Vesile-i Saadet Bandırmalı Ali Amca

hulusi

Well-known member
24114d1177072980t-sultan-ahmed-mosque-sultanahmed-mosque-jpg


"Padişahı âlem olmak bir kuru dâvâ imiş,
Bir mürşide bende olmak her şeyden âlâ imiş"


O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.

Bir güzel insanı ziyaret ettik, “nur gibi parlayan” deyiminin karanlık kaldığı...Ellerini tuttuğumuzda
“pamuk gibi” benzetmesinin az geldiği bir insan...
Hali, hareketi, bakışları, ikramı, misafirperverliği ile “Bakırdan gönülleri, altına çevirenler” sınıfından bir insan... “Nasılsınız?” diye sorması bile alışılagelmişin dışında olan bir insan...
“Ellerinizden öperiz.” denildiğinde “Öpülecek el olsa kendim öperdim.” diyen tevazu ehli bir insan...
Hacı Hasan Efendimiz (k.s) “Sizi pek sever, sizden bahsederdi.” denildiğinde, “Hep o muhabbetlerle yaşıyoruz.” diyen ehl-i hâl bir insan..
“Habersiz ve elimiz boş geldik, özür dileriz.” denildiğinde, “Dosta habersiz, dosta çıplak gidilir.” diyerek, ardından “Kudümünle müşerref kıl, habersiz gel” mısrasını hatırlatan bir insan...
İşte Bandırmalı Ali Efendi’nin sohbetinden aklımızda kalanlar.

“Yaşlı insan çocuk gibidir, muhabbet ve şefkat ister, okşansın, kucağında taşınsın ister.

Yaşlı insanın kusuruna bakılmaz. Refleksleri kaybolmuştur. Bir kaşığa bile uzanmak meseledir.” diyerek güzel bir prensip hatırlatıyor bize: “Yaşlı insan kafir de olsa tâ’zim edin...
Yaşımız 83 oldu, yaşımıza göre iyiyiz, Allah sabrından, şükranından ayırmasın” duasını yapıyor.

İNSANLARA İMAN’I NAZAR İLE BAKALIM

İnsanlarla ilişkilerimizi yeniden düşünüp, taşınmamızı gerektirdiğine inandığım bir hatırasını aktardı bize. Mütevazı ve yumuşak konuşmasını dinlerken şaşırıyor, hayretler içinde kalıyor ve kendimize pay çıkarmaya çalışıyoruz. Bir taraftan da anlattıklarını not almaya gayret gösteriyoruz.

“Çok seneler önceydi. Bir rüya gördüm. Kasatlar köyünün papazı imiş bir adam görüyorum. “Ali Efendi! Sizden bir istirhamım var. Ben Vasil’in babasıyım, benim mezarımı alıp İslam mezarlığına taşıyınız lütfen. Ben dinimi izhar etmedim. Onların ameli, benim esasıma tesir etmedi.” Sonra rüyamda mezarlığa gidiyorum, kabri açtığımda bir de ne göreyim; ab-ı hayat gibi sular çıkıyor, ceset nurlu ve çürümemiş bir halde... Uyandım, acaba bunlar gerçek mi diye araştırdım ki, bu papaz gerçekten Kasatlar köyünde imiş, hal üzere, halvette, Türkleri seven, kendisine gelen hastaların şifâyab olduğu bir insanmış. Oğlu Vasil’i buldum. “Sana bir şey anlatacağım, inanmazsan senin mukaddes usullerine göre yemin edebilirim.” dedim.

“Olur mu Ali Efendi! Ben seni tanıyorum. Sen emin bir insansın, kitaba el basmaya, yemin etmeye gerek yok.” dedi. Olayı anlatınca bir feryat!

“Ben size demedim mi, babam müslümandı, bana inanmadınız...” diyerek feryat ediyor, çıldırıyor. Hepimizin pür dikkat dinlediği Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra “Bütün insanlara iman-ı nazar ile bakmalıyız. İnsan papaz gibi yaşar, papaz gibi görünür, ama müslüman ölür. Barlardaki kadınları bilirim, hiçbiri halinden memnun değildir, hepsi “Ahh...” der. Onun için yalnız şefkat, yalnız merhamet...”

