ölüye kuran okumak sahebe ve meshep görüşleri hadis tahriçleri 1

mucahid_tr

New member
İmâm Suyûtî, el-Câmî adlı eserinde Hallâl’in şöyle bir rivâyette bulunduğunu belirtmektedir.
عن الشعبى قال: كانت الانصار اذا مات لهم الميت اختلفوا الى قبره فيقرؤن له القرآن
Tabiîn’den İmâm Şâbî (109/727): “Medineliler, içle­rinde birisi öldüğü zaman, sık sık onun kabrini ziyaret eder­ler ve onun için Kur’ân okurlardı.”[1] demiştir. Suyûtî bu haber için herhangi bir isnad vermemiştir.
Hanbelî âlimlerinden Ebû Bekr el-Hallâl, el-Câmî lî ulûmi’l-Müsned min mesâili Ahmed b. Hanbel ya da es-Sünen adlı yirmi cildi bulduğu söylenen eserine İbn Hanbel’in tüm fetvalarını imkanları nisbetinde bir araya getirmiş [2] ve hadis fetvâsı kitabı niteliğindeki bu eserinde Suyûtî’nin bildirdiğine göre, söz konusu haberi rivâyet etmiştir. Sözün sahibi olan Şa’bî için onu tanıyanlar: “Zama­nın en büyük sikâ, fakîh, ve muhaddisidir. İbn Ab­bâs kendi zamanında ne ise Şa’bî de aynı konumdadır” diyerek beşyüz kadar sahâbeyi gören Şa’bî’yi övmüşlerdir.
Fakat Şa’bî ile hadisi tahric eden Hallâl arasında dört tabakanın olması ve mevcut kaynaklarda bu aradaki râvilerin belirsizliği yüzünden söz konusu hadisin isnadı hakkında bir yargıya varmak mümkün değildir.
Diğer taraftan Şa’bî’nin bu sözünü, benzer lafızlarla İbn Ebî Şeybe de rivâyet etmiştir. Buna göre Şa’bî şöyle demiştir:
كانت الانصار يقرؤن عند الميت بسورة البقرة
“Medineliler, ölünün yanında Bakara sûresini okur­lardı.” [3]
Bu haberin isnadında Hafs b. Ğıyas ve Mücâlid b. Sa’d vardır ki, bunlardan birincisi sikâ, [4] ikincisi ise makbûl­dür. [5] İbn Adiy, Mücâlid’in Şa’bî tarikıyla yaptığı rivâyetlerin sâlih olduğunu söylemiştir. Bu isnadla haber hasendir. Dolayısıyla Hallâl’ın yaptığı rivâyetin aslının ol­duğu ortaya çıkmaktadır.
Abdulhak el-İşbîlî (v.582/1186), İmâm Kurtubî (v.671/1273), Tîbî (v.743/1342), Münâvî (v.1031/1622) ve Abdurrahmân el-Bennâ (v.1378/1958) gibi muhaddisler, hadisin hem ölmek üzere olanlara hem de rûhunu teslim etmiş olan ölülere ihtimalli olduğunu söylemişlerdir. [6] İmâm Nevevî (v.676/1277) ise, muhtadarın yanında Kur’ân okumanın müstehap olduğunu söylerken, bu hadisi zikret­mektedir.[7] Şafiî fakihlerinden Muhibbu’t-Taberî (v.694/1295) ve İbn Rifât’ın (v.710/1310), hadiste kastedile­nin ölmüş bulunanlar olduğu ve hadisin muhtadara hamle­dilmesinin hiçbir dayanağının olmadığı şeklindeki görüşlerine İbn Hacer de (v.852/1448) katılmıştır.[8] San’ânî (v.1186/1772) ise, bu yöndeki diğer rivâyetlerle birlikte değer­lendirildiği vakit, hadisin muhtadara hamlinin daha doğru olduğu kanaatindedir.
Şevkânî de (v.1250/1834) Muhibbü’t-Taberî ve İbn Rif’at gibi düşünerek hadisteki lafzın ölüler hakkında nass olduğunu, bu lafzın ölmek üzere olanlara taşınmasının ise mecaza girdiğini ve hakikati terk edip mecaza gitmenin bir ka­rineye ihtiyaç duyduğunu söyleyerek hadisten anlaşıl­ması gerekenin hakikat olduğunu ifâde etmiştir.[9]
