Tevessül ile ilgili hadisin selefilere ve tasavvufçulara göre tahriçler

mucahid_tr

New member
1. HADİS

Mâlik ed-Dâr anlatıyor: “Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) devrinde halk şiddetli bir kıtlığa maruz kal­mıştı. Derken bir adam Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine gele­rek:
-Ya Rasulallah! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldular! dedi. Bunun üzerine rüya­sında adama şöyle denildi:
Ömer’e git, ona selâm götür, halkın suya kavuşaca­ğını haber ver ve ona şunu söyle: “Senin vazifen, iyi muame­lede bulunmak, dengeli ve güzel hareket etmektir”. Adam derhal giderek durumu Ömer’e bildirdi. Bunun üze­rine Ömer ağladı ve sonra da:
Rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyo­rum!” dedi.[1]
İbn Hacer (ö.852/1448), ibn Ebî Şeybe’nin (ö.235/849) ri­vâyet ettiği bu hadisin is­nadının sahih olduğunu zikretmek­tedir.[2] Hadis, aynı isnadla Beyhakî (ö.458/1065) ve İbn Asâkir (ö.571/1175)[3] tarafından da rivâyet edil­mektedir.

Hadise zayıf diyenlerin görüşü:
Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâye­tin sahih olmadığını söylemektedir. Bu hususta onun ileri sürdüğü üç gerekçeyi burada nakletmek ve so­nunda bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır:
a) Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf değil­dir; o meçhul bir râvîdir. Nitekim İbn Ebî Hâtim[4], senedde adı geçen Ebû Salih’in dışında, ondan rivâyette bulunan bir râvî zikretmemiştir. Bu da onun meçhul oldu­ğunu göster­mektedir. Ayrıca hadis ilminde otorite olan İbn Ebî Ha­tim’in, onun hakkında bir tevsik ifâdesi nakletme­mesi de bunu desteklemektedir. O halde râvî Mâlik ed-Dâr meç­hul kalmaktadır. Hafız İbn Hacer’in, “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” tarzın­daki ifâdesi, bizim tesbitimizle çelişmez. Çünkü biz İbn Hacer’in söz konusu ifâdesinin, senedin tamamının sahih olduğu konusunda değil, yalnız Ebû Salih’e kadar olan kısmı hakkında bir açıklama olduğunu, kabul ediyo­ruz. Aksi halde o, isnada Ebû Salih’ten itibaren başlamaz ve doğrudan “Mâlik ed-Dâr’dan… ve isnadı sahihtir” derdi… Böyle yapmakla İbn Hacer, râvî Mâlik’in durumu karşı­sında dikkatli olunması gerektiğine veya onun meçhul olduğuna işâret etmektedir.
b) Hadisin metni, şeriatta müstehap olarak sabit olan istiska namazına hatta: “Dedim ki, Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O, çok bağışlayıcıdır. (Mağfi­ret dileyin ki) O üzerinize bol bol yağmur göndersin!” (Nuh, 71/10-11) gibi âyetlerin ifâde et­tiği duâ ve istiğfara aykırı düşmektedir. Bu yüzden Hz. Ömer, Ab­bas’ın duâsıyla tevessül ve istiskada bulunmuş­tur. Selef de hep öyle yapmıştır. Onların hiçbirinden, Pey­gamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabrine iltica ederek yağmur için ondan duâ talep ettiğine dair bir rivâyet gelme­miştir. Eğer böyle bir şey meşru olsaydı, bir defa olsun bunu yapar­lardı. Onların böyle bir şeyi yapmama­ları, söz konusu rivâye­tin meşru/makbul olmadığını göster­mektedir.
c) Rivâyetin sahih olduğu farzedilse bile, konu hak­kında hüccet olamaz. Çünkü rivâyet, ismi zikredilmeyen bir adama dayanmaktadır. O da meçhuldür. Seyf’in rivâye­tine dayanarak onun adının Bilal olduğunu söyle­mek de hiçbir şey ifâde etmez. Çünkü Seyf b. Ömer et-Temimi’nin zayıf oluşu da ittifak konusudur. Hatta İbn Hibban onun hakkında şöyle demektedir: “O, sebt râvîlerden mevzu hadisler rivâyet ederdi. Ayrıca onlar onun hadis uydurduğunu da söylerlerdi” demiştir. O halde böyle bir adamın rivâyeti, özellikle muhâlefet söz konusu olduğunda kabul edilemez”[5].

