Mevlit okuyan da sohbet eden de samimi olmalı

nuriye

Well-known member
Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselam) doğumu ve yeryüzünü şereflendirmesi insanlığın yeniden dirilişi sayılır; O'nun doğduğu gün de bizim için bir kutlu bayramdır.
Çünkü biz, Rabb'imizi O'nunla tanıdık. Nimete minnet ve şükran duygusunu O'ndan öğrendik. Yaratan ve yaratılan arasındaki ilişkileri, kul ve Mâbud münasebetlerini O'nun mesajlarıyla duyup anladık. Bu sebeple getirdiği mesaj vesilesiyle bütün varlığın çehresine nur saçan, nazarları ahiret yamaçlarına çevirerek topyekün insanlığa Cennet ve Cehennem'i tanıtan ve ebedî saadet yollarını aydınlatan Allah Resûlü'nün (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) doğumu, bütün insanlığın ve kâinatın bayramıdır.
Fakat acaba biz, "Kutlu Doğum" dediğimiz mevlid-i şerifi, O'nunla irtibatımızı ortaya koyma adına gerektiği gibi değerlendirebildik mi? Zannediyorum, bu sorulara "evet" cevabı vermemiz zordur. Gerçi, şimdiye kadar, merasim türünden çok mevlit okumuş/okutmuşuzdur; birkaç ses sanatkârı ve birkaç ilâhîci ile o geceye bir nağme katmışızdır; birkaç paket lokum ve birkaç şişe gülsuyuyla gönüller almışızdır ama maalesef bunlar kat'iyen O'nun büyüklüğüne yaraşır şekilde ve O'na karşı, sevgi, vefâ, sadakat duygularını coşturacak seviyede olmamıştır.
Mevlid programları son senelerde "Kutlu Doğum Haftası" adı altında yapılsa da aslında yeni değildir ve menşei çok eskilere dayanmaktadır. Peygamber Efendimiz'i övmek ve O'nun şefâatine nail olmak maksadıyla Resûl-i Ekrem hayattayken bile şiirler yazılmış, kasideler söylenmiştir. Meselâ Ka'b b. Züheyr, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun huzurunda O'nu övmüş ve Allah Resûlü tarafından tebrik edilmiş, teşvik görmüştür. Hassan bin Sabit de şiirleriyle iltifata mazhar olmuştur. İmam Busayri'nin Kaside-i Bür'e adlı aşk ve heyecan dolu şiiri de elden ele, dilden dile dolaşmıştır.
Daha sonraki dönemlerde de, Müslüman şairlerin hemen hepsi na'tlar yazmışlardır. Fuzulî, Nefî, Naîmî, Nâbî, İshak Efendi ve Şeyh Galip na't denince ilk akla gelen Peygamber âşıklarıdır.
O'nun Şeydaları!..
Bildiğiniz gibi, mevlidlerin Türkçede en meşhur olanı Süleyman Çelebi'nin "Vesiletü'n-Necât" adlı eseridir. Süleyman Çelebi, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn hocası olmuş, sonra da Bursa Ulu Camii'nde imamlık yapmış bir hak dostudur. Bediüzzaman hazretleri, "Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara rahmet etsin, yerlerini Cennetü'l-Firdevs yapsın." demiştir.
Bütün bunlardan hareketle, Mevlid ve Mi'raç gibi vesilelerle Efendimiz'i bir kere daha ve daha engince yâd etmenin mahzuru olmadığı anlaşılıyor. Çünkü bütün bunlar formül olarak ortaya konmamışsa da hepsinin aslı dinde vardır. Cenâb-ı Hakk'ı zikir ve O'na hamd ü senâ; Peygamber Efendimiz'i yâd etme ve O'na salât ü selam imanın gereğidir.
Ne var ki, bu güzel âdette işi ticarete dökmemek, gırtlak ağalığı yapmamak, riya ve süm'alara girmemek çok önemlidir. Allah'ı ve Efendimiz'i anma mevzuunda samimi olmaya çok dikkat etmek lazım. Bir insan, Cenâb-ı Hakk'ı andığında gözleri gerçekten yaşarmadığı ve burun kemikleri dahi sızlamadığı halde,