Bütün tartışmalardan anlaşılan odur ki, hadis hem öl­mek üzere olanlara, hem de ölmüş olanlara hamledilebi­lir. Bunların içerisinden seçilebilecek en güzel kanaat ise Münâvî’nin الاولى: الجمع şeklindeki kanaatidir. [10] Bir başka deyişle bu hadis, hem ölmek üzere olanları hem de ölüleri içerisine almaktadır.
Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sözlü ola­rak varid olan ikinci hadis ise İbn Ömer’in (Radıyallahu Anh): “İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayın. Onu kabre koymakta acele ediniz. Sonra da ölünün kabri­nin başucunda Fâtiha sûresini, ayak ucunda da Bakara sûresinin sonunu içinizden birisi okusun” [11] hadisidir. Hem merfû’ hem de mevkûf olarak rivâyet edilen bu hadi­sin isnadı da zayıftır.
Fakat Taberânî’nin rivâyetindeki Leclâc (Radıyallahu Anh) hadisi, İbn Ömer’in (Radıyallahu Anh), bu merfû’ hadi­sini güçlendirmektedir. Her iki rivâyetin hem merfû’ hem de mevkûf olarak nakledilmiş olması, herhangi bir ızdırab meydana getirmez. Zira hadisin sahâbî râvileri bir defa­sında Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sözünü aktarmış ve başka bir keresinde de Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o hadisinin aynısıyla, kendileri fetvâ vermiş olabilirler.
Diğer taraftan söz konusu hadislerin konusu, ictihad ve rey sahasının dışında tamamen nakille bilinebilinen, bir alana aittir. Bu yönde bir fetvâyı sahâbenin, sırf kendi görü­şüne dayanarak vermesi düşünülemez. Dolayısıyla hadisin mevkûf olan varyantı da hükmen merfû’dur.
İbn Ömer (Radıyallahu Anh) ve Leclâc’ın (Radıyallahu Anh), cenazeyi kabre koyduktan sonra Kur’ân okumanın müstehap olduğunu söylemeleri ve bunu bizzat vasiyet etmeleri, kabirde Kur’ân okumanın bir sahâbe uygulaması ol­duğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca İmâm Şa’bî’nin, “Medineliler, ölülerinin yanında Bakara sûresini okurlardı.” Şeklindeki rivâyeti ve bu haberdeki el-Meyyit lafzını açıklar mahiyetteki “Bir cenazeleri vuku’ bulduğu vakit Medineliler, onun kabrini sık sık ziyaret eder­ler ve onun için Kur’ân okurlardı” rivâyeti, ölülere Kur’ân okuma uygulamasının asr-ı saadette varolduğunu güçlendirmektedir.
Sonuç olarak ölülere Kur’ân okunabileceğini göste­ren pek çok merfû’ hadisten, istidlale elverişli olan iki ha­disi açıkladık. Bunların dışında ölülere Kur’ân okumanın bir sahâbe uygulaması olduğunu gösteren rivâyetler de vardır. Tahricini yaptığımız sahâbe fetvâları ve tabiînin sahâbe hakkındaki gözlemleri bunu göstermektedir. Dolayı­sıyla hadis açısından konu yeni değildir. Yani ölü­lere Kur’ân okuma uygulamasının, sonradan ortaya çık­mış bir bid’at olarak değerlendirilemeyeceğini düşünüyo­ruz.