HERŞEY BİR “Ahh!!” DEMEKTEN İBARET

“Bir Nurettin vardı.” diyor, sonra devamla... İspirto içerdi, birgün kendisine, “Nurettin çok bunaldım, istiğfar edeceğim, gel sen de gönülden istiğfar et.” “Ahh!...” dedi, pişmanlığın binlercesini ifade edercesine... “Nezaketinizi anlıyorum, niyetinizi biliyorum, siz benim ahlakımı da, şarabımı da, içkimi de biliyordunuz, ama bana göstermediniz.” dedi. (Meğer Ali Efendi, Nurettin sarhoş olduğunda onu faytonla, fayton yoksa sırtında, evine annesine kadar teslim eder ve annesine de söylememesi için yemin ettirirmiş.) Ben annemden zorlama ile beni eve kimin getirdiğini öğrendim. “Aman Nurettin ne olur sus! Allah beni affetmez, günahını varsa bana ver.” dediğimde başka alemlere daldı. “Buyurun, buyurun” dedi. Meğer Cebrail (a.s), Mikail (a.s) ve İsrafil (a.s)’i davet ediyormuş, ardından “Buyur ya Resülullah...” dedi ve O’nun kollarında ruhunu teslim etti.

Ali Efendi bu olayı anlattıktan sonra hepimizin gözyaşları özgürlüğüne kavuştu. Kendisi biraz durakladı ve “Herşey bir Ahh!...” demekten ibaret.” diyerek Ali Haydar Efendi’nin “Buraya kadar (eliyle boğazını göstererek) mülemma olan bize gelsin, bizim günahsızlarla işimiz yok. Allah bir şeyi, bir kişiye bela eder, onunla bin kişiyi imtihan eder.” sözlerini ekledi.

EN ZAYIFA, EN BÜYÜK TA’ZİM

“Birgün dükkanda idim, bir adam geldi, Türkiye dışından bir yabancı olduğu anlaşılıyordu. Dükkandaki ebrulara, hatlara dikkatle baktığını fark ettim.

İslam’a muhabbeti var ama neden olduğunu bilmiyor, içimden ona hediye vermek geçti, seccade, havlu, mendil, çorap gibi hediyeler koydum, içine kartımı da yerleştirdim.
Ama bunları Ali Haydar Efendi’nin bana verdiği gömleğe sardım, paketi kendisine verdim. İki ay sonra ABD’den uzun bir mektup geldi.

“Ben filanca tarihte gelmiştim, hediyeler vermiştiniz, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Verdiğiniz paketi açtıkça acayip bir haller oldu, ben ve ailem müslüman olduk. Buradaki müslümanlarla irtibata geçtik.” “Demek ki kardeşlerim, en zayıfa, en büyük ta’zim” diyor Ali Efendi daha sonra...

Ulema-i Kiram ilme rağbet edenin, halka karşı insaf merhametle hareket etmek hususunda idraki artar buyurmuşlar. Bizim de rağbetimiz bu yönde olmalı, Allah’ın abes hiçbir şey yaratmadığını unutmayarak her şeye iman-ı nazar ile bakmalıyız.

Nurettin gibi bir insan hayatın içinde neler görüyor, ölürken de yukarıda anlattığımız gibi ölüyor. İnsanlar papaz gibi görünüyor. Ama müslüman ölüyor. Hristiyan gözüküyor. Daha sonra hayatı müslümanlaşıyor.

Unutmayalım ki, Allah’ın emirlerine ta’zim etmek ve Allah’ın mahlukatına şefkat önemli bir düsturdur ve Vesile-i Saadettir.

Evinden ayrılırken yine ikramda bulundu, merdivenlere kadar bize eşlik etti. Tevazusunu gördükçe Sadi’nin: “Akıllı kişiler tevazu eder Zira meyveli ağaçlar dallarını eğer.” Beyitini hatırlamamak mümkün değil doğrusu. Bizlerse geride yalnızca gözyaşlarımızı bırakıyor ve; “Birkaç damla bıraktım gidiyorum, Kuru kalmış gönlüme bir müjdem var şimdi Gözyaşı filizini yeşerttim gidiyorum” diyerek yolumuza koyuluyoruz.

Allah (cc) bizleri kendine itaatli kullarından eylesin ve sevdiklerinin nurlu yolundan ayırmasın...


Bandırmalı Ali Amcanın anısına...


