Kuran'in Bİlİmsel Mucİzelerİ

Elif_Gibi

Well-known member
EVRENİN VAROLUŞU



20 yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi

Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu Oysa 20 yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır

21 yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir

Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:

O gökleri ve yeri yoktan var edendir (Enam Suresi, 101)

Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır


NASA'nın 1992'de gönderdiği Cobe uydusunun hassas tarayıcıları Big Bang'den sonra tüm evrene yayıldığı varsayılan radyasyonun kalıntılarını buldu Bu buluş evrenin yoktan var edildiği gerçeğinin, bilimsel bir açıklaması olan Big Bang teorisinin ispatı oldu


EVRENİN GENİŞLEMESİ

Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir

Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:

Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz (Zariyat Suresi, 47)


Edwin Hubble, dev teleskobuyla

Yukarıdaki ayette geçen "sema (gök)" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir Türkçeye "Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız)" olarak çevrilen Arapça "inna le musiune" ifadesindeki "musi'une" kelimesi, "genişletmek" anl----- gelen "evsea" fiilinden türemiştir "Le" ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek "çok fazla" anlamı katmaktadır Dolayısıyla bu ifade "Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz" anlamı taşımaktadır Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır1


Georges Lemaitre


20 yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu

Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20 yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar

Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar




Evren ilk patlamadan bu yana her an büyük bir süratle genişlemektedir Bilim adamları genişleyen evreni şişen bir balonun yüzeyine benzetmektedirler
Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli "genişleyen" bir evren anl----- gelmekteydi Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı

Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar Aslında bu gerçek 20 yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören "durağan evren modeli" ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı Einstein bu davranışını daha sonra, "hayatının en büyük hatası" olarak adlandıracaktı2

Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır Çünkü Kuran, tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın sözüdür

EVRENİN SONU VE BIG CRUNCH


Big Crunch teorisi, Big Bang'le başlayarak genişlemekte olan evrenin, gittikçe hızlanarak içine çökeceğini öne süren bir teoridir Teoriye göre evrendeki bu çöküş, evren tüm kütlesini kaybedip sonsuz yoğunluktaki bir noktaya dönüşene dek sürecektir


Evrenin yaratılışı, önceki konuda da belirttiğimiz gibi Big Bang denilen büyük bir patlama ile başlamıştır ve o zamandan beri evren genişlemektedir Bilim adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri nedeni ile bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye, büzülmeye başlamasına sebep olacağını bildirmektedirler 3

Büzülen evrenin de, sonunda "Big Crunch" (Büyük Çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile sonuçlanacağını ifade etmektedirler Bu ise, bildiğimiz tüm yaşam şekillerinin yok olması anl----- gelmektedir Stanford Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Renata Kallosh ve Andrei Linde'nin bu konu ile ilgili yaptığı açıklamalar ise şöyledir:

Evrenin akıbeti küçülmeye ve yok olmaya doğru gidiyor Gördüğümüz ve daha uzaklardaki göremediğimiz herşey bir protondan bile küçük bir nokta şeklinde küçülecek Sanki kara delik içindeymişsiniz gibi Kara enerjinin en iyi tarifinin şu açıklama olduğunu bulduk: Aşama aşama negatif hale gelen bu kara enerji, evrenin dengesinin değişmesine sebep olacak ve büzülüp çökecek Fizikçiler kara enerjinin, negatif enerjiye dönüşeceğini ve evrenin yakın bir gelecekte büzüleceğini biliyorlar Fakat bugün görüyoruz ki, biz bu olayın başlangıcında değiliz, ama evrenimizin hayat sirkülasyonunun ortasında olabiliriz 4

Big Crunch olarak ifade edilen bu bilimsel varsayıma, Kuran'da şöyle işaret edilmektedir:

Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir Elbette, Biz yapıcılarız (Enbiya Suresi, 104)

Bir başka ayette ise göklerin bu durumu şöyle tarif edilmektedir:

Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir (Zümer Suresi, 67)

Big Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi önce yavaşça, fakat gittikçe hız kazanarak evren çökmeye başlayacaktır Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelecektir Tarif edilen bu bilimsel teori, Kuran ayetleri ile paralellik içindedir (En doğrusunu Allah bilir)

SICAK DUMANDAN YARATILIŞ

Bugün bilim adamları yıldızların dumandan -sıcak bir gaz bulutundan- oluşumunu gözlemleyebilmektedirler Sıcak gaz kütlesinden oluşum, aynı zamanda evrenin yaratılışı için de geçerlidir Kuran'da da evrenin yaratılışı, bu bilimsel bulguları tasdik edecek şekilde tarif edilmiştir:

Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin" İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler (Fussilet Suresi, 10-11)

Yukarıdaki ayette "gök" olarak çevrilen "sema" kelimesi ile tüm evren kastedilmektedir Ayette "duman" olarak çevrilen "duhanun" kelimesi de, bugün bilim adamlarının kabul ettiği, evrenin şekillenmesinden önceki maddeyi, evrenin yaratılışındaki söz konusu kozmik ve sıcak bir dumanı tarif etmektedir Katı maddelere bağlı uçan parçacıklar içeren, sıcak gaz halinde bir kütle olan bu duman şekli, ayette geçen kelimeyle tam olarak tarif edilmektedir Görüldüğü gibi Kuran'da evrenin bu aşamadaki görünümünü tarif eden en uygun kelime kullanılmıştır Bilim adamları ise evrenin, duman halindeki sıcak bir gaz kütlesinden oluştuğunu 20 yüzyılda keşfetmişlerdir5

Ayrıca "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi" ifadesindeki "sonra" olarak çevrilen "sümme" kelimesinin "bunun üzerine, bundan başka, ayrıca, üstelik, yine, bir daha" gibi diğer anlamları bulunmaktadır Burada da "sümme" kelimesi" bir zaman ifadesi olarak değil, ek açıklama olarak kullanılmaktadır 6Evrenin yaratılışı ile ilgili böyle bir bilginin Kuran'da bildirilmiş olması, kuşkusuz Kuran'ın bilimsel alandaki bir mucizesidir

"GÖKLERLE YER'İN BİRBİRİNDEN AYRILMASI


Temsili Big Bang resmi Allah'ın evreni yoktan var ettiğini bir kez daha ortaya koyan Big Bang, bilimsel delillerle ispatlanan bir teoridir Bazı bilim adamları Big Bang'e alternatifler üretmeye çalışmışlarsa da, elde edilen deliller Big Bang'in bilim dünyasında kesin bir kabul görmesiyle sonuçlanmıştır


Kuran'da göklerin yaratılışı hakkında bilgi verilen bir başka ayet ise şöyledir:

O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya Suresi, 30)

Ayetin "birbiriyle bitişik" olarak tercüme edilen "ratk" kelimesi, Arapça sözlüklerde "birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumda, kaynaşmış" anlamlarına gelir Yani tam bir bütün oluşturan iki maddeyi tanımlamak için bu kelime kullanılır Ayette geçen "ayırdık" ifadesi ise Arapça "fatk" fiilidir ki, bu fiil bitişik durumdaki bir nesneyi yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anl----- gelir Örneğin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması Arapçada bu fiille ifade edilir

Şimdi ayete tekrar bakalım Ayette göklerle yerin birbiriyle bitişik, yani "ratk" durumunda olduğu bir durumdan bahsediliyor Ardından bu ikisi "fatk" fiili ile ayrılıyorlar Yani biri diğerini yararak dışarı çıkıyor Gerçekten de Big Bang'in ilk anını düşündüğümüzde, evrenin tüm maddesinin tek bir noktada toplandığını görürüz Diğer bir deyişle herşey, hatta henüz yaratılmamış olan "gökler ve yer" bile bu noktanın içinde, birbiriyle iç içe, ayrılmaz durumdadırlar Ardından bu nokta şiddetli bir patlamayla yarılıp ayrılmaktadır

GÖKLERLE YER ARASINDAKİLERİN YARATILIŞI

Kuran'da, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların yaratılışı ile ilgili pek çok ayet bulunmaktadır:

Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran (Hicr Suresi, 85)

Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur (Taha Suresi, 6)

Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık (Enbiya Suresi, 16)

Bilim adamları başlangıçta sıcak bir gaz kütlesinin yoğunlaştığını, daha sonra bu kütlenin parçalara ayrılarak galaktik maddeleri, daha sonra yıldızları ve gezegenleri oluşturduklarını ifade etmektedirler Diğer bir deyişle Dünya ve aynı zamanda bütün yıldızlar, birleşik bir gaz kütlesinden ayrılan parçalardır Bu parçalardan bir kısmı güneşleri, gezegenleri meydana getirmiş, böylece pek çok Güneş Sistemleri ve galaksiler ortaya çıkmıştır Daha önceki bölümlerde de açıkladığımız gibi evren "ratk" (Füzyon: Birbirine yapışık, birleşik) halindeyken, "fatk" (parçalara ayrılmıştır) olmuştur Kuran'da evrenin oluşumu, bilimsel açıklamaları tasdikleyen, en uygun kelimelerle anlatılmaktadır7

Her bölünme, ayrılma olduğunda ise, uzayda yeni oluşan temel cisimlerin dışında birkaç parça dışarıda kalmıştır Bu fazla parçaların bilimsel adı, "yıldızlar arası galaktik madde"dir Yıldızlararası madde %60 Hidrojen, %38 Helyum ve %2 de diğer elementlerden oluşmaktadır Yıldızlararası maddenin %99'u gaz, %1'i de ağır elementlerin 0,0001-0,001 çaplı toz zerrelerinden oluşmaktadır8

Bilim adamları bu maddeleri, astrofizikteki ölçümler açısından çok önemli görmektedirler Bu maddeler toz, duman ya da gaz olarak değerlendirilebilecek kadar incedirler Ancak bu maddelerin tamamı düşünüldüğünde, uzaydaki galaksilerin toplamından daha fazla bir kütle söz konusu olmaktadır Yıldızlar arası bu galaktik maddelerin varlığı ilk kez 1920'de keşfedilmesine rağmen, yukarıdaki ayetlerde "ikisinin arasındakiler, ikisinin arasındaki şeyler" olarak çevrilen "ma beynehuma" ifadesi ile, Kuran'da bu parçaların varlığına yüzyıllar öncesinden dikkat çekilmiştir

EVRENDEKİ MÜKEMMEL DENGE


O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' içinde yedi gök yaratmış olandır Rahman'ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' göremezsin İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir (Mülk Suresi, 3-4)

Evrendeki milyarlarca yıldız ve galaksi mükemmel bir uyum içinde kendileri için tespit edilmiş yörüngelerinde hareket ederler Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte dönerler Hatta bazen içinde 200-300 milyar yıldız bulunan galaksiler birbirlerinin içinden geçip giderler Bu geçişte, evrendeki büyük düzeni bozacak herhangi bir çarpışma olmaz

Evrende hız kavramı, Dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında kavranması güç boyutlardadır Milyarlarca, trilyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler ve sayısal değerleri ancak matematikçilerin anlayabileceği büyüklükteki galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde olağanüstü bir süratle hareket ederler

Örneğin, Dünya saatte 1670 km hızla kendi ekseni çevresinde döner Bugün en hızlı merminin saatte ortalama 1800 km'lik bir sürate sahip olduğu düşünülürse, Dünya'nın dev boyutlarına rağmen süratinin ne denli büyük olduğu anlaşılır

Dünya'nın Güneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: Saatte 108000 km (Böylesine büyük bir süratle yol alabilen bir araç yapılabilseydi, Dünya'nın çevresini 22 dakikada dolaşacaktı) Verdiğimiz bu sayılar sadece Dünya içindir Güneş Sistemi ise daha da ilginçtir Bu sistemin sürati mantık sınırlarını zorlayacak derecede yüksektir Evrende sistemler büyüdükçe sürat artar Güneş Sistemi'nin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati, saatte tam 720000 km'dir Yaklaşık 200 milyar yıldızı bünyesinde bulunduran "Samanyolu Galaksisi"nin uzay içindeki hızı ise saatte 950000 km'dir

Kuşkusuz ki böylesine karmaşık ve hızlı bir sistem içinde dev kazaların oluşma ihtimali son derece yüksektir Ancak böyle bir durum olmaz ve biz yaşamımızı güven içinde sürdürürüz Çünkü evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kusursuz dengeye göre işlemektedir İşte bu sebeple ayette bildirildiği gibi tüm bu sistem içinde hiçbir "çelişki ve uygunsuzluk" yoktur

EVRENDEKİ İNCE AYAR
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir (Mülk Suresi, 3-4)

"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15)

Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir (Furkan Suresi, 2)

Materyalist felsefe, evrendeki ve doğadaki tüm sistemlerin kendi kendine işleyen birer makine gibi olduğu ve bunlardaki kusursuz düzen ve dengenin yaratıcısının rastlantılar olduğu iddiasıyla ortaya çıktı Ancak günümüzde, materyalizmin ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm'in geçersizliği, bilimsel olarak ortaya konmuş durumdadır (Bkz Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Araştırma Yayıncılık; Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık)

20 yüzyılda birbiri ardına gelen bilimsel bulgular, hem astrofizik hem de biyoloji alanlarında, evrenin ve canlıların yaratıldığını ispatladı Bir yandan Darwinizm'in tezleri bir bir çökerken, diğer yandan da evrenin yoktan yaratıldığını gösteren Big Bang teorisi ve maddesel dünyada büyük bir tasarım ve "hassas ayar" (fine tuning) bulunduğunu gösteren bulgular, materyalizm iddialarının asılsızlığını bir kez daha gösterdi

Canlılığın oluşması için gerekli olan koşullara baktığımızda, bir tek Dünya'nın böylesine özel bir ortama sahip olduğunu görürüz Yaşam için elverişli olan bu ortamı sağlamak içinse saymakla bitiremeyeceğimiz kadar koşul aynı anda, kesintisiz olarak gerçekleşmektedir Evrende yaklaşık olarak 100 milyar galaksi ve her birinde ortalama 100 milyar yıldız ve bir o kadar da gezegen olduğu düşünülürse, Dünya'da böylesine istisnai bir ortamın oluşmasındaki önem daha iyi anlaşılacaktır 9

Big Bang'in patlama hızından atomların fiziksel dengelerine, dört temel kuvvetin oranlarından yıldızların simya işlemlerine, Güneş'in yaydığı ışığın cinsinden suyun akışkanlık değerine, Ay'ın Dünya'ya olan uzaklığından atmosferdeki gazların oranına, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığından ekseninin yörüngesine olan eğimine, Dünya'nın kendi etrafındaki dönüş hızından Dünya üzerindeki okyanusların, dağların fonksiyonlarına kadar her detay bizim yaşamımız için olağanüstü derecede uygundur Bugün bilim dünyası evrenin bu özelliklerini, "İnsani İlke" (Anthropic Principle) ve "İnce Ayar" (Fine Tuning) kavramlarıyla ifade etmektedir Bu kavramlar, evrenin, amaçsız, başıboş, tesadüfi bir madde yığını olmadığını, aksine insan yaşamını gözeten bir amaca göre, hassas bir biçimde tasarlandığını özetlemektedir


Yukarıdaki ayetlerde Allah'ın yaratmasındaki ölçü ve uyuma dikkat çekilmektedir Furkan Suresi'nin 2 ayetinde "ölçüp biçmek, ayarlamak, ölçüyle yapmak" anlamlarına gelen "takdiyr" kelimesi, Mülk Suresi'nin 3 ayeti ile Nuh Suresi'nin 15 ayetinde ise "uyum içinde olan" anl----- gelen "tibaka" kelimesi kullanılmaktadır Ayrıca Allah Mülk Suresi'nde "ihtilaf, aykırılık, uygunsuzluk, düzensizlik, zıtlık" anlamlarına gelen "tefavutin" kelimesi ile uyumsuzluk arayanın bunda başarılı olamayacağını bildirmektedir

20 yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan "hassas ayar" (fine tuning) ifadesi de, bu ayetlerde bildirilen gerçeği tasdik etmektedir Son 20-30 yıl içinde pek çok bilim adamı veya bilim yazarı, evrenin bir rastlantılar yığını olmadığını, aksine her detayda insan yaşamını gözeten olağanüstü bir tasarım ve ayar bulunduğunu gösterdiler (Bkz Harun Yahya Evrenin Yaratılışı, Araştırma Yayıncılık; Harun Yahya, Mucizeler Zinciri, Araştırma Yayıncılık) Evrendeki birçok özellik, evrenin yaşam için özel olarak tasarlandığını açıkça göstermektedir Fizikçi Dr Karl Giberson, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne "tasarım" kelimesini geri getirdi 1960'ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça "ince ayar" yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar Evrende hayatın var olmasının, kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler10

İngiliz astrofizikçi Prof George F Ellis, bu ince ayardan şöyle söz etmektedir:

(Evrendeki) bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, "mucize" kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor11

Big Bang'in patlama hızı:

Evrenin oluşum anı olan Big Bang'de kurulan dengeler, evrenin tesadüfen oluşamayacağının göstergelerinden biridir Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü, matematiksel fizik profesörü Paul Davies'e göre, Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı12Stephen Hawking de, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder:

Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi13

Dört kuvvet:

Bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"in -yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- iletişimi ve dengesi sayesinde, evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar meydana gelir Bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptirler Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu kuvvetler arasındaki hassas dengeyi şöyle açıklamaktadır:

Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneşimiz'den bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı Diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu Başka hiçbir atom olamazdı Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam t----- sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı Hayat da olmayacaktı14

Gök cisimleri arasındaki mesafeler:

Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki dengeleri şöyle açıklamaktadır:

Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır15

Yerçekimi:

- Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu

- Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı

Güneş'e uzaklık:

- Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi

- Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı

Yerkabuğunun kalınlığı:


- Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi

- Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu

Dünya'nın kendi çevresindeki dönme hızı:

- Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu

- Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı

Dünya'nın manyetik alanı:

- Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu

- Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu

Albedo etkisi: (Yeryüzü tarafından emilemeden geri yansıyan güneş ışığı)

- Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi

- Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu
Atmosferdeki oksijen ve azot oranı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı

- Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı

Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı

- Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi

Ozon tabakasının kalınlığı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Yeryüzü ısısı çok düşerdi

- Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı

Sismik (deprem) hareketleri:

- Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu

- Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi

Dünya'nın ekseninin eğikliği:

Dünyanın ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı

Güneş'in büyüklüğü:

Güneş'in yerinde daha küçük bir yıldızın var olması, Dünya'nın aşırı derecede soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya'nın sıcaktan kavrulmasına neden olurdu

Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi:

- Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu

- Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu

Ay ile Dünya arasındaki mesafe:

- Eğer biraz daha yakın olsaydı, Ay Dünya'ya çarpardı

- Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi

- Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay'ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya'da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu

- Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi 16

Dünya'nın ısısı ve karbon temelli yaşam:

Yaşamın temeli olan karbon elementinin varlığı belli sınırlarda kalan sıcaklığa bağlıdır Karbon, aminoasit, nükleik asit ve proteinler gibi yaşamı oluşturan temel organik moleküller için gereken bir maddedir Dolayısıyla hayat, ancak karbon temelli olarak var olabilir ve bunun için de mevcut sıcaklığın en az -200C en çok +1200C olması gerekmektedir Nitekim Dünya'nın ısısı tam bu aralıktadır

Burada sayılanlar Dünya'da yaşamın oluşabilmesi ve canlılığın devam edebilmesi için gereken, son derece hassas dengelerden sadece birkaçıdır Yalnızca burada sayılanlar bile evrenin ve Dünya'nın tesadüfler sonucunda, rastgele olayların ardı ardına gelmesiyle oluşamayacağını kesin olarak ortaya koymak için yeterlidir 20 yüzyılda kullanılmaya başlayan "ince ayar", "insani ilke" kavramları, Kuran'da yüzyıllar evvelinden bildirilen "uyum ve ölçü ile yaratılış"ı tasdik etmektedir
 

Elif_Gibi

Well-known member
GÜNEŞ, AY VE YILDIZLARIN YAPILARINDAKİ FARKLILIK


Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik Parıldadıkça parıldayan bir kandil (Güneş) kıldık (Nebe Suresi, 12-13)

Bilindiği gibi Güneş, Güneş Sistemi'ndeki tek ışık kaynağıdır Teknolojik imkanların gelişmesiyle birlikte, astronomlar Ay'ın bir ışık kaynağı olmadığını, sadece Güneş'ten gelen ışığı yansıttığını keşfetmişlerdir Yukarıdaki ayette geçen "kandil" ifadesi de, Arapçada ısı ve ışık kaynağı olan Güneş'i en mükemmel şekilde tarif eden "sirac" kelimesidir


Allah Kuran'da Ay, Güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerinden bahsederken farklı kelimeler kullanmaktadır Bunlardan Güneş ve Ay'ın yapıları arasındaki farklılık Kuran'da şöyle ifade edilmiştir:

Ve Ay'ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş'i de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır (Nuh Suresi, 16)

Yukarıdaki ayette Ay için ışık (Arapça "nur"), Güneş için kandil (Arapça "sirac") kelimeleri kullanılmıştır Bu kelimelerden Ay için kullanılan, ışığı yansıtan, parlak, hareketsiz bir kitleyi ifade eder Güneş için kullanılan kelime ise, sürekli yanma halinde olan, ısı ve ışık kaynağı, gökteki bir oluşum anl----- gelmektedir

Diğer taraftan "yıldız" kelimesi Arapçada "beliren, ortaya çıkan, görünen" anlamlarına gelen "neceme" kökünden türemiştir Ayrıca yıldız aşağıdaki ayetteki gibi, ışığıyla karanlıkları delen, parıldayan, kendi kendini tüketen ve yanan anlamlarına işaret eden "sakib" kelimesiyle de nitelendirilmiştir:

(Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 3)

Günümüzde Ay'ın kendi ışığını yaymadığı, Güneş'ten gelen ışığı yansıttığı bilinmektedir Güneş ve yıldızların ise kendi ışıklarını yaydıklarını biliyoruz Kuran'da bu gerçekler insanların gök cisimleri ile ilgili bilgilerin çok kısıtlı olduğu bir dönemde yani bundan 14 asır evvel bildirilmiştir

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN
Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli yörüngeler izliyor olmasıdır Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren tıpkı bir fabrikanın dişlileri gibi ince bir düzen içinde çalışmaktadır

Evrenin görebildiğimiz kısmında 100 milyardan fazla galaksi mevcuttur ve küçük galaksilerde yaklaşık bir milyar, büyük galaksilerde ise bir trilyondan fazla yıldız bulunur17Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, bu gezegenlerin de uyduları vardır Tüm bu gök cisimleri çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir Ve milyonlarca yıldır her biri kendi yörüngesinde diğerleriyle kusursuz bir uyum ve düzen içinde akıp gitmektedir Bunların dışında pek çok kuyruklu yıldız da kendisi için tespit edilmiş olan yörüngede yüzüp gider

Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerine ait değildir Güneş Sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon km uzakta bulunur Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır Örneğin Dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 mm'lik bir sapmanın yol açabilecekleri, bir kaynakta şöyle tarif edilmektedir:

Dünya, Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2,8 mm ayrılır Dünya'nın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz; çünkü yörüngeden 3 mm'lik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: Sapma 2,8 yerine 2,5 mm olsaydı, yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık; sapma 3,1 mm olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük18

Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi etraflarında dönmeleridir Kuran'da "Dönüşlü olan göğe andolsun" (Tarık Suresi, 11) ayeti ise tam da bu gerçeğe işaret eder Elbette, Kuran'ın indirildiği dönemde insanlık, günümüzdeki gibi uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara, gelişmiş gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi Dolayısıyla uzayın, ayette bildirildiği gibi, "özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış" (Zariyat Suresi, 7) olduğunu, o dönemde bilimsel olarak tespit edebilmek imkansızdı Ancak o çağda indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de bu gerçek bizlere açıkça haber verilmiştir; çünkü Kuran, Allah'ın sözüdür


Evrendeki pek çok kuyruklu yıldız gibi yukarıdaki resimde görülen Halley kuyruklu yıldızı da planlı bir harekete sahiptir Kendisine ait belirli bir yörüngesi vardır ve diğer gök cisimleriyle birlikte, kusursuz bir uyum ve düzen içinde bu yörüngede hareket etmektedir Evrendeki tüm gök cisimlerinin, gezegenlerin, bu gezegenlerin uydularının, yıldızların, hatta galaksilerin bile çok ince hesaplarla saptanmış yörüngeleri vardır İşte bu kusursuz düzeni kuran ve devamlılığını sağlayan, tüm evreni yaratmış olan Allah'tır


GÜNEŞ'İN GİDİŞ İSTİKAMETİ

Kuran'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesinin olduğu vurgulanır:

Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor (Enbiya Suresi, 33)

Yukarıdaki ayette geçen "yüzme" kelimesi Arapçada "sabaha" olarak ifade edilir ve Güneş'in uzaydaki hareketini anlatmak üzere kullanılmaktadır Bu kelime Güneş'in uzayda hareket ederken kontrolsüz olmadığı, ekseni üzerinde döndüğü ve dönerken bir rota izlediği manasındadır Güneş'in sabit olmadığı belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:

Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir (Yasin Suresi, 38)

Kuran'da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astronomik gözlemlerle anlaşılmıştır Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720000 km'lik muazzam bir hızla hareket etmektedir Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km yol katettiğini gösterir Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler

AY'IN YÖRÜNGESİ

Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner) Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40)


Ay, Dünya'yla birlikte Güneş'in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer Bu yörüngenin görünümü, Kuran'da bildirildiği gibi kuru hurma dalının eğriliğine benzemektedir

Ay'ın yörüngesi diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir yörüngede ilerlemez Ay, yörüngesinde seyrederken Dünya'nın bazen önüne bazen arkasına geçer Aynı zamanda Dünya'yla birlikte Güneş'in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli "S" harfi benzeri bir yörünge çizer Ay'ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kuran'da "eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)" ifadesiyle tarif edildiği gibi, kurumuş hurma ağacı dalının eğriliğine oldukça benzemektedir Nitekim ayette geçen "urcun" kelimesinin anlamı, kuruyup incelmiş, bükülmüş hurma dalıdır ve hurma ağacının meyveleri toplandıktan sonra, salkımdan geriye kalan kısmı ifade etmek için kullanılır Ayrıca bu salkım dalının "eski" ifadesiyle tasvir edilmesi de son derece hikmetlidir, çünkü hurma dalının eskisi daha ince ve daha eğridir



Kuşkusuz ki 1400 sene evvel Ay'ın yörüngesi hakkında bilgi sahibi olmak mümkün değildi Günümüz teknolojisi ve bilgi birikimi ile tespit edilebilen bu şeklin, Kuran'da böylesine kusursuz bir benzetme ile bildirilmesi, Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesidir

AY YILININ HESAPLANMASI

Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır (Yunus Suresi, 5)

Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner) (Yasin Suresi, 39)



Yukarıdaki ilk ayette Allah, Ay'ın insanlar için yıl hesabının yapılmasında bir ölçü olacağını açıkça bildirmiştir Ayrıca bu hesapların, Ay'ın yörüngesinde dönüşü sırasında alacağı konumlara göre yapılacağına da dikkat çekilmiştir Dünya-Ay ve Dünya-Güneş doğrultuları arasındaki açı sürekli olarak değiştiğinden, biz Ay'ı çeşitli zamanlarda değişik şekillerde görürüz Ayrıca Ay'ı görebilmemiz, Ay'ın Güneş'ten aldığı ışığı yansıtması ile mümkün olduğundan, Ay'ın Güneş tarafından aydınlatılan yüzü, Dünya'daki gözlemciye göre sürekli şekil değiştirir İşte bu değişimler göz önünde bulundurularak birtakım hesaplamalar yapılır ki, bu da insanlar için yıl hesabını mümkün kılar

Eskiden 1 ay, insanlar tarafından iki dolunay arasındaki zaman veya Ay'ın Dünya etrafında döndüğü zaman olarak hesaplanırdı Buna göre 1 ay, 29 gün 12 saat ve 44 dakikaya eşitti Buna "Kameri ay" denir 12 Kameri ay ise Rumi takvime göre 1 yıl eder Ancak Dünya'nın Güneş etrafındaki dönüşünü tamamlamasını 1 yıl olarak kabul ettiğimiz Miladi takvim ile Rumi takvim arasında her yıl 11 günlük bir fark oluşur Nitekim Kehf Suresi'nin 25 ayetinde de bu farka şöyle dikkat çekilmiştir:

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar (Kehf Suresi, 25)

Ayette geçen zamanı şöyle açıklamak mümkündür: 300 yıl x 11 gün (her yıl için oluşan fark) = 3300 gündür 1 Güneş yılının 365 gün 5 saat 48 dakika ve 455 saniyeden oluştuğu dikkate alınırsa, 3300 gün/36524 gün = 9 yıl'dır Diğer bir deyişle Miladi takvime göre 300 yıl, Rumi takvime göre 300+9 yıldır Görüldüğü gibi ayette ince hesaplara dayanan bu 9 yıllık farka dikkat çekilmiştir (En doğrusunu Allah bilir) Kuşkusuz Kuran'da böyle bir bilgiye dikkat çekilmesi Kuran'ın bilimsel mucizelerinden biridir

ÇEKİM GÜCÜ VE YÖRÜNGESEL HAREKETLER


Artık hayır; yemin ederim sinip dönen (gezegen)lere, bir akış içinde yerini alanlara; (Tekvir Suresi, 15-16)

Tekvir Suresi'nin 15 ayetinde geçen "hunnes" kelimesi, büzülüp sinen, gerileyen, geri dönen gibi anlamlara gelmektedir 16 ayette "yerini alanlara" olarak çevrilmiş Arapça deyim ise "kunnes"tir "Kanis" kelimesinin çoğulu olan "kunnes" ifadesi, belli güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası, yuvasına girip saklananlar anlamlarına gelir Yine 16 ayette geçen "akış" kelimesi ise cereyan kökünden türeyen ve akıp giden anl----- gelen "cariye" kelimesinin çoğulu "cevar"dır Bu kelimelerin anlamları dikkate alındığında, gezegenlerin çekim güçleri ve yörünge etrafındaki hareketlerine işaret edildiği düşünülebilir

Yukarıdaki ayetlerde geçen bu kelimeler, çekim kuvvetlerinden kaynaklanan yörüngesel hareketleri tam olarak tarif etmektedir Bunlardan "hunnes" kelimesi ile, gezegenlerin gerek kendi çekirdeklerine doğru, gerekse Güneş Sistemi'nin merkezi olan Güneş'e doğru çekimlerine dikkat çekilmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Çekim gücü evrende zaten var olan bir kuvvettir, ancak bu çekim gücünün matematiksel formüllerle ortaya konması, 17-18 yüzyıllarda yaşamış olan Isaac Newton tarafından mümkün olmuştur Bir sonraki ayette geçen "elcevari" kelimesi de bu çekime karşı koyan merkezkaç kuvvetinden kaynaklanan yörüngesel hareketleri vurgulamaktadır Kuşkusuz akıp gidenler anl----- gelen "elcevari" kelimesinin "hunnes" (merkeze doğru çekilme, büzülme, sinme) ve "kunnes" (güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası) kelimeleri ile kullanılması, 1400 sene evvel bilinmesi mümkün olmayan önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Ayrıca Kuran'da yemin edilen konulardan biri olan bu ayetler, konunun önemine dikkat çeken bir başka işarettir

DÜNYA'NIN YUVARLAKLIĞI


Gökleri ve yeri hak olarak yarattı Geceyi gündüzün üstünü sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor (Zümer Suresi, 5)

Kuran'ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir Üstteki ayette "sarıp örter" olarak tercüme edilen Arapça kelime "yukevviru"dur Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır (Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir Yani 7 yüzyılda indirilen Kuran'da Dünya'nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir

Unutmamak gerekir ki, o dönemdeki astronomi anlayışında Dünya daha farklı algılanıyordu O dönemde Dünya'nın düz bir satıh olduğu düşünülüyordu ve tüm bilimsel hesap ve açıklamalar da buna göre yapılıyordu Ancak Kuran Allah'ın sözü olduğu için, evreni tarif ederken olabilecek en tanımlayıcı kelimeler kullanılmıştır Kuran ayetlerinde ise bize henüz yakın yüzyılda öğrendiğimiz bu bilgileri 1400 sene öncesinden haber verilmektedir

DÜNYA'NIN DÖNÜŞ YÖNÜ

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu) Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır (Neml Suresi, 88)

Neml Suresi'ndeki ayette Dünya'nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de vurgulanmaktadır 3500-4000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur Hava durumu tahminleri için çoğunlukla batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur19

Bulut kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya'nın dönüş yönüdür Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kuran'da yüzyıllar öncesinden -Dünya'nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde sabit durduğu sanılan 14 yüzyılda- haber verilmiştir
 

Elif_Gibi

Well-known member
DÜNYA'NIN GEOİT ŞEKLİ


Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi (Naziat Suresi, 30)

Yukarıdaki ayette "serip döşedi" olarak çevrilen "deha" kelimesi, yaymak anlamına gelen "dahv" kelime kökündendir Dahv kelimesi, döşemek, düzeltmek anlamlarına gelse de, taşıdığı anlam bakımından basit bir döşeme fiili değildir Çünkü bu kelimede, yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek fiillerini tarif etmek için kullanılmaktadır

Dahv kelimesinden türeyen diğer kelimelerde de yuvarlaklık anlamı mevcuttur Örneğin çocukların topu yerdeki bir çukura düşürmeleri, taş atıp çukura düşürme yarışları, cevizle oynanan oyun hepsi dahv kelimesiyle ifade edilmektedir Devekuşunun yuva yapmasına, yatacağı yerdeki taşları temizlemesine, yumurtladığı yere ve yumurtasına da bu köklerden türemiş kelimeler kullanılır

Nitekim Dünya'nın şekli de bir yumurtayı andırır şekilde yuvarlaktır Dünya'nın kutuplardan basık küresel şekli, geoit olarak ifade edilmektedir Bu bakımdan ayette "deha" kelimesinin kullanılması, Allah'ın Dünya hakkında verdiği önemli bir bilgiyi içermektedir İnsanların yüzlerce sene Dünya'nın şeklinin düz olduğunu düşünmeleri ve gerçek şeklinin ancak teknolojik imkanlar neticesinde anlaşılması, Kuran'ın Allah'ın vahyi olduğunun önemli delillerinden biridir

DÜNYA'NIN VE UZAY'IN ÇAPLARI
Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşamazsınız (Rahman Suresi, 33)