Ölülere Kur’ân Okuma İle İlgili Âlimlerin Gö­rüşü
Başta mezhep imâmları olmak üzere, fakihler de konu hakkında değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşle­rin bilinmesi, konunun daha iyi anlaşılmasına ve aydınlanmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.
Hanefîler, kabirde olsun başka mekânlarda olsun ölü­lere Kur’ân okumanın câiz olduğunu ve okunan Kur’ân’ın sevâbının bağışlanması durumunda bunun ölüye ulaşacağını söylemişlerdir. [12] Hanefî fıkıh kitapları­nın hemen hemen tamamında konuya ilişkin şu metin yer almaktadır. “Kişi, namaz, oruç, zekât, hac ve Kur’ân oku­mak gibi bir ameli yapar da sevâbını başkasına bağışlarsa – bunu hangi niyetle yaparsa yapsın – bu yapılan bağış yerine ulaşır ve kendisine bağış yapılan kimse bundan yararlanır. Ölü veya diri olması da fark etmez. [13] Delil ola­rak ise Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üm­meti adına kurban kesmesini, ölülere Yâsîn okunabilece­ğini gösteren, ölü adına hac ve sadakanın faydalı olaca­ğını bildiren ve kabirlerde Yâsîn ile İhlâs’ın okunabilece­ğini gösteren hadisleri almışlardır. [14] Muhaddis ve fakîh Aynî’den (v.855/1451) İbn Âbidîn’e (v.1252/1836) kadar hemen hemen bütün Hanefî fakihleri buna dahildir.
Hanefîler arasında bu konuda menfî düşünen bir fa­kîh yoktur. Mütekaddimûn da müteahhirûn da aynı şeyi söylemişlerdir. Hanefî âlimleri, ehl-i sünnetin de; kişinin namaz, oruç, sadaka, hac, Kur’ân okuma gibi sâlih amel­leri yaptıktan sonra bunların sevâbının ölülere bağışlaması du­rumunda bunun ölüye ulaşacağı ve onun istifâde ede­ceği şeklindeki Hanefî görüşünde olduğunu ileri sür­müşler­dir. [15]
Hanbelîler de Hanefîler gibi düşünerek, ölülere Kur’ân okunmasını câiz görmüşlerdir. Ahmed b. Hanbel, kabirlerde Kur’ân okunmasının bid’at olduğunu söylemiş, daha sonra ise bu fetvâsından dönmüştür. [16] Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Kudâme el-Cevherî ile birlikte bir cenazeye katılmış ve tam mezarlıktan ayrılacakları esnada kör bir adam kabrin başında Kur’ân okumaya başlayınca İbn Hanbel: “Ey falan! Kabirde Kur’ân okumak bid’attır.” diyerek kırâata engel olmuştur. Bunun üzerine Muham­med b. Kudâme İbn Hanbel’den, Mübeşşir b. İsmâîl el-Halebî hakkındaki düşüncesini ve ondan hadis alıp almadı­ğını sormuş, O da söz konusu şahsın sikâ olduğunu ve kendisinden rivâyette bulunduğunu ifâde etmiştir. Bu­nun üzerine Muhammed, Leclâc (Radıyallahu Anh) hadisin Mübeşşir b. İsmail’in kendisine rivâyet ettiğini söylemiştir. Bunu duyan İbn Hanbel, kabirde Kur’ân okumanın bid’at olduğunu söylediği adamın çağrılmasını ve kırâatına de­vam etmesini istemiştir. [17] Yine Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediği nakledilmektedir:
اذا دخلتم المقابر اقرؤا آية الكرسى ثلاث مرار (قل هو الله احد) ثم قل اللهم ان فضله لاهل المقابر
“Kabristana girdiğinizde Âyetülkürsî ve üç defa İhlâs sû­resini okuyarak şöyle duâ edin: Allah’ım! Onun ecrini şu kabir halkına ulaştır.” [18] başka bir rivâyette ise, “…Fâtiha sûresini, Muâvizeteyn ve İhlâs sûrelerini okuyu­nuz. Sonra da bunu kabir halkına bağışlayınız. Çünkü o ölülere ulaşır.” [19] buyurmuştur. Hanbelî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İbn Kudâme (v.630/1223), İbn Kudâme el-Makdisî (v.682/1283) ve İbn Teymiyye (v.728/1327), İbn Hanbel’in bu görüşünün daha meşhur olduğunu söyleye­rek tercihte bulunmuşlardır. [20]
