Yağmacılıktan Yağmur Olmaya

PIRLANTA

Well-known member
EBÛ ZER EL-GIFÂRÎ: Yağmacılıktan Yağmur Olmaya

Yağmacıların içinde Ebû Zer de vardı. İri yapılı, uzun boylu, gür saçlı, esmer adam... Kervanların kâbusu. Bildiğinden şaşmayan korkutucu. Çölü ezbere bilen Bedevî. Öyle bir kabileye mensup ki haram aylarda bile haramiliği sürdürüyor. Gıfar kabilenin adı. Gıfarlı Cündeb b. Cünâde, namı diğer Ebu Zer'in kavmindekilere benzemeyen bir yüzü daha var: Putlara tapmıyor! Bu yüzden bir peygamberin varlığını duyar duymaz koşuyor Mekke'ye. Adresini soruyor O'nun. Cevabın içindeki taş ve kemik parçaları, kanlar içerisinde bırakıyor onu. Yine de işaret edilen eve girmekte tereddüt etmiyor. Bu İslâm'a girişi demek. Hz. Ebu Bekir'e Müslüman olmadan önce de putlara tapmadığını söylüyor. "Nereye yönelirdin?" sorusunu ise, "Bilmiyorum," diye cevaplıyor ve ekliyor: " Nereye yöneltirse Allah!" İlk dörde ya da beşe giriyor yarışta. Yani ilk müslümanların arasına. Heyecanla, "Dinimi açıkça haykırmak istiyorum!" diyor Son Peygamber'e hemen. "Öldürülmenden endişe ederim!"cevabını alıyor. "Beni öldürseler de yapacağım bunu!" cümlesiyle geliyor ısrar. Susuyor Hz. Peygamber.
Kâbe'nin yanında şehadet getiriyor coşkuyla. Üzerine yürüyorlar anında. Öldü sanarak bıraktıklarında morarmış bir beden kalıyor geride. "Seni bundan alıkoymuştum!" diyor Peygamber üzüntüyle. " Bunu yapmalıydım!"diyor Ebu Zer. Ertesi gün yine aynı yerde. Yine ilan ediyor Muhammed (sav)'in Allah'ın elçisi olduğunu. Yine dövülüyor kıyasıya. Baktı ki olmayacak, kabilesine göndererek uzaklaştırıyor Mekke'den onu Rasûl. " Onları İslam'a davet et ve çağırılana kadar gelme!" diyor. Ebu Zer, yağmacıların arasına dönüyor ve rahmet yağmuru gibi yağıyor üstlerine. Yeşeriyor çöl. Yarısı müslüman oluyor Gıfar Kabilesi'nin. Ve bir gün koşuyor tekrar efendisine. "Es-Selâmu aleyke Ya Rasûlallah!"diye selamlıyor Nebî'yi. "Ve Aleykesselam!" diye cevaplıyor Hz. Peygamber. Birbirlerine rahmet ve esenlik diliyorlar. İslâm'ın selamını ilk veren kişi oluyor Ebu Zer. Ve beş meşale veriliyor eline: Zayıfları sevmek, üstlere değil altlara bakıp şükretmek nimetlere, zor da olsa hep hakkı söylemek, Allah yolunda kınamasından korkmamak kimsenin!
Uhud Savaşı'ndan sonra hicret ediyor Medine'ye. Ashab-ı Suffa denen o güzel yoksullar içinde yerini alıyor. Soruları yağmur damlaları gibi düşüyor Mescid-i Nebevî'ye: " gerçek müslüman kimdir?", "Peki en en kâmil mümin?"," En hayırlı hicret hangisidir?", "En büyük âyet hangisidir?"... Cevaplar sağnak halinde yağıyor: "Gerçek Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu, zarar vermekten uzak olandır.", " En kâmil mümin, en güzel huylu olandır.", "En hayırlı hicret, günahları terk etmektir.", " En büyük âyet Âyetü'l- Kürsî'dir."... Akşam olduğunda Suffelileri paylaşıyor Medineli zenginler akşam yemeği için. Ebu Zer gitmiyor. O hep geride kalan beş on kişiyle birlikte Hz. Peygamber'in yanında yemek yemeyi tercih ediyor ve yemekten sonra mescidde uyuyor arkadaşlarıyla. Kim bilir ne rüyalar görüyorlar!
