Bediüzzaman ve hayvanlar alemi

nurhadimi

üye Sorumlusu


YA RAHİM’Cİ KEDİCİKLER
Üstad’ın en çok alakadar olduğu hayvanlardan biridir kedicikler...
Onlara bakar, yedirir, içirir… Öyle ki, kendisine verilen rızkın kedicikler sayesinde ihsan edildiğini, onların bereketiyle yaşadığını bile ifade eder…
Bir gün kedilere bakar Üstad. “Nasıl bu vazifesiz canlılara mübarek denilir?” diye kendi kendine sorar.
Kedilerden biri sanki bu hali anlar ve gelip Üstadın kulağına ağzını dayar. Üstadın sorusunu cevaplar:
“Ya Rahim, ya Rahim, ya Rahim…”
Bir talebesi Üstada sorar: “Ya Üstad benim kedi, Ya Rahim demiyor. Mır mır ediyor. Neden?” diye. Üstad bunu şöyle cevaplar:
“Kedini helal rızıkla beslersen, ya Rahim dediğini duyarsın”
“Değil mi ki Kedi seni sever, tazarru eder. Senden ihsanı alınca öyle bir tavır takınır ki, sanki aranızda yakınlık yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yokmuş gibi... Çünkü kedi bile ona asıl nimet vereni bilir. Kedinin mırmırları şükre işarettir. Asıl manası Ya Rahimdir…
Evet, kedinin hazin mırmırlarını dinlesen, "Yâ Rahîm, yâ Rahîm" çektiklerini anlarsın.

EŞEK DENMEZ İŞLEK DENİR
Üstad’ın çilekeş, cankeş, bikes, hayvanlar olan eşekler hakkındaki fikri oldukça nettir.
“Bunlara eşek demeyin. İşlek deyin. Eşek demek hayvana hakaret olur. Çünkü bunlar çok işleyen, çok çalışan hayvanlardır…”
İşlek, insanoğlunun her zahmetine katlanırken, ona az da olsa bir iltifat gerekmez mi gerçekten? Üstad bu konuya son noktayı koymuş. Demek onlara da tefekkür gözüyle bakmayı bilmiş…

DUANIN BİTMESİNİ BEKLEYEN YILAN
Barla’ da bir tepelikte Üstad, seccadesinde oturmuş dua etmekteyken,
Bir yılan arkasından gelir ve sırtına dokunur. Durumu gören talebeler oldukça şaşkın halde müdahale bile edemezler. Fakat Üstad’ın halinde hiçbir değişiklik yoktur, hem de yılana sırtı dönüktür…
Üç defa aynı hal tekrar edince, Üstad en sonunda duayı bitirir ve arkasını dönüp yılana:
“Sen biraz sabredemez misin?” der.
Üstad’ın seccadesini kaldırır Zübeyir ağabey.
Yılan, kıvrıla kıvrıla deliğine giriverir…
Meğerse seccadenin serildiği yer, yılanın yuvası üzerindedir…
Sonuçta, Üstad ve yılan, kendi aralarında bu sorunu da halletmişlerdir…

ÇİFT YUMURTLAYAN TAVUK
Üstadın bir tavuğu vardır. Kış mevsimi yumurta makinesi gibi her gün rahmet hazinesinden bir yumurtayı Üstada getirir. Günün birinde bir İhsan-ı İlahi olarak, iki yumurta birden getirmeye başlayınca, iktisat önderi Üstad tavuğa:
“Sen benim iktisat düsturuma zıt hareket ediyorsun. Bana iktisadımı mı bozduracaksın? Var git işine…” diyerek tavuğun hakkını bir verir…

DOSTLUKTAN ANLAYAN SİVRİSİNEK KUŞÇUKLARI
Ali İhsan Tola ağabey Üstad’la birlikte Çam dağında kalmak ister bir gece…
Üstad: “Dayanamazsın” dese de, o kalmak ister ille de…
Akşamdan sonra sivrisinekler üşüşür Ali İhsan ağabeyin tepesine…
Ali İhsan Tola ağabey eliyle sinekleri def etmeye çalışırken, Üstad duruma müdahil olur:
“Sen benim kuşçuklarımı öldürmek için mi kaldın burada?
Sivrisinek…
Onlarla bile dost kalmak ister Üstad…
Fakat sivrisinekler ilgisiz kalmazlar bu hale…
Bir tanesi bile dokunmaz Üstad’ın bedenine…
Şaşırmamak gerek… Çünkü sivrisineğin gözünü yarattığı gibi, güneşi de var eden Yüce Yaratıcı, Üstadı da aynı merhametle kuşatmıştır. Bu merhamet her canlıda karşılığını bulmuştur…