Bu konuda Hanbelîler de Hanefîler gibi çerçeveyi ge­niş tutarak, “ne tür ibâdet olursa olsun kişi yaptığı ibâde­tin sevâbını ölülere bağışlarsa Allah’ın izniyle ölü bundan yararlanır.” [21] demişlerdir. İbn Teymiyye ise, mâlî ibadetlerin sevabının ölülere ulaşması noktasında ehl-i sünnet ve’l-cemaat arasında hiçbir aykırı görüşün olmadı­ğını, namaz, oruç ve Kur’ân okuyarak sevaplarının bağışlan­ması durumunda bunların ölülere ulaşıp ulaş­ma­dı­ğında ise tartışmaların olduğunu ve doğrusunun bu tür ibadetlerin sevaplarının da ölülere ulaşması, oldu­ğunu söylemiş ve birinci bölümde incelediğimiz hadisleri de delil olarak göstermiştir. [22]وان ليس للانسان الا ما سعى âyeti hakkında ise, sadaka, köle âzâd etme, duâ ve istiğfarın ölülere fayda sağlamasının mütevâtir sünnetle ve ümmetin icmâ’ıyla sabit olduğunu, dolayısıyla âyetin anlamının “faydası yoktur” şeklinde değil “kişi ancak kendi yaptıkla­rına sahip olur” şeklinde anlaşılması gerektiğini söyleyerek şöyle bitirmektedir konuyu “sadaka ve duânın ölülere ulaş­tığı gibi akraba olsun olmasın kişinin yaptığı her türlü amelin sevâbı da ölüye ulaşır ve ölü bundan faydalanır. Üzerine kılınan cenaze namazından bile.” [23]
Mâlikîler ise, duânın dışındaki bedeni ibadetlerin ölüye ulaşmayacağını söylemişlerdir. Onlara göre muh­tadarın yanında Kur’ân okunabilir ama gerek defin sırasında gerekse değinden sonra ölülere Kur’ân okun­maz. Zira okunacağına dair seleften herhangi bir fetvâ nakledilmemiştir.[24] Fakat Abdulhak el-İşbîlî (v.581/1185)[25] ve Kurtubî (v.681/1282)[26] gibi müteahhir Mâlikî âlimleri özel­likle de Endülüs fukahâsı, ölülere Kur’ân okunabilece­ğini ve ölülerin bundan yararlanacağını söylemişlerdir. İmâm Kurtubî, ölülerin durumu ve ahrete müteallik işlerle ilgili yazdığı kitabında bu konuya geniş yer vermiş ve so­nuç olarak; “Ölülere okunan Kur’ân’ın hem sevabı hem de ölülerin o kırâati dinlemelerinin ecri onlara ulaşır. Kur’ân okunduktan sonra bağışlanan sevap da ulaşır. Çünkü Kur’ân bir duâ, istiğfar, yakarma ve istirhâmdır.” [27] di­yerek kanaatini ifâde etmiştir.
Şâfiîler ise, zekât ve oruç fidyesi gibi ölü namına yapı­lan ibadetlerin ölüye fayda vereceği, ama Kur’ân oku­mak ve namaz kılmak gibi bedenî ibadetlerin sevabının ölüye ulaşmayacağı kanaatindedirler. [28] Fakat İbn Abdüsselâm (v.660/1261) dışında hicrî altıncı asırdan itiba­ren, Şâfiî fukahâsı da Hanefîlerin görüşünü benimsemiş ve ölülere Kur’ân okunabileceğini söylemişlerdir.
İmâm Gazâlî (v.505/1111), bu bölümde verdiğimiz ha­dislerden başka birtakım rüyalara ve İslâm bilginlerinin sözlerine de yer vererek kabirdeki ölülere Kur’ân oku­makta hiçbir sakıncanın olmadığını ve kırâatın sevabının ölülere ulaşacağını ifâde etmiştir. [29]
Gazâlî’den İbnü’s-Salâh (643/1245), [30] Nevevî (676/1277)[31], Muhibbu’t-Taberî (694/1295), İbnü’r-Rifat (710/1310), İbn Hacer (852/1448), Suyûtî (911/1505) ve Şirbînî’nin de (977/1570) içinde bulunduğu müteahhir Şâfiî ulemasının tamamına yakını, ölülere Kur’ân okunabilece­ğini kabul etmişlerdir. Hatta İmâm Nevevî, “Ashabımız şöyle dedi: Mezarlığı ziyaret eden kimsenin öncelikle kabir­lere selâm vermesi, sonra da hem ziyaret ettiği kimse­lere hem de bütün Müslümanlara duâ etmesi ve Kur’ân’dan kolayına gelen yerleri okuduktan sonra ölülere duâ etmesi müstehaptır.” dedikten sonra, bu görüşün biz­zat İmâm Şâfiî’nin ve Şâfiî ulemâsının görüşü olduğunu kesin bir dille belirtmiştir. [32]
El-Ezkâr’ında ise, İmâm Şâfiî ve arkadaşlarının, “Ziya­retçilerin, kabirde Kur’ân’dan bir bölüm okumaları müstehaptır. Şâyet Kur’ân’ın tamamını okurlarsa/hatim yaparlarsa daha güzel olur” [33] dediklerini naklederek biline­nin aksine, Şafiî’nin görüşünün müsbet yönde oldu­ğunu ifâde etmiştir. Kendinden önceki âlimlerin konuyla ilgili görüşlerini değerlendirdikten sonra kendi kanaatini ortaya koyan Şirbînî de, insanların uygulamasının bu yönde olduğunu ve Müslümanların güzel gördüğü her şeyin, Allah katında da güzel olacağı söyleyerek ölülere Kur’ân okumanın müstehap olduğu şeklindeki kanaatini beyan etmiştir. [34]
İbn Kayyım el Cevziyye (Ruh kitabının sayfa 19’)da Ha­san b. Sabbah Zaferani der ki:İmâm Şafi’ye sor­dum. O da: “Kabirde Kur’ân okumanın hiçbir sakın­cası yoktur”, sözünü naklediyor. Ayrıca Nevevî, İmâm Şafi’nin şu sözlerini naklediyor: “Mezarın başında Kur’ân­dan âyet ve sûreler okumak müstehabdır”.[35]
