Ihlas Risâlesi Uzerine

Tesnîm

Member
Mü’min, her yaptığı şeyi Allah emrettiği için yapar. Ne kendi, ne ailesi, ne de beraber olduğu insanların çıkarlarını kat’iyen düşünmez. Bir mü’minin, bu tür beklentilere girmeden hareket etmesi, “hâlisâne” tabiriyle ifade edilir ki, bu hak erinin, hiçbir zaman para-pul, makam-mansıp, şan-şeref.. davası gütmeden, İslâm’a hizmette tıpkı bir nefer gibi hareket etmesi demektir.

Eserleri ve hayatıyla pek çok insanın fikir ve kalb hayatına yön veren, yaklaşımlarıyla değişik ufuklar açan, hareket ve aksiyonu geniş toplum kesimlerince hüsnü kabul görmüş olan Bediüzzaman Hazretleri,1 aynı zamanda Allah yolunda hizmet, O'nun adını ufkumuzda yüceltme de diyebileceğimiz i'lâ-yı kelimetullahın metodu adına son derece önemli düsturlar ortaya koymuştur. Bu mânâda en mühim eserlerinin başında 1934 yılında sürgün olarak bulunduğu Barla'da telif edilen İhlâs Risâlesi gelir. Bu makalede "İhlâs Risâlesi"nin yazılma süreci ve müellifin dilinde "İhlâs" kavramının nasıl kullanıldığı üzerinde durulmaya çalışılacaktır.

İhlâs Risâlesi'nin Telifine Doğru

Bediüzzaman Hazretleri, Kurtuluş savaşından sonra ilim ve fikirlerinden istifade edilmesi için Birinci Meclis'e çağrılır. Meclis'te mebusların namaz konusunda gevşek davrandıklarını görünce namazı anlatan bir Risâle neşreder ve konuşmalarının çoğunu bu konuya ayırır. Namaz üzerinde bu kadar hassasiyetle durmasına itiraz edilen Üstad, 1923 yılı baharında Ankara'dan ayrılarak Van'a gider. Orada bazı talebeleriyle birlikte Erek Dağı'nda inzivaya çekilir; vaktinin çoğunu talebe yetiştirmekle, Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin tabiattaki tecellîlerini tefekkür ve ibadetle geçirir. Bu sırada memleketin doğusunda bir isyan başlar; ancak Bediüzzaman konuştuğu her yerde, böyle bir isyanın dinen doğru olmadığını vurgular ve halkı yatıştırmaya gayret eder. Hattâ Van ahâlisinin önemli bir kısmı bu isyanlara onu dinleyerek katılmaz; katılmaz ama, türlü bahanelerle önde gelen âlimler ve sözü dinlenen insanlar, Anadolu'nun batısına sürgün edilirler. Bediüzzaman da sürgün edilenler arasındadır ve 1925'te sürgün hayatı başlar. Trabzon üzerinden İstanbul'a, orada biraz kaldıktan sonra deniz yoluyla İzmir'e, ardından Antalya'ya, oradan da Burdur'a getirilir. Burada bir camide 7 ay kaldıktan sonra 1 Mart 1927 Salı günü, "Ücra bir köşede, mahrumiyetler, kimsesizlik ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider." düşüncesiyle, kara yoluyla doğrudan ulaşımın olmadığı bir nahiye olan Barla'ya sürgün edilir.

Her türlü zorluğa ve dış baskıya rağmen, içi imanla dolu bir kalbin taşmaması mümkün değildir. Nitekim Bediüzzaman da onu susturmak isteyenlerin beklentilerinin aksine Barla'da unutulup gitmemiştir. Zîrâ civanmert Anadolu halkı diğer âlimleri baş üstünde tuttuğu gibi Üstad'ı da yalnız bırakmamış, ona ve davasına sahip çıkmıştır. Üstad, Kur'ân'dan aldığı dersleri yanına gelenlere anlatmaya ve mümkün oldukça da yazdırmaya başlamıştır.

1927 yılında Risâle-i Nur'un ana eserleri telife başlanır. Bu hakikatlerin diğer insanlara da ulaştırılması lâzımdır. Bunu ulaştıracak olanlar da talebeleridir. Ancak bu ulaştırmanın bir metodu, yaklaşımı ve esasları olmalıdır. Bu hakikatler, kendisini Bediüzzaman'a düşman olarak konumlayanların dikkatini çekmeyecek bir şekilde anlatılmalı ve hayata geçirilmelidir. Nitekim o talihsiz günlerde dindarlığını ortaya koyan, bazı dinî talepleri olan insanlar susturulmakta, hattâ bazıları idam edilerek topluma büyük bir gözdağı verilmektedir. Her dönemde ortaya bazı kavramlar atılıp bunun etrafında bir kısım masum insanlar suçlandığı gibi, o dönemde de insanların başında Demokles'in kılıcı olarak kullanılan kavram, "cemiyetçilik"tir, yani cemiyet oluşturup devletin nizamını değiştirmek ve yıkmak. Üstad da, "Bediüzzaman, gizli cemiyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor." suçlamasına maruz kalır. İşte bu şartlar altında 1934 yılında menfî (sürgün) olarak bulunduğu Barla'da "İhlâs Risâlesi" yazılır.