CUMHURİYETÇİ KARINCALAR
Karınca deyip geçmemek gerek…
O karınca ki, Firavunun sarayını harap etmiş…
Hazreti Süleyman’la hasb-i hal eylemiş…
Üstad hazretleri karınca yuvalarının olduğu yerlerde ev yaptırmak istemezmiş…
Üstad’a sorarlar: “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”
Üstad bir zaman, hali bir türbe kubbesinde inzivadadır. Ona yemek olarak gelen bir tas çorba vardır. Suyunu kendi içer, tanelerini karınca kardeşlere verir…
Her gün böyle yapar…
Sebebi oldukça anlamlıdır…
Çünkü karınca taifesi onun gözünde dindar cumhuriyetçilerdir…
Karınca kaderince bir hareket…
Dindar cumhuriyetçiliği savunan Üstad için küçük, fakat insanlık âlemi için büyük bir fikir dersi…

MÜJDE GETİREN GÜVERCİN
Beraat kandilinden bir gün önce, tamda Üstad Asay-ı Musa eseriyle meşgul olurken, bir güvercin penceresinden içeri süzülüverir…
Hiç ürkmeden kitabın üstüne kadar gelmiştir…
Fakat kalıcı bir misafirmiş gibi tam üç saat o halde kitap üstünde bekleşir…
Sonra gider ve Berat gecesi gene gelir…
Ta sabaha kadar, Üstad’ın yanında kalır ve Allahaısmarladık der gibi bir halde, Üstadın başını okşar ve gider…
Anlaşılır ki kuş, hem Asay-ı Musa eserini, hem de berat kandilini tebrik ederek müjde getirmiştir…

HİZMET EHLİ FARE
Yasak ve sürgün yıllarında Risale-i Nur eserlerini okumanın neşretmenin suç sayıldığı bir zamanda, günlerden bir gün yeni yazılmış bir risalenin, zararlı bazı insanların ziyareti sırasında saklanması unutulur...
Fakat bu sırada ilginç bir olay meydana gelir…
Oda içinde bir delikte saklanan farelerden biri, sanki bu durumu anlamış gibidir…
Ortada açık duran rulo halindeki eserleri alıp kendi yuvasına gerisin geri götürüverir…
Kalabalık gidip de, ortalık sakinleşince, yeniden kâğıtları ite ite dışarı çıkarır
Üstad’ın odasındaki fare bile hizmet ehlidir…

ÖKÜZ EFENDİNİN AYAĞI KANIYOR
Çok soğuk bir kış gününde, Van’dan Erzurum’a öküz kızaklarıyla gitmek zorunda kalmış Üstad ve bazı vekiller…
Yola çıkılır… Fakat biraz sonra taşa takılan bir öküzün ayağı, kanamaya başlar. Üstad:
“Kızaktan inelim, öküz efendinin ayağı kanıyor” der.

“Bunların sahiplerine boşuna mı para verdik?” diye itiraz edenleri de şu güzel cevapla ikna eder:
“Onlar bu hayvanların gerçek sahibi değil… Kullanıcılarıdırlar. Her şeyin gerçek sahibi Allah’tır…”

…VE BİZE DÜŞEN DERS…
Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya tâlip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin?
Devekuşuna…
Avcıyı görür; uçamıyor, başını kuma sokuyor. Tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız, o, gözünü kum içinde kapamış; görmez.
Fakat ne yazık ki, göz yummakla gece olmaz, gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Hayvanlar âleminden ders almayan insanoğlu da maalesef hayvandan daha aşağı bir dereceye düşerek, dünyanın aldatıcı batağında batar ve bazı hayvanların bile gireceği cennet hayatına imrenerek, pişmanlıkla bakar…
Onlar bile vazifelerini bu kadar güzel yaparken,
Bizler, hayvandan aşağı olmayalım…
Vazifelerimizi unutmayalım…
Ve Cennet hayatını kazanalım…

Kaynaklar:
Sözler, Bediüzzaman said Nursi
Tarihçe-i Hayat, Bediüzzaman Said Nursi
Başkasının günahına ağlayan adam, Vehbi Vakkasoğlu





NURDAN HUYUT

 