Şafiilerin sonraki âlimlerinin yazdıklarına göre: Kırâ­atın ölüye ulaşması, ölünün huzurunda olması; gıya­bında ise kırâatın arkasından duâ edilmesi durumundadır. Çünkü kırâat mahalline rahmet ve bereket iner. Kıraatın arkasın­dan duâ edilmesi durumunda duânın kabul edil­mesi daha çok umulur. Bunun gerektirdiği mana şudur: Kastedilen, ölü­nün kırâattan faydalanmasıdır, ölünün o sevabı kazan­ması değildir.
Bundan dolayıŞafiiler şöyle duâ etmeyi tercih eder­ler: Allah’ım! Okumuş olduğum Kur’ânın sevabı­nın bir mislini falan kişiye ulaştır. Bize (Hanefîlere) gelince ölüye ulaşan sevabın bizzat kendisidir.[36]
Şevkânî de (v.1250/1834) diğer müteahhir ulemâ gibi ölülere Kur’ân okunabileceğini ve bunun sevabının ölüye ulaşacağını söylemiştir. [37] Daha önce ifâde ettiğimiz gibi Şevkânî, “ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisinin ölüler hakkında nass (hakikat), muhtadarlar için ise mecaz ol­duğunu, mecaza gitmek için de bir karineye ihtiyaç oldu­ğunu belirtmiş ve hadisten anlaşılması gereken anla­mın hakikat olduğuna hükmetmiştir.
Sonuç olarak cumhûr-u fukahâ, Kur’ân-ı Kerîm’in ölü­lere okunabileceği, kırâatın sevabının bağışlanması durumunda bu sevabın, ölülere ulaşacağı ve ölülerin bu sevaptan yararlanacağı kanaatindedir. Sadece İmâm Mâ­lik bu görüşe katılmamaktadır. Kurtubî, Abdulhak gibi Mâ­lik fıkıhçıları da dahil hicrî beşinci asırdan itibaren müteahhir fukahâ arasında ise, ölülere Kur’ân okunabile­ceği, sevabının bağışlanabileceği ve ölülerin bundan faydala­nacağı konusunda icmâa varan bir ittifak oluşmuş­tur. Hatta bâzı fakihler bu konuda icmâ olduğunu bile ileri sürmüşlerdir. [38]
Mâlikî’lerden Kadı İyaz, ölüye Kur’ân okumanın müstehab olduğunu söylemiştir. [39]
Ezher şeyhlerinden Hattâb es-Subkî (v.1352/1933), ölüle­rin kendilerine bağışlanan her türlü ibadetten yararlana­caklarını ve cumhurun görüşünün bu yönde oldu­ğunu söylerken [40] çağdaşı Reşid Rızâ da (1354/1935) Mekke kadısıyla Mekke’de yaptığı mülakatta kadıya, ölü­lere Kur’ân okunup okunamayacağını sormuş ve okunur cevabını alınca kendisi de bu görüşe katılmıştır. [41] Seyyid Sâbık, [42] Mısır Müftüsü Hasan Mahlûf, [43] Ezher şeyhlerin­den Şerabâsî, [44] Abdülkerîm Zeydân, [45] Abdulfettah Ebû Gudde [46] ve Zuhaylî [47] gibi son devir âlimlerinin çoğu, cumhûrun görüşünü benimsemişlerdir.
Ölülere Kur’ân okumak ile ilgili bölümü, Kurtubî ve Suyûtî gibi âlimlerin, İbn Abdisselâm ile ilgili naklettikleri bir hâtıra ile bitirmek istiyorum. [48]
Kurtubî (671/1273)’den on bir yıl önce vefat eden Izzuddîn b. Abdisselâm (v.660/1262) hayatta iken, ölülere Kur’ân okumanın onlara hiçbir faydasının olmayacağına hükmediyor ve وان ليس للانسان الا ما سعى = insân için ancak kendi sa’yi vardır” âyetini hüccet olarak ileri sürüyordu. [49] İbn Abdisselâm ölünce, sürekli beraber olduğu dostların­dan birisi onu rüyasında görmüş ve ona, “Sen hayatta iken, okunan Kur’ân’ın sevabının ve hediye edilen ec­rin ölülere ulaşmadığını söylüyordun, hâlâ aynı görüşte misin?” diye sorunca şu cevabı almıştır: “Evet, ben dün­yada iken öyle diyordum. Allah’ın lütfunu ve ikramını gö­rünce artık o görüşümden döndüm. Ölülere okunan Kur’ân’ın sevabı onlara ulaşır.”
Yâsîn-i Şerif dirilere indirilmiş, mezar­ları ziyaret edip Kur’ânı Kerîm okuyan kimse diridir, sevabını istediğine gönderebilir.
Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha’dan (Radıyallahu Anh) şöyle bir hadis nakledil­mek­tedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ’dan (Radıyallahu Anh): “Abdullah b. Abbas’ın (Radıyallahu Anh) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve O, Fâtiha sûresini okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye böyle okudum” dedi.[50]