Bediüzzaman bu Risâlenin adını "İhlâs" koymuştur. Zîrâ, Allah rızası için yapılan en küçük işlerde bile O'nun rızasına nâil olma duygusunun bir an olsun unutulmaması elzemdir. Bediüzzaman ihlâsın her türlü işte asıl olduğunu anlatmanın yanında, aslında nasıl hizmet edileceğini anlattığı bu eserine "İhlâs Risâlesi" demekle aynı zamanda onu susturmak ve yok etmek isteyenlere karşı hizmetini korumuştur. Zîrâ, 1934 yılında, İhlâs Risâlesi yerine hizmet risâlesi, hizmet düsturları gibi bir şey denilmiş olsaydı Üstad'ı cemiyetçilikle suçlayanlar bunu mutlaka aleyhine değerlendirirlerdi. Nitekim Nur'un önde gelen talebelerinden Yüzbaşı Re'fet Bey'in hatıralarında trajikomik bir hâdise anlatılır: Isparta'da âni yapılan baskın ve araştırmalarda ele geçirilen Risâle ve mektuplar arasında bir kitabın üzerinde 'Ramazan'a aittir.' diye bir yazı vardır. Baskını yapanlar sadece bu kısmını okuyup "Kimdir bu Ramazan?" diye araştırdıktan sonra nihayet Isparta Atabey'in köylerinden Ramazan isimli bir vatandaşı da ellerini bağlayarak Eskişehir Hapishanesi'ne yollarlar. Aradan iki ay geçtikten sonra kitabın Ramazan Efendi'ye ait değil, Ramazan ve orucun hikmetlerini anlatan Bediüzzaman'ın Ramazan Risâlesi olduğu anlaşılır. Mazlum ve masum Ramazan Efendi tahliye edilir. Bediüzzaman da hapishanede tanıştığı bu zatı, 'Kardeşim Ramazan, hakkını helal et!' diye teselli eder.2 Bu hâdise de hizmetin stratejisine ait temel eserlerin başında gelen bu Risâle'ye, İhlâs isminin verilmesinin ne kadar yerinde olduğunu gösterme adına mânidardır.

İhlâs Risâlesi'nde dine hizmet adına temel düsturlar ortaya konulmuştur. İhlâs Risâlesi sadece ibadetlerdeki ihlâs hakkında bilgi vermek için yazılan bir Risâle değildir. Bu mânâdaki ihlâs hakkında Risâle-i Nur'un değişik yerlerinde gerekli bilgiler yer alır. Meselâ, İşârâtü'l-İ'câz'da, "İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar."3 denilerek ibadette ihlâs ele alınır. Bu mânâsıyla ihlâs mevzuu Mesnevi-i Nuriye, İşârâtü'l-İ'caz ve başka Risâlelerde de yer yer işlenir.

İhlâs Risâlesi olan Yirmi Birinci Lem'a'nın üslûp açısından da bilgi verme mahiyetinden ziyade, harekete ve aksiyona dâir bir Risâle olduğu görülür. Nitekim bu Risâle'de muhataba, "Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'âniye'de arkadaşlarım!", "Ey kardeşlerim!" şeklinde seslenilerek hizmet arkadaşlığına vurgu yapılmaktadır.

Bu Risâle'nin iman ve Kur'ân'a hizmetle doğrudan ilgili olduğu kanaatini kuvvetlendiren başka bir husus da bu kısa Risâle'de "hizmet" kelimesinin yirmi altı defa, yani çokça kullanılması ve bunun yanında "hâdim", "hademe" gibi aynı kökten türetilen kavramların da bu Risâle'de yer almasıdır.

Üstad'ın ifadesiyle Nurların birinci talebesi olan Hulusi Yahyagil'in İhlâs Risâlesi'yle alâkalı kendisinin neden birinci talebe olduğunu gösterir tarzda bir mektubu vardır. Üstad bu mektubu Barla Lâhikası'na almakla bu hususta onun söylediklerini tasvip ettiğini göstermektedir. Hulusi Yahyagil şöyle yazmaktadır: "En az on beş günde bir defa okunması emir buyurulan Yirmi Birinci Lem'a, Evrâd edinilecek kadar ehemmiyetlidir."4 Nitekim kendisi de bu Risâle'yi okuma hususunda hassasiyetini ortaya koyarak, hayatı boyunca on beş günü geçirmemeye gayret etmiştir.

İman ve Kur'ân hizmeti yapanlar için rehber bir eser olması adına Risale-i Nur'un önde gelen nâşirleri tarafından Külliyat'ın muhtelif yerlerinden derlenerek "Hizmet Rehberi" adı verilen eserde iman hizmeti adına esas umde ve hakikatlerin İhlâs ve Uhuvvet Risaleleri olduğu nazara verildikten sonra, "Bu Hizmet Rehberi, Külliyat-ı Nur'dan ve mektublardan, İhlas ve Uhuvvet Risalelerindeki düsturları ve esasları teyit ve takviye eden bahislerden müteşekkildir."5 denilerek, hem İhlâs Risalesi'nin hem de ismini Üstad'ın bulunduğu yerden alan, o dönemde karşılıklı yazılan mektupların derlendiği Lâhikalar'ının nasıl okunması gerektiği hususunda ipuçları verilir.

Burada dikkati çeken bir nokta da ihlâsı kıran sebeplerde ortaya çıkıyor. Aynı şekilde bunlarda da içtimaîlik ağır basıyor. Üstad'ın da işaret ettiği gibi burada bu sebeplerin sadece birkaçı zikrediliyor, diğerlerinin, "Külliyat" içindeki yerlerinden bulunup değerlendirilmesi isteniyor. Zîrâ sınırlı sayıda sayfası olan bir el kitabı veya kılavuz nevinden bir Risâle'de, bütün bunların olması mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Çünkü bu bilgiler de yazılırsa eserin hacmi artar ve sık sık okunması da zor olur.

Bediüzzaman Hazretleri'nin, Nurlar'ın değişik yerlerinde üzerinde ısrarla durduğu bu hususlar da iman hizmetinde bulunmak isteyenlerin asla unutmamaları gereken hayat düsturlarıdır. Bu düsturların en yoğun olduğu İhlâs Risâlesi, yoğun günlük faaliyetler içinde, hattâ Allah yolunda hizmet ederken -uzun yola giden bir şoförün zaman zaman bir kenara çekip dinlenmesi gibi- hizmetin âhenk ve selâmeti için Üstad'ın da vurguladığı gibi sık sık okunmalı ve anlatılan düsturlar hayata taşınmalıdır.
 