Ali Efendi hazretleri bir efsane idi. Ricalullahtandı, ehlullahtandı... Kesinlikle iddia ederim, iyi Müslüman, iyi insandı. Aynı zamanda iyi vatandaştı. Kimsenin kalbini kırmamıştır, kendisine kötülük edenlere iyilik etmiştir.O gizli bir hazine idi. İyi taraflarını göstermez, bildirmezdi.

Din-i Mübin-i İslâm’a sımsıkı bağlıydı. Şeriat-ı Garra-yı Ahmediyye’ye mütemessik idi. Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin sünnetini hayata uygulardı. Halim ve selim bir tabiata sahipti.

O bir muhabbet fedaisi idi. Temiz kalbinde husumete yer yoktu.

Rakik bir kalbi vardı, edib ve nezih bir kimseydi. İflâh olmaz muannid ve harbî kâfirler dışında hiçbir insanı hor görmezdi. Daima güler yüzlü idi. Kâmil olduğu için en mütevâzı o idi.

Kendileri hakkında min gayri haddin çok hüsn-i zan etmekteyim. İnşaallah hayat imtihanını başarılı bir şekilde vermiş ve Dar-ı Hesab ve Ceza’ya mutlu bir şekilde gitmiştir..
(M.Şevket Eygi)

Her âdem bir âlem. İşte bir âlem daha dünya ufkundan gaib oldu, bir başka semada doğmak üzere... Mazanne-i Kiramdan Bandırmalı Ali Öztaylan Efendi hazretleri 95 yıllık ömrünün sayılı
nefeslerini tamamladı ve ebediyet yurduna göç etti.

İnşaallah mekân-ı Cennet olsun, Cennet’te Resulullah efendimize (s.a.v.)komşu olsun..
Şimdi senin için konsun pervazlara Güvercinler;
hu hulara karışsın Âminler, Gelin ey Fatihalar, Yasinler!
 