Ölüye Kur’ân okunmaz diyenler; Kur’ân sadece diri­ler için indirilmiştir, diyorlardı. Oysa üstteki hadiste sahâbe­nin cenaze namazı kılıp ve Kur’ân okuduğunu gör­mekteyiz. Hadis sahihtir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yapmış ki, Talha’dan (Radıyallahu Anh)yapılan rivâyetin metninde “sünnettir” deniliyor. Öyleyse deriz ki; henüz toprağa gömülmemiş meyyit ile gömülmüş meyyit arasında bir fark mı vardır da, sadece gömülmek üzere olan meyyite okunacağı söylenip, mezardakine okun­maya­cağı iddia edilmektedir?
Dirilerle ölüler arasındaki münâsebetlerin temel­lendiril­diği nasların başında, sadaka-i câriye olarak bilinen hadis gelmektedir. Ebû Hureyre’nin (Radıyallahu Anh) bildirdiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اذا مات الانسان انقطع عنه عمله الا من ثلاثة: الا من صدقة جارية، او علم ينتفع به، او ولد صالح يدعو له.
“İnsan ölünce şu üç şeyden başka ameli sona erer; de­vam eden sadaka, yararlanılan bilgi ve kendisine duâ eden hayırlı evlât.”[51]
İbn Hıbbân(v.354/965), İbn Huzeyme (v.311/923) ve İbn Mâce (v.273/886) Ebû Katâde’den (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu­ğunu rivâyet etmişlerdir:
خير ما يخلف الرجل من بعده ثلاثة: ولد صالح يدعو له فيبلغه دعاؤه، او صدقة جارية تجرى فيبلغه اجرها، او علم يعمل به من بعده
“Kişinin kendisinden (ölümünden) sonra geriye bırak­tığı şeylerin en hayırlısı şu üç şeydir: Onun için duâ eden evlât. Zira çocuğun ebeveynine yaptığı duâ onlara ulaşır. Devam eden sadaka ki, devam ettiği sürece müka­fatı sahibine ulaşır. Bir de kendisinden sonra amel edilen ilim.” [52]
Fâtiha bir duâdır. İnsanın salih evladı duâsında akra­bası için Kur’ân’dan âyetler okuyup, affını Allah’tan isteyebilir. Ölü için Kur’ân okunmaz diyenler, okunaca­ğına dair hiçbir âyet yoktur, diyorlardı. Bakalım öyle mi:
والذين جاؤوا من بعدهم يقولون ربنا اغفر لنا ولاخواننا الذين سبقونا بالايمان ولا تجعل فى قلوبنا غلا للذين آمنوا ربنا انك رؤوف رحيم
“Onlardan sonra gelenler: “Rabbimiz, diye yal­varırlar. Bizi ve bizden önce imân etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz! Sen çok şefkatli, çok bağışlayıcısın.” (el-Haşr, 59/10).
Bir başka yerde ise Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hitaben: “… Hem kendi güna­hın için hem de kadın-erkek bütün inananlara af dile..” (Muhammed, 47/19)buyurmuştur. Daha pek çok âyette gerek yakın akrabaya, (İsrâ, 17/24) gerekse diğer mü’minlere duâ edilmesi istenmiştir. Başkalarına yapılan duâ, yüz yüze yapılabildiği gibi gıyaben de yapılabilir.
Hayattaki Müslümanların, öbür dünyaya göç eden ya­kınlarına ya da bütün Müslümanlara duâ edebilecekleri ve ölülerin de bundan yararlanacakları konusunda Mute­zile dışındaki ulemânın ittifak etmelerinden dolayı konuyla il­gili âyet ve hadisleri zikretmekle yetineceğiz.
1- Gerek Müslümanların gerekse meleklerin, Müslü­man ölülere duâ etmeleri ve onlar için istiğfarda bulunma­ları Kur’ân’da sıkça rastlanan bir taplodur. Bunlardan bir­kaçı şöyledir:
a) Yukarıda metnini verdiğimiz âyette Cenâb-ı Hak, geçmişini unutmayan ve onların affedilmesi için yalvarın Müslümanlardan övgüyle bahsetmektedir. “Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz, diye yalvarırlar. Bizi ve bizden önce imân etmiş olan kardeşlerimizi ba­ğışla!..” (El-Haşr, 59/10).
b) Meleklerin ve onların konumuna yaklaşan insanla­rın niteliklerini sayarken şöyle buyuruyor Allah:
“Allah’ın kudret tahtını yüklenip taşıyanlar ve Ona yakın olanlar, Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltirler. O’na imân ederler ve mümin­ler için: “Rabbimiz! Sen her şeyi rahmetinle ve ilminle kuşatırsın. Tevbe edip yoluna uyanları ba­ğışla ve onları cehennem azabından koru!” diye­rek, af dilerler. Rabbimiz! Onları ve atalarından, eşlerinden ve çocuklarından dürüst ve erdemli olan­ları va’d ettiğin cennetine/sonsuz esenlik bahçe­lerine koy! Hikmet ve kudret sahibi olan, kuşkusuz yalnızca sensin.” (el-Gâfir, 40/7,8)âyette kendile­rine duâ edilenlerin sadece diriler olmadıkları çok açıktır.