Tesnîm

Member
İhlâs nedir?

İslâmî literatürde anahtar bir kavram olan ihlâs, lügatlerde "sâfi olma, içindeki yabancı unsurlardan temizlenme, hiçbir yabancı unsur barındırmama" mânâlarına gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de ihlâs kelimesi bu aslî mânâsında kullanılır. Mü'minler ihlâs sahibidirler ve ihlâsın hakikati de Allah'ın rızası dışındaki her şeyden uzaklaşmak, şirk şaibelerinden arınmaktır.6 Tasavvufî eserlerde ise ihlâs, çoğunlukla kullukta maddî-mânevî hiçbir beklentiye girmemek şeklinde ele alınmaktadır. Mesela, İslâm'ın kalb ve ruh hayatına dâir temel mesele ve kavramların değerlendirildiği Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde, ihlâs ile alakalı tariflerin genelde "doğru, samimî, katışıksız, dupduru; riyâdan uzak olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma, kapalı yaşama.. veya gönül safveti, fikir istikameti içinde Allah'la münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadâkatle kullukta bulunma" etrafında cereyan ettiği vurgulanır ve şöyle bir tarif yapılır: "İhlâs; ferdin, ibadet ü tâatinde, Cenâb-ı Hakk'ın emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanması, abd ve Mâbud münasebetlerinde sır tutucu olması, yaptığı şeyleri Hakk'ın teftişine arz mülâhazasıyla yapması, tabir-i diğerle; vazife ve sorumluluklarını, O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirken de O'nun hoşnutluğunu hedeflemesi ve O'nun uhrevî teveccühlerine yönelmesinden ibarettir ki, saflardan saf sâdıkların en önemli vasıflarından biri sayılır."7

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de ihlâsı, Nur Külliyatı içinde geleneğe uygun olarak umumiyetle ibadetlerle alâkalı olarak değerlendirir ve "İhlâs, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır." şeklinde bir tarif yapar.

İhlâs Düsturları

İhlâs Risâlesi'nde anlatılan düsturlar herkes için, hayatın her ânında önemli ve gereklidir. Bunların sadece öğrenilmesi yeterli değildir. Düsturların ikisi, daha ziyade ferd ve ferdî ihlâsla alâkalı görülürken diğer düsturlar ve anlatılan hususlar içtimaîdir. Yani ferdî ihlâstan ziyade cemaat ihlâsı, içtimaî ihlâs, ihlâsla hizmet veya daha farklı bir kelimeyle ifade edilecek olursa âhenkle hizmet nazara verilmektedir. Bu düsturlar sık sık hatırlanmalı, hattâ unutulmamalı, dahası bunlar insan tabiatının bir yanı hâline getirilmelidir. Nitekim Üstad da bunları anlatmaya başlamadan önce buna dikkat çekmekte ve "ihlâsı kazanmak, muhafaza etmek ve mânileri def etmek" için bu düsturların rehber edilmesi gerektiğini söylemektedir. İhlâs kazanılmışsa, kazanılan ihlâsın korunması ve önüne çıkacak engellerin bertaraf edilmesi için bu düsturlar elzemdir. Şimdi bu düsturları tekrar hatırlayalım:

Birinci Düstur:

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı
Allah rızası bütün amellerin önünde, olmazsa olmaz bir duygu olarak bulunmalıdır. Namaz kılarken Allah rızası, kitap okurken Allah rızası, ailenin geçimini sağlarken Allah rızası, i'lâ-yı kelimetullah için yapılan hizmetlerde Allah rızası… Allah için yapılan hizmetlerde zaman zaman farklı mülâhazalara girilebilmektedir. "En güzel ve başarılı hizmeti yapma ve bunu herkese gösterme" şeklinde bir niyet bazen insanların zihinlerine gelebilmekte ve riyaya kapı aralanabilmektedir. Halbuki, "Allah, ancak kendi rızası umularak ve Allah için hâlisane yapılan amelleri kabul eder." (Nesai, Cihad 24)

Herkes razı edilse bile Allah'ın razı olmadığı bir hizmet makbul değildir. Zîrâ hizmetler, sınırlı dünya hayatı için değildir. İnsanın ebedî saadeti, Allah'ın rızasını elde etmesi sonucu Cennet'te tecelli edecektir. Allah razı olmadıktan sonra milyonlarca insan bir hizmeti alkışlasa bile bu, beş para etmez, O'nun nezdinde bir kıymeti olmaz.

İkinci Düstur:

Bu hizmet-i Kur'âniye'de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde fazilet-füruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.

Bu düsturda beraber yaşamanın ve ortak bir hedef olarak Allah rızasına yürümenin önündeki iki temel problem nazara verilmektedir: Tenkid ve insanları gıbtaya sevk etmek.

Herkes yaptığı hizmetlerden bahsederken diğer insanların duygularını da dikkate almalı ve başkalarını kıskançlık ve gıptaya sevk etmemelidir. Allah için yapılan hizmetlerde çok önemli olan bu düstur hayata taşınmayınca herkesi tenkit ve kendi yaptıklarını büyüterek anlatma gibi bir hastalık ortaya çıkar.

Evet, "Her şeyi tenkit, her şeye itiraz, bir yıkma hamlesidir. Şayet insan, bir şeyi beğenmiyorsa, ondan daha iyisini yapmaya çalışmalıdır. Zîrâ, yıkmaktan harabeler, yapmaktan da mâmûreler meydana gelir."8

Tenkit meselesine bir fabrikanın çarklarının âhenkle işlemesi misâl veriliyor. Allah yolunda hizmet edenler de şuurlu olarak işlerini ve hizmetteki vazifelerini âhenkle yapmalı, bir fabrikanın çarkları gibi düzenli çalışmalı; birbirini tenkit ederek çalışma azmini kırmamalıdır.