Yukarıdaki ayette bucakları olarak çevrilen kelimenin Arapçası "aktar"dır "Aktar", Arapça'da çap anlamına gelen "kutur" kelimesinin çoğuludur ve göklerin ve yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir Arapçada kelimenin kullanım şeklinden tekil mi, çoğul mu (ikiden fazla mı) ya da ikili formda mı kullanıldığını anlamak mümkündür Dolayısıyla kelimenin buradaki kullanım şekliyle -ikiden fazla olduğunu ifade eden çoğul kullanımıyla- bir başka mucizevi bilgi haber verilmektedir

Bilindiği üzere, üç boyutlu bir cisim ancak düzgün bir küresel şekle sahipse tek bir çaptan bahsedilir Çaplar ifadesi ise ancak düzgün olmayan bir küresel şekle ait olabilir Nitekim ayette seçilen bu kelime -çaplar- Dünya'nın geoit yapısına işaret etmesi bakımından önemlidir Ayette ikinci olarak dikkat edilecek konu ise, çaplardan bahsedilirken yeryüzü ve göklerden ayrı ayrı söz edilmesidir


Edwin Hubble
Albert Einstein'ın Genel Görecelik Teorisi'ne göre, evren genişlemektedir; fakat bu, galaksilerin ve diğer kozmik cisimlerin uzayda etrafa dağıldığı anlamına gelmez Bu, uzayın genişlediği ve bu sırada galaksiler arasındaki mesafenin açıldığı anlamına gelir

Rahman Suresi'nin 33 ayetinde geçen, "göklerin çapları" tanımlaması da uzayın küremsi yapısına işaret etmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Uzayın değişik yerlerinden uzayın çapları farklı çıkacağı gibi, sürekli genişleyen uzayın çapları da sürekli değişim gösterecektir Bu bakımdan ayette çap kelimesinin çoğul biçimiyle kullanılması son derece hikmetlidir ve Kuran'ın herşeyin ilmine sahip Rabbimiz'in vahyi olduğunun göstergelerinden biridir

DÜNYA'NIN YERÇEKİMİ KUVVETİ

Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? (Mürselat Suresi, 25)

Yukarıdaki ayette "toplanma yeri" olarak çevrilen "kifaten" kelimesi, "canlıların, meskenlerinde toplanıp himaye edilmeleri, barınmaları; canlı ve cansızların toplandıkları yerler; üzerinde şeyler yığılan; toplanan yer" anlamlarını taşımaktadır Yeryüzünün bir "toplanma yeri" olduğunu bildirmek için kullanılan bu kelime -kifaten- Arapça'da "kefete" kökünden türetilmiştir ve "toplamak, kendine çekmek, kucaklamak" anlamlarına gelmektedir

Bilindiği gibi yeryüzü, yerçekimi kuvveti etkisiyle insanları ve üzerinde barındırdığı tüm canlı ve cansız varlıkları merkezine doğru çekmektedir Ayette geçen "kendine çekmek" fiili ile yeryüzünün bu çekim kuvvetine bir yönüyle işaret ediyor olması muhtemeldir (En doğrusunu Allah bilir)

Dünya üzerinde hayvanları, bitkileri, insanları ve diğer tüm varlıkları kendine doğru çeken yerçekimi sayesinde, insanların yere basmaları, cisimlerin uçmadan kondukları zeminde durmaları, atmosferin dağılmadan Dünya'yı çevrelemesi, yağmurun yeryüzüne düşmesi mümkün olur

Tarihteki en büyük bilim adamlarından kabul edilen Isaac Newton yerin bu özelliğini araştırmış ve 1687 yılında ilk kez Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri)adlı eserinde yerçekiminden söz ederek, tüm zamanların en büyük bilimsel keşiflerinden birini yapmıştır Hatta, Newton'un yerçekimi kuvvetinden bahsederken kullandığı Latince "attraere" kelimesi de, "çekme, biraraya getirme" anlamını taşımaktadır

Ancak 17 yüzyılda tanımlanan Dünya'nın dört büyük kuvvetinden birisine, Kuran'da dikkat çekilmesi, Kuran'ın Allah'ın Katından indirildiğinin delillerinden sadece biridir

ATMOSFER'İN KATMANLARI


Dünya, yaşam için gerekli olan özelliklerin tümüne sahiptir Bunlardan bir tanesi de canlıları koruyan ve özel bir kalkan görevini yerine getiren atmosferdir Bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir Atmosfer aynen ayette bildirildiği gibi, tam yedi temel katmandan oluşmaktadır Bu, elbette ki Kuran'ın mucizelerinden biridir


Kuran ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir:

Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur Ve O, herşeyi bilendir (Bakara Suresi, 29)

Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi (Fussilet Suresi, 11)

Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti (Fussilet Suresi,12)

Kuran'da pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır Kelimenin bu anlamı düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır


Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir 20Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, Dünya'nın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir21 Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve "Limited Fine Mesh Model" (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır Modern jeolojik tanımlamalara göre atmosferin 7 katmanı şu şekilde sıralanmaktadır:

1- Troposfer
2- Stratosfer
3- Mezosfer
4- Termosfer
5- Ekzosfer
6- İyonosfer
7- Manyetosfer

Bu konuyla ilgili bir diğer mucizevi yön ise Fussilet Suresi'nin 12 ayetinde geçen "Her bir göğe emrini vahyetti" ifadesinde yer almaktadır Yani ayette Allah'ın her tabakayı belli bir görevle görevlendirdiği belirtilmektedir İleriki bölümlerde daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, yukarıda saydığımız tabakaların her birinin insanların ve yeryüzündeki tüm canlıların yararı açısından çok hayati görevleri vardır Yağmurların oluşmasından zararlı ışınların engellenmesine, radyo dalgalarının yansıtılmasından göktaşlarının zararsız hale getirilmesine kadar her tabakanın kendine özgü bir işlevi bulunmaktadır

Aşağıdaki ayetler ise bize atmosferin 7 katmanının görünümü ile ilgili bilgi vermektedir:

"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15)

O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır (Mülk Suresi, 3)

Bu ayetlerde Türkçeye "uyum" olarak çevrilen Arapça "tibakan" kelimesi, aynı zamanda "tabaka, bir şeyin uygun olan kapağı ve örtüsü" anlamlarına da gelir ki, üst katın alt kata uygunluğunu vurgular Kelimenin çoğul kullanımında ise "tabaka tabaka" anlamı kazanmaktadır Ayette tarif edilen tabaka tabaka halindeki gök, kuşkusuz atmosferi en mükemmel şekilde ifade eden açıklamalardır

20 yüzyıl teknolojisi olmadan tespit edilmesi hiçbir şekilde mümkün olmayan bu bilgilerin, 1400 yıl önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de açıkça bildirilmesi ise elbette ki çok büyük bir mucizedir

KORUNMUŞ TAVAN

Kuran'da Allah, gökyüzünün son derece önemli bir özelliğine şöyle dikkat çeker:

Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar (Enbiya Suresi, 32)

Ayette belirtilen gökyüzünün bu özelliği, 20 yüzyıldaki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır

Dünya'yı çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir Dünya'ya yaklaşan irili ufaklı pek çok göktaşını parçalayarak yok eder ve bunların yeryüzüne düşerek canlılara büyük zararlar vermesini engeller


Dünya'nın manyetik alanının oluşturduğu manyetosfer tabakası, yeryüzünü gök taşlarından, zararlı kozmik ışın ve parçacıklardan koruyan bir kalkan gibidir Yukarıdaki resimde Van Allen Kuşakları adı da verilen bu manyetosfer tabakası görülmektedir Dünya'nın on binlerce kilometre uzağındaki bu kuşaklar, yeryüzündeki canlıları uzaydan gelebilecek öldürücü enerjiden korumaktadır
Tüm bu bilimsel bulgular, Dünya'nın özel bir şekilde korunduğunu kanıtlamaktadır Önemli olan, bu korunmanın "gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık" ayetiyle 1400 sene önce Kuran'da haber verilmiş olmasıdır


Atmosfer, bunun yanı sıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder Atmosferin bu özelliğinin en çarpıcı yönü, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir Bunların tümü yaşam için gerekli ışınlardır Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla tüm canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır

Atmosferin koruyucu özelliği bunlarla da kalmaz Dünya, uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur

Dünya'yı zararlı etkilerden koruyan, yalnızca atmosfer değildir Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen ve Dünya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür Güneş'ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir Özellikle Güneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya'daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir

Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız açısından önemini Dr Hugh Ross şöyle anlatmaktadır:

Dünya, Güneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı, Dünya'da hayat mümkün olmazdı Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür'dür Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya'nınkinden 100 kat daha azdır Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya'ya özeldir22

Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2500 0C'ye yükselmiştir

Kısacası, Dünya'nın üzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mükemmel bir sistem işler İşte Dünya'yı çevreleyen gökyüzünün bu koruyucu kalkan özelliğini, Allah bizlere yüzyıllar öncesinden Kuran'da bildirmiştir


Gökyüzünü seyreden insanlardan çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmez Bu yapı olmasa Dünya'nın nasıl bir yer olacağını da insanlar çoğu zaman düşünmezler Yukarıdaki resimde Dünya'ya düşen bir gök taşının ABD Arizona'da açtığı dev çukur görülmektedir Eğer atmosfer olmasaydı bu gök taşlarının milyonlarcası Dünya yüzeyine düşer ve gezegen yaşanılmaz bir hale gelirdi Ancak atmosferin koruyucu özelliği sayesindedir ki, Dünya'daki canlılar güven içinde yaşamlarını sürdürürler Bu, elbette Allah'ın insanlar üzerindeki bir korumasıdır ve Kuran'da haber verilmiş bir mucizedir

GÖKYÜZÜNÜN BİNA KILINMASI

O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın (Bakara Suresi, 22)


Geminid meteor yağmuru her sene Aralık ayının ikinci haftasında en yoğun şekilde gözlemlenir Yandaki fotoğrafta görülen kısa çizgiler yıldızlara ait izlerdir; uzun olanlar ise meteorlara aittir Resimde görülen meteor yağmurunda gök taşları saatte 58 taneye varan yoğunlukta düşmüştür

Yukarıdaki ayette gökyüzü tarif edilirken Arapça "essemae binaen" ifadesi kullanılmaktadır Bu kelime kubbe, tavan anlamlarıyla beraber, Arap Bedevileri tarafından kullanılan çadır benzeri bir kaplamayı da tarif eder 23Ve söz konusu çadırımsı yapı ile vurgulanan; dış öğelere karşı bir çeşit koruma sağlanmasıdır


Biz çoğunlukla farkında olmasak da, diğer gezegenlerde olduğu gibi Dünya'ya da çok sayıda gök taşı düşmektedir Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu gök taşlarının Dünya'ya zarar vermemelerinin nedeni, Dünya'yı saran atmosferin düşmekte olan gök taşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir Gök taşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde engellenmiş olur Allah yukarıda bahsettiğimiz atmosferin koruyucu özelliği ile ilgili ayetlerin yanı sıra, aşağıdaki ayette de bu özel yaratılışa dikkat çekmektedir:

Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir (Hac Suresi, 65)

Nitekim bir önceki bölümde de bahsettiğimiz atmosferin koruyucu özelliği, Dünya'yı uzaydan yani dış öğelerden korumaktadır Yukarıda yer verilen ayetlerde gökyüzü için kullanılan bina kelimesi ile de tam olarak gökyüzünün, Peygamberimiz (sav) döneminde bilinmesi mümkün olmayan bu yönüne dikkat çekilmektedir Bu bilgilerin, ileri teknolojiyle donatılmış uzay araçlarının, dev teleskopların olmadığı 1400 yıl öncesinde Kuran-ı Kerim'de haber verilmiş olması, Kuran'ın sonsuz ilim sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunu göstermektedir

"DOKUNMUŞ" GÖKYÜZÜ

'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun; (Zariyat Suresi, 7)

Yukarıdaki ayette "donatılmış" olarak çevrilen "elhubuk" kelimesi "habeke" fiilinden türemiştir Bu fiil ise "bir şeyi iyi ve sıkı dokumak; örmek; sıkı sıkıya bağlamak, iyice düğümlemek; tertip etmek" anlamlarına gelmektedir Zariyat Suresi'nin 7 ayetinde kullanılan "elhubuk" kelimesinin bu anlamları düşünüldüğünde, gökyüzünün dokunmuş ya da örülmüş bir kumaş gibi olduğu anlaşılmaktadır Ayette bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir ve günümüz bilimsel izahlarını iki yönden tasdik etmektedir

Birinci yönü şöyledir: Evrendeki yörünge ve yollar, öylesine yoğun ve birbiri içine geçmiştir ki, adeta bir kumaş örgüsündeki gibi birbirleri ile kesişen hatlar oluşturmaktadır İçinde yaşadığımız Güneş Sistemi, Güneş, gezegenler, onların uyduları, meteorlar ve kuyrukluyıldız gibi sürekli hareket halindeki gökcisimlerinden oluşur Güneş Sistemi de 400 milyar yıldız içeren Samanyolu Galaksisi içinde bir yol izleri Uzayda ise milyarlarca galaksi olduğu tahmin edilmektedir Binlerce kilometrelik hızla dönen gökcisimleri, sistemler, birbiriyle çarpışmadan, uzayda birbirini kesen yollar izlerler

Yıldızların pozisyonlarını ve gezegenlerin hareketlerini tam olarak haritalandırma amacıyla ortaya çıkan astrometri (gökölçüm) bilimi, yine gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen gök mekaniği bu karmaşık yörüngesel hareketleri tespit etmek için ortaya çıkmıştır Eski zamanlarda gökbilimciler, yörüngelerin sadece dairesel olarak hareket ettiklerini varsaymışlardır Oysa günümüzde gökcisimlerinin dairesel, eliptik, parabolik ve hiperbolik gibi çeşitli matematiksel düzenlerde yörüngeleri olduğu bilinmektedir Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr Carlo Rovelli, "İçinde yaşadığımız uzay inanılmaz derecede karmaşık dokunmuş bir ağ " şeklinde belirtmektedirii



Sol üstte, Güneş Sistemi'nin içindeki cisimlerden bir kısmının yörüngeleri görülmektedir Bu resimden başlayarak saat yönünde incelendiğinde, Güneş Sistemi'nin de çok daha büyük yörüngesel hareketlerin bir parçası olduğu anlaşılmaktadır





Yukarıdaki resimde, yıldızların karmaşık hareketlerinin küçük bir bölümü görülmektedir





Resimde Samanyolu Galaksisi'ndeki sadece yedi yıldızın yaklaşık yıllık hareketleri görülmektedir


İkinci bir yön olarak, Kuran'da gökyüzünün "dokunmuş, örülmüş" anlamına gelen bir kelimeyle tarif edilmesi, fizikteki "Sicim Teorisi"ne (String Theory) işaret ediyor olabilir (En doğrusunu Allah bilir) Bu teoriye göre evreni oluşturan en temel bileşenler, nokta gibi parçacıklar değil; titreşen minyatür keman tellerine benzeyen ipliklerdir Tek boyutlu, çok küçük, birbirinin aynısı, halkalar şeklinde dalgalanan bu iplikçiklerin, ilmik görünümünde oldukları kabul edilmektedir Kemanın tellerinin farklı titreşimlerinden farklı sesler çıkması gibi, evrendeki tüm çeşitliliğin kaynağında, bu sicimlerin farklı ayarlardaki titreşimleri olduğu varsayılmaktadırvi

Einstein'ın genel rölativitesi, quantum mekaniği gibi teorileri tutarlı halde birleştiren tek teori olarak, "Sicim Teorisi"nde sicimlerin büyüklüğünü görmek mümkün olmasa da, matematiksel olarak hesaplanabilmektedir Bilim adamlarının, uzay-zamanın dokunduğu malzeme olarak kabul ettikleri bu sicimler, 16x10-35 m (0000000000000000000000000000000000016 metre)'dirvii Plank uzunluğu denilen bu ölçü, bilinen en kısa uzunluktur ve atomun çekirdeğini oluşturan protonların 10-20 katı kadardırviii Eğer bir atom, Güneş Sistemi'nin boyutu kadar büyütülseydi, bu sicimlerden her biri bir ağaç büyüklüğünde olurduix Bir atomun, çıplak gözle görülen en küçük şeyden 100000 kat daha küçük olduğu düşünülürse, söz konusu uzunluğun küçüklüğü daha iyi anlaşılabilir


x




Pensilvanya Üniversitesi'nden fizik profesörü Abhay Ashtekar ve Varşova Üniversitesi'nden fizik profesörü Jerzy Lewandowski "Space and Time Beyond Einstein" (Einstein'ın Ötesinde Uzay ve Zaman) başlıklı makalelerinde, uzayın dokunmuş görüntüsünü şu ifadelerle yorumlamaktadırlar:

Bu teorisinde Einstein yerçekimi alanını, uzay ve zaman kumaşının içine dokudu Hepimizin alışmış olduğu süreklilik yalnız bir tahmin Elverişli olması için 2-boyutlu bir sürekliliği temsil ediyor; fakat gerçekte 1-boyutlu ipliklerle örülüyor Aynısı uzay-zaman kumaşı için de geçerli Bunun tek nedeni bu kumaşı dokuyan 'kuantum iplikçiklerinin' evrenin bizim yaşadığımız bölgesinde son derece sıkı dokunmuş olması ve bizim bunu bir süreklilik olarak algılamamız İplikçiklerden her birinin ya da polimer hareketliliğinin, bir yüzeyle kesişmesi durumunda, yaklaşık 10-66 cm2 boyutlarında 'Plank kuantum' alanı oluşuyor Bu da 100 cm2'lik bir alanda buna benzer yaklaşık 1068 kesişmenin gerçekleştiğini gösteriyor Sayı bu kadar yüksek olduğu için bu kesişmeler birbirlerine çok yakınlar ve biz de bunları bir süreklilik olarak görüp yanılıyoruz xi

New York Times gazetesinde "Evren Nasıl İnşa Edildi?" sorusuna cevap arayan bir makalede de şu satırlar yer almaktadır:

Protonları, nötronları ve diğer parçacıkları meydana getiren minik kuarklar bile, Plank ölçeğinde var olabilecek engebeleri hissedemeyecek kadar büyük Fakat yine de kısa süre önce fizikçiler, kuarklarla birlikte var olan herşeyin daha küçük nesnelerden meydana geldiklerini öne sürmüşlerdi Bunlar 10 farklı boyutta titreşen süper-sicimlerdir Plank ölçeğinde uzay-zamanın dokusu, Mısır'ın en nadide pamuklu kumaşının büyüteç altında çözgülerinin ve örgülerinin sergilenmesi gibi aşikar olacaktırxii



Pittsburgh Üniversitesi'nden fizikçi Carlo Rovelli, evrenin mikroskobik mimari yapısını canlandırabilmek için, ağ gibi örülmüş bir model sunmaktadır xv

Teorik fizikçi Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity (Kuantum Çekimine Üç Yol) adlı kitabında "How to Weave A String" (İplik Nasıl Dokunur) adlı bir bölüme yer vermekte ve konu ile ilgili şunları ifade etmektedir:

… uzay ilmikler ağı şeklinde 'dokunmuş' olabilir… tıpkı bir kumaş parçasının iplikler ağı halinde 'dokunmuş' olması gibi xiii

Kozmolog ve astrofizikçi Prof Martin Rees'in Our Cosmic Habitat (Kozmik Yurdumuz) adlı kitabında ise şöyle belirtmektedir:

Günümüzdeki kavramlarla uzay boşluğu çok sadedir fakat daha küçük bir ölçekte incelendiğinde birbirine dolaşmış sicimler halinde olabilir xiv

Allah'ın Zariyat Suresi'nin 7 ayetinde evrenin bir kumaş gibi dokunmuş, yörüngeler-yollarlarla örülmüş olduğunu bildirmesi, Kuran'ın bilimle olağanüstü uyumunu göstermektedir Daha pek çok örnekte gördüğümüz gibi, 14 asır önce Kuran'da bildirilen tüm bilgilerin, günümüzde bilimsel verilerle tasdik edilmesi son derece düşündürücüdür Kuran'ın bilimsel gelişmelerle olan bu mükemmel uyumu, herşeyi yaratan ve herşeyi en iyi bilen Rabbimiz'in sözü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı (Nisa Suresi, 82)

i http://casswww.ucsd.edu/public/tutorial/MW.html
ii George Johnson, "How Is the Universe Built? Grain by Grain", The New York Times, 7 Aralık 1999;
iii http://www.nytimes.com/library/natio...ck-length.html
iv http://upload.wikimedia.org/wikipedi...edna_orbit.jpg
v http://qbx6.ltu.edu/s_schneider/cour...ages/14-02.jpg
vi http://images.google.com.tr/imgres?i...w.physorg.com/
newman/gfx/news/04orbit_prjpg&imgrefurl=http://wwwphysorgcom/news9759html&h=
358&w=360&sz=23&hl=tr&start=4&tbnid=2_QRlvVbtbuJgM :&tbnh=120&tbnw=121&prev=/
images%3Fq%3Dgalaxy%2Borbits%26svnum%3D10%26hl%3Dt r
vii http://theory.uwinnipeg.ca/users/gab...y/slide22.html
viii http://www.phys.unsw.edu.au/einstein...le6_Planck.htm
ix http://wwwphyslinkcom/Education/AskExperts/ae281cfm
x http://wwwpbsorg/wgbh/nova/elegant/everythinghtml
xi http://www.phys.unsw.edu.au/einstein...le6_Planck.htm
xii Abhay Ashtekar, Jerzy Lewandowski, " Space and Time Beyond Einstein", Rzeczpospolita, Nisan 2002;
http://gravity.psu.edu/people/Ashtek...ita_SaTBE.html
George Johnson, "How Is the Universe Built? Grain by Grain", The New York Times, 7 Aralık 1999;
http://www.nytimes.com/library/natio...ck-length.html
xiii Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity, Basic Books, New York, 2001, s 186
xiv Martin Rees, Our Cosmic Habitat, Princeton University Press, 2001, s 107
xv http://www.nytimes.com/library/natio...ck-length.html

GERİ DÖNDÜREN GÖK

Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11 ayetinde gökyüzünün "geri döndürücü" özelliğinden şöyle bahsedilir:

Dönüşlü olan göğe andolsun (Tarık Suresi, 11)

Kuran meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen "rec'i" kelimesi, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamlarına gelmektedir

Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim



Dünya üzerindeki canlı yaşamı için suyun varlığı son derece önemlidir Suyun oluşmasındaki etkenlerden bir tanesi de atmosferin katmanlarından biri olan Troposferdir Troposfer tabakası okyanuslardan yükselen su buharını yoğunlaştırarak yeryüzüne yağmur olarak geri döndürür



Yeryüzündeki yaşam için öldürücü olabilecek ışınları engelleyen atmosfer katmanı ise, Ozonosfer tabakasıdır Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer tabakası ultraviyole gibi zararlı kozmik ışınları uzaya geri döndürerek, bu ışınların yeryüzüne ulaşmasını ve canlılığa zarar vermesini engeller


Atmosferin her katmanı insanlara yararlı özelliklere sahiptir Örneğin atmosferin üst tabakalarından biri olan İyonosfer tabakası, belli bir merkezden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak bu yayınların uzak mesafelerden bile algılanmasını sağlar


Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar 25 km yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar İyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar Manyetosfer tabakası ise, Güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür

Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden Kuran'da belirtilmesi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir



---------------Bölümler----------------- Giriş Kuran'ın Bilimsel Mucizeleri Kuran'ın Gelecekle İlgili Haberleri Kuran'ın Geçmiş Dönemlerle İlgili Haberleri Kuran'ın Matematiksel Mucizeleri Kuran'ın Edebi Yönden Mükemmelliği Sonuç: Kuran Allah'ın Sözüdür



1 S Waqar Ahmed Husaini, The Quran for Astronomy and Earth Exploration from Space, Goodword Press, 3 baskı, New Delhi, 1999, ss 103-108
2 http://www.time.com/time/time100/sci...le/hubble.html
3 Philip Ball, "Black Crunch Jams Universal Cycle", Nature, 23 Aralık 2002; Dr David Whitehouse, "Universe is 'doomed to collapse'", BBC News Online, 22 Ekim 2002, http://newsbbccouk/1/hi/sci/tech/2346907stm; Mark Schwartz, "Cosmic 'big crunch' could trigger an early demise of our universe", Stanford Report, 25 Eylül 2002
4 Mark Schwartz, "Cosmic 'big crunch' could trigger an early demise of our universe", Stanford Report, 25 Eylül 2002
5 Mahdi La'li, A Comprehensive Exploration of the Scientific Mireacles in Holy Qur'an, Trafford, Kanada, 2003, ss 35-38
6 Ebu'l-A'lâ Mevdûdî, Tefhimu'l Kur'an; http://wwwenfalde/tefhim/
7 Dr Mazhar U Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, ABD, 1998, s 53
8 Meyers Lexikon in drei Bänden Bibliographisches Institut & FA Brockhaus AG, Mannheim 1995, Digitale Ausgabe LexiRom
9 Carl Sagan, Cosmos, Wings Books, ABD, 1980, ss 5-7
10 K Giberson, "The Anthropic Principle", Journal of Interdisciplinary Studies, c 9, 1997, ss 63-90, Steven Yates'den cevap, ss 91-104
11 F Bertola, U Curi, The Anthropic Principle: Laws and Environments, Cambridge University Press, 1993, s 30
12 Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s 184
13 Stephen Hawking, A Brief History Of Time, Bantam Press, London, 1988, ss 121-125
14 Michael Denton, Nature's Destiny, The Free Press, New York, 1998, ss 12-13
15 Michael J Denton, Nature's Destiny, The Free Press, New York, 1998, s 11
16 http://www.pathlights.com/ce_encyclo....htm#Elemental Forces
17 World Book Encyclopedia, 2003; Boston Üniversitesi'nde Astronomi ve Fizik Professörü Kenneth Brecher'in katkılarıyla
18 Bilim ve Teknik, Temmuz 1983
19 http://wwwwoodroworg/teachers/esi /1998/p/weather/CorriolisHTM
20 http://royal.okanagan.bc.ca/mpidwirn...mslayers.html; Michael Pidwirny, Atmospheric Layers, 1996
21 http://wwwtpubcom/weather3/4-27htm
22 http://wwwgodandscienceorg/apologetics/designsshtml
23 http://webhomeidirectcom/~alila/Writings/Physicshtm
 

Elif_Gibi

Well-known member
YERYÜZÜNÜN KATMANLARI

Kuran'da yeryüzü ile ilgili verilen bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için (Talak Suresi, 12)

Yukarıdaki ayette dikkat çekilen bu bilgiye bilimsel kaynaklarda da yer verilmekte ve yeryüzünün yedi katmandan oluştuğu açıklanmaktadır Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir:


1 Kat: Litosfer (su)
2 Kat: Litosfer (kara)
3 Kat: Astenosfer
4 Kat: Üst manto
5 Kat: Alt manto
6 Kat: Dış çekirdek
7 Kat: İç çekirdek

Litosfer, Yunanca kaya anl----- gelen lithos kelimesinden gelmektedir ve Dünya'nın en üst katmanını oluşturan katı kaya tabakadır Diğer katmanlarla kıyaslandığında oldukça incedir Litosfer, okyanusların altında ve volkanik açıdan aktif olan bölgelerde daha da incedir Yeryüzünde bu katmanın ortalama kalınlığı 80 km'dir Diğer katmanlara göre daha soğuk ve daha katıdır; bu bakımdan yeryüzünde kabuk görevi görür

Litosferin altında Yunanca zayıf kelimesi Asthenes'ten gelen Astenosfer katmanı bulunur Bu katman Litosferle kıyaslandığında daha incedir ve hareketli bir tabakadır Bu katman jeolojik zamanla yüksek ısı ve basınca maruz kaldığında yumuşayıp eriyebilen, sıcak, yarı-katı maddelerden oluşmuştur Katı Litosfer tabakasının, yavaşça hareket eden Astenosfer tabakası üzerinde yüzdüğü ya da hareket ettiği düşünülmektedir24 Bu katmanların altında yüksek sıcaklıkta, yarı-katı kayalardan oluşan yaklaşık 2900 km kalınlığında manto denilen bir tabaka vardır Kabuktan daha fazla demir, magnezyum ve kalsiyum içeren manto daha sıcak ve yoğundur; çünkü Dünya'nın içindeki ısı ve basınç derinlikle birlikte artar

Dünya'nın merkezinde de neredeyse mantonun iki katı yoğunlukta olan çekirdek yer alır Bu yoğunluğun sebebi içeriğinde kayalardan çok metaller (demir-nikel alaşımı) bulunmasıdır Dünya'nın çekirdeği ise iki ayrı parçadan oluşur: Biri 2200 km kalınlığında olan sıvı dış çekirdek, diğeri de 1250 km kalınlığındaki katı bir iç çekirdek Dünya döndükçe sıvı dış çekirdek Dünya'nın manyetik alanını oluşturur

Ancak 20 yüzyıldaki teknoloji ile tespit edilebilen yeryüzü katmanlarının gökyüzü ile olan bu benzerliğinin Kuran'da bildirilmiş olması, kuşkusuz Kuran'ın pek çok bilimsel mucizesinden biridir

YERYÜZÜNÜN AĞIRLIKLARINI DIŞA ATMASI


Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; o gün (yer), haberlerini anlatacaktır (Zilzal Suresi, 1-4)

Arapçada "zilzal" kelimesi deprem, sarsıntı; "eskaleha" kelimesi ise "ağırlıklarını, ağır yüklerini" anlamlarına gelmektedir Yukarıdaki ayetler ilk anlamlarıyla düşünüldüğünde, depremle ilgili önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekildiği görülmektedir

Zilzal Suresi'nin 2 ayetinde, depremle ilgili olarak yerin ağırlıklarını atmasından bahsedilmektedir Nitekim son yüzyıllarda yapılan araştırmalar sonucunda yerin merkezinde ağır metaller olduğu ve bunların yeryüzündeki hareketlenmeler sonucunda ortaya çıktığı anlaşılmıştır Jeologların tespitlerine göre, Dünya soğudukça, ağır ve yoğun olan maddeler Dünya'nın merkezine doğru çökerken, daha hafif olanlar dış yüzeye doğru yükseldi Bu nedenle, yer kabuğu en hafif maddelerden (bazalt ve granit kayalardan) oluşurken, çekirdekte ağır metaller (nikel ve demir) bulunur Sonuç olarak erimiş metallerden oluşan yer altı, yer üstünden çok daha ağır ve yoğun bir malzemeden oluşmuştur

Deprem zamanlarında ise yer altındaki ağır maddeler yer üstüne çıkma imkanı bulur; böylece ayetlerde tarif edildiği gibi yeryüzü ağırlıklarını dışa atmış olur Ayrıca metal rezervlerinin yoğun olarak bulunduğu yerler, deprem ve volkan hareketlerinin daha çok gerçekleştiği bölgelerdir Yapılan kapsamlı araştırmalar sonucunda, yakın geçmişte ortaya çıkan bu bilimsel bulgular, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bilimsel gerçeklerden sadece biridir

DAĞLARIN GÖREVİ

Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:

Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık (Enbiya Suresi, 31)

Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır

Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağının 125 km'den fazla kökü vardır25
-Dağların toprak seviyesinin oldukça derinlerinde kökleri vardır26
-Şematik kesit Kazık şeklindeki dağların toprağın içerisine iyice yerleşmiş kökleri vardır27

Dağların, derin kökleri dolayısıyla şekil olarak kazıklara benzediklerini gösteren diğer bir resim28


Ayrıca dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir Altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir Dolayısıyla daha evvel de belirttiğimiz gibi dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yer altına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı şöyle tarif edilir:

Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır29
Dünyaca ünlü deniz altı jeologlarından biri olan Profesör Siaveda ise, dağların yeryüzüne kökler şeklinde saplı olduklarından bahsederken, şöyle bir yorumda bulunmuştur:

Kıtalardaki dağlar ve okyanuslardaki dağlar arasındaki temel fark materyalindedir Fakat her ikisinde de dağları destekleyen kökler vardır Kıtalardaki dağlarda, hafif ve yoğunluğu az madde yerin içine doğru kök olarak uzanır Okyanuslardaki dağlarda da, dağı kök gibi destekleyen hafif madde vardır… Köklerin fonksiyonu, Arşimed kanununa göre dağları desteklemek içindir30


Ayrıca Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press'in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir31

Kuran ayetlerinde ise, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işaret edilir:

Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)

Yine bir başka ayette Allah, "Dağlarını dikip-oturttu" (Naziat Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir Bu ayette geçen "ersayha" kelimesi "köklü kıldı, sabit yaptı, demirledi, yere çaktı" anlamlarına gelmektedir Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinler Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek magma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller Kısacası dağları, tahtaları birarada tutan çivilere benzetebiliriz Dağların sabitlenme etkisi, bilimsel literatürde izostasi olarak adlandırılmaktadır İzostasi, manto tabakasının yukarı doğru uyguladığı kuvvetle, yerkabuğunun aşağı doğru uyguladığı kuvvet arasındaki dengedir Dağlar erozyon, toprak kayması veya buzulların erimesi gibi nedenlerle ağırlık kaybederken, buzulların oluşumu, volkanik patlamalar veya toprak oluşumu nedeniyle ağırlık kazanabilirler Bu nedenle, dağlar hafiflediklerinde sıvıların uyguladığı kaldırma kuvvetiyle aşağıdan yukarı itilir; ya da ağırlaştıklarında yerçekimi nedeniyle manto içine gömülürler Yerkabuğu üzerinde bu iki kuvvet arasındaki denge, izostasi sayesinde sağlanır Dağların bu dengeleyici özelliği bilimsel bir kaynakta şöyle aktarılmaktadır:

G B Airy, 1855'te yerkabuğunun su üstünde yüzen, keresteden yapılmış sallara benzetilebileceğini söylemiştir Kalın kereste parçaları ince parçalara kıyasla su yüzeyinin daha üstünde yüzerler Benzer olarak yerkabuğunun kalın kısımları da bir sıvı veya daha yoğun olan alt tabakalar üzerinde yüzecektir Airy, dağların, düzlüklerde olmayan daha az yoğun kayalardan derin köklere sahip olduğunu savunuyordu Airy, çalışmalarını yayınladıktan dört yıl sonra, J H Pratt alternatif bir hipotez sundu Bu hipotezle dağlar altındaki kaya kolonlarının, düzlükler altındaki kaya kolonlarına göre daha uzun olmalarından ötürü, daha az yoğun olmaları gerekiyordu Airy ve Pratt'in hipotezlerinin her ikisi de yüzeydeki düzensizliklerin, yerkabuğunun belirgin kısımlarındaki (dağlar ve düzlükler) kayaların yoğunluklarındaki farklarla dengelendiğini belirtmişlerdir Bu denge durumu, "izostasi" olarak tarif edilmektedir32
Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün kayalık olan dış katmanı, derin faylarla kırılmıştır ve erimiş magma üzerinde yüzen plakalar halinde parçalanmıştır Dünya'nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, hareket halinde olacaklardı Böyle bir durumda yeryüzü üzerinde toprak birikmeyebilir, toprakta hiç su depolanmayabilir, hiçbir bitki filizlenmeyebilir, hiçbir yol, ev inşa edilemeyebilirdi; kısacası Dünya üzerinde hayat mümkün olmayabilirdi Ancak Allah'ın rahmetiyle dağlar tıpkı çiviler gibi görev yaparak, yeryüzündeki hareketliliği büyük ölçüde engellerler

Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir Bir ayette şöyle buyrulur:

Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı (Lokman Suresi, 10)

DAĞLARDAKİ RADYO ALICILARI

Andolsun, biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik) Ve ona demiri yumuşattık (Sebe Suresi, 10)


Dexter, Michigan'da Peach Dağındaki bir radyo teleskobu
Yukarıdaki ayette dağların "yankıyla ses vermesi" ifadesi, radyoların çalışma sistemine bir işaret olabilir (En doğrusunu Allah bilir) Bunun için radyoların çalışma sistemini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Radyo, verici ve alıcı şeklinde iki parçadan oluşur Verici, gönderilmek istenen mesajı alıp, bunu bir "sinüs dalgası" denilen şekilde şifreleyerek, dalgaları yoluyla karşı tarafa iletir Alıcı da radyo dalgalarını alır ve gönderilen sinüs dalgası üzerindeki mesajın şifresini çözer Bu sayede vericiden gönderilen mesajın aynısını, karşı taraf aynen almış olur Ayette "yankıyla ses verin" olarak çevrilen ve "sesin geri dönmesi, tekrarlanması" anlamlarına gelen "evvibi" kelimesi de radyodaki ses dalgasının iletilmesine işaret ediyor olabilir (En doğrusunu Allah bilir)

Vericiden gönderilen bilginin alınması için anten yoluyla gönderilen radyo dalgaları şeklindeki sesler, yine alıcının bağlı olduğu bir anten yoluyla karşılanır Antenin kullanım amacı, radyo vericisinden gönderilen dalgaların uzaya iletilmesidir Alıcı görevi yapan anten ise, en fazla radyo dalgasını toplamayı ve mesajı almayı hedefler Bu nedenle milyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan uydular için, NASA, 70 metre çapında dev çanak antenler kullanmaktadır


Resimdeki antenlerden biri 212 ton, 10 katlı bina uzunluğunda ve 25 metre eninde (http://wwwval-techcom/nelsone/vlahtml)
Bunların dışında, radyo dalgaları kullanılarak görüntüleme yapmayı hedefleyen radyo teleskopları da vardır Radyo dalga boyları çok büyük olduğu için, bir radyo teleskopunun da fiziksel olarak görüntüleri karşılaştırılabilir netlikte alabilmesi için, çok daha büyük olması gereklidir Radyo görüntülerini daha iyi ve daha net yapmak için, gök bilimciler, çok kere daha küçük birkaç teleskopu ya da alıcı çanakları bir sıra halinde birlike kullanırlar Bu teleskoplar birlikte büyük tek bir teleskop gibi davranırlar Bunların görünümü de sıra dağlara benzemektedir

Ayrıca, radyo iletişiminde uzak mesafelerde iletişime imkan sağlamak için "tekrarlayıcılar" (repeator) kullanılmaktadır İngilizce'de tekrar eden anlamındaki "repeater" kelimesiyle adlandırılan bu cihazlar, zayıf sinyalleri tekrarlayarak güçlendirir ve uzak mesafelere iletilmesini sağlarlar Bu tür cihazlar özellikle yüksek binaların veya tercihen dağların üzerine yerleştirilerek en yüksek etki oluşturması sağlanır Ayette dağlara dikkat çekilmesi, ve "tekrarlamak, dönmek, sesi geri döndürmek" anlamlarına gelen "evvibi" kelimesinin kullanılması son derece hikmetlidir Sebe Suresi 10 ayetteki "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" ifadesi söz konusu teknolojiye işaret ediyor olabilir En doğrusunu Allah bilir
 

Elif_Gibi

Well-known member
DAĞLARIN HAREKET ETMESİ


Bir ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir:

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler (Neml Suresi, 88)

Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir İlk olarak 20 yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü


Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler Wegener'in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistansız Asya'dan oluşan Laurasia idi Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar

İşte Pangaea'nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler

20 yüzyılın başlarında yapılan jeolojik araştırmalar sonucunda keşfedilen yer kabuğunun bu hareketi bilimsel kaynaklarda şöyle açıklanmaktadır:

Yer kabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km kalınlığındaki Dünya yüzeyi "tabaka" adı verilen parçalardan oluşmuştur Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır "Tabaka tektoniği" adı verilen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya üzerinde hareket ederler Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir33

Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "continental drift" yani "kıtasal sürüklenme"dir34

Kıtaların kayması Kuran'ın indirildiği dönemde gözlemlenemeyecek bir bilgidir ve Allah ayette geçen "dağları görürsün de, donmuş sanırsın" ifadesiyle insanların bu konuyu ne şekilde değerlendireceklerini önceden bildirmiştir Ancak bunun ardından bir gerçeği açıklamış ve dağların bulutların sürüklendikleri gibi sürüklendiklerini haber vermiştir Görüldüğü gibi ayette dağların bulunduğu tabakanın hareketliliğine açıkça dikkat çekilmiştir

Bilimin çok yeni keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, evren ve doğa hakkındaki görüşlerin, hurafe, batıl inanç ve efsanelere dayandığı 7 yüzyılda, Kuran'da haber veriliyor olması şüphesiz büyük bir mucizedir Ve Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun çok önemli bir delilidir



GÜNEŞ’İN DOĞUŞU VE BATIŞINDAKİ FARKLI NOKTALAR

Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz; (Mearic Suresi, 40)

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir (Saffat Suresi, 5)

O, iki doğunun da Rabbidir, iki batının da Rabbidir (Rahman Suresi, 17)





Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi doğu ve batı kelimeleri çoğul olarak kullanılmışlardır Örneğin ilk ayette kullanılan "meşarik" kelimesi doğu için, "megarib" kelimesi de batı için ikiden fazla olduklarını ifade eden çoğul kullanım şekilleridir En son ayette ise "meşrikeyn" iki doğu, "mağribeyn" iki batı şeklinde kullanılmıştır Ayetlerde kullanılan "meşarik" ve "meğarib" kelimeleri "Güneş'in doğduğu ve battığı yer" anlamlarına da gelmektedir Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerde gün doğumunun ve gün batımının çeşitli noktalarından bahsedilir Ayrıca ilk ayette doğuların ve batıların Rabbi olarak yemin edilmesi de dikkat çekicidir

Bilindiği gibi Dünya'nın kendi etrafında dönüş ekseni (ekliptik ekseni) 230 27'lık bir eğikliğe sahiptir Bu eğiklik ve Dünya'nın küresel şekli sebebiyle, güneş ışınları yeryüzüne her zaman aynı açıyla düşmez Bu nedenle Güneş doğuda farklı noktalarda doğar, batıda da farklı noktalarda batar

Yukarıdaki ayetlerde geçen doğu ve batı ile ilgili ifadeler de, Güneş'in farklı noktalardan doğup, farklı noktalardan battığına işaret etmesi bakımından son derece hikmetlidir (En doğrusunu Allah bilir)

KARALARIN ÇEVRESİNDEN EKSİLMESİ


Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz (Rad Suresi, 41)

Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? (Enbiya Suresi, 44)

Dünya Güneş'ten gelen proton, elektron ve alfa parçacıklarının akınıyla bombardımana uğrar Bu solar rüzgarlar (Güneş rüzgarları) atmosferi Dünya'dan ayıracak kadar güçlüdür Fakat atmosferin tükenmesi, Dünya'nın şu anki madde kaybına uğrama oranı ile (saniyede en fazla 3 kg), Güneş'in toplam ömrünün 5 katı kadar bir süre alacaktır35 Çünkü Dünya, atmosferindeki manyetosfer tabakasının oluşturduğu güçlü Manyetik alan sayesinde, bu kuvvetli erozyonlardan bir ölçüde korunmuş olur Dünya'nın İyonosfer tabakasının üstünden uzayın derinliklerine doğru dağılan iyon kaybı -oksijen, helyum ve hidrojen-, Dünya'yı çevreleyen uçsuz bucaksız hava tabakasıyla kıyaslandığında çok küçük boyutlardadır Fakat uzaya sürüklenen miktar yine de önemli ölçülerdedir36

Araştırmacılar Güneş'teki enerji patlamalarının, Dünya atmosferinin dış tabakasından oksijen ve diğer gazların uzaya yayılmasına sebep olduğuna dair ilk somut delilleri, NASA(Milli Havacılık ve Uzay Yönetimi)’nın uzay araçları sayesinde elde ettiler Böylece bilim adamları Dünya'nın dış katmanlarından madde kaybına uğradığını, ilk defa 24-25 Eylül 1998 tarihlerinde görmüş oldular37



Yukarıdaki ayetler, bir başka yönden de yeryüzündeki karaların azalmasına bakabilir Günümüzde kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüzölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır 38 Yukarıdaki ayetlerde geçen "onu çevresinden eksiltiyoruz" ve "etrafından eksiltmekte olduğumuz" ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir

New York Times gazetesinde bu konu ile ilgili yer alan bir haber şöyledir:

Geçen yüzyıl boyunca, yeryüzünün ortalama yüzey ısısı 1 Fahrenheit kadar yükseldi, ısınma oranı da son çeyrek yüzyılda artış gösterdi Bu önemli bir miktardır Önceki uydu incelemeleri ve deniz altı gözlemlerinde, Kuzey Kutup Bölgesi'nin ısınma eğilimi gösterdiği, buz kütlelerinin erime olasılığının da arttığı tespit edilmişti Manhattan'da bir NASA araştırma merkezi olan Goddard Uzay Bilimleri Enstitüsü'ndeki bilim adamları, 1950 ve 1960'ların deniz altı verilerini 1990'ların gözlemleri ile karşılaştırdılar ve Kuzey Kutbu havzasındaki buz tabakasının %45 oranında inceldiğini ispatladılar Uydu görüntüleri, bölgeyi kaplayan buzların boyutlarının geçtiğimiz yıllarda önemli ölçüde azaldığını göstermektedir 39
Bilim çevrelerinde, Dünya'nın ekvator çevresindeki şişkinliğinin artmakta olduğu ifade edilmektedir
20 yüzyıl sonlarında elde edilen bulgular, Enbiya Suresi'nin 44 ve Rad Suresi'nin 41 ayetlerindeki hikmetleri anlamamıza yardımcı olmuştur

Allah'ın ayette bildirdiği yeryüzünün çevresinden eksilmesi, Kuran'da bildirilen bir başka bilimsel gerçeğe daha işaret olarak yorumlanabilir Kendi ekseni etrafında dönen Dünya'nın, dönmesinden kaynaklanan geoit bir şekle sahip olduğu son asırlarda kabul görmüş bir gerçektir

Yapılan araştırmalarda, dönmeden kaynaklanan kuvvetle Dünya'nın ekvator çevresi genişlerken, uç noktalardan yani kutuplardan basıklaştığı ortaya çıkmıştır Ayrıca Dünya'nın dönme hareketi devam eden bir süreç olduğu için, bu değişim de halen devam etmektedir Nitekim Rad Suresi'nin 41 ayetinde "eksiltiyoruz" olarak çevrilen "nenkusu" ifadesi, eksiltme eyleminin halen devam etmekte olduğunu da göstermektedir

Yerçekimi kuvveti, Dünya gibi gök cisimlerini küresel şekillerde biçimlendirmiştir Ancak bu şekil tam bir küre değildir, kutuplardan hafifçe düzleşmiş ve ekvatordan daha şişkinleşmiş bir şekildir NASA'nın verilerine göre, Dünya'nın ekvator yarıçapı 63781 km iken, kutuplardan yarıçapı 63568 km'dir 40 Bu fark yaklaşık 03%'lük bir fark oluşturmaktadır

Dünya'nın şekli ile ilgili bu model ilk olarak 1687'de Isaac Newton tarafından öne sürülmüştür Ayetlerde yaklaşık 1400 sene evvel işaret edilen bu durum, Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesidir



YARILAN YERYÜZÜ

Dönüşlü olan göğe andolsun Yarılan yere de (Tarık Suresi, 11-12)

Yukarıdaki ayette geçen Arapça "sad'a" kelimesi Türkçede "çatlama, yarılma, ayrılma" anlamlarına gelmektedir Allah'ın yerin yarılması üzerine yemin etmesi, Kuran'ın diğer bilimsel mucizelerinde olduğu gibi burada da dikkat çekici bir duruma işaret etmektedir


Yukarıdaki temsili resimlerde yeryüzünün kırıklı yapısı görülmektedir Yer kabuğunun altındaki magma tabakası, bu kırıklı yapı sayesinde dışarıya çıkış imkanı bulur; böylece yeryüzünün ısısı önemli ölçüde azalmış olur

1945-46 yıllarında, bilim adamları mineral kaynaklarını araştırmak için ilk kez deniz ve okyanusların diplerine indiler Araştırmalarında dikkati çeken en önemli noktalardan biri Dünya'nın kırıklı yapısı oldu Dünya'nın dış yüzeyindeki kayalık tabaka; kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu olup, on binlerce kilometre uzunluğunda çok sayıda geniş çatlak (fay) ile yarılmıştı Ayrıca bilim adamları 100-150 km derinde, denizlerin ve okyanusların altında erimiş magmanın bulunduğunu fark ettiler

İşte bu kırık ve çatlaklar nedeniyle, denizlerin ortasında yer alan dağlardan dışarı lavlar akar Yeryüzünün bu kırıklı yapısı sayesinde, önemli miktarda ısı dışarı atılır ve erimiş kayaların büyük bir kısmı okyanuslardaki tepeleri oluşturur Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren bu yapısı olmasaydı, Dünya üzerinde hayat imkansız olurdu 41
Kuşkusuz tespit edilmesi böylesine teknoloji gerektiren bir bilginin, 1400 sene evvel haber verilmiş olması Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden biridir


Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren yapısı olmasaydı, Dünya üzerinde hayat imkansız olurdu
 

Elif_Gibi

Well-known member
DEMİRDEKİ SIR

Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı suresinde şöyle buyrulur:

Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik (Hadid Suresi, 25)

Demir külçesi

Demir dünya üzerinde üçüncü en yaygın elementtir ve yerkabuğunun yüzde beşini oluşturur Demir elementi, Dünya'da bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu Dünya dışında gerçekleşmiştir Modern astronomik bulgular, Dünya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur42

Hadid Suresi'nin 25 ayetinde demir için kullanılan "enzelna" yani "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir Fakat kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin yukarıda ifade ettiğimiz bu önemli bilimsel gerçeğe işaret ettiği görülmektedir

Sadece Dünya'daki değil, tüm Güneş Sistemi'ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir Çünkü Güneş'in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir Güneş'in 6000 0C'lık bir yüzey ısısı ve 20 milyon 0C'lik bir çekirdek ısısı vardır Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir Nova veya Süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur 43

Bilimsel bir kaynakta bu konu ile ilgili olarak şu bilgiler yer almaktadır:

Daha yaşlı Süpernova olaylarını gösteren deliller de vardır: Deniz tabanında biriken demir-60 yaklaşık 5 milyon yıl önce Güneş'ten 90 ışık yılı uzaklıkta meydana gelen bir Süpernova patlamasının delili olarak yorumlanmıştır Süpernova patlamasında oluşan demir-60, 15 milyon yıl yarılanma ömrü olan radyoaktif bir izotoptur Dünya'nın yer altı katmanlarında bulunan demir-60 izotopu, yakın uzayda bulunan elementlerin nükleosentez geçirip, önce Dünya atmosferine oradan da yer altı katmanlarına saplanması sonucu oluşmuştur44
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi demir madeni Dünya'da oluşmamış, Süpernovalardan taşınarak, aynı ayette bildirildiği şekilde "indirilmiştir" Bu bilginin Kuran'ın indirilmiş olduğu 7 yüzyılda bilimsel olarak tespit edilemeyeceği ise açıktır Ancak bu gerçek, herşeyi sonsuz bilgisiyle kuşatan Allah'ın sözü olan Kuran'da yer almaktadır

Günümüz astronomi bilgileri bize diğer elementlerin de Dünya'nın dışında oluştuğunu göstermektedir Ayetteki "demiri de indirdik" ifadesinde geçen "de" vurgusu bu gerçeğe dikkat çekiyor olabilir Ancak ayette, demire özellikle dikkat çekilmesi ise, 20 yüzyılın sonlarında elde edilen bilgiler dikkate alındığında son derece düşündürücüdür Ünlü mikrobiyolog Micheal Denton, Nature's Destiny (Doğa'nın Kaderi) adlı kitabında demirin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