Tesnîm

Member
Ekolojik dengenin en önemli unsurlarından birisi, bütün çeşitliliği ve canlılığıyla hayvanlardır. Yeryüzündeki binlerce çeşidiyle ekosistemin devamının vazgeçilmez unsuru olan hayvan ve hayvan türleri, maalesef büyük bir tehlikeyle, daha doğrusu yok olmayla karşı karşıyadır. Nesli tükenen hayvanların sayısı hızla artmaktadır. Kur’ân’a şöyle bir baktığımızda ise, ekosistemin önemli üyeleri olan hayvanlara verilen önem hemen fark edilir. Meselâ Kur’ân’ın bazı sûreleri hayvan adını taşımaktadır: Bakara (inek) sûresi, Nahl (arı) sûresi, Ankebût (örümcek) sûresi, Neml (karınca) sûresi.

Ayrıca, Kur’ân’da, çeşitli hayvanlardan bahsedilmektedir: Koyun, Deve, Öküz, İnek, At, Katır, Eşek, Köpek, Maymun, Domuz, Yılan, Kurt, Arı, Karınca, Örümcek, Sivrisinek, Sinek…

Kur’ân’ın hayvanlarla ilgili dikkat çekici bir ifadesi de, hayvanların da ümmet oluşlarıdır. İslâmî gelenek ve literatürde özel ve önemli bir kavram olan ümmetin hayvanlar için de kullanılması gerçekten dikkat çekicidir: “Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi birer ümmet (toplum) teşkil etmesinler. Biz o kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik. Sonra hepsi Rab’lerinin huzuruna sevkedilip toplanacaklardır.” (En’âm sûresi, 38)

Âyet, dikkatlerimizi hayvanlar âlemine çekmekte, onların da insanlar gibi sınıf sınıf olduğunu söylemekte, yürüyen ve sürünen hayvanlardan her türün bir ümmet; kuşların bir ümmet, insanların bir ümmet olduğuna işaret etmekte, insanların da yeryüzündeki canlılardan bir sınıf olduğunu bildirmektedir: “Allah davarları da yarattı. Bunlarda sizi soğuktan koruyan (deri, yün, kıl gibi) maddeler ve birçok faydalar vardır. Hem onların etlerini ve ürünlerini de yersiniz. Onları akşamleyin ağıllarına getirir, sabahleyin otlaklara götürürken bambaşka bir zevk alırsınız! Bunlar yüklerinizi taşırlar; öyle uzak diyarlara kadar götürürler ki, onlar olmaksızın, son derece zahmet ve meşakkat çekmeden varamazdınız oralara. Gerçekten, bunları size âmade kılan Rabbiniz pek şefkatlidir, rahmet ve ihsanı boldur.” (Nahl sûresi, 5-7)

Bu âyetlerde Allah, hayvanları sıralarken insanın ihtiyaçlarına cevap verici yönlerini göz önünde bulundurmakta, hayvanların derisinden, kıllarından, tüylerinden, etinden, sütünden insanların faydalandıklarına dikkati çekmekte; ekonomik alanda önemli bir yer işgal ettiklerini bildirmektedir. Ayrıca âyetlerde hayvanların insana, tabiata ve çevreye güzellik sergileyen birer mutluluk sembolü oldukları haber verilmekte, yeryüzünde Cenab-ı Hakk’ın yaratıcı kudretinin en güzel ve en muazzam tezahürleri (görüntüleri) olduğu ifade edilmektedir.1
Allah’ın kudreti ve hikmetiyle belli görevler ifa etmek üzere insanlara hizmet için verilen hayvanlarda şüphesiz alınacak pek çok ibretler vardır. İnsanoğlu hayvanlar olmadan hayatın olmayacağını, onlarsız hayatın çok cılız, anlamsız ve beslenme bozukluklarına sebep olacağını maalesef çok geç anlamıştır.2 Hayvanlarda ilâhî sanatın güzelliği tecelli etmiştir. İşte bunun içindir ki, Allah’ın Kur’ân’da önemine binaen muhatabın dikkatini çekmek üzere, üzerlerine yaptığı yeminlerden birisi de hayvanlardır. (Âdiyât sûresi, 1-5)

Bu kadar sayısız hayvanı ve bunların tâbi olduğu kanunları Allah’ın yaratmasındaki hikmet, hiç şüphesiz insan hayatının sürekliliğini ve güzelliğini sağlamak, tabiatı yaşanabilir, sevilebilir ve ibret alınabilir bir yer kılmaktır.