Üçüncü Düstur:

Bütün kuvvetinizi hakta ve ihlâsta bilmelisiniz.
Bediüzzaman Hazretleri bu düsturun açıklamasında hem bir durumu tespit etmekte hem de yapılan hizmetler vesilesiyle talebelerine iltifat etmektedir. Zîrâ, kendisinin İstanbul'da ve kendi memleketinde daha fazla imkânı ve yardımcıları varken, Barla'da yedi-sekiz senede yapılan hizmet daha fazla muvaffakiyet göstermiştir. Ona göre bunun sebebi de Barla'daki talebelerin ihlâsla hizmet aşk u şevki içinde olmalarıdır. Ayrıca burada "Şefkat Tokatları" nazara verilmektedir ki, bunlar Allah için çalışan insanların bazı sebeplerle ellerini hizmetten çekmeleri ve ihlâsı kırmaları neticesi olarak gelmektedir.

Dördüncü Düstur:

Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.

Bu düsturun açıklamasında da "tefânî" sırrı üzerinde duruluyor. Evet, herkes hizmette kendine düşen rolü hakkıyla yerine getirmeli ve diğerlerinin yaptığı hayırlı işlere kendi yaptıklarından daha çok sevinmelidir. Zîrâ kendi yaptıklarının içine, "riya" gibi, amelleri yiyip bitiren bir virüs bulaşabilir. Bundan kurtulmak için de kardeşlerin meziyetleri, kişinin kendine aitmiş gibi düşünülmeli ve başkalarının başarılarından ciddi sevinç duyulmalıdır.

Yirmi Birinci Lem'a olan İhlâs Risâlesi'nin girişinde, "On Yedinci Lem'a'nın On Yedinci Notası'nın yedi mes'elesinden Dördüncü Mes'elesi iken, ihlâs münasebetiyle Yirminci Lem'a'nın İkinci Nokta'sı oldu. Nuraniyetine binâen Yirmi Birinci Lem'a olarak Lemeât'a girdi." denilmektedir. Yine İhlâs hakkında olan Yirminci Lem'a'nın başında beş noktadan ibaret olduğu belirtilmekte ve sadece birinci noktası orada anlatılmaktadır. Yirmi Birinci Lem'a bu noktalardan ikincisi olduğuna göre geriye kalan üç nokta Külliyat'ın diğer yerlerinde aranmalıdır. İhlâs Risâlesi'nin muhtevası düşünüldüğünde bu noktaların özellikle Lâhikalar'daki bazı düsturların anlatıldığı kısımlar olabileceği anlaşılmaktadır. Meselâ, bir mektupta şöyle denmektedir:

"Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf'ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vâiz, Risâle-i Nur'a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risâle-i Nur'a ilişmek istemiş."9 Problemi kısaca zikrettikten sonra, Üstad Hazretleri özetle, kendi şahsındaki kusurların(!) Nur'a ve davaya zarar vermeyeceğini, kendi yırtık dellâllık elbisesinin onun bâki elmaslarının kıymetini düşürmeyeceğini söyleyerek asıl bakılması gereken şeyin şahsı değil, ortaya konan eser olduğunu vurguluyor. Daha sonra da talebelerine, ehl-i ilme karşı nasıl davranmaları gerektiğine dair; vâiz ve âlimlerle münakaşa yapılmaması, kendilerine düşmanlık edenlere bile düşmanlık edilmemesi, beddua edilmemesi, enâniyetlerin tahrik edilmemesi gibi altın düsturlar veriyor. O dönemde yaşanan hayattan izlerin bulunduğu Lahikalar'da benzeri düsturlar çok miktarda vardır.
 

Tesnîm

Member
İhlâs nasıl kazanılır?

Bu Risâle'de ihlâsı kazanmak için en başta insanların, dünyanın fânî, kendilerinin de ölümlü olduklarını unutmamaları, hattâ hiç akıllarından çıkarmamaları gerektiği vurgulanıyor. Bu konuda Allah Resûlü (sallAllahu aleyhi ve sellem) ölçüyü şu şekilde vermiştir: أَكْثِرُوا ذِكْرَ هَاذِمِ اللَّذَّاتLezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!" (Tirmizî, zühd 4; Nesâî, cenâiz 3; İbn Mâce, zühd 31)

Efendimiz'in bu emri, Hak dostları tarafından değişik usûllerle ölümü ve ötesini hatırlama, hattâ onu bizzat yaşama mânâsına "Rabıta-yı mevt" adı altında önemli bir düstur olmuş; sonu gelmeyen arzulardan ve ölüm yokmuş gibi düşünüp yaşama şeklinde insanı yoldan çıkaran hastalıklardan kurtulma vesilesi olarak görülmüştür.

Daha sonra ihlâsı kazanmanın ikinci vesilesi olarak da "tefekkür" dile getiriliyor. Zîrâ bu tefekkür sayesinde insan hep Allah'ın huzurunda bulunduğunun şuurunda olacak ve O'nun rızasını kazanmanın yolunu araştıracaktır. Bunun da en önemli vesilesi O'nun adını herkese duyurmak ve bu yolda bir ömür boyu hizmet etmektir.

M. Fethullah Gülen Hocaefendi de, "Yapılan işler karşısında maddî-mânevî bir beklentiye girmemenin ölçüsü nedir?" şeklinde bir soruya cevap verirken Üstad'ın işaret ettiği "rabıta-yı mevt" ve "tefekkür" gibi ihlâsı kazandıran hususları saymış, daha sonra da bunlara, kalbî hayatı Allah'a açık olan insanlarla oturup kalkmak ve her şeye rağmen bu insanlardan ayrılmamak, selef-i sâlihînin hayat-ı seniyyelerinin örnek alınması şeklinde bazı maddeler de eklemiştir.10 Bu cevaptan da her iki müellifin ihlâsı, "beklentilere girmeden hizmet etmek" şeklinde yorumladığı anlaşılmaktadır.