Tüm metaller içinde demirden daha çok hayati önem taşıyanı yoktur Bir yıldızın çekirdeğinde demirin birikmesi süpernova patlamasını tetikler ve böylece hayat için gerekli olan atomların tüm evrene yayılmasına imkan verir Demir atomlarının Dünya'nın ilk aşamalarında çekirdekte oluşturduğu yerçekimiyle üretilen ısı, Dünya'nın başlangıçtaki kimyasal farklılıklarına neden olmuş ve atmosferin oluşumu ile sonuçta hidrosferin meydana gelmesini sağlamıştır Dünya'nın merkezinde bulunan erimiş demir, dev bir mıknatıs görevi yapar ve dünyanın manyetik alanını oluşturur Bu alan sayesinde Dünya'nın yüzeyini yüksek enerjili yıkıcı kozmik radyasyondan koruyan Van Allen radyasyon kuşakları oluşur ve hayati önem taşıyan ozon tabakasını kozmik ışın yıkımından korur

Demir atomu olmaksızın evrende karbona bağlı yaşam olması mümkün olmazdı; süpernovalar olmaz, Dünya'nın ilk dönemlerinde ısınması gerçekleşmez, atmosfer ya da hidrosfer olmazdı Koruyucu manyetik alan olmaz, Van Allen radyasyon kuşakları oluşmaz, ozon tabakası olmaz, (insan kanında) hemoglobini meydana getirecek hiçbir metal bulunmaz, oksijenin reaktifliğini yatıştıracak metal oluşmaz ve oksidasyona dayanan bir metabolizma meydana gelmezdi

Hayat ve demir ile kanın kırmızı rengiyle uzaktaki bir yıldızın ölümü arasındaki bu gizemli ve yakın ilişki sadece metallerin biyoloji açısından önemli olduğunu göstermekle kalmaz, aynı zamanda evrenin biyolojik yönden önemini vurgular 45


El-Hadid Suresi Kuran'ın 57 suresidir, El-Hadid kelimesinin Arapça'daki sayısal değeri ise 57'dir Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır Yandaki periyodik cetvelde de görüldüğü gibi 26 sayısı demirin atom numarasıdır Üstün kudret sahibi olan Allah, Hadid Suresi'nde indirdiği ayetle hem demirin nasıl oluştuğuna dikkat çekmekte hem de ayetin içerdiği matematiksel şifreler ile bilimsel bir mucizeyi bize göstermektedir


Demir atomunun önemi, bu açıklamalarla rahatlıkla anlaşılmaktadır Kuran'da özellikle demire dikkat çekilmesi de bu madenin önemini vurgulamaktadır Peygamberimiz (sav) döneminde demir kullanılıyor ve çeşitli aletler imal ediliyordu; ancak demirin insan hayatındaki önemi hakkındaki bilgiler çok yetersizdi Dünyanın çekirdeğinde demir bulunduğu, insanın kanında demir olduğu ve demirin canlılık için hayati önemi, 20 yüzyıla kadar henüz bilinmeyen gerçeklerdi

Kuran'da demirin önemine dikkat çeken bir sır daha vardır İçinde demirden bahsedilen Hadid Suresi'nin 25 ayeti iki matematiksel şifre içermektedir: "El-Hadid", Kuran'ın 57 suresidir "El-hadid" kelimesinin Arapçadaki sayısal değeri, yani ebcedi hesaplandığında karşımıza çıkan rakam da aynıdır: "57" (Ebced hesapları ile ilgili bilgi için bkz Kuran'da Ebced Hesabı bölümü)

Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri 26'dır 26 sayısı ise demirin atom numarasıdır

Öte yandan 2003 yılından beri MagForce Nanoterapi denilen bir kanser tedavisi yönteminde demir oksit tanecikleri kullanılmaktadır Almanya'daki dünyaca ünlü Charite Hastanesi'nden Dr Andreas Jordan geliştirdiği bu yöntemle -manyetik likid hipertermia (yüksek ısılı manyetik sıvı)- kanser hücrelerini sağlıklı hücrelere zarar vermeden yok etmektedirKullanılan bu tedavi şekli özetle şu şekildedir:

1- İçinde demir oksit tanecikleri bulunan sıvı, özel bir şırıngayla tümörün içine gönderiliyor Bu tanecikler, tümör hücrelerine dağılıyor Bu sıvının 1cm3'ünde demir oksitten oluşan ve alyuvarlardan 1000 kat daha küçük milyonlarca parçacık bulunmakta ve bunlar kolaylıkla kan damarlarında dolaşabilmektedir 46
2- Hasta, daha sonra güçlü manyetik etkisi olan bir aletin altına yatırılıyor

3- Dışarıdan uygulanan bu manyetik akım, tümörün içindeki demir taneciklerini hareketlendirmeye başlıyor Bu esnada demir oksit tanecikleri içeren tümördeki ısı artı 450C'ye kadar çıkıyor

4- Sıcağa karşı kendini koruyamayan kanser hücreleri birkaç dakika içinde zayıflatılıyor ya da yok ediliyor Daha sonra yapılan kemoterapiyle tümör tamamen kaybolabiliyor47
Bu yöntemin yaygınlaştırılması, ölümcül olabilen bu hastalığın tedavisi açısından çok büyük bir gelişmedir Kanser gibi yaygın bir hastalığın tedavisinde, Kuran'daki ifadeyle "insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demir"in kullanılması son derece dikkat çekicidir (Hadid Suresi, 25) Nitekim Kuran'da bu ayetle demirin insan sağlığı açısından bu yöndeki faydalarına da işaret ediliyor olabilir (En doğrusunu Allah bilir)

PETROLÜN OLUŞUMU

Rabbinin Yüce ismini tesbih et, ki O, yarattı, 'bir düzen içinde biçim verdi', takdir etti, böylece yol gösterdi, 'yemyeşil-otlağı' çıkardı Ardından onu kuru, kara bir duruma soktu (A'la Suresi, 1-5)


Petrol platformu
Bilindiği gibi petrol, denizlerdeki bitki ve hayvanların çürüdükten sonraki kalıntılarından oluşur Bu kalıntılar deniz yatağında milyonlarca yıl boyunca çürüdükten sonra, geriye yalnızca yağlı maddeler kalır Çamur ve büyük kaya katmanları altında kalan yağlı maddeler de petrol ve gaza dönüşür Yerkabuğundaki hareketlenmeler bazen denizlerin kara parçaları haline gelmesine ve petrol içeren kayaların binlerce metre derine gömülmesine yol açar Oluşan petrol de bazen kaya tabakalarındaki gözeneklerden sızarak kilometrelerce derinden yüzeye çıkar ve burada buharlaşarak (gaz haline dönüşerek) geriye zift birikintisi bırakır

Ala Suresi'nin ilk dört ayetinde dikkat çeken üç husus petrolün oluşum aşamalarıyla son derece parelellik içindedir Öncelikle otlak, kır, çayır anlamlarına gelen "elmer'a" ifadesi ile petrolün oluşumundaki organik kökenli maddelere işaret olması son derece muhtemeldir Ayette ikinci dikkat çekici kelime ise siyaha çalan yeşil, yeşile çalan siyah, karamsı, esmer, isli renkleri tarif etmek için kullanılan "ahva" kelimesidir Bu kelime de yer altında biriken bitki atıklarının zaman içinde siyaha dönüşmesi olarak düşünülebilir Çünkü bu kelimeler üçüncü bir kelime ile -"gusaen"le- desteklenmektedir Kimi meallerde çer-çöp, süprüntü olarak çevrilen "gusaen" kelimesi, sel suyunun otları, çöpleri birbirine katarak sürükleyip getirdiği ve derelerin etrafına fırlattığı ot, çöp, yaprak ve köpük gibi karışım anl----- da gelmektedir Bu kelime, içerdiği "kusma, istifrağ etme" anlamından ötürü kimi kaynaklarda "sel kusuğu" olarak tercüme edilmekte ve toprağın petrolü kusması olarak tarif edilmektedir Nitekim petrolün oluşumu, ortaya çıkış şekli, köpüklü görünümü, rengi göz ününde bulundurulduğunda, ayetlerde kullanılan kelimelerin ne kadar hikmetli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır

Görüldüğü gibi ayetteki bitkinin kara ve akışkan bir sıvıya dönüşmesi petrolün oluşumu ile son derece benzerdir Petrolün oluşumu hakkında bilgi sahibi olunmadığı bir dönemde, böylesine uzun yılları kapsayan bir oluşumun tarif edilmesi, kuşkusuz Kuran'ın Allah'ın vahyi olduğunun bir başka delilidir

ZAMANIN GÖRECELİĞİ

Zamanın göreceliği konusu bugün ispatlanmış bilimsel bir gerçektir Ancak bu gerçek, yüzyılın başlarında Einstein'ın görecelik kuramı ile ortaya çıkmıştır O döneme dek insanlar zamanın göreceli bir kavram olduğunu, ortama göre değişkenlik gösterebileceğini bilmiyorlardı Ama ünlü bilim adamı Albert Einstein, görecelik kuramı ile bu gerçeği açık olarak ispatladı Zamanın, kütleye ve hıza bağımlı bir kavram olduğunu ortaya koydu Daha evvel hiç kimse bu konuyu açıkça dile getirmemişti

Tek bir istisnayla; Kuran'da, zamanın izafi olduğunu gösteren bilgiler veriliyordu Bu konuyla ilgili bazı ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir (Hac Suresi, 47)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir (Secde Suresi, 5)

Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir (Mearic Suresi, 4)

610 yılında indirilmeye başlanan Kuran'da böylesine açık bir şekilde zamanın göreceliğinden bahsediliyor olması, onun İlahi bir kitap olduğunun bir başka delilidir

ALTI GÜNDE YARATILIŞ

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır… (Araf Suresi, 54)

Kuran ile modern bilim arasındaki uyumun bir örneği, evrenin yaşı konusudur: Kozmologlar evrenin yaşını 16-17 milyar yıl olarak hesaplamışlardır Kuran'da ise tüm evrenin 6 günde yaratıldığı açıklanmaktadır İlk bakışta farklı gibi görünen bu zaman dilimleri arasında aslında çok şaşırtıcı bir uyum vardır Gerçekte, evrenin yaşı ile ilgili elimizde bulunan bu iki rakamın her ikisi de doğrudur Yani evren, Kuran'da bildirildiği gibi 6 günde yaratılmıştır ve bu süre bizim zamanı algıladığımız şekliyle 16-17 milyar yıla karşılık gelmektedir

1915 yılında Einstein, zamanın göreceli olduğunu, mekana, seyahat eden kişinin süratine ve o andaki yerçekimi kuvvetine bağlı olarak zamanın akış katsayısının da değiştiğini öne sürmüştür Kuran'da 7 farklı ayette bildirilen evrenin yaratılış süresinin, zamanın akış katsayısındaki bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda bilim adamlarının tahminleri ile büyük bir paralellik içinde olduğu görülür Kuran'da bildirilen 6 günlük süreyi, 6 devre olarak da düşünebiliriz Çünkü zamanın göreceliği dikkate alındığında, "gün" sadece bugünkü koşullarıyla, Dünya üzerinde algılanan 24 saatlik bir zaman dilimini ifade etmektedir Ancak evrenin bir başka yerinde, bir başka zamanda ve koşulda, "gün" çok daha uzun sürelik bir zaman dilimidir Nitekim bu ayetlerde (Secde Suresi, 4; Yunus Suresi, 3; Hud Suresi, 7; Furkan Suresi, 59; Hadid Suresi, 4; Kaf Suresi, 38; Araf Suresi, 54) geçen 6 gün (sitteti eyyamin) ifadesindeki "eyyamin" kelimesi, "günler" anlamının yanı sıra "çağ, devir, an, müddet" anlamlarına da gelmektedir

Evrenin ilk dönemlerinde, zaman bugün alışık olduğumuz akış hızından çok çok daha hızlı akmıştır Bunun nedeni şudur: Big Bang anında evren çok küçük bir noktaya sıkıştırılmıştı Bu büyük patlama anından bu yana evrenin genişlemesi ve evrenin hacminin gerilmesi, evrenin sınırlarını milyarlarca ışık yılı uzağa taşıdı Nitekim Big Bang'den bu yana uzayın geriliyor olmasının evren saatinin üzerinde çok önemli sonuçları oldu



Big Bang anındaki enerji, evrensel saatin zaman akış hızını milyon kere milyon (1012) defa yavaşlatmıştır Evren yaratıldığında, evrensel zamanın akış katsayısı -bugün algılandığı şekliyle- milyon kere milyon kat kadar daha büyüktü, yani zaman daha hızlı akmaktaydı Dolayısıyla biz Dünya'da milyon kere milyon dakikayı yaşadığımız esnada, evrensel saat için yalnızca bir dakika geçmiş olur

6 günlük zaman dilimi, zamanın göreceliği dikkate alınarak hesaplandığında, 6 milyon kere milyon (trilyon) güne denk gelmektedir Çünkü evrensel saat, Dünya'daki saatin akış hızından milyon kere milyon daha hızlı akmaktadır 6 trilyon günün karşılık geldiği yıl sayısı, yaklaşık olarak 16,427 milyardır Bu rakam günümüzde evrenin tahmin edilen yaş aralığındadır

6000000000000 gün / 365,25 = 16427104723 yıl

Diğer yandan yaratılışın 6 gününün her biri -bizim zaman algımızla- birbirlerinden farklı zamanlara karşılık gelmektedir Bunun sebebi zamanın akış katsayısının evrenin genişlemesiyle ters orantılı olarak azalmasıdır Big Bang'den itibaren evrenin büyüklüğü her ikiye katlandığında, zamanın akış katsayısı yarıya düşmüştür Evren büyüdükçe, evrenin ikiye katlanma hızı da gittikçe artan bir şekilde yavaşladı Bu genişleme oranı, Fiziksel Kozmolojinin Temelleri adlı ders kitaplarında anlatılan, dünyanın her yerinde yaygın olarak bilinen bilimsel bir gerçektir Yaratılışın her gününü, Dünya zamanıyla hesapladığımızda karşımıza aşağıdaki durum çıkar:

* Zamanın başladığı andan itibaren bakıldığında, yaratılışın 1 günü (1 devre) 24 saat sürmüştür Ancak bu süre, bizim zamanı Dünya'da algıladığımız şekliyle 8 milyar yıla eşittir
* Yaratılışın 2 günü (2 devre) 24 saat sürmüştür Ancak bu, bizim algılarımızla bir önceki günün yarısı kadar sürmüştür Yani 4 milyar yıl
* 3 gün (3 devre) ise yine bir önceki gün olan 2 günün yarısı kadar sürmüştür Yani 2 milyar yıl
* 4 gün (4 devre) 1 milyar yıl,
* 5 gün (5 devre) 500 milyon yıl,
* ve 6 gün (6 devre) 250 milyon yıl sürmüştür

* Sonuç: Yaratılışın 6 günü, yani 6 devresi, Dünya zamanı türünden toplandığı zaman, 15 milyar 750 milyon yıl bulunur Bu rakam günümüzdeki tahminlerle büyük bir paralellik içindedir

Bu sonuç 21 yüzyıl biliminin ortaya koyduğu gerçeklerdir Bilim, 1400 yıl önce Kuran'da haber verilmiş bir gerçeği bir kere daha tasdik etmektedir Kuran ve bilim arasındaki bu uyum, Kuran'ın, herşeyi bilen ve yaratan Allah'ın vahyi olduğunun mucizevi kanıtlarından biridir

KADER GERÇEĞİ

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir (İnsan Suresi, 30)

California Üniversitesi nörofizyologlarından Prof Benjamin Libet, 1973 yılında yaptığı deneyler sonucunda tüm kararlarımızın, seçimlerimizin önceden belirlendiğini, bilincin ise herşey olup bittikten yarım saniye sonra devreye girdiğini ortaya koymuştur Bu durum diğer nörofizyologlarca da, hep geçmişte yaşadığımız ve bilincimizin tüm yaşananları yarım saniye sonra gösteren bir "monitör" gibi olduğu şeklinde yorumlanmaktadır48

Dolayısıyla algıladığımız deneyimlerin hiçbiri gerçek zamanda değildir, fakat gerçek olaylardan yarım saniye kadar gecikmelidir Benjamin Libet, çalışmalarını beyin ameliyatlarının narkoz verilmeden, yani hastanın bilinci tamamen yerindeyken yapılabilmesinden yararlanarak gerçekleştirmiştir Libet, deneklerin beyinlerini düşük elektrik akımlarıyla uyararak, ellerine dokunulduğu algısı oluştururken, denekler bu "dokunuşu" neredeyse yarım saniye önce hissettiklerini söylüyorlar Benjamin Libet yaptığı ölçümler sonucunda şöyle bir sonuca varmıştır: Normalde tüm algılar beyne iletiliyor Burada bilinçaltında değerlendirilip yorumlanırken, ben(lik) hiçbir şeyin farkında değil Zihnimizde canlanan, yani farkına varabildiğimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra, kortekse -bilincin bulunduğu bölgeye- gönderiliyor49