c) Her gün en az yirmi kez tekrar ettiğimiz İbrahim Pey­gamber’in (a.s.) duâsında, diri olsun ölmüş olsun ebevey­nimize ve bütün mü’minlere duâ etmekteyiz:
ربنا اغفر لى ولوالدى وللمؤمنين يوم يقوم الحساب
“Rabbim! Beni, anne-babamı ve bütün insan­ları hesâp kurulduğu gün bağışla!” (İbrahim, 14/41). Aynı duâyı Nûh da (a.s.) yapmıştır. [53] Hz. Peygamber de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine “Hem kendi güna­hına hem de bütün inananlara af dile…” (Muhammed, 47/19)buyurulduğundan İbrahim (a.s.) ve Nûh’un (a.s.) duâsını namazlarda okuyarak ebedileştirmiştir.
Bütün bu âyetler göstermektedir ki, Müslümanlar ölüle­rine duâ etmelidir. Bu duâdan mezardaki inananlar mutlaka faydalanacaktır. Zirâ faydası olmayan bir şeyin emredilmesi ya da yapılması abes olur.
2- Sünnet malzemesi içinde bulunan pek çok metin/ de­lil de aynı şekilde Müslüman ölülere duâ edilmesi gerekti­ğini ve onların duâdan yararlandıklarını açıkça göster­mektedir. Konuyla ilgili çok fazla rivâyet olduğun­dan bunlardan yalnızca bir kaçını zikredeceğiz:
a) Her ölen müslümanın ardından mutlaka icra edil­mesi gereken bir vecibe olarak dindeki yerini alan cenaze namazı, ölülere duâ yapmanın gerekliliğini ortaya koy­maya tek başına yeterlidir. Müslümanların, ölülerini karşıla­rına alarak: “Allah’ım! Şu cenazeyi bağışla! Onu affet ve günahlarını bağışla! Kabrini geniş tut ve nurlandır! Yağmur ve kar sularıyla onu yıka ve temizle! Onu, manevî pisliklerden temizleyip bembeyaz elbisesiyle arındırdığın gibi şimdi de hatalarından arındır! Kabrini hayırlı bir me­kânla değiştir! Ona hayırlı dostlar, arkadaşlar ve eşler ver! Cennete koy, yâ Rabbi! Onu cehennem azabından ve kabrin fitnesi ile azabından koru!” [54] şeklinde duâ etme­leri çok anlamlıdır. Cenaze namazının farz-ı kifâye olması ve bu namazda sadece ölü için duâ edilmesi, mutlaka ölü­lere duâ edilmesini ve onların bundan istifâde ettiklerini gösterir.
b) Sahâbeden Ebû Seleme’nin (Radıyallahu Anh) öl­düğü haberi, Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ulaşınca: اللهم اغفر لى وله اعقبنى منه عقبى حسنة“Allah’ım! Beni ve onu bağışla! Onun ardından bana güzel bir karşılık ver!” [55] diyerek Allah’tan onun affını istemiştir. Dolayısıyla bir ölüm haberi duyulunca, onun için duâ edilmesini Hz. Pey­gamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizden istemektedir.
c) Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mezarlık­ları ziyaretinde ölüler için duâ etmiştir. Kabristana varışında Allah Resûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini Hz. Âişe (r.anhâ) haber vermektedir:
كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يخرج من آخر الليل الى البقيع فيقول: السلام عليكم دار قوم مؤمنين! واتاكم ما توعدون غدا، مؤجلون، وانا ان شاء الله بكم لاحقون، اللهم! اغفر لاهل بقيع الغرغد
“Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gecenin so­nunda Medine kabristanı olan Bakî’a çıkar ve şöyle duâ ederdi: Allah’ın selâmı sizlere olsun ey inanan toplumlar yurdunun sakinleri! İleride meydana gelecek diye va’d olunduğunuz şey size gelmiştir artık. Sizler, ölüm ile yeni­den dirilme arasındaki zamanı bekliyorsunuz. İnşâallah bizler de sizlere kavuşacağız. Rabbim! Bakî’ül-Gargad kabris­tanının halkını bağışla.”[56]
İbn Abbas, Büreyde ve Ebû Hureyre’nin de (Radıyallahu Anh) rivâyet ettiği bu hadisin başka bir varyan­tında ise; “Allah’ın selâmı üzerinize olsun ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de bağışlasın. Sizler bizim Selefîmizsiniz. Biz de arkadan geleceğiz.” [57] şeklinde Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hitab ettiği bildirilmektedir.[58]