İhlâsı kazanma vesileleriyle alâkalı bu bölüm bitirilirken, eserlerde "riyâdan kurtaracak, ihlâsı kazandıracak çok hakâik (hakikatler) zikredildiğinden ona havale edip, burada kısa kesiyoruz." denilerek bu Risâle'nin, diğer Risâlelerle bütünlük içinde okunması gerektiğine işaret edilmektedir.

Bunlar anlatıldıktan sonra ihlâsın, -burada anlatılan şekliyle hizmetin- önündeki engeller ve hizmet yolunda karşılaşılan bazı problemler zikredilmektedir. Esasen bunların her birisi üzerinde ciltlerce kitap yazılacak türden psikolojik ve sosyolojik durumları ifade etmektedir. Bu mânâda önce, rekabet söz konusu edilmektedir. Maksadı Allah'ın rızasına nâil olmak olan bir işte birbirine engel olma neticesini veren bir rekabet ciddi problemlere sebebiyet verebilir. Zîrâ, dine ve insanlığa hizmet rekabetsiz bir yarış, hizmet edenler de rakipsiz yarışçılardır.

İhlâsı kıran ikinci mâni ise, içinde pek çok hususu ihtiva etmektedir: "Hubb-i câhtan gelen şöhretperestlik sâikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-i âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı rûhî olduğu gibi "şirk-i hafî" tâbir edilen riyâkârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler." Burada hem makam sevgisi, hem şöhretperestlik, hem şan ve şeref peşinde koşma, hem insanların teveccühünü kendine çekmeye çalışma, hem enaniyet, hem nefs-i emmâreye bir makam verme, hem de şirk-i hafî olan riyâkarlığa dikkat çekilmekte ve bunların her birisinin birer virüs gibi dinî hayata zarar veren hususlar olduğu vurgulanmaktadır.

Üçüncü mâni olarak, korku ve açgözlülük, başkalarına ait olan şeylere göz dikme mânâsına gelen tamâ zikredildikten sonra bunların ve hizmetin önündeki diğer engellerin özellikle "Hücumât-ı Sitte"de11 izah edildiği dikkatlere sunulmaktadır.

Bu da İhlâs Risâlesi'nin Risâle-i Nur bütünlüğü içinde okunması gerektiğini ifade eden ikinci bir vurgudur. Esasen bu bütünlüğe dikkat, bütün okumalarda, müellifi anlamak için en önemli esasların başında gelir.

Hâsılı, iman ve Kur'ân'a hizmetin esasları ve temel düsturları, bizzat Bediüzzaman Hazretleri'nin kendi hayatıyla temsil edilmiştir. Bu düsturların en önemlileri de, -diğerlerine atıflarda bulunularak- 1934 yılında "İhlâs Risâlesi" olarak yazılmıştır. İnsanlar bu düsturlarla iman ve Kur'ân yolunda hizmete başlamışlar ve bu yolda karşılarına bazı problemler çıkmıştır. Bu problemleri ve getirilen çözümleri genellikle Lâhikalar'da ve özellikle de Kastamonu Lahikası'nda görmek mümkündür. Lâhikalar bu gözle okunursa hem hizmetin temel düsturlarının hem de Yirminci Lem'a'nın kalan noktalarının buralara serpiştirildiği görülebilir.

Osman Karyagdi

Dipnotlar
1. Yaptığı hizmet ve getirdiği orijinal yaklaşımlarıyla Bediüzzaman Hazretleri'nin enfes bir portresini çizen bir makale için bkz.: M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken, s. 65
2. Son Şahitler, Nesil Yay., 2005, 1/386
3. İşârâtü'l-İ'câz, s. 86.
4. Barla Lahikası, s. 291
5. Hizmet Rehberi, s. 10
6. İsfahânî, el-Müfredât, h-l-s md.
7. M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, 1/95.
8. M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, s. 28
9. Bkz.: Kastamonu Lâhikası, Şahdamar Yayınları, s. 212-214.
10. M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla, 4/3
11. Hücumat-ı Sitte, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Altıncı Risale olan Altıncı kısmıdır. Burada sırasıyla, hubb-i câh (makam sevgisi), hiss-i havf (korku), tamâ, asabiyet-i milliye (ırkçılık), enâniyet, tembellik, ten-perverlik (rahat düşkünlüğü) ve vazifedarlık (işkolik olma) gibi hususlar anlatılmaktadır ve bunlar birer damar olarak zikredilmektedir. Bunların hizmette birer problem olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu risalenin sonunda ise Üstad, "Ey kardeşlerim, dikkat ediniz! Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın!..." diyerek Allah yolunda yapılması gereken hizmete dikkat çekmektedir. (Bkz.: Mektubat, Şahdamar Yayınları, s. 604-626)
 

Nûrolog

Well-known member
Bazen olmadık zamanlarda ortaya çıkan ve hizmetlerimize doğrudan zarar veren ‘birbirini sevmemeyi ve adaveti’ kardeşler arasında nasıl öldürebiliriz?”

Bedîüzzaman Hazretleri İhlâs Risâlesine başlarken, mühim bir uyarı yapıyor: “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı” diyor. Kendimizi sorgulamaya buradan başlayalım: Okuyor muyuz?

Okumayınca uygulama da olmuyor veya uygulamada aksamalar görülüyor. İhlâsta aksamalar olunca, bu, hizmetimize ve amelimize doğrudan yansıyor. Adâvet ve husûmet de bu boşluktan fırsat bulup kalbimize sokuluyor ve yerleşiyor.

Üstad Hazretleri İhlâs Risâlesinin Birinci Düsturunda halkın beğenisiyle Hakkın beğenisini mukayese ediyor. Buna göre, hareket noktamız ya halkın beğenisi olacaktır, ya da Hakkın beğenisi. Halkın beğenisini esas alırsak orada adâvetin ve husûmetin bulunması olağan bir şeydir. Bundan şikâyet etmemize gerek yoktur.