Hadise sahih diyenlerin görüşü:
Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılma­sına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesi­nin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğu görül­mekte­dir. Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaleti maruf olmayan (meçhul) bir şa­hıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumda­yız.
İbn Sa’d, onu şöyle tanıtmaktadır: “Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır. Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuş­tur. O maruf idi”.[6]İmâm Buhârî, Tarihi Ke­bir’inde onu zikrettiği halde aleyhine bir şey dememiştir.
İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikret­mekte ve hak­kında menfi bir söz söylememektedir.
İbn Hacer ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermekte­dir: “Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyet­leri vardır. Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur. Buhârî, Târîh’inde[7] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)ın kıtlık senesin­deki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir. Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir… İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk taba­kası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer(Radıyallahu Anh) ve Hz. Osman (Radıyallahu Anh) onu mali iş­lerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir. Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre o, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[8]
Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvînî de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabii­nin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.
Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hak­kında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâde­den onun, râvî Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı. Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yo­ruma mahal bırakmayacak kadar açıktır. Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yo­rumu anlamsız kılmaktadır.
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sa­hibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam et­mesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adaletinin bir göster­gesi sayılmalıdır. Bu tesbit bizi Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği bi­yografik bilgiyi görmediği veya görmezlik­ten geldiği kana­atine götürmektedir. Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî (ö.656/1258) ile Hey­semî’den (ö.807/1404) naklettiği, “onu tanımıyorum” sözü­nün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmakta­dır.
Elbânî’nin rivâyete yönelttiği tenkitlerden birisi de vaka­nın, adı zikredilmeyen bir adama dayandığı ve İbn Hacer’in, Seyf b. Ömer’in Futuh’undan naklen söz ko­nusu meçhul adamın Bilal b. El-Haris olduğunu söyle­mesi[9] idi. Seyf b. Ömer et-Temîmî el-Esedî el-Kûfî (ö.180/796), Elbânî’nin de ifâde ettiği gibi ittifakla zayıf bir râvîdir/ahbaridir[10]. Görebildiğimiz kadarıyla onunla ilgili eniyimser değerlendirme şudur: “Seyf’in bazı hadisleri meşhur (ve maruf)dur. Ekseriyeti ise münkerdir. O, sıdk­tan ziyade za’fa yakındır.”[11]
Rasulü Ekrem’in kabrine gelen zatın, isim olarak tesbiti konusunda ibn Hacer tarafından Seyf’in kaynak gösterilmesi, kanaatimizce yadırganacak bir durum değil­dir. Çünkü asıl itibariyle, rivâyetin İbn Hacer’in tesbitine göre sahih bir isnadla sübutu, tamamen Seyf’in dışında meydana gelen bir gelişmedir. Seyf, sadece gelen zatın kim olduğu sualine cevap ararken devreye girmektedir. Bu merhalede Seyf kaynaklı bir bilginin malzeme olarak kullanılması, tenkid mevzuu olmasa gerekir. Üstelik söz konusu malzemeyi kullanan İbn Hacer, Seyf’in zayıf oluşu­nun farkındadır ve onun hakkında teferruatlı bilgiye sa­hip bulunmaktadır[12].
İbn Hacer, İbn Hibbân’ın Seyf hakkında konuştu­ğunu O’nun hadiste zayıf, tarih konusunda ise sağlam dayanıklı olduğunu söylemiştir. Takrib: 262 Bu hadisimiz­deki gelen adamın Bilal İbn Hâris el-Muzenî (ö.60/680) olduğunu söylemesi ta­rihi meselelerden olduğundan İbn Hacer Tahzib-ut-Tehzib’de tarihi meselelerde bilinmeyen bir kişiyi tayin ederken Seyf’e itibar etmiştir.
Kaldı ki, yer ve tarih itibariyle Seyf’in verdiği bilgiyle çeli­şen bir durum da varid değildir. Çünkü adı geçen Bilal b. El-Haris el Müzeni Medinelidir ve Rasülullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi öncesinde Me­dine’ye gelmelerini temin etmek üzere Müzeyne kabilesine haberci olarak gönderdiği ve Mekke fethine bin kişilik bir kuvvetle katılan Müzeynelilerin üç sancaktarından biri olan sahabidir.[13]
(Yağmur) isteyen kişinin kim olduğu belli olmasa bile mühim değildir. Mühim olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ve diğer Ashab radıyallahu anhumun tavrıdır. Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) haber verildiğinde bu işe karşı çıkma­ması, aksine ağlaması ve Yâ Rab'.. Ancak aciz kaldı­ğım şeylerde eksiklik yapmaktayım, demesidir. Ömer ve diğer Sahâbe (Radıyallahu Anhum) efendilerimizin şirk vesile­sine veya bir şirk çeşidine sessiz kalmaları düşünebili­nir mi?
