alemin, el-fatiha.


- nurmektebi'nden faydalanılmıştır -
 

zxy

Yeni Üye
bediüzzaman hz küfrün esmai ilahiyeye karşı büyük bir cinayet olduğunu ve cehennemi iktiza ettiğini söylüyor ama aklıma takıldı kafirler işin bu kadar ciddiyetinde midir bilmiyorum yani kainata karşı Allahı tesbih eden varlıklara karşı haksızlık olduğunu bilip buna rağmen mi hala küfürde inat ediyorlar bu haksızlığın farkında değiller niye bu kadar büyük bir cezaya mahkum oluyorlar Allah razı olsun Allahın hikmetinden sual olunmaz ama aklımı tatmin etmek istedim şeytanı susturmak için
 

doruk

Active member
zxy kardeş onüçüncü lem'a da benzer bir soruya şöyle bir cevab var;

İşte, sair risalelerde imtinâ derecesinde suubetli ve müşkilâtlı gösterilen küfür ve dalâlet bu kısımdır ki, zerre miktar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır. Hem bu yol, risalelerde kat'î ispat edildiği gibi, o kadar dehşetli elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki, zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.
Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?
Elcevap: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle mütesellî oluyorlar.

yine onüçüncü mektupta aşağıdaki gibi bir ifade var;

İşte, o bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır.
küfre düşmüş insanlar, nefs-i emmare ve ins ve cinni şeytanların tahrikleriyle, nerede nasıl bir çukurda oldukları göremedikleri,
akıbeti tahayyül edemedikleri için, girdikleri çukurdan çıkmaya çabalamıyorlar,
veya çıkmaya çalışıyor ama çıkmaya yol bulamıyor

bu sebebledir ki, nur mesleğinin temel prensiblerinden birisi olan şefkat ile, ve müdakkik nazarlarla bu kişilere yaklaşılır,ulaşılırsa, belki bir çoğunun hidayete ulaşmasına vesile olunabilir ..


 
Üst