"Her kaçan anarsam seni, kararım kalmaz Allah'ım
Senden gayrı gözüm yaşın, kimseler silmez Allah'ım" (Yunus Emre) der ve riyakârlıklara, yalanlara girerek Efendimiz'e ait bazı günleri tes'îd etmeye kalkarsa, Allah'a karşı yalan söylemiş; Allah Resûlü'ne de saygısızlık yapmış olur. İnsan, içinden gelmeyen şeyi söylememeli; mutlaka bir şey söyleyecekse, kalbinin sesine tercüman olmalı, hislerinde mâkes bulmuş şeyleri ifade etmeli. Şuurundan vize alamamış sözleri gün yüzüne çıkarmamalı; riyakârlık ifade eden sesleri sineye gömmeli ve asla kimseye duyurmamalı.
Üslup ve muhtevada da yenilik olmalı
Ayrıca, o tür programlarda seslendirilecek ilahi ve kasidelerde de bir zenginliğe ihtiyaç var. Sadece Yunus Emre'yle yetinme, yalnızca Niyaz-ı Mısrî'ye takılıp kalma da o mübarek toplanmaları matlaştırır. Aynı ifadeleri aynı üslup içerisinde tekrar edip durma ve bu şekilde bir araya gelmiş olma marifet değildir; asıl mesele, Efendimiz'in viladetini gerçek bir bayram olarak duyma ve duyurma; O'na vuslat duygusuyla dolma ve gönüllerde O'nun vuslatına iştiyak uyarma; dua ederken de aynı coşkuyla el kaldırma ve kalblerin bamteline dokunma.. nihayet, insanlarda bir heyecan tufanı oluşturma ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) o an gökten iniyormuş gibi bir ruh haleti hasıl etmektir. Hani Arif Nihat Asya der ya;
"Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'raç'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!"
İşte, öyle yeni bir ses olmalı, bambaşka bir soluk ve derin bir heyecanla program ortaya konmalı; nihayet, orada hazır bulunanlar gönülden yakarışa geçmeli ve "Mi'raç'tan iner gibi gel; bekliyoruz yıllardır!" demeli.
Diğer önemli bir husus da, bu programların aynı zamanda bir mesaj vermeye matuf olmasıdır. Bu vesileyle sadece sesi ve nefesi gür, ilmi derin kimselere değil, aynı zamanda kalbî heyecanları coşkun ve gönlündeki Peygamber sevgisi engin insanlar bulunup onlara söz hakkı verilmeli. O insanlar da, öyle mübarek bir program için çok ciddi ön hazırlıklar yapmalı, gönüllerini ortaya koymalı ve konuşurken bile o işin hakkını verememe mahcubiyetiyle M. Akif gibi,
"Perişan sözlerimden bıkma, hoş gör, ya Resûlallah,
Kulun şeydâdır amma, açtığın vadide şeydâdır!" deyip inlemeliler. Ya da İslam'ın garipliğini ve ümmetin kimsesizliğini vicdanlarında duyup o Muzdarip Şair'in "Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi"ndeki yanık nağmeleriyle Cenab-ı Hakk'ın dergahına yönelmeliler:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed.
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer'in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu
Allah için, ey Nebiyy-i ma'sum,
İslam'ı bırakma böyle bîkes,
Ümmeti bırakma böyle mazlum.
ÖZETLE
1- Allah Resûlü'nün doğumu ve yeryüzünü şereflendirmesi insanlığın yeniden dirilişi sayılır; O'nun doğduğu gün de bizim için bir kutlu bayramdır. 2- Acaba biz, "Kutlu Doğum" dediğimiz mevlid-i şerifi, gerektiği gibi değerlendirebildik mi? Zannediyorum, bu sorulara "evet" cevabı vermemiz zordur. 3- İnsan, içinden gelmeyen şeyi söylememeli; şuurundan vize alamamış sözleri gün yüzüne çıkarmamalı; riyakârlık ifade eden sesleri kimseye duyurmamalıdır.
 
Üst