Rüyalarını bilmesek de kâbuslarını biliyoruz Ebu Zer'in: Mal yığan zenginler... "İnsanlar ölmek için doğuyorlar, yıkılması için inşa ediyorlar, geçici olana tutkuyla sarılıp, kalıcı olanı fırlatıp atıyorlar. Ah! İnsanların hoşlanmadığı iki şey aslında ne güzeldir: Ölüm ve yoksulluk!" diyerek yükseltiyor kulluk çıtasını. Zenginlerin farkına varamadıkları bir hırsla kendilerini katlettiklerini düşünüyor. Ona göre ancak iki şey gözetilebilir yeryüzünde: Helal rızık ve âhireti kazanmak. Üçüncü bir amacı varsa insanın zarardadır. Hem ihtiyacı olandan fazlasına tamah etmek de ne! "Malın iki dirhem olsun! Birini ailen için harca, diğerini ahiretin için, bir üçüncü dirhem sana yarar değil zarar verir!", "İki dirhemi olanın hesabı bir dirheme sahip olandan daha zordur!", "Bir keseye atılıp ağzı bağlanan her altın ve gümüş tanesi, sahibini yakacak birer kordur, ta ki onu Allah yolunda harcayıncaya kadar.", "Şu insanların haline bak! Tövbekârlar dışında çoğunda hayır yoktur!" Ebu Zer'in cümleleri oklar gibi yağınca zenginlerin üstüne, sevilmeyen biri oluyor. "Ne oldu! Bir topluluğun yanına oturunca bırakıp gidiyorlar seni!" diye soruyorlar ona. Ebu Zer'in gülümsemesinde yangın çıkıyor: "Çünkü ben onlara ‘mal yığmayın!' diye emrettim!"
"Gökkubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer'den daha doğru sözlü kimse yoktur!" demişti Son Peygamber, bu mert sahabî için. (Tirmizî,"Menâkıb",35; İbn Mâce,"Mukaddime",11) "Ebû Zer yeryüzünde Meryemoğlu Îsa'nın zühdüyle yürür." sözüyle sırlamıştı o aynayı.( Tirmizî, "Menâkıb", 35) Mizacının emirliğe uygun olmadığını düşünerek emîr olmasına izin vermese de, ölüm döşeğindeyken yanına çağırıp kucaklamıştı onu. "Sen iyi bir adamsın, sâlihsin, benden sonra çeşitli imtihan ve belalar gelecek sana!" demişti. Nasıl mı karşılık vermişti Ebu Zer? Kulak verelim muhteşem cevabına: "Merhabalar. Hoş gelsin, safalar getirsin Allah'ın izniyle!"
Hoş ve safalar getirdi ona her imtihan. Oğlunu kaybetti bir baskında. Hz. Ömer'le Kudüs'e girdi, Amr bin Âs'la Mısır'a. Anadolu fethedilirken oradaydı. Kıbrıs fethedilirken orada. Sultanların baskılarına boyun eğmedi. Boyun eğmedi konuşma yasağına. Susmaması üzerine Medine'ye üç mil mesafedeki Rebeze'ye sürüldü. Kendi arzusuyla gitti diyenler de var. Hz. Ali ve oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Ammar b. Yâsir ve Âkil b. Ebû Tâlib yanında yürüyerek uğurladılar onu. Uğurladılar, yaklaşmıştı büyük yolculuğu. İki sene bu tenha diyarda tefekkür etti bir başına. Ve 653 yılının Temmuzunda teslim etti ruhunu.
Ölmeden önce bir kafile geçti Rebeze'den. Kaderin kafilesi. Kûfe'den dönen İbn Mes'ûd vardı kafilenin başında. Hz. Peygamber'in "Sizden biri ıssız çölde ölür ve ona bir grup mümin rastlar," hadisi tecelli etti. İbn Mes'ud "Allahu Ekber!" diyerek kaldırdı elini. Çölde bir avuç mümin cenaze namazını kılarken, o hep şu cümleyle gülümsedi: " Allah'a yemin ederim ki hepiniz dünyaya sarıldınız!"

A.Ali Ural
 
Üst