Hakkın rızasını esas aldığımızda ise, buraya kardeşler arası adâvet girmez. Çünkü burada hakem Haktır, yargıç Haktır, yaratıcı Haktır, sorgu sahibi Haktır, rızâ sahibi Haktır. O’nun rızâsı ise birbirimizi itham etmekte, suçlamakta, yargılamakta ve gıyâben mahkûm etmekte değil; affetmekte, bağışlamakta, sîneye çekmekte, yutmakta, Allah’a havâle etmekte ve uhuvveti bozucu tavırlardan uzaklaşmaktadır. Eğer bunun tersini yapıyorsak orada ihlâs, yani Hakkın rızâsını kazanma endişesini arayabilir miyiz?

İhlâs Risâlesinin İkinci Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerimizi tenkid etmemeyi ve onların üstünde fazîlet satıcısı durumuna düşerek onların gıpta damarını tahrik etmemeyi ısrarla ve bir prensip çerçevesinde işliyor.

Bu düsturun aksine olarak; eğer birbirimizi tenkid ediyorsak, eğer birbirimizin fazîletini yetersiz görüp kendi fazîletimizi öne sürüyorsak, onların gıpta damarını tahrik etmiş oluruz. Burada ise adâvet ve husûmet yol bulup kalbimize girer. Bir yerde tenkid varsa, fazîlet satıcılığı varsa, orada adâvet, haset, husûmet, fitne…vs. gibi alçak damarlar da vardır. Olmasın dersek, tenkîdden ve fazîlet satıcılığından vazgeçmemiz gerekecektir. Vazgeçmiyorsak, adâvetten ve husûmetten boşuna ne diye şikâyet ediyoruz? Boşuna ne diye kendimizi aldatıyoruz?

İhlâs Risâlesinin Üçüncü Düsturunda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmemiz gerektiğini bildiriyor. Bu düstura göre, kardeşlerimizin nefislerini şerefte, makamda, halkın teveccühünde, hattâ maddî menfaat gibi nefsimizin hoşuna gidecek şeylerde nefsimize tercih etmeliyiz.

Aksi olursa, yani kendi nefsimizi şerefte, makamda, halkın beğenisinde veya maddî menfaatlerde tercih edersek orada adâvet başlar, husûmet başlar, kin başlar, nefret başlar, fitne başlar, fesât başlar. Kendi nefsimizi tercih etmemizin normal ve tabiî sonucu budur çünkü. O zaman da bütün bunlardan şikâyet etmeye hakkımız olmaz. Kardeşler arasında neden adâvet var, sorusu boşlukta kalır. Bütün barış çabaları sonuçsuz kalmaya mahkûm olur. Çünkü Üçüncü Düstur tersine işletilmektedir.

Dördüncü Düsturda Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, en zor prensipleri vazediyor. Buna göre kardeşlerimizin meziyetlerini şahıslarımızda göreceğiz, fazîletlerini ve üstünlüklerini kendimizde bileceğiz ve kardeşlerimizin şerefleriyle iftihar duyacağız.

Biz ise kendi kişisel beğenilerimizi ön plâna çıkarıyoruz, hatırsız nefsimizin yanımızdaki hatırından dolayı bu prensibi tersine işletiyoruz ve bu prensibin uygulanırlığını ortadan kaldırıyoruz. İşte düşmanlık da, adâvet de, husûmet de buradan sonra sökün edip geliyor. Biz muhabbete liyâkat göstermeyince, adâvet, husûmet, ihtilâf ve ikilik bir İlâhî tokat olarak geliyor. Kaynaşma ve kardeşlik sünnetini böylece rafa kaldırmış oluyoruz. Şüphesiz bunun âhirette vebali ve günahı vardır!

Bizim bu düsturda tersine işlettiğimiz bir prensip de, “fenâ fi’l-ihvân” prensibidir. 1 Eğer sırf bu prensibi işletsek emin olun aramızda hiçbir dert, hiçbir münâkaşa, hiçbir husûmet ve hiçbir fitne kalmayacak! Çünkü zaten kardeşimizde fenâ olmuşuz! Bunun gereği olarak kardeşimizin meziyetini meziyetimiz saymışız, kardeşimizin kusurunu ve hatâsını da kusurumuz ve hatâmız bilmişiz. Tefânî sırrı budur! Burada eleştirmek ve suçlamak yoktur. Eleştirmek ve suçlamak olmayınca fıtrî olarak adâvet de olmayacaktır, kin de olmayacaktır, garaz da olmayacaktır! Çünkü şeytan fırsat bulup kardeşler arasına giremeyecektir!

Oysa bu sırrı tersine işlettiğimizde, yani ya yalnız nefsimizle fânî olduğumuzda, ya da yalnız sevdiğimiz ve tercih ettiğimiz kardeşlerimizle fânî olduğumuzda, diğer bir grup kardeş dışarıda kalmaktadır! Ne var ki buna da hakkımız ve haddimiz bulunmamaktadır. Bir grup kardeşi dışarıda bırakmayı ihlâs prensipleri ile izah etmek mümkün değildir.
Dışarıda bıraktığımız bu bir kısım kardeşlere karşı tefânî sırrını işletmemekteyiz. İşte burada da kin ve garaz, adâvet ve husûmet, nefret ve ihtilâf yol bulup girebilmektedir.
Kardeşler arasında İhlâs Risâlesini hakem kılmaya şiddetle ihtiyacımız vardır.

Dipnotlar:
1- Lem’alar, 167

Suleyman Kosmene
 

Nûrolog

Well-known member
Yirmi Birinci Lem’a

İhlâs hakkında​

On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Yedi Meselesinden Dördüncü Meselesi iken, ihlâs münasebetiyle Yirminci Lem’anın İkinci Noktası oldu. Nuraniyetine binaen Yirmi Birinci Lem’a olarak Lemeâta girdi.

Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


2وَقُومُوا ِللهِ قَانِتِينَ -1وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ


4وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً -3وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا -قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا


EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:

Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.

Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz. 1وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.

Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm
2 اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın. İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.


1 : “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.” Enfâl Sûresi, 8:46.
2 : “Allah için kıyamda bulunup Ona kulluk edin.” Bakara Sûresi, 2:238.
3 : “Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür.” Şems Sûresi, 91:9-10.
4 : “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” Bakara Sûresi, 2:41.


1 : “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” Bakara Sûresi, 2:41.
2 : “Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o müstesna.” Yusuf Sûresi, 12:53.


Lugat

âhiret : öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
binaen : dayanarak
dehşetli : korkunç, ürkütücü
dua-yı mânevî : mânevî dua
esas : temel
haslet : huy, karakter
hassa : temel özellik
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
hususan : özellikle
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
keramet : Allah’ın bir ikramı olarak, görülen olağanüstü hal ve hareket
lâakal : en az
lem’a : parıltı
Lemeât : Risale-i Nur Külliyatında yer alan Lem’alar isimli risâle
makbul : kabul edilen
metin : sağlam, kuvvetli
mezkûr : adı geçen
mukabil : karşılık
mühim : önemli
münasebet : bağlantı, ilgi
nokta-i istinad : dayanak noktası
nota : bildiri
nuraniyet : nurlu olma
sâfi : arınmış, temiz
şefaatçi : af için aracılık eden
tarik-i hakikat : hakikate ulaşma yolu
tazyikat : baskılar, sıkışmalar
ubudiyet : kulluk
uhrevî : ahirete ait
vesile-i makasıd : maksat ve hedeflere ulaştıran araç
Aleyhisselâm : Allah’ın selamı üzerine olsun
amel : iş, davranış
âyet : Kur’an’da yer alan her bir cümle
bid’a : dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey
dalâlet : hak yoldan sapma, inkârcılık yapma
def etmek : uzaklaştırmak, ortadan kaldırmak
düstur : kural
ehemmiyet : değer, önem
enâniyet : benlik, gurur
esbab : sebepler
hâdim : hizmetçi
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri
Hazret-i Yusuf :
hissiyat-ı süfliye : insanları kötülüğe yönelten aşağılık duygular
hizmet-i kudsiye : kutsal hizmet
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
hodfuruşâne : kendini beğenerek, övünerek
hürmet etmek : saygı göstermek
hürmetsiz : saygısız
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, samimiyet
ihsân-ı İlâhî : Allah’ın ihsânı, ikramı, bağışı
itimad etmek : güvenmek
kederli : sıkıntılı, üzüntülü
kudsî : kutsal
kudsiyet : kutsallık
mânâsız : anlamsız
mâni : engel
mazhar olmak : bir özelliği üzerinde yansıtmak
menâfi-i cüz’iye : küçük ve sınırlı menfaatler
muzır : zararlı
mükellef : yükümlü
nefs-i emmâre : hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
nehy-i İlâhî : Allah tarafından konulan yasak
razı olmak : hoşnut olmak
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası, hoşnutluğu
riyâkârâne : iki yüzlü bir tarzda
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk, sonsuz olan Cennet hayatı
sakîl : ağır karşılanma
savletli : saldıran
taarruz : saldırı
tecavüz : haddi aşma, saldırma
tehditkârâne : tehdit ederek
umum : bütün
umumî : genel
umur-u hayriye : hayırlı işler
vazife-i imaniye : iman hakikatlerini yayma görevi
zayi : kayıp
ziyade : çok, fazla
 

nimet06

Well-known member
ALLAH razı olsun Nurolog kardeşim.Beni mazur görün ama ben yeni yeni okumaya başladım.Daha doğrusu parça parça sizler sayesinde Ama anlayamadığım kelimeler vardı Lügat çok iyi oldu.Peki bütün eserde de lügat var mı acaba? Lütfen beni mazur görün kardeşim.Selam ve dua ile.ALLAH(CC) dualarınızı kabul ve cennetine kabul etsin inşallah.Amin.
 

Huseyni

Müdavim
ALLAH razı olsun Nurolog kardeşim.Beni mazur görün ama ben yeni yeni okumaya başladım.Daha doğrusu parça parça sizler sayesinde Ama anlayamadığım kelimeler vardı Lügat çok iyi oldu.Peki bütün eserde de lügat var mı acaba? Lütfen beni mazur görün kardeşim.Selam ve dua ile.ALLAH(CC) dualarınızı kabul ve cennetine kabul etsin inşallah.Amin.

Sitemizde herhangi bir kelimenin üzerine çift tıkladığınızda kelime anlamını verir. Allah cc. istifademizi artırsın, amin. Selam ve dua ile.
 

nimet06

Well-known member
ALLAH Razı olsun Huseyni kardeşim.inanın ki tamamen aklımdan çıkmış .:006::dft001:kusura bakmayın.ALLH(CC) dualarını kabul etsin inşallah.selam ve dua ile.
 

Nûrolog

Well-known member
ALLAH razı olsun Nurolog kardeşim.Beni mazur görün ama ben yeni yeni okumaya başladım.Daha doğrusu parça parça sizler sayesinde Ama anlayamadığım kelimeler vardı Lügat çok iyi oldu.Peki bütün eserde de lügat var mı acaba? Lütfen beni mazur görün kardeşim.Selam ve dua ile.ALLAH(CC) dualarınızı kabul ve cennetine kabul etsin inşallah.Amin.

Estagfirullah,dilerim istifade edebilirsiniz :)


ALLAH (C.C) razı olsun güzel olmuş istifade ederiz inşallah..

Ecmain insAllah :) Risaleyi yavas yavas eklemeyi dusunuyorum,faydasi olur hepimize temenni ederim.
 

Nûrolog

Well-known member
BİRİNCİ DÜSTURUNUZ

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.