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câiz­liğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir. Hâl­buki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap: Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçla­maktır. Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir. Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlaya­madı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel ve­kil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sa­hih olmalıdır. Nakledi­len vaka, rüyanın delil olarak kullanıl­dığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalı­dır. Çünkü rüya ile ahka­mın sabit olmadığı bilinen bir husus­tur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yap­tığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini in­kâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüz­lüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklin­deki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sö­zünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve se­net aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahih­tir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyet­leri için geçerlidir. İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahih­tir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sa­hih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydi­ler. İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr et­seler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı za­manda “me­tin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer ha­disi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendi­leri yapmaya kalka­rak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda “Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler. Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâ­yet yaptığını nerden biliyor­sunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyecekler­dir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyecek­sin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyet­ler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sa­hih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapma­ması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebile­cek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedir­ler: “Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Si­mân’dan ri­vâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güveni­lir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin mak­bul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazım­dır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiş­tir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir: A’meş’in, bazen kim oldu­ğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duydu­ğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir so­run yoktur. Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kulla­nırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocaların­dan biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedi­lir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflı­ğını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözleri­nizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin me­zardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölü­den istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeye­cek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâ­ları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
İbn Teymiyye: Böyle bir dileğin yerine gelmesi, yanı ba­şında duâ edilen mezarda yatan ölünün kerâ­meti ola­rak sayılabilir.[16] Fakat onunla bunun ara­sında fark yoktur. Bilmemiz gerekir ki, mezarların başında namaz kılmanın ve buraları mescid edinmenin yasaklan­ması mezarlarda yatan şahsiyetleri hor ve önemsiz saymak­tan kaynaklanmıyor. Tersine bu yasa­ğın gerekçesi, bu yüzden halkın fitneye uğramasıdır. Fitne­nin ortaya çık­ması da sebeplerinin oluşmasına dayanır. Buna göre me­zar başlarında duâ etmek veya buraları mescid edinmekle insanların kafalarını karıştırabilecek, onları fitneye uğrata­cak sonuçların meydana gelmesi söz konusu olmasaydı, bu davranışlar yasaklanmazdı. [17]
İbn Teymiyye’nin Peygamberimizden (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) veya salih kişilerin vefatından sonra onlar aracılı­ğıyla (ruhların bizim için Allah'a duâ etmelerini veya onların hürmetine Allah'tan istemek şeklinde) dileğin ka­bul edilmesini şeytandandır demiyor, kerâmet ve salih olmalarından kaynaklandığını söylüyor. İbn Teymiyye böyle olabileceğini itiraf ettikten sonra Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağlığında kendinden istekte bulunanların haliyle, bağlantı kurup yorum yapıp, yasaklan­mış olduğunu söylüyor.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyade­siyle affedici, esirgeyici bulurlardı.”(Nisâ, 64)
عن بكر بن عبد الله رضى الله عنه قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "حياتى خير لكم تحدثون ويحدث لكم، فاذا انا مت كانت وفاتى خيرا لكم، تعرض على اعمالكم فاذا رأيت خيرا حمدت الله وان رأيت شرا استغفرت الله لكم."
Bekr İbn Abdillah (Radiyallahu Anh)’dan rivâyet edi­len bir hadis-i şerifte Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlı­ğımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hüküm­ler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem Allah’a hamdederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.” [18]
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıkla­rına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, der­ler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasakla­yan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müs­lümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslü­mandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etme­sini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu de­lillere dayanarak, bir müslüman da Peygamber­lerden, şehit­lerden ve vefat etmiş salih kulların ruh­larından, ken­disi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir. Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu ko­nuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.
İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranış­ları ile tanınmış, salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir. Mesela; bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanların buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezarlardan veya çevrelerin­deki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezar­larda yatanların, bazı komşu ölülere şefaâtçi olma­ları, bazı kimselerin ölünce onların yanı-başında gömül­meyi istemeleri, bazı mezarların yanında insanın içinde huzur ve sükun hissetmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli cezalara çarptırılmaları gibi önemli tezahürler, konumu­zun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.
Başka bir deyimle; gerek Peygamberlerin ve ge­rekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) ka­tında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimsele­rin tasavvurunun üzerindedir. Fakat ısrarla söylediği­miz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri ola­rak seçmeyi gerektirmez.[20]
Teymiyyenin sözünü burada noktalıyoruz. Dikkat eder­seniz bu gibi olaylar şeytandandır, demiyor. Ama şimdi­kiler kraldan daha kralcı olmuşlar, bu gibi şeyler şeytan­dandır, diyorlar.
Yaşarken hayırlı bir insana beşeriyet halleri galip gelebi­lir. Ölmüş bulunan kimsede ise sadece hususiyet kalır. Hayırlı insanlar vefat ettikleri zaman, onların ancak âyânı ve sûretleri kaybolur. Hakikatleri mevcuttur. Onlar Kabirlerinde diridirler. Bir veli, kabrinde hayata erdiğinde ilminden, aklından ve ruhânî kuvvetlerinden bir şey kaybol­maz. Bilakis onların ruhları; ölümlerinden sonra basiret, ruhânî hayat ve Allah’a yönelmede bir artış göste­rir. Onların ruhları bir şey talep etmek için Allah’a yönele­cek olsa, noksanlıktan münezzeh bulunan Allahü Teala, onlara ikram için, o şey’i verebilir.
Evliyaullah’dan bir Berzah ehli, Allah’ın huzurunda­dır. Kim onlara teveccüh eder ve tevessülde bulunursa onlar bu kimsenin arzusunun verilmesi için Allahü Tealaya yönelirler. Vefat etmiş velilerden hasıl olan tasarruf, ruhla­rıyla Allahü Tealaya yönelmekten ibarettir. Yaratmayı gerekti­ren hakiki tasarruf ise, müstakillen Allah’a mahsus­tur. Onlardan sudur edene teveccüh adet kabilinden olan sebebler cümlesinden olup, yaratmada tesiri yoktur. Allahü Teala’nın yürüttüğü esas üzerine, onların yanında yaratılır amma, onlar tarafından icad ve halk edilemez.
Bir Müslüman bunları bildikten sonra, geride geçen ha­dis ile biraz sonra zikredilecek olan hadisi öğrenip anla­yınca, ölmüş bir salih insanın ruhunun Allah katındaki değerini de bilir. Böylece Allâh’tan bir şey isterken o zatın Allah katındaki makamını gözeterek, duâsında câiz olan tevessülle tevessülde bulunabilir.
Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus Allah katın­daki makamından dolayı tevessül edilen zata ya­ratma, icat etme, ibadete layık görme, herhangi birşey üzerinde tesir etme gibi Allah’a ait vasıflarla vasıflandırma­mak kaydıyla zat ile tevessül yapılabilinir. Ayrıca o zatlar­dan harikulâdelikler görüldüğü taktirde bunun Allah’tan olduğu bilinmelidir. O zata Allah’a yapılması gereken iba­det ve ta’zimin yapılmaması gerekir. Eğer tevessül böyle yapılırsa hiçbir sakınca olmaz.
Tevessülü kabul etmeyenlerin yaptıkları ise; hadisleri zanlarla, ithamlarla, yorumlarla, zayıflatmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. İşin tuhaf tarafı, bizim bunca delili­mize rağmen diyorlarki:
Tevessülü kabul edenlerin elinde, sahâbeden bir tek kişi­nin zat ile tevessülün yapıldığına dair delil bulunmamakta­dır.
Halbuki tevessülü kabul etmeyenlerin elinde, zat ile ya­pı­lan tevessülü yasaklayan zayıf ve uydurma dahi olsa bir delil yok. Ellerinde olan sadece yorum.
Vahhâbî ve Selefîler diyorlar ki; İslâm’ın özünde aracı yoktur. Bizde deriz ki Nisa sûresi 64. âyetinde “Eğer on­lar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelse­ler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de on­lar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affe­dici esirgeyici bulurlardı.”(Nisa 64)
Allah (Celle Celalühü) Rasu­lünü aracı kılıyor. Allah (Celle Celalühü) bana gelselerdi, diyebi­lirdi. Ayrıca vahilerde Cebrail (Aleyhisselâm) aracı olarak kullanılmıştır. Allahü Teala istese direkt olarak Peygamberi­mize âyetleri indire bilir ve belletirdi. Buna benzer birçok örnekler sunula­bilir.


[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.

[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.

[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294

[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213

[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133

[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484

[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131

[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.

[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.

[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470

[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.

[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.

[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.

[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.

[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.

[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.

[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer.

[20] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Mustekîm, s: 372-373, Dârul Marife, Beyrut, tsz.
Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yayınları s.494-495 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
 
Üst