hüdai

Member
Bandırmalı Tatlıcı Ali Öztaylan Efendi
Dr. Necdet Tosun
1331 (1913 veya 1914) Üsküp’te doğmuş, küçük yaşta Bandırma’ya yerleşmiş gönül ehli bir insandı Ali Öztaylan, yakınlarının deyimiyle Tatlıcı Ali Ağabey. Zâhirî tahsil îtibâriyle ilkokul mezunu. Bandırma’da kurduğu tatlıcı dükkanı ile geçimini temin etmiş. Ancak gençliğinde vakit buldukça İstanbul’a gidip zamanın önde gelen ilim, sanat ve tasavvuf erbâbı ile tanışmış, sohbetlerinden istifâde edip feyz almıştır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî sohbetlerine iştirâk etmiş, kendisiyle dost olmuş, hattâ Tâhirü’l-Mevlevî Divan’ının ikinci cildinden bir nüsha kendisine hediye ederken iç kapağa Ali Efendi için şu ithaf şiirini yazmıştır:
Sene 1949; bir müslüman Sütevi sahibi Ali Öztaylan:
Sana sâlık verdim ey din kardeşi,
Hakîkat Ali’nin bulunmaz eşi,
Allah ve Rasûlü’ne sâdık bir bende,
Onların aşkıyla vücûdu zinde,
Fazîlet severlik olmuştur yolu,
Hulâsa Allah’ın sâfî bir kulu,
Benim de mânevî evlâdımdır o,
Bâis-i sürûr-i fuâdımdır o,
Olsun diyerek bir tuhfe-i edeb,
Yazdırdı birinci Dîvân’ımı hep,
İstedi yazdırmak ikinciyi de,
Şu nüsha o yüzden geldi vücûde,
Allah salâhını müzdâd eylesin,
Kalbini nur ile âbâd eylesin,
Benden ona karşı şükrân-ı duâ,
Kabul eyler elbet Cenâb-ı Hüdâ,
Duâsı böyledir Tâhir Olgun’un,
Allah onu dâim eylesin memnûn.
Ali Efendi gençliğinde Nakşbendî meşâyıhından Ali Haydar Efendi’ye intisap ile mürîdi olmuş. Kendi ifâdesine göre, Ali Haydar Efendi bir defasında Ali Efendi’ye: Oğlum, Tâhiru’l-Mevlevî sizin için Divan’ında bir şiir yazmış, şiirde isminiz de geçiyor, o Divan şu raftaki kitap olsa gerek, verir misiniz? deyince Tatlıcı Ali Efendi bir taraftan raftaki kitabı alırken bir taraftan da: Acaba efendi hazretleri hem Nakşî hem Mevlevî meşreb olunur mu? diyerek beni azarlayacak mı, diye endişe etmiş. Ancak Ali Haydar Efendi kitaptaki o şiiri bulup okuduktan sonra: Tâhirü’l-Mevlevî benim hapis arkadaşımdır. (İskilipli Âtıf Efendi’nin şapka muhâkemesi döneminde aynı hücrede kalmışlar). Çok kıymetli, muhterem bir insandır. Böyle bir zâtın muhabbetini kazanmış olmanız büyük bir saadettir, diyerek iltifat etmiştir.
Ali Haydar Efendi’nin vefâtından sonra şeyhinin mânevî işâretiyle Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’ye intisap eden Tatlıcı Ali Efendi Prof. Süheyl Ünver, Sâmiha Ayverdi, Hasan Basri Çantay ve Neyzen Tevfik’in de husûsî dostu olmuştur. Neyzen Tevfik, bir gün Prof. Dr. Fuad Köprülü gibi seçkin ilim adamlarının da bulunduğu bir mecliste mûsikî ve ney hakkında uzun ve ilmî bir sohbet yapıp ney üfledikten sonra: Bu benim son ney üfleyişim, demiş, ardından Ali Efendi’ye: Benim cenâze namazımı sen kıldıracaksın, diye vasiyet etmiştir. Ali Efendi: Benim tahsilim yok, dediyse de kabul ettirememiş. Bir hafta kadar sonra da vefât etmiş ve cenazesini Ali Efendi kıldırmış.
Ali Efendi, kendi anlattığına göre, gençliğinde insanları irşâd edebilmek, onlarla diyalog kurabilmek için bâzen meyhânelere gider, orada ayran içer ve insanlarla konuşurmuş. Şöyle anlatıyor: Dükkanımızda tatlı ve pasta sattığımız için akşam geç saate kadar çalışır, sonra dükkan temizliği yapıp eve giderdik. Yolda meyhanelerin bol olduğu sokağa uğrar, o geç saatte sarhoş olup kalan var mı diye bakardık. O saate kadar meyhanede kalan kişi ya faturayı ödeyecek parası olmadığı için meyhaneciden korkan, ya da evdeki hanımından fırça yiyeceğini düşünüp korkan kişidir. Biz bunların borcunu öderdik. Ancak adam ayakta zor durduğu için bir fayton çevirir, faytoncuya onu evine götürmesini söyleyip yol parasını verirdik. Ayrıca sarhoş olan adama bizim dükkandan bir paket höşmerim tatlısı sarıp verir: “Bunu hanımına ver de sana kızmasın” derdik.