Ortaya çıkan sonucu şöyle özetlemek mümkündür: Bir kas hareketini gerçekleştirme kararı, bu kararın şuuruna varmadan önce gerçekleşir Her zaman nörolojik ya da algısal bir süreç ile, bizim onu temsil eden düşüncenin, hissin, algının ya da hareketin şuurunda olmamız arasında bir gecikme vardır Diğer bir deyişle, biz ancak bir karar zaten alındıktan sonra o kararın şuurunda olabiliriz

Prof Benjamin Libet'in deneylerinde bu gecikme 350 milisaniye ile 500 milisaniye arasında değişmektedir, fakat ortaya çıkan sonuç bu rakamlardaki kesinliğe bağlı değildir Çünkü Libet'e göre bu gecikme olduğu sürece -ne kadar büyük ya da küçük olursa olsun, bir saat ya da bir mikro saniye olması fark etmeksizin- bizim maddesel olan şu anı yaşamamız, her zaman geçmiştedir Bu her düşüncenin, duygunun, algının ya da hareketin, biz şuuruna varmadan önce gerçekleştiğini gösterir ki, bu da geleceğin tamamıyla bizim kontrolümüz dışında olduğunu ispatlamaktadır50

Prof Benjamin Libet, diğer bazı deneylerinde parmaklarını ne zaman hareket ettireceklerinin seçimini deneklere bırakmıştır Parmaklarını hareket ettirme anı beyinlerinden izlenen deneklerin bu kararı almadan evvel, ilgili beyin hücrelerinin faaliyete geçtiği görülmüştür Diğer bir deyişle kişiye "yap" emri gelmekte, hareketi yapmak üzere beyin hazırlanmaktadır; kişi ise ancak 0,5 saniye sonra bunun bilincine varmaktadır Bir hareketi yapmaya karar verip de sonra yapmakta değildir, kendisi için önceden belirlenen hareketleri yapmaktadır Fakat beyin, bir zaman ayarlaması yaparak insanın aslında geçmişte yaşadığı hissini ortadan kaldırmaktadır Dolayısıyla şu an dediğimizde, geçmişte belirlenmiş bir olayı yaşıyoruz Görüldüğü gibi bu çalışmalar, İnsan Suresi'nin 30 ayetinde bildirildiği gibi, herşeyin Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiğini tasdik etmektedir (Detaylı bilgi için bkz Harun Yahya, Zamansızlık ve Kader Gerçeği, Araştırma Yayıncılık)

YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER

Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir (Yasin Suresi, 36)

Erkeklik–dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içermektedir Nitekim günümüzde ayetin işaret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız Maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştır "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti-madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur Antimadde, maddenin tersi özellikler taşır Örneğin maddenin tersine antimaddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür Bu gerçek bilimsel bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir:

Her parçacığın zıt yükte bir antiparçacığı vardır Kararsızlık ilişkisi bize bu çiftlerin varoluşu ve yokoluşunun her yerde ve her zaman aynı anda oluştuğunu göstermektedir51




Yaratılıştaki çiftlere bir diğer örnek de bitkilerdir Botanikçiler bitkilerde cinsiyet ayrımı olduğunu ancak 100 sene evvel keşfedebilmişlerdir52 Halbuki bitkilerin çiftler halinde yaratıldığı Kuran'da 1400 sene önce aşağıdaki ayetlerle açıkça bildirilmiştir:

O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik (Lokman Suresi, 10)

"Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık" (Taha Suresi, 53)

Aynı şekilde meyveler de dişi ve erkek olarak farklı yapılara sahiptirler Kuran'da bu bilgi Rad Suresi'nin 3 ayetinde ifade edilmektedir:

O'dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti, orada her meyveden iki çift (erkek-dişi) yarattı Geceyi gündüzün üzerine örter Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ayetler vardır (Rad Suresi, 3)

Ayette "çift" olarak çevrilen "zevceyni" kelimesi, Arapçada "eş" manasında kullanılan "zevc" kelimesinden gelmektedir Bilindiği gibi olgunlaşan bitkilerin ürünlerinin son şekli meyveleridir Meyveden önceki aşama ise çiçektir Çiçeklerin de erkeklik ve dişilik organları bulunmaktadır Çiçeğe polen taşınarak döllenme gerçekleştiğinde -erkek ve dişi üreme hücreleri birleştiğinde- meyve vermeye başlar Zaman içerisinde meyve olgunlaşır ve tohum dökmeye başlar Bu gerçek -meyvelerde farklı cinsiyetlere ait özellikler olduğu- Kuran'da işaret edilen bir başka bilimsel bilgidir

ATOM ALTI PARÇACIKLARI


Yunan filozofu Demokritos'un ünlü atom teorisini geliştirmesinin ardından, insanlar maddenin atom adı verilen çok küçük, parçalanamayan ve yok edilemeyen parçacıklardan oluştuğuna inanıyorlardı Ancak bilim ve teknoloji alanlarındaki gelişmeler atomlarla ilgili bu bilgileri çürüttü Günümüzde ise modern bilim, maddenin en küçük birimi olarak bilinen atomun da parçalara ayrılabileceğini ortaya koymuştur Henüz geçtiğimiz yüzyılda ortaya çıkan bu gerçek, Kuran'da bundan 1400 yıl öncesinde insanlara haber verilmiştir:

Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır" (Sebe' Suresi, 3)


Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın (Yunus Suresi, 61)

Dikkat edilirse yukarıdaki ayetlerde "zerre"den ve bundan daha da küçük parçalardan söz edilmektedir Arap dilinde kullanılan "zerre" kelimesi, "insanların bildiği en küçük parçacık, toz, atom" anlamlarını taşımaktadır

Günümüzden 20 yıl öncesine kadar, atomları oluşturan en küçük parçacıkların protonlar ve nötronlar oldukları sanılıyordu Ancak çok yakın bir tarihte, atomun içinde bu parçacıkları oluşturan çok daha küçük parçacıkların var olduğu keşfedildi Atomun içindeki "alt parçacıkları" ve onların kendilerine has hareketlerini incelemek üzere "Parçacık Fiziği" isimli bir fizik dalı ortaya çıktı Parçacık fiziğinin yaptığı araştırmalar şu gerçeği açığa çıkardı: Atomu oluşturan proton ve nötronlar da aslında "kuark" adı verilen daha alt parçacıklardan oluşmaktadırlar İnsan aklının kavrama sınırlarını aşan küçüklükteki protonu oluşturan kuarkların boyutu ise hayret vericidir: 10-18 (0,000000000000000001) metre53

Bu konu ile ilgili dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta ise, zerre ile ilgili bu ayetlerde özellikle ağırlığa dikkat çekilmesidir Ayette geçen "miskale zerretin" (zerre ağırlığınca) ifadesindeki, "miskal" kelimesi ağırlık anlamındadır Nitekim atomu bölünebilir hale getiren proton, nötron ve elektron gibi parçaların, aynı zamanda atoma ağırlığını veren bileşikler olduğu keşfedilmiştir Bu bakımdan "zerre"nin boyutlarına ya da başka bir özelliğine değil de, ağırlığına dikkat çekilmesi Kuran'ın ayrı bir bilimsel mucizesidir (Detaylı bilgi için bkz Harun Yahya, Atom Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)
 

Elif_Gibi

Well-known member
KARADELİKLER

20 yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır Günümüzde henüz yeni tanınan bu cisimlerden biri de karadeliklerdir Karadelikler, yakıtı tükenen bir yıldızın kendi içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çok büyük bir çekim alanının ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır Karadeliği, yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içinden kaçamadığı için, en büyük teleskoplarla bile göremeyiz Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir Allah Vakıa Suresi'nde yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:

Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir (Vakıa Suresi, 75-76)



"Karadelik" kavramı ilk kez 1767 yılında İngiliz bilim adamı John Michell tarafından ortaya atılmış ve "karadelik" ifadesi ise ilk kez, Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler tarafından 1969 yılında kullanılmıştır Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi varsayarken, sonraki yıllarda uzayda ışıklarını göremediğimiz yıldızların da var oldukları anlaşılmıştır Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları da yok olmaktadır

Karadelik, bir kütlenin, ışığın artık sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir:

Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, (Mürselat Suresi, 8)

Ayrıca büyük kütleye sahip yıldızlar uzayda bükülmeye sebep olurlar Fakat karadelikler sadece uzayda bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda astrofizikçilerin ifadesiyle uzayı delip geçerler Bu sönmüş yıldızların, karadelikler olarak adlandırılmalarının nedeni de budur Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise "delen yıldız"dan söz edilmektedir:

Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3)

Ayetin Arapçasında "delik" anlamına gelen "sakb" kelime kökünden, "delik açan, delen ve delip geçen" anlamlarına gelen "essakibu" ifadesi kullanılmaktadır Karadelikleri tarif eden bilimsel yayınlarda ise "delik açmak, delmek" anlamlarına gelen İngilizce "puncture" kelimesi kullanılmaktadır Karadeliklerin özelliğini ifade etmek için Kuran'da kullanılan bu kelime son derece hikmetlidir Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir

VURUŞLU YILDIZLAR: PULSARLAR

Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır (Tarık Suresi, 1-3)

Kuran'ın 86 suresi olan "Tarık", "tark" kökünden türeyen bir kelimedir Kelimenin asıl manası, bir ses işitilecek şekilde şiddetle vurmak, çarpmak anlamlarına gelir Kelimenin en temel anlamı olan, "vuruş", "şiddetle vuran" anlamları dikkate alındığında, bu surede çok önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekildiği görülecektir Bu bilgiye değinmeden evvel ayette bu yıldızları tarif eden diğer kelimeler şöyledir:

Yukarıdaki ayette geçen "ettariki" ifadesi, geceyi delen, karanlığı delen yıldız, gece doğan, delip geçen, vuran, döven, çalan, keskin yıldız anlamlarına gelir Ayrıca ayette geçen "vav" ifadesi ile yemin edilerek, yemin edilen şeylerin -göğün ve Tarık'ın- önemine dikkat çekilmektedir

Jocelyn Bell Burnell, 1967 yılında İngiltere Cambridge Üniversitesi'nde yaptığı araştırmalar esnasında, düzenli bir radyo sinyali yakalamıştı Ancak o döneme kadar kalp çarpmasındaki gibi düzenli vuruşların kaynağı olabilecek bir gök cismi bilinmiyordu Fakat 1967 yılında astronomlar, kendi ekseni etrafında dönen çekirdekteki madde yoğunlaştıkça yıldızın manyetik alanının da yoğunlaştığını ve böylece yıldızın kutuplarında Dünya'nın manyetik alanından 1 trilyon kat daha fazla kuvvet oluştuğunu belirlediler Bu derece hızla dönen ve bu kadar güçlü bir manyetik alana sahip bir nesnenin, yıldızın her dönüşünde, koni şeklinde seyreden çok güçlü radyo dalgalarının oluşturduğu bir ışın yaydığını fark ettiler Bir süre sonra söz konusu sinyallerin kaynağının, nötron yıldızlarının çok büyük bir hızda dönmeleri olduğu anlaşılmıştır Keşfedilen bu nötron yıldızlarına "pulsar" adı verilir Süpernova patlamalarıyla ölerek "pulsar" haline gelen bu yıldızlar, evrenin en ağır kütleli, en parlak ve en hareketli cisimleridir Bazı yaşlı pulsarlar kendi çevrelerinde saniyede 600 kez dönerler54


Pulsarlar, uzayda çok güçlü, kalp atışı gibi radyo dalgaları yayan, yüksek yoğunlukta ve kendi etraflarında hızla dönen eski sönmüş yıldızların kalıntılarıdır Dünya'nın içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisi'nde 500'den fazla pulsar tespit edilmiştir
Pulsar kelimesi, İngilizcede "pulse" fiilinden türetilmiştir American Heritage Sözlüğü'ne göre söz konusu fiil "düzenli ve ritmik vurma" anlamına gelir Webster Sözlüğü ise aynı kelime için "hızla vurmak, kalp gibi atmak" anlamlarını verir Yine American Heritage Sözlüğü'ne göre benzer köke ait bir başka fiil olan "pulsate" ise "ritmik olarak genişlemek ve büzülmek, vurmak" anlamlarını taşır

İşte bu keşiften sonra Kuran'da "tarık" yani "vuruş" kelimesi ile ifade edilenin, pulsar ismi verilen nötron yıldızları ile büyük bir benzerlik gösterdiği anlaşılmıştır

Süper dev yıldızların çekirdekleri çökerek nötron yıldızlarını oluşturur, bu küçük ve aşırı yoğunlukta, hızla dönen küre şeklindeki madde, yıldızın ağırlığının ve manyetik alanının çoğunu hapseder ve sıkıştırır Hızla dönen bu nötron yıldızının oluşturduğu kuvvetli manyetik alanın, Dünya'dan tespit edilebilen güçlü radyo dalgalarının yayılmasına neden olduğu anlaşılmıştır

Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise, delen, delip geçen, delik açan, aydınlatan anlamlarına gelen "ennecmu essakibu" ifadesi ile Tarık'ın karanlığı delip geçen parlak yıldız olduğu belirtilmiştir Tarık Suresi'nin ikinci ayetinde de, "Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir?" sorusundaki "edrake" ifadesi kavramayı, anlamayı ifade eder Güneş'in birkaç misli olan yıldızların sıkışmasıyla oluşan pulsarlar, kavranması güç gök cisimleri arasındadır Ayetteki soru ifadesiyle bu vuruşlu yıldızın kavranmasının zor olduğu vurgulanmaktadır (En doğrusunu Allah bilir)

Görüldüğü gibi Kuran'da Tarık olarak tarif edilen yıldızlar, 20 yüzyılın sonlarında keşfedilen pulsarlarla büyük bir benzerlik içindedir ve bizlere Kuran'ın bir başka bilimsel mucizesini göstermektedir

SİRİUS YILDIZI

Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21 yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçen Sirius yıldızıdır:

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49)

Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49 ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir




Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir55 Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır:

En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır Dolanım periyodu 499 yıldır 56

Bilindiği gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar 57

Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir

Ancak 20 yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir Necm Suresi'nin 49 ve 9 ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır:

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur (Necm Suresi, 49)

Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı (Necm Suresi, 9)

Necm Suresi'nin 9 ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir (En doğrusunu Allah bilir) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır

IŞIK VE KARANLIKLAR

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır (Enam Suresi, 1)

Bilindiği gibi etrafta ışık kaynağı olmadığında, bir insanın çevresindekileri çıplak gözle görmesi mümkün değildir Ancak bizim görebildiğimiz ışık, ışık yayan enerjinin çok küçük bir bölümüdür İnsanın göremediği, fakat ışık yayan başka enerji çeşitleri de mevcuttur: Kızıl ötesi, ultraviyole, X ışınları ve radyo dalgaları gibi Ve insan ışığın bu dalga boyları karşısında kör konumundadır

Kuran'da "karanlık" kelimesinin her defasında "karanlıklar" olarak ifade edilmesi de bu bakımdan dikkat çekicidir Arapçada "zulumat" olarak ifade edilen "karanlıklar" kelimesi, Kuran'da 23 ayette çoğul biçimde kullanılmıştır Tekil olarak ise hiç kullanılmamıştır Kuran'da karanlık kelimesinin bu kullanımı bizim görebildiğimiz ışık aralığının dışında da, farklı ışık çeşitleri olabileceğine dikkat çekmektedir

Buradaki çoğul ifadenin sebebini bilim adamları yakın tarihlerde keşfetmişlerdir Dalga boyları, elektromanyetik ışınım olarak bilinen enerjinin farklı şekilleridir Elektromanyetik ışınımın tüm farklı şekilleri, uzayda enerji dalgaları şeklinde hareket ederler Bu, bir gölün üzerine atılan taşların oluşturduğu dalgalara benzetilebilir Ve nasıl, bir göldeki dalgaların farklı boyları olabiliyorsa, elektromanyetik ışınımın da farklı dalga boyları olur

Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025'lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakını, bu 1025'lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmıştır

Bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için şöyle bir karşılaştırma yapmak yerinde olur Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekirdi Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır Güneş'ten yayılan farklı dalga boyları ise, %70'i 03 mikronla 150 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve yakın morötesi ışınlar "Görülebilir ışık" olarak adlandırılan bu ışınlar, elektromanyetik yelpazenin 1025'te 1'inden bile daha az bir aralıkta olmalarına rağmen, güneş ışınlarının toplam %41'ini oluşturur

Görüldüğü gibi gözlerimizin görebildiği elektromanyetik dalgalar, ışık tayfının çok küçük bir bölümünü meydana getirir Diğer kısımlar ise insan için geniş karanlıkları ifade eder ve bu sınırın dışındaki dalga boyları insanın kör olduğu alanlarıdır 58


ATEŞ OLMAYAN YANMA

Allah, göklerin ve yerin nurudur O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir (Bu,) Nur üstüne nurdur Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir Allah insanlar için örnekler verir Allah, herşeyi bilendir (Nur Suresi, 35)

Nur Suresi'ndeki bu ayette ışık veren bir nesneden bahsedilmektedir Işık veren cisim ise bir yıldıza benzetilmektedir Ayette yıldıza benzetilen ışık veren nesnenin yakıtının doğuya veya batıya ait olmaması ise, bu cismin fiziksel boyutta bulunmadığına bir işaret olabilir Yakıtın kaynağının enerji boyutunda olduğu düşünülürse, ayette tarif edilen yakıtın elektrik enerjisine, ışık veren cismin de elektrik ampulüne işaret ediyor olması muhtemeldir


