Düşüncelerimiz Cennetin Temel Taşlarıdır(Zerre Risalesi Ve Şerhinden)

  • Konbuyu başlatan Tevhid_Nur
  • Başlangıç tarihi
T

Tevhid_Nur

Misafir
İnsanda sûret ve hâtıraları saklama meyli ne manaya gelir?

‘’İşte bu güzel mevcudatın bir an görünmesiyle kaybolması ve birbiri arkasından gelip geçmesi, menâzır-ı sermediyeyi teşkil etmek için bir fabrika tezgâhları hükmünde görünüyor.

Meselâ: Nasıl ki ehl-i medeniyet, fâni vaziyetlere bir nevi beka vermek ve ehl-i istikbale yadigâr bırakmak için; güzel veya garip vaziyetlerin suretlerini alıp, sinema perdeleriyle istikbale hediye ediyor; zaman-ı maziyi zaman-ı halde ve istikbalde gösteriyor ve derc ediyorlar. Aynen öyle de: Şu mevcudat-ı bahariye ve dünyeviyede kısa bir hayat geçirdikten sonra, onların Sâni-i Hakîmi, âlem-i bekaya ait gayelerini o âleme kaydetmekle beraber, âlem-i ebedîde, sermedî manzaralarda onların etvâr-ı hayatlarında gördükleri vezâif-i hayatiyeyi ve mucizât-ı Sübhâniyeyi menâzır-ı sermediyede kaydetmek, mukteza-yı ism-i Hakîm ve Rahîm ve Vedûddur.’’(Mektûbât, 24.Mektûb, 2.Makâm, 2.Meb’hâs, 3.İşâret s.284)

Âlemde yokluk yoktur. Allaha ve âhiret gününe inanan bir kimse için yokluk olamaz. Ne biz yok oluruz, ne de âlem. Zîrâ:

‘’Şu dünya muvakkat bir ticaretgâh ve hergün dolar, boşalır bir misafirhane ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren aynaları ve âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetindedir.’’(Lem’alar, 26.Lem’a, 8.Ricâ, s.231–233)

Küre-i Arz ise, Müellifin(r.a) özet ifâdesiyle Cenâb-ı Hak onu san’atına bir meşher ve îcâdına bir mahşer ve hikmetine medâr ve kudretine mazhar ve rahmetine mezher ve Cennet’ine mezra ve hadsiz kâinâta ve mahlûkat âlemlerine ölçek ve mâzî denizlerine ve gayb âlemine akacak bir çeşme hükmünde îcâd etmiş.

Keşke âlemin ve Küre-i Arzın yukarıda ifâde edilen hakìkatleri bir an kalben inkişâf etseydi; felsefenin âlem ve küre-i arz hakkındaki hezeyânları, ne kadar hurâfe olduğu bedâheten anlaşılacaktı. Maalesef okunan eserler inkişâf etmiyor, tam ma’nâsıyla düşünülmüyor. Düşünülse de tatbîk sahasına geçirilmiyor. Meselâ şimdi şu bahsi okuduk, burada geçen yüksek hakìkatleri düşündük. Şu düşüncemiz Cennet’in taşları ve mücevherâtı oldu ve onlardan binâ yapıldı. Ağzımızla söylediğimiz kelimeler ise, Cennet’te ağaç oldu. Her harf için o ağacın başına en az on tâne meyve takıldı. O meyvelerin her koparılışında yerine yenileri gelir, yerleşir. Demek tefekkürâtımız Cennet’in temel taşları; amel ve ezkârımız ise Cennet’in yemişleri ve teferruât kısmı olur. Bir de dünyâdaki güzel olan mâcerâ-i hayâtımız Cennet’te manzara şeklinde dâimi olarak bize gösterilir. Ayrıca başka âlemlere, meselâ âlem-i misâle geçer, melâike ve rûhanîler onları seyrederler. Meselâ; şu anda bu müzâkeremizi melekler ve rûhaniler seyrediyorlar, dünkü müzâkeremizi de Âlem-i Misâl’de seyrederler. Kadîr-i Zülcelâl, ‘’O gaybî âlemlere gönderilsin, ebedî manzaralar teşkîl edilsin’’ diye kâinâtı, husûsan küre-i arzı şiddetle tahrîk ediyor, çok mahsûslâtı yetiştiriyor. Nasıl ki ehl-i dünyâ çok hârika şeyleri arayıp buluyorlar, nazar-ı dikkati çeksin diye gazete, televizyon v.s yerlerde neşr ediyorlar. Teşbihte hatâ olmaz, aynen öyle de Sultân-ı Zülcelâl, bu âlemi devâmlı tahrîk ediyor ki, acîb acîb manzaralar meydana gelsin. O manzaraları hem Âlem-i Misâl’de rûhanîler seyretsin, hem Levh-i Mahfûz’a geçirip kaydetsin, hem dâr-ı saâdette ehl-i Cennet seyretsin, hem de dâire-i esmâ ve sfâtına geiçirip bizzât Kendisi müşâhede etsin, Zîrâ sultanların şen’ni odur ki, ileride ‘’Hukùkuma tecâvüz edildi, hakkım zây’i oldu’’ denilmesin diye geçmiş ve gelecekte ne varsa yanlarında kaydediyorlar.

Evet şu anda bütün dünyâda olup bitenler, Âlem-i Misâl’e akıp gidiyor. Âlem-i Misâl’in diğer bir ismide ‘’Sur Âlemi’’dir. Mevcûdât Âlem-i Misâl’e iki tarzda geçiyor:

Biri: Her şeyin hakìkatı oraya geçiyor.

Diğeri de; nakış olarak geçiyor. Bütün melekler gelip, Âlem-i Misâl’deki o nakışları seyrediyor. Nasıl hakìkatleri geçiyorsa sûretleri de geçiyor. O suretler hadsiz meleklere mütâleagah oluyor.

Zerre Risalesi Ve Şerhi/İkinci Mebhas, Dördüncüsü
BASKI: İSTANBUL/NİSAN/2005 (2.BASKI)
 
Üst