Ali Efendi’nin insanlara karşı olan bu şefkat, merhamet ve hoşgörüsü meyvelerini vermiş, onun bu olgun tavrından etkilenen bazı kimseler içkiyi zamanla bırakıp doğru yolu bulmuşlardır.
Bir defasında telefon numarasını yanlış çevirip Ali Efendi’nin tatlıcı dükkanını ticari taksi durağı zannederek bir taksi isteyen kişiye Ali Efendi’nin “yanlış numara” demek yerine “pekiyi efendim, hemen taksiniz geliyor, adresinizi alayım” dediği, bir taksi bularak adrese gönderdiği, ücretini de kendisinin ödediği anlatılır.
Ali Efendi dînî bayramlarda ve kandil gecelerinde umumhâneleri (genelevleri) ziyâret eder, oradaki kadınlara hediyeler götürürmüş. Günah işleyen kişi İslâmiyet’ten çıkmış olmaz, sadece günahkâr müslüman olur. Ali Efendi o kadınlara önce insan olarak değer verir, sonra dînî bir kandil ya da bayram vesilesiyle hediye vererek gönüllerindeki İslâm nûrunu tekrar hatırlatmaya çalışırdı. Oradaki kadınların hiç birinin hayatından memnun olmadığını ve kalplerinin mahzûn olduğunu söylerdi. Ali Efendi günahkâr müslümanlara ve hattâ müslüman olmayan insanlara hoşgörüyle bakar, onların âhir-i ömürlerinde tevbe edip sâlih bir insan olarak âhirete göçebileceklerini düşünürdü. Ancak İslâmiyete düşman olanlara karşı müsâmahası yoktu.
Tek parti döneminde büyük sıkıntılar görmüş Ali Efendi. Tatlıcı dükkanında Fâtih Sultan Mehmed’in resmi ve besmele, hilye gibi levhalar bulundurduğu için “Osmanlı muhibbi” olmakla, “harf inkılâbına muhâlefet etmekle” suçlanmış. Evi uzun süre gözetim altında tutulmuş, sabah namazına kalkıp evinde lambayı yakınca niçin lambayı yaktığı sorulmuş, kendi evinde sabah namazı kıldığı için azarlanmış, o da “çocuğum hasta idi, ona ilaç vermek için lambayı yaktım”, demek zorunda kalmıştır. Evindeki dînî kitaplara, özellikle Osmanlıca eserlerin çoğuna, yapılan baskınlarda el konmuş ve bir daha iâde edilmemiştir.
Anlattığına göre, Behçet Kemal Çağlar konferansta bir konuşma yapmak için Bandırma’ya geldiğinde Ali Efendi’nin dükkanındaki Osmanlı’ya dâir resim ve bazı hat yazılarını görünce: Buranın sâhibi Osmanlı hayrânı gâlibâ, şununla bir tanışalım, demiş. Ali efendi’nin evine telefon açılmış ve Behçet Kemal’in bir grup muallim arkadaşıyla ziyârete gelmek istediği söylenmiş. Ali Efendi bir saat sonra gelebileceklerini söylemiş. Ancak içinde bazı endişeler de varmış. Gusül abdesti alıp beklemeye başlamış. Misâfirler gelip izzet ikrâm yapılmış. Ali Efendinin endişe ettiği gibi hakâretâmîz sözler de sarfedilmemiş, sohbete saygılı bir üslup hâkimmiş. Derken Ali Efendi: Behçet Kemal Bey! Fakîr, ilk mektebi zor bitirmiş tahsili nâkıs bir insanım. Ancak zât-ı âlînizin birkaç şiiri hâfızamdadır. Onuncu yıl marşı isimli bir şiirinizde “On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” diyorsunuz. Bu ifâdeyi keşke yarattık değil de yetiştirdik deseydiniz. Yaratmak Allah’a mahsustur. Bu sözünüz gayretullaha dokunabilir, demiş. Behçet Kemal: Bu mevzûyu kapatalım, demiş, ancak bu cümleyi yaklaşık on kez tekrarlamış ve yarı cinnet hâlinde yere yuvarlanmış. Yere çarpmanın tesiriyle ağzından burnundan kanlar gelmiş. Arkadaşları onu götürmüşler. Ancak bu yarı cinnet hâli geçmemiş ve on gün kadar sonra ölmüş.
Ali Efendi, Menderes’in Demokrat Partisi’nin iktidar olduğu dönemde Ankara’ya gidip bir hafta orada kalmış, nazı geçen siyâsîlere ricâlarda bulunmuş ve Mezarlıklar Kânunu’nun çıkmasını sağlamıştır. Zîrâ bu kânun çıkmadan önce Osmanlı yâdigârı kitâbeleri olan, ilim, târih ve sanat değeri olan mezar taşları kırılıp ufalanarak mıcır yapılıyormuş. Bu kânunun çıkmasından sonra Merkez Efendi, Sümbül Efendi gibi birçok meşâyıhın rûhâniyetinin âlem-i mânâda gelerek kendisini tebrîk ettiklerini söylerdi Ali Efendi.