İşte Kur’ân, hayatın ve tabiatın güzelliğine bir katkı sağlasınlar diye her türden hayvan ve canlının yeryüzüne serpiştirildiğini ifade etmekte, onlardan kiminin karnı üzerinde sürünerek, kiminin iki ayak, kiminin dört ayak üstünde yürüdüğünü bildirmekte, böylece insanların en çok karşılaştıkları hayvanların önemine işaret etmektedir: “Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.” (Nur sûresi, 45)

Kur'ân'ın hayvanlara verdiği öneme paralel olarak Bediüzzaman Said Nursî de eserlerinde ve hayatında hayvanlara çok önem vermiştir. Risale-i Nurda zikredilen hayvan isimlerinin bazıları şunlardır: Arı, akrep, aslan, at, atmaca, balık, böcek, bülbül, camus, ceylan, çekirge, deve, devekuşu, fil, gergedan, güvercin, horoz, hüdhüd, ipekböceği, kaplan, karınca, kartal, keçi, kedi, keler, köpek, koyun, kuddüs kuşu, kurt, kuş, maymun, öküz, örümcek, papağan, pire, serçe, sinek, sivrisinek, sığırcık, tavuk, tavus, tilki, yarasa, yılan, yıldızböceği...

Bediüzzaman, hayvanların Allah’ın memurları oldukları, O’na aynadarlık yaptıkları ve O’nu tesbih edip zikrettikleri konusu üzerinde ısrarla durarak, insanları lüzumsuz yere hayvanları öldürmekten ve onlara zarar vermekten men ediyor veya en azından onlara bir hayvanı öldürürken ne kadar büyük bir cinayet işlediklerini hatırlatıyor.

Şimdi de Bediüzzaman’ın hayvanlara verdiği önemi birkaç başlık altında inceleyelim:

a. Hayvanlar, Allah’ın memurlarıdır, O’na Aynadarlık Yapar ve O’nu Zikrederler“...Ve kâinat baştan başa gayet mânidar bir kitab-ı Samedânî ve mevcûdat ferşten Arşa kadar gayet mucizâne bir mecmua-i mektubât-ı Sübhaniye ve mahlûkatın bütün tâifeleri gayet muntazam ve muhteşem bir ordu-yu Rabbanî ve masnuatın bütün kabileleri, mikroptan, karıncadan tâ gergedana, tâ kartallara, tâ seyyarata kadar Sultan-ı Ezelinin gayet vazifeperver memurları olduğu bilinmesi ve her şey, aynadarlık ve intisap cihetiyle binler derece kıymet-i şahsiyesinden daha yüksek kıymet almaları...”

“Evet, her bir çiçek, her bir meyve, her bir ot, hatta her bir hayvan, her bir ağaç, birer mühr-ü ehadiyet ve birer sikke-i samediyet olduklarını ve bulundukları mekân ise, bir mektup sûretini alması cihetiyle her biri bir imza şeklini alır, o mekânın kâtibini gösteriyor...”

Bediüzzaman’a göre kediler de Allah’ı tesbih edip zikreder. Kendi müşahedelerini şöyle anlatır:
“... Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket sûretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın...”

b. Bazı Hayvanlar Yeryüzünün ve Denizin Temizlik ve Sıhhiye Memurlarıdır
Bediüzzaman’a göre âkilüllahm denilen kartal, kurt ve karınca gibi hayvanlar her gün yeryüzünü ve denizi pisliklerden temizlemektedirler. Onlar Allah tarafından görevlendirilmiş temizlik ve sıhhiye memurlarıdırlar. Eğer onlar temizlemeseydiler, yeryüzü ve denizler pislikten geçilmez ve yaşanmaz bir hale gelirdi:

“Evet, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla ölümler bulunan deniz hayvanlarının cenazelerini toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle pislenmiş, çirkin manzaradan kurtarmak için, sıhhiye memurları nev’inden gayet muntazam âkilüllahm bir kısım hayvanatı halk etmiş. Eğer o denizlerin sıhhiye memurları gayet muntazam vazifelerini ifa etmeseydiler, deniz yüzü ayna gibi parlamayacaktı. Belki hazin ve elim bir bulanıklık gösterecekti.

Hem her günde milyarlarla yabanî hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla yeryüzünü kokuşmadan temizlemek ve canlıları o elîm, hazîn manzaralardan kurtarmak için nezâfet ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartallar ve benzeri kuşlar, kerametkârâne, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden bir sevk-i rabbâni ile o cenazenin yerini hisseden, giden ve kaldıran leş yiyen kuşları ve vahşi hayvanları halk etmiş. Eğer bu yeryüzü sıhhiyeleri gayet mükemmel, intizamperver ve vazifedâr olmasa idiler, zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı...

Hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezafet memurları olarak, hem nimet-i İlâhiyenin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve hakaretten ve abesiyetten sıyânet etmekle ve küçücük hayvanatın cenazelerini toplamakla, sıhhiye memurları gibi tavzif olunmuşlar.”

c. Et Yiyen Hayvanlar Her İstedikleri Hayvanı Avlayıp Yiyemezler
Bediüzzaman’a göre leş yiyen hayvanlar, her ne kadar temizlik ve sıhhiye memuru olsalar da, önlerine çıkan her hayvanı yiyemezler. O’na göre onların helâl rızkları vefat etmiş hayvanlardır. Sağlam hayvanlar onlara haramdır:

“Evet, âkilüllahm hayvanların helâl rızkları, vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, ceza görürler. “Boynuzsuz olan hayvanın kısâsı (hakkı) kıyamette boynuzludan alınır”7 diyen hadîsin ifadesi gösteriyor ki: Gerçi hayvanların cesetleri çürür; fakat ruhları bâki kalan hayvanların kendi aralarında dahi, onlara uygun bir tarzda, âhirette cezâ ve mükâfatları vardır. Ona binaen et yiyen hayvanlara sağ hayvanların etleri haramdır denilebilir.”8

d. Sinekler Öldürülmemelidir
Bediüzzaman hayvanların öldürülmesine şiddetle karşıdır. Hatta hayvanların en küçüklerinden olan ve zararlı zannedilen sineklerin bile öldürülmesini kabul etmez. Bediüzzaman’ın ne kadar büyük bir çevreci olduğunu ve hayvanları ne kadar çok sevdiğini anlamak için, sinekleri öldürmekten değil, hatta rahatsız etmekten bile talebelerini menetmesi hadisesi yeter artar bile. Zira özellikle sıcak yaz günlerinde insanları rahatsız eden ve hastalık mikrobu taşıdıklarına hükmederek değişik usûl ve ilaçlarla öldürülüp telef edilen sinekler ona göre; bilakis temizlik memurlarıdır. İnsanlara temizlik öğretmekte, hem de insanları el ve yüzlerinde bulunan insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve zehirli maddeleri temizlemekte, birçok bulaşıcı hastalıkların önünü almakta, sivrisinek ve pireler de fıtrî hacamat yapmaktadırlar.9

e. Sineklerin Pek Çok Faydası Vardır
Birçok insanın zararlı zannedip ördürdüğü sineklerin yukarıda sayılan faydalarına ilâveten, Bediüzzaman’a göre daha başka faydaları da vardır. Evet, ona göre, sineklerin bazı cinsleri, muhtelif ve kokuşmuş maddeleri yerler, devamlı pislik yerine arılar gibi katre katre şurup damlatırlar. Böylece sinekler küçücük istihale ve tasfiye makineleri hükmüne geçerler. Diğer bir başka cinsi de nebâtâtın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların aşılanmasında istihdam olunurlar:

“Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki, bazen tatlı bir şuruptur. Fakat sinek, yediği binler muhtelif zararlı maddelerin ve mikropların ve zehirlerin kaynağı olmakla, sinekler küçücük istihale ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri hikmet-i Rabbâniyeden uzak değildir. Evet, arıdan başka sineklerin bazı cinsleri var ki, muhtelif ve kokuşmuş maddeleri yerler, devamlı pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O zehirli, kokuşmuş maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifalı bir şuruba tebdil ederek, bir istihale makinesi olduklarını ispat ederler. Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir tâifesi olduğunu göze gösterirler. “Küçüklüğümüze bakma. Tâifemizin azametine bak, ‘SübhânAllah” de diye lisân-ı hal ile söylerler.”

f. Bülbülün Yaratılmasının Hikmetleri
Bediüzzaman, diğer hayvanlar gibi Bülbülün de boşu boşuna yaratılmadığını, birçok hikmetlere mebnî olarak yaratıldığını ve hikmetli Yaratıcı’nın onu beş gaye için istihdam ettiğini söyler:

“Birincisi: Hayvanat kabîleleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan şiddetli münasebâtı ilana memurdur.

İkincisi; Rahmân’ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvanat tarafından bir Rabbânî hatiptir ki, Rezzâk-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla ve sevinci ilan etmekle görevlidir.

Üçüncüsü: Bütün kuşlara yardım için gönderilen nebâtata karşı güzel bir karşılık verir.
Dördüncüsü: Hayