"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş,
Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş"
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
Bir güzel insanı ziyaret ettik, “nur gibi parlayan” deyiminin karanlık kaldığı...Ellerini tuttuğumuzda Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş"
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
“pamuk gibi” benzetmesinin az geldiği bir insan...
Hali, hareketi, bakışları, ikramı, misafirperverliği ile “Bakırdan gönülleri, altına çevirenler” sınıfından bir insan... “Nasılsınız?” diye sorması bile alışılagelmişin dışında olan bir insan...
“Ellerinizden öperiz.” denildiğinde “Öpülecek el olsa kendim öperdim.” diyen tevazu ehli bir insan...
Hacı Hasan Efendimiz (k.s) “Sizi pek sever, sizden bahsederdi.” denildiğinde, “Hep o muhabbetlerle yaşıyoruz.” diyen ehl-i hâl bir insan..
“Habersiz ve elimiz boş geldik, özür dileriz.” denildiğinde, “Dosta habersiz, dosta çıplak gidilir.” diyerek, ardından “Kudümünle müşerref kıl, habersiz gel” mısrasını hatırlatan bir insan...
İşte Bandırmalı Ali Efendi’nin sohbetinden aklımızda kalanlar.
“Yaşlı insan çocuk gibidir, muhabbet ve şefkat ister, okşansın, kucağında taşınsın ister.
Yaşlı insanın kusuruna bakılmaz. Refleksleri kaybolmuştur. Bir kaşığa bile uzanmak meseledir.” diyerek güzel bir prensip hatırlatıyor bize: “Yaşlı insan kafir de olsa tâ’zim edin...
Yaşımız 83 oldu, yaşımıza göre iyiyiz, Allah sabrından, şükranından ayırmasın” duasını yapıyor.
İNSANLARA İMAN’I NAZAR İLE BAKALIM
İnsanlarla ilişkilerimizi yeniden düşünüp, taşınmamızı gerektirdiğine inandığım bir hatırasını aktardı bize. Mütevazı ve yumuşak konuşmasını dinlerken şaşırıyor, hayretler içinde kalıyor ve kendimize pay çıkarmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da anlattıklarını not almaya gayret gösteriyoruz.
“Çok seneler önceydi. Bir rüya gördüm. Kasatlar köyünün papazı imiş bir adam görüyorum. “Ali Efendi! Sizden bir istirhamım var. Ben Vasil’in babasıyım, benim mezarımı alıp İslam mezarlığına taşıyınız lütfen. Ben dinimi izhar etmedim. Onların ameli, benim esasıma tesir etmedi.” Sonra rüyamda mezarlığa gidiyorum, kabri açtığımda bir de ne göreyim; ab-ı hayat gibi sular çıkıyor, ceset nurlu ve çürümemiş bir halde... Uyandım, acaba bunlar gerçek mi diye araştırdım ki, bu papaz gerçekten Kasatlar köyünde imiş, hal üzere, halvette, Türkleri seven, kendisine gelen hastaların şifâyab olduğu bir insanmış. Oğlu Vasil’i buldum. “Sana bir şey anlatacağım, inanmazsan senin mukaddes usullerine göre yemin edebilirim.” dedim.
“Olur mu Ali Efendi! Ben seni tanıyorum. Sen emin bir insansın, kitaba el basmaya, yemin etmeye gerek yok.” dedi. Olayı anlatınca bir feryat!
“Ben size demedim mi, babam müslümandı, bana inanmadınız...” diyerek feryat ediyor, çıldırıyor. Hepimizin pür dikkat dinlediği Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra “Bütün insanlara iman-ı nazar ile bakmalıyız. İnsan papaz gibi yaşar, papaz gibi görünür, ama müslüman ölür. Barlardaki kadınları bilirim, hiçbiri halinden memnun değildir, hepsi “Ahh...” der. Onun için yalnız şefkat, yalnız merhamet...”
HERŞEY BİR “Ahh!!” DEMEKTEN İBARET
“Bir Nurettin vardı.” diyor, sonra devamla... İspirto içerdi, birgün kendisine, “Nurettin çok bunaldım, istiğfar edeceğim, gel sen de gönülden istiğfar et.” “Ahh!...” dedi, pişmanlığın binlercesini ifade edercesine... “Nezaketinizi anlıyorum, niyetinizi biliyorum, siz benim ahlakımı da, şarabımı da, içkimi de biliyordunuz, ama bana göstermediniz.” dedi. (Meğer Ali Efendi, Nurettin sarhoş olduğunda onu faytonla, fayton yoksa sırtında, evine annesine kadar teslim eder ve annesine de söylememesi için yemin ettirirmiş.) Ben annemden zorlama ile beni eve kimin getirdiğini öğrendim. “Aman Nurettin ne olur sus! Allah beni affetmez, günahını varsa bana ver.” dediğimde başka alemlere daldı. “Buyurun, buyurun” dedi. Meğer Cebrail (a.s), Mikail (a.s) ve İsrafil (a.s)’i davet ediyormuş, ardından “Buyur ya Resülullah...” dedi ve O’nun kollarında ruhunu teslim etti.
Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra hepimizin gözyaşları özgürlüğüne kavuştu. Kendisi biraz durakladı ve “Herşey bir Ahh!...” demekten ibaret.” diyerek Ali Haydar Efendi’nin “Buraya kadar (eliyle boğazını göstererek) mülemma olan bize gelsin, bizim günahsızlarla işimiz yok. Allah bir şeyi, bir kişiye bela eder, onunla bin kişiyi imtihan eder.” sözlerini ekledi.
EN ZAYIFA, EN BÜYÜK TA’ZİM
“Birgün dükkanda idim, bir adam geldi, Türkiye dışından bir yabancı olduğu anlaşılıyordu. Dükkandaki ebrulara, hatlara dikkatle baktığını fark ettim.
İslam’a muhabbeti var ama neden olduğunu bilmiyor, içimden ona hediye vermek geçti, seccade, havlu, mendil, çorap gibi hediyeler koydum, içine kartımı da yerleştirdim.
Ama bunları Ali Haydar Efendi’nin bana verdiği gömleğe sardım, paketi kendisine verdim. İki ay sonra ABD’den uzun bir mektup geldi.
“Ben filanca tarihte gelmiştim, hediyeler vermiştiniz, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Verdiğiniz paketi açtıkça acayip bir haller oldu, ben ve ailem müslüman olduk. Buradaki müslümanlarla irtibata geçtik.” “Demek ki kardeşlerim, en zayıfa, en büyük ta’zim” diyor Ali Efendi daha sonra...
Ulema-i Kiram ilme rağbet edenin, halka karşı insaf merhametle hareket etmek hususunda idraki artar buyurmuşlar. Bizim de rağbetimiz bu yönde olmalı, Allah’ın abes hiçbir şey yaratmadığını unutmayarak her şeye iman-ı nazar ile bakmalıyız.
Nurettin gibi bir insan hayatın içinde neler görüyor, ölürken de yukarıda anlattığımız gibi ölüyor. İnsanlar papaz gibi görünüyor. Ama müslüman ölüyor. Hristiyan gözüküyor. Daha sonra hayatı müslümanlaşıyor.
Unutmayalım ki, Allah’ın emirlerine ta’zim etmek ve Allah’ın mahlukatına şefkat önemli bir düsturdur ve Vesile-i Saadettir.
Evinden ayrılırken yine ikramda bulundu, merdivenlere kadar bize eşlik etti. Tevazusunu gördükçe Sadi’nin: “Akıllı kişiler tevazu eder Zira meyveli ağaçlar dallarını eğer.” Beyitini hatırlamamak mümkün değil doğrusu. Bizlerse geride yalnızca gözyaşlarımızı bırakıyor ve; “Birkaç damla bıraktım gidiyorum, Kuru kalmış gönlüme bir müjdem var şimdi Gözyaşı filizini yeşerttim gidiyorum” diyerek yolumuza koyuluyoruz.
Allah (cc) bizleri kendine itaatli kullarından eylesin ve sevdiklerinin nurlu yolundan ayırmasın...
Bandırmalı Ali Amcanın anısına...
Ali Efendi hazretleri bir efsane idi. Ricalullahtandı, ehlullahtandı... Kesinlikle iddia ederim, iyi Müslüman, iyi insandı. Aynı zamanda iyi vatandaştı. Kimsenin kalbini kırmamıştır, kendisine kötülük edenlere iyilik etmiştir.O gizli bir hazine idi. İyi taraflarını göstermez, bildirmezdi.
Din-i Mübin-i İslâm’a sımsıkı bağlıydı. Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye’ye mütemessik idi. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin sünnetini hayata uygulardı. Halim ve selim bir tabiata sahipti.
O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.
Rakik bir kalbi vardı, edib ve nezih bir kimseydi. İflâh olmaz muannid ve harbî kâfirler dışında hiçbir insanı hor görmezdi. Daima güler yüzlü idi. Kâmil olduğu için en mütevâzı o idi.
Kendileri hakkında min gayri haddin çok hüsn-i zan etmekteyim. İnşaallah hayat imtihanını başarılı bir şekilde vermiş ve Dar-ı Hesab ve Ceza’ya mutlu bir şekilde gitmiştir..
(M.Şevket Eygi)
Her âdem bir âlem. İşte bir âlem daha dünya ufkundan gaib oldu, bir başka semada doğmak üzere... Mazanne-i Kiramdan Bandırmalı Ali Öztaylan Efendi hazretleri 95 yıllık ömrünün sayılı
nefeslerini tamamladı ve ebediyet yurduna göç etti.
İnşaallah mekân-ı Cennet olsun, Cennet’te Resulullah efendimize (s.a.v.)komşu olsun..
Şimdi senin için konsun pervazlara Güvercinler;
hu hulara karışsın Âminler, Gelin ey Fatihalar, Yasinler!