Ali Efendi’nin en çok sevdiği kişilerden biri Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi tasavvuf hocası merhûm Yrd. Doç. Dr. Selçuk Eraydın idi. “Selçuk vefât edince sanki vücudumun yarısı öldü” derdi. Selçuk bey İstanbul’da bir kandil akşamı vaazdan dönerken trafik kazası geçirip hayatını kaybedince aynı anda Bandırma’da evinde bulunan Ali Efendi “Selçuk şehid oldu” diye mânen bir ses duyduğunu, bundan bir saat sonra telefonla Selçuk beyin kızının arayıp babasının vefâtını haber verdiğini anlatırdı.
Ali Efendi torunu yaşındaki insanların elini öper, son yıllarında yaşlı ve ayakları rahatsız olmasına rağmen değneklere dayanarak bütün misâfirlerini kapıya kadar bizzat uğurlardı. Sohbetlerine nezâket ve tatlı bir Osmanlı üslûbu hâkimdi. Uyduruk Türkçe kelimeler kullanmazdı. Bütün hareketlerinde edeb ve kibarlık vardı. Tam bir Osmanlı efendisi idi.
Ve bu Osmanlı efendisi 4 Ağustos 2008 Pazartesi günü Hakk’ın rahmetine kavuştu. Özellikle Selçuk beyden bahsederken “Dostlarımın çoğu öbür âleme gitti, bedenim artık bana ağır geliyor” derdi. Şimdi Mevlâsına, dostlarına ve Selçuk beyine kavuştu. 6 Ağustos 2008 günü Bandırma’daki Tekke Câmii avlusunda bulunan hazîreye defnedildi. Mekânı Cennet olsun! Rûhu için el-Fâtiha.
Kur’ân-I Kerim Sayfaları Yollarda Uçuşuyordu
Altınoluk Dergisinin 148. sayısında Merhum Ali Öztaylan Efendi ile “Her Şeyi Latif Görmeli” başlığıyla bir mülakat yayınlanmıştı. Bir gönül insanının, zengin hatıralarıyla dolu tadına doyulmaz mülakat o günlerde oldukça ilgi görmüştü. 1998 yılının Haziran ayında yayınlanan o sobbetten kısa bazı bölümleri yeniden sunuyoruz. Bu vesileyle Mermuh Ali Öztaylan Efendi için fatihalar okuyor, fatihalar temenni ediyoruz.
* Çocuk yaşlarından itibaren kitaplara ve okumaya karşı derin bir muhabbetim vardı. Okumak, yazmak, udebâyı, meşâyıhı, şuarâyı tanımayı çok arzulardım. Allah'a hamd olsun dönemimizin pek çok mümtaz şahsiyetlerini tanımayı Rabbim fakire nasip etti. Hakkari'den Şeyh Selim Efendi'den tutun da Edirne'den Ragıp Efendi'ye kadar Kâdirî, Mevlevî, Nakşî bir çok meşâyıhı ve üdebâyı tanıma fırsatı buldum...
* Kur'an-ı Kerim tahsilimi o yasaklı dönemde camide mum ışığında Hoca Zekeriyya Efendiden aldım. Akşamla yatsı namazları arasında gizli gizli bir şeyler öğrenmeye çalışırdık. Hatta bir gün birileri hoca Kur'an öğretiyor diye ihbar etmişler. Tabii bu gibi durumlara karşı sürekli tedbirli olurduk. Ayakkabı giymezdik. Cami içerisinde iki tane büyük dolap vardı. Jandarma camiye baskın yapınca bizler hemen dolap içerisine girdik. Mumları da sakladık. Dolaplara bakmak akıllarına gelmedi de öylece kurtulduk jandarmanın elinden...
* Bir gün İstanbul'da Babiâli yokuşundan İstanbul kütüphanesine gidiyordum. Baktım Kur'an-ı Kerim sayfaları yollarda uçuşuyor, bütün Babıâli yolunu doldurmuş durumda. Arabaların tekerleri altında çiğneniyordu. Gerçekten son derece hazin bir görüntü vardı. Orada iş yeri olan Eşref Bey'e uğradım. Nedir böyle diye ona sordum... Meğer Maarif kütüphanesi sahibi Acem Naci Bey bir Kur'an-ı Kerim neşretmiş, arkasına da dört sayfa elif-ba koydurmuş. Bunu görmüşler daha ciltlenmeden matbaaya baskın düzenlemişler ve bütün Kur'an-ı Kerimlere el koymuşlar. Çöp kamyonlarına doldurup yakmaya götürüyorlarmış, çöp arabalarına yüklenirken rüzgârın etkisiyle Kuran sayfaları yollara dağılmış.
***
* Her şeyi lâtif görmekte fayda var. Her şeye Muhammedî bir gözle bakacaksın. "Ben ne küfrü teftişe memurum, ne hayrı tespite memurum" diyerek herkese karşı hüsnü zan üzere olmak gerek. Hiç kimse hakkında su-i zanda bulunmamak lâzım. Filanca şahıs şöyle kötü böyle kötü diye konuşmamak lâzım. Ne mâlum beş dakika sonra tüm kötü huylarından kurtulmayacağı.
 
Üst