[1] Suyûtî, age., s. 403 (Hallâl’in el-Câmî’inden naklen.)

[2] Hatîbü’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c. V, s. 112 (trc. No. 2522); Kettânî, er-Risâletü’l-Mustatrafe (çvr: Özbek, Hadis Literatürü) s. 398 (dipnot, 5).

[3] İbn Ebî Şeybe, c.II, s.445

[4] Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl, c.VII, s.56 (trc.no. 1415)

[5] İbn Adiyy, el-Kâmil, c.VIII, s. 168 (trc.no.1901); Mizzî, Tehzîbü’l-kemâl, c. XXVII, s.219 (trc.no.5780)

[6] Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.102; Abdulhak, el-Âkıbe, s.255. Münâvî, Feydu’l-kadîr, c.II, s.65

[7] Nevevî, el-Mecmû, c.V, s.115,116

[8] İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr, c.II, s. 650

[9] Şevkânî, Neylü’l-evtâr, c.IV, s.22

[10] Münâvî, Feydu’l-kadîr, c.II, s.65

[11] Hadisin tahrici için bkz.Geride geçmiştir.

[12] İbn Nüceym, el-Bahru’r-raik, c.III, s.63; Meydânî, el-Lübâb, c.I, s.138. İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, c.I, s. 844.

[13] Aynî, el-Binâye, c.III, s. 844-845.

[14] Aynî, age.,c.III, s.844, 845

[15] İbn Nüceym, age., c.III, s.63,64; İbn Âbidîn, age., c.I, s.844

[16] İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, s.424

[17] İbn Kudâme, age., c.II, s.424.

[18] İbn Kudâme, age., c.II, s.424; Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.96.

[19] Kurtubî, age., I/96

[20] İbn Kudâme, age. C.II. s.424; İbn Kudâme, Şerhu’l-kebîr, c.II, s.424; İbn Teymiyye, Mecmû’u’l-Fetâvâ, c.XXIV, s. 366, 367.

[21] İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, c.425; İbn Kudâme el-Makdisî, age., c.II, s. 424

[22] İbn Teymiyye, age., c. XXIV, s.366,367

[23] İbn Teymiyye, age., c.XXIV, s.367

[24] Mâlik, el-Müdevvene, c.I, s.174.

[25] Abdulhak el-Âkıbe, s.254-255.

[26] Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.96-97.

[27] Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.103

[28] Şîrazî, el-Mühezzeb, c.I, s. 464

[29] Gazzâlî, İhyâ, c. XV, s. 178

[30] Şirbinî, Muğni’l-muhtâc, c.V, s.445

[31] Nevevî, el-Ezkâr, s.137, el-Mecmû, c.V, s. 31.

[32] Nevevî, el-Mecmû’, c.V, s. 311

[33] Nevevî, el-Ezkâr, s.137.

[34] Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, c.IV, s. 110, 111

[35] Nevevî Riyazu’s-Salihin s.293

[36] Haşiyei İbn Abidin; 2/243

[37] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, c.IV, s.52

[38] İbn Kudâme, el-Muğnî, c.II, s.429

[39] Müslüm Şerhi 11/125

[40] Hattâb, el-Menhel, c.VIII, s.259

[41] Reşid, Rızâ, Makâlât, c.IV, s.1884

[42] Sabık, Fıkhu’s-Sünne, c.I, s.480

[43] Mahlûf, el-Fetâva’ş-şer’iyye, s.50, 51

[44] Şerabâsî, Yes’elûnek, c.I, s.442

[45] Zeydan, el-Mufassal, c.XI, s.186

[46] Bant çözümü. Bkz. Dipnot 449

[47] Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c.II, s.550, 551

[48] Kurtubî, et-Tezkira, c.I, s.105; Suyûtî, Şerhu’s-sudûr, s.403

[49] Fetvâ için bkz. İbn Abdisselâm, el-Fetâvâ, s.96

[50] Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77.

[51] Müslim, Vasâyâ, 14; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, c.I, s.113 (19.bâb); Ebû Dâvud, Vasâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36.

[52] İbn Huzeyme, Zekât, 450 (h.no. 2495); İbn Hıbbân, Mukaddime, 93; İbn Mâce, Mukaddime, 20.

[53] Nûh, 71/28

[54] Müslim, Cenâiz, 85/86. cenaze namazında okunabilecek pek çok me’sûr duâ vardır. Bunlardan, Nevevî’nin “Bu konuda en sahih duâ budur” dediği rivâyeti tercih ettik.

[55] Müslim, Cenâiz, 5,6; Ebû Dâvud, Cenâiz, 19; Tirmizî, Cenâiz, 7; Nesâî, Cenâiz, 3; İbn Mâce, Cenâiz, 4; İbn Hanbel, c. VI, s. 291.

[56] Müslim, Cenâiz, 102; Ebû Dâvud, Cenâiz, 83; Tirmizî, Cenâiz, 59; Nesâî, Cenâiz, 103.

[57] Tirmizî, Cenâiz, 59.

[58] Ölüye Kur’ân okumakla ilgili bölümün buraya kadar olan kısmı Yusuf ACAR’ın Yüksek Lisans Tezi’nden (Temkin yayınları, İstanbul, 2004) alıntı yapılmıştır. KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 
Üst