Birinci Düstur:

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı

Allah rızası bütün amellerin önünde, olmazsa olmaz bir duygu olarak bulunmalıdır. Namaz kılarken Allah rızası, kitap okurken Allah rızası, ailenin geçimini sağlarken Allah rızası, i'lâ-yı kelimetullah için yapılan hizmetlerde Allah rızası… Allah için yapılan hizmetlerde zaman zaman farklı mülâhazalara girilebilmektedir. "En güzel ve başarılı hizmeti yapma ve bunu herkese gösterme" şeklinde bir niyet bazen insanların zihinlerine gelebilmekte ve riyaya kapı aralanabilmektedir. Halbuki, "Allah, ancak kendi rızası umularak ve Allah için hâlisane yapılan amelleri kabul eder." (Nesai, Cihad 24)

Herkes razı edilse bile Allah'ın razı olmadığı bir hizmet makbul değildir. Zîrâ hizmetler, sınırlı dünya hayatı için değildir. İnsanın ebedî saadeti, Allah'ın rızasını elde etmesi sonucu Cennet'te tecelli edecektir. Allah razı olmadıktan sonra milyonlarca insan bir hizmeti alkışlasa bile bu, beş para etmez, O'nun nezdinde bir kıymeti olmaz.



İKİNCİ DÜSTURUNUZ

Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.


Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.

Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.

İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz. Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.

Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. (HAŞİYE)

(HAŞİYE) : HAŞİYE Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, “Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum” diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve “O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum” der, rahatla yatar.


İkinci Düstur:

Bu hizmet-i Kur'âniye'de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde fazilet-füruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.

Bu düsturda beraber yaşamanın ve ortak bir hedef olarak Allah rızasına yürümenin önündeki iki temel problem nazara verilmektedir: Tenkid ve insanları gıbtaya sevk etmek.

Herkes yaptığı hizmetlerden bahsederken diğer insanların duygularını da dikkate almalı ve başkalarını kıskançlık ve gıptaya sevk etmemelidir. Allah için yapılan hizmetlerde çok önemli olan bu düstur hayata taşınmayınca herkesi tenkit ve kendi yaptıklarını büyüterek anlatma gibi bir hastalık ortaya çıkar.

Evet, "Her şeyi tenkit, her şeye itiraz, bir yıkma hamlesidir. Şayet insan, bir şeyi beğenmiyorsa, ondan daha iyisini yapmaya çalışmalıdır. Zîrâ, yıkmaktan harabeler, yapmaktan da mâmûreler meydana gelir."8

Tenkit meselesine bir fabrikanın çarklarının âhenkle işlemesi misâl veriliyor. Allah yolunda hizmet edenler de şuurlu olarak işlerini ve hizmetteki vazifelerini âhenkle yapmalı, bir fabrikanın çarkları gibi düzenli çalışmalı; birbirini tenkit ederek çalışma azmini kırmamalıdır.


akîm : neticesiz
atâlet : hareketsizlik
âzâ : uzuvlar, organlar
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Dârüsselâm : sonsuz esenlik ve güvenliğin bulunduğu yer, Cennet
esas : temel
faziletfuruşluk : üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma
fert : birey
gaye-i hilkat : yaratılış amacı
gıpta : özenti, imrenme
hademe : hizmetkârlar
hakikî : gerçek
hayat-ı ebediye : sonsuz hayat, âhiret hayatı
hikmet : bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
ikmal etmek : tamamlamak
iktiza etmek : gerektirmek
insan-ı kâmil : insanın Allah'ın fiilleri, isimleri ve sıfatlarının en parlak aynası olma seviyesine ulaşması
istidat : kabiliyet
ittifak : anlaşma, birlik
ittihad : birlik, birleşme
ittihad-ı hakikî : gerçek anlamda birlik oluşturmak
kuvvet-i mâneviye : mânevî güç
maksat : amaç, gaye
mecbur : zorunlu
muavenet : yardım
neticesiz : sonuçsuz
nev’ : çeşit, tür
noksan : eksik
rekabetkârâne : rekabet ederek
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası, hoşnutluğu
sa’y : çalışma
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı
sahil-i selâmet : kurtuluş sahili
sefine-i Rabbâniye : Rabbanî gemi, iman hakikatlerini yayma hizmeti
sırr-ı ihlâs : samimiyet ve doğruluğun sırrı
şahs-ı mânevî : belli bir kişi olmayıp, bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik
şakirt : talebe
şevk : şiddetli arzu ve istek
taarruz : saldırı
tahakküm etmek : kendi hükmü ve hakimiyeti altına almak
tahrik etmek : harekete geçirmek
talep : istek
tekaddüm etmek : öne geçmek
temin etmek : sağlamak
tenkit : eleştirme
tesanüd : dayanışma
tevcih etmek : yöneltmek
umumî : genel
ümmet-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yolundan giden ümmet
vücud-u insan : insan bedeni
zerre miktar : çok az miktar

 

Nûrolog

Well-known member
ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ

Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur.çünkü yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine katiyen şüphem kalmadı.



Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.

Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mu'cizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.

Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz, وَيُؤْثِرُونَ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.

"Onları kendi nefislerine tercih ederler." (Haşir Sûresi: 59:9.)


Üçüncü Düstur:

Bütün kuvvetinizi hakta ve ihlâsta bilmelisiniz.
Bediüzzaman Hazretleri bu düsturun açıklamasında hem bir durumu tespit etmekte hem de yapılan hizmetler vesilesiyle talebelerine iltifat etmektedir. Zîrâ, kendisinin İstanbul'da ve kendi memleketinde daha fazla imkânı ve yardımcıları varken, Barla'da yedi-sekiz senede yapılan hizmet daha fazla muvaffakiyet göstermiştir. Ona göre bunun sebebi de Barla'daki talebelerin ihlâsla hizmet aşk u şevki içinde olmalarıdır. Ayrıca burada "Şefkat Tokatları" nazara verilmektedir ki, bunlar Allah için çalışan insanların bazı sebeplerle ellerini hizmetten çekmeleri ve ihlâsı kırmaları neticesi olarak gelmektedir.

 
Üst