Ampul ayetteki tariflere son derece mutabık olan, cam içinde, yıldız gibi parlayan ve ışık saçan bir cisimdir Ampul, kandil, gaz lambası benzeri aydınlatıcılar gibi yağla yakılmamaktadır ve ampulde ayetteki tariflere uygun olarak ateş olmadan bir yanma gerçekleşir Ampulün içindeki ısıya dayanıklı tungsten telinin atomları arasındaki titreşim sonucu, 2000 0C'nin üzerinde ısı oluşur Diğer metalleri eriten bu sıcaklık o kadar yüksektir ki, gözle görülür güçlü bir ışık ortaya çıkmasına sebep olur Ancak bu yüksek ısıya rağmen, ampulün içinde oksijen bulunmadığı için ayetteki tariflere mutabık olarak yanma gerçekleşmez Ayrıca ampulün ortasında parlayan tel de parlak bir yıldızın uzaktan görünümüne çok benzemektedir

Elektriğin dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri olduğu, dünyanın hemen hemen tümünün elektrik enerjisiyle çalışan ampuller vasıtasıyla aydınlatıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, ayetin bu önemli keşfe işaret ettiği düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir)

Bu konuyla ilgili bir diğer izah da yıldızlardaki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan ışık olarak düşünülebilir Yıldızlar, nükleer reaksiyonlardan kaynaklanan çok büyük miktarlarda ısı, ışık yayan, son derece sıcak, parlak, döner gaz kütleleridir Yeni oluşan büyük yıldızlar çoğunlukla kendi çekim kuvvetleriyle büzülmeye başlarlar Bunun sonucunda merkezleri daha yoğun ve daha sıcak olur Yıldızın merkezindeki madde yeterince ısındığında -en az 10 milyon oC olduğunda- ise nükleer reaksiyonlar başlar59 Bir yıldızın içinde gerçekleşen olay, hidrojenin dev bir enerji ile (füzyonla) helyuma dönüşmesidir Yıldızlarda kütlenin büyüklüğünden kaynaklanan çekim kuvveti, 4 hidrojen atomunu 1 helyum atomu oluşturmak üzere kaynaştırmaktadır Bu esnada açığa çıkan enerji, kütlenin yüzeyinden ışık ve ısı halinde dışarı yayılır Hidrojen tükendiğinde, yıldızda aynı şekilde daha ağır elementler oluşturmak üzere helyum yanmaya (füzyona) devam eder Bu reaksiyonlar yıldızın kütlesi tükenene kadar devam eder

Ancak yıldızlardaki reaksiyonlarda oksijen kullanılmadığı için, yanan odunda olduğu gibi sıradan bir yanma gerçekleşmez Yıldızlarda dev alevler şeklinde görünen yanma da, gerçekte ateşten kaynaklanmaz Nitekim ayette de bu tür bir yanma şekline işaret edilmektedir Ayrıca ayette bir yıldızdan, onun yakıtından ve ateş olmayan bir yanmadan -yani reaksiyondan- bahsedildiği düşünülürse, ayetin yıldızlardaki ışık oluşumuna ve yanma şekline işaret ettiği şeklinde de düşünülebilir (En doğrusunu Allah bilir)

SUNİ OLARAK ELDE EDİLEMEYEN AĞAÇ VE ATEŞ MUCİZESİ

Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et (Vakıa Suresi, 71-74)

Ağacın yapısını meydana getiren temel kimyasal maddelerden biri "lignoselüloz"dur Bu madde, oduna sağlamlığını kazandıran "lignin" ve "selüloz" denilen maddelerin karışımından oluşur Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülüri Bu maddelerin kimyasal formüllerine bakıldığında ise, oluşumlarında üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon

Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki "lignoselüloz"u meydana getirirler Bilim adamları bu malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi üretemezler Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine rağmen, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına karşın, bilim adamları yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen ve karbonu, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var olduklarından bu yana milyonlarca yıldır sürekli hazırlamaktadırlar

Diğer taraftan lignoselüloz maddesinin bileşenlerin biri H2O formulüyle ifade edilen sudur Tahtanın içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden olması çok özel bir durumdur Yukarıdaki ayette ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş yakılmasıyla birlikte dikkat çekilmesi de son derece hikmetlidir Suyla birlikte sahip olduğu diğer bileşenler sayesinde ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir

Bilim dünyasının önemli bir araştırma sahası olan ağaçlar, bilim adamlarına pek çok konuda ilham kaynağı olmakta ve yaratılışlarındaki detaylar halen anlaşılmaya çalışılmaktadır Ağacı meydana getiren hücrelerin karmaşık yapıları gelişen teknolojiye ve yoğun araştırmalara rağmen, henüz tam olarak anlaşılamamıştır Dünyanın önde gelen ormancılık araştırma merkezlerinden Büyük Britanya Ormancılık Komisyonu, "Lack of Information on the Chemistry and Structure of Wood Fibres" (Odun Liflerinin Kimyası ve Yapısı Hakkındaki Bilgilerin Eksikliği) başlığı altında şu ifadelere yer vermektedir:

Önceki ve halen devam eden araştırmalarla sonuçlanan bilgilere rağmen, hala odun liflerinin kimyası ve yapısı hakkındaki bilgilerimiz ek------ Tek bir ağaçta -dalın içindeki özden ağaçkabuğuna, ağacın tabanından tepesine- çok geniş çeşitlilik mevcuttur Bir odun hücresinin yapısı ve kimyası çoğunlukla son derece farklıdır ve herzamanki tekniklerle araştırması güçtürii

Plant Physiologylimsel yayında ise "Our Understanding of How Wood Develops is not Complete" (Odunun Nasıl Geliştiği Hakkındaki Anlayışımız Tam Değil) başlığı altında, bilim adamlarının konu hakkındaki sınırlı bilgisi şöyle ifade edilmektedir:

Odunun, yakın geleceğimizde daha fazla önem taşıdığı düşünülürse, bu malzemenin oluşumuyla ilgili mevcut anlayışımızın çok eksik olduğunu söyleyebiliriz Birkaç istisna dışında odun oluşumunun ardındaki, hücre seviyesinde moleküler ve gelişim süreçleri hakkında çok az şey bilinmektedir “Xylogenesis” diye adlandırılan süreç, hücre farklılaşmasının inanılmaz bir komplekslikte gerçekleştiği bir örnektir Hücre oluşumu, farklılaşması, programlanmış hücre ölümü ve sert kısmın oluşumuyla bağlantılı birçok yapısal genin birbiriyle koordineli olarak çalışmasını gerektirir ve son derece planlı bu gelişim, neredeyse hiç bilinmeyen düzenleyici genler tarafından yönetilir Bu süreçte gen ailelerinin yer alması ve metabolizmanın aşırı derecede esnek olması, ağaç oluşumu sürecinin anlaşılmasını daha da zorlaştırmaktadıriii

Annals of Botany (Botanik Yıllığı) adlı bir başka bilimsel yayında da odunun yaratılışındaki olağanüstülük şöyle vurgulanmaktadır:

Odunun oluşumu -köklerde, gövdede, ağaçların ve çalıların tepelerinde- inanılmaz çeşitlilikte metabolik aşamalar içeren, oldukça karmaşık bir süreçtir Ağacın farklı amaçlar için kullanılabilecek bir hammadde olmasını sağlayan temel özellikler, büyük ölçüde hücre duvarlarının özel mimarisi ile belirlenir iv

Ağacın yaratılışındaki bu detaylar, Allah’ın Vakıa Suresi’nde bildirdiği gibi, ağacın insan yapımı olamayacağını hatırlatmaktadır İnsanlar tarafından suni olarak üretilmesi mümkün olmayan ağacın taklit edilemez yönlerinden sadece birkaç özelliği şöyledir:

Dayanıklı Bir Malzeme Olarak Tahta

Ağacın sert ve dayanıklı yapısı, yapısındaki selüloz lifler sayesinde oluşur Çünkü selüloz, sert ve suda çözünemeyen bir maddedir Tahtanın inşaatlarda kullanılmasını avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir "Gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olarak tanımlanan selüloz, tahta binaların asırlarca ayakta durmasında, binaların, köprülerin, mobilyaların ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla kullanılmaktadır

Tahta, uç uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan oluşmuştur Çevrelerinde ise spiraller halinde "selüloz" lifler sarılıdır Ayrıca bu hücreler kompleks polimer yapıdaki reçineden yapılmış bir madde olan "lignin" içindedir Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini oluşturur ve ana yükü çeken kısımdır Bir tahta hücresi içe çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde, tahta bozulmadan kalır Böylece tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçte olur

Düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşacak hasarı azaltması bakımından da, tahta önemli bir malzeme olarak görülmektedir İkinci Dünya Savaşı'nın "Mosquito" olarak bilinen uçaklarının malzemesinde tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla, o döneme kadarki en çok hasar tolere edebilen uçaklar yapılmıştır Tahtanın sertliği ve dayanıklılığı, güvenli bir malzeme niteliği de kazandırmaktadır Çünkü tahta kırılırken, çatlamanın gelişimi dışarıdan gözlenebilecek kadar yavaş bir kırılma sürecinde gerçekleşir ve bu özellik tedbir alınması için insanlara vakit kazandırmış olura

Tahtanın yapısı örnek alınarak yapılan bir malzeme, günümüzde kullanılan diğer sentetik malzemelerden 50 kat daha fazla dayanıklılık göstermektedirb Tahtanın bu özel yapısı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir Ancak hiçbir zaman bilim adamlarının tüm özellikleri ile bir odun parçasını taklit etmeleri mümkün olmamaktadır Ağacın yaratılışındaki her detay -katmanların inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi, içeriğindeki maddeler- bu dayanıklılığı sağlamak üzere özel olarak yaratılmıştır

a Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 39
b Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no 2043, s 40



Yerçekimine Karşı Suyu Metrelerce Yukarı Taşıyan Hidrofor Sistemi

Ağacın odun kısmında "ksilem" (xylem) adı verilen kanalları bulunur Odun boruları da denilen ksilem dokusu, cansız hücrelerin üst üste gelmesi ve bunların zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybetmeleriyle oluşur Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolduğunda, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur

Toprağın derinliklerine dağılmış olan kökler, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşırlar ve yapraklara kadar ulaştırırlar Köklerin topraktaki suyu emmeleri adeta bir sondajlama tekniğini andırır Köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motorları yoktur Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak bir teknik donanımları da mevcut değildir Ama kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebilirler

Bitkinin kusursuz bir şekilde yerine getirdiği bu taşıma, aslında son derece karmaşık bir işlemdir Öyle ki bu sistem, teknoloji ve uzay çağına eriştiğimiz günümüzde bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir Ağaçlardaki, bir nevi "hidrofor sistemi"nin varlığı yaklaşık iki yüzyıl önce keşfedilmiştir Ancak suyun yer çekimine aykırı bu hareketinin nasıl gerçekleştiğine kesin bir açıklama getirebilmiş değildir Böylesine küçük bir alana sığdırılmış olan üstün teknoloji, bu sistemi yaratan Rabbimiz'in benzersiz ilmini sergileyen örneklerden sadece biridir Ağaçlardaki taşıma sistemlerini de evrendeki her şey gibi Allah yaratmıştır


v

Odun solda resimde görüldüğü gibi, tüp ya da kamış biçimli hücrelerden oluşur Bitkilerin kök ve gövdelerini oluşturan bu hücreler, üst üste gelerek, su ve minerallerin ağaç boyunca taşınmasını sağlayan kanallar olarak görev alırlar "Ksilem (xylem)" denilen bu doku, aynı zamanda ağacın dik durmasını sağlayacak şekilde kuvetli yapılardır Sağdaki resimde ise kurumuş bir ağacın kesiti görülmektedir Tüp şeklindeki kanallar, kuruduklarında resimdeki gibi içi boş bir görünüm alırlar



Topraktan Mineralleri Seçebilen Kökler:

Bitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar Bu maddeler toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitki bunları iyon (artı/eksi yüklü atom) olarak emer Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan 14 tanesini alırlar

Bitki hücrelerinin kendi içlerindeki iyonların yoğunluğu, topraktaki iyonların yoğunluğundan 1000 kez daha fazladıra Normal şartlar altında yüksek yoğunluktaki bir bölgeden, yoğunluğu daha az olan bölgeye doğru madde akışı gerçekleşir Fakat köklerde görülen tam ters duruma rağmen, topraktaki iyonlar kök hücrelerinden kolaylıkla geçerlerb

Basınç sisteminin tersine işleyen bu durum dolayısıyla, pompalama işleminde bitki yüksek enerji harcar Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sistem de olması gereklidir Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır

a Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, New York, 1988, s 119
b William K Purves, Gordon H Orions, H Craig Heller, Life, The Science of Biology, 4 baskı, WH Freeman and Company, s 724



Minyatür Fabrikadaki Üstün Teknoloji: Fotosentez

Ağacın sadece odun ya da kök kısmı değil, yaprakları da günümüz teknolojiyle dahi suni olarak elde edilememektedir Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelliği gelir Bilim adamlarının halen tam olarak anlayamadıkları sistemlerden biri olan fotosentez olayı, bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilir Bitki hücreleri Güneş enerjisini doğrudan kullanabilen yapılarının sayesinde, Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar Ayrıca ağaçta depolanmış olan fotosentetik enerji, yanma esnasında da ortaya çıkar Örneğin evinizi ısıtmak için yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidira

Minyatür bir fabrika gibi işlev gören fotosentez sistemi, bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organelde gerçekleştirir Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır Birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi bilim adamlarının elde etmeleri 20 yüzyılın ortalarını bulmuştur Fotosentez işlemini anlatmak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip dünyaya oksijen ve besin sağlamaktadır



Yukarıda büyütülmüş resmi görülen kloroplast, gerçekte milimetrenin binde biri kadar bir büyüklüğe sahiptir İçinde fotosentez işlemini yürüten pek çok yardımcı organel vardır Çok aşamalı olarak gerçekleşen ve bazı aşamaları henüz çözülememiş olan fotosentez işlemi bu mikroskobik fabrikalarda büyük bir hızda gerçekleşmektedir


a http://wwwmontanaedu/wwwpb/pubs/mt8405html; Michael Vogel, "Heating with Wood: Principles of Combustion", 2003


Ağacı oluşturan tek bir hücrenin dahi suni yollarla yapılamaması, insanın ağacın ölü hücreleri karşısında elindeki tüm imkanlara rağmen aciz kalması, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir Ağaçların üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek özellikleri, bilim adamlarına ilham veren sayısız yönü, ağacın yaratılışındaki üstün ilmi ve aklı sergilemektedir Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl, herşeyi yaratan ve herşeyin Tek Hakimi olan Yüce Allah'a aittir

i http://wwwforestpathologyorg/woodhtml; Wood Chemistry and Anatomy, 2005
ii http://wwwforestresearchgovuk/fr/INFD-6FMCUS; The Research Agency of the Forestry Commission, 2007
iii Christophe Plomion, Gregoire Leprovost, Alexia Stokes, "Wood Formation in Trees", Plant Physiology, Aralık 2001, cilt 127, ss 1513–1523
iv Uwe Schmitt, "Chaffey, NJ ed Wood formation in trees—cell and molecular biology techniques", Annals of Botany, 2002, cilt 90, no 4, ss 545-546
v http://wwwsmddrumscom/woodcellhtm

BULUTLARIN AĞIRLIĞI


Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır

Gökyüzünde 300000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir:

Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57)

O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır (Rad Suresi, 12)

Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir

YAĞMURDAKİ ÖLÇÜ


Kuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir Zuhruf Suresi'nde şöyle buyurulur:

Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız (Zuhruf Suresi, 11)

Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez

Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder



Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı "sabit"tir: saniyede 16 milyon ton Bu sabit miktar Kuran'da "belli bir miktar su"yun gökten indirilmesi olarak haber verilmektedir Ekolojik dengenin ve dolayısıyla hayatın devamlılığının sağlanmasında, bu miktarın sabit olmasının önemi son derece büyüktür




Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz

Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 45 mm olana kadar devam etmekteydi Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir60 Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler

Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir

YAĞMURUN OLUŞUMU

Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar

Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:

Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler(Rum Suresi, 48)

Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim:

1 EVRE: "Allah rüzgarları gönderir"

Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar


Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir
2 EVRE: " böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar"

Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (001 ile 002 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır

3 EVRE: " nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün"

Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar

Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır


(A) Ayrı ayrı küçük bulut parçaları (kümülonimbüs bulutları) (B) Küçük bulutlar biraraya geldiğinde oluşan daha büyük bulutun içindeki yukarı çekilmeler artar, böylece bulutlar yukarıya doğru yığılır
Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:

Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir (Nur Suresi, 43)



Yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılan bulutlar dikey olarak büyüdükleri için atmosferin daha serin yerlerine doğru ulaşırlar Atmosferin serin bölgelerinde ise su ve dolu damlaları büyümeye başlar Ağırlaşan su damlaları buluttan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlar İşte bu bilimsel gerçek Nur Suresi'nin 43 ayetinde 14 asır önce: " sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün" ifadesi ile bildirilmiştir

Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir Yağmur bulutlarından biri olan kümülonimbüs türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir:

1 AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir yani sürülürler

2 AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (kümülonimbüs) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluştururlar 61

3 AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar

Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs şeklinde düşmeye başlarlar 62
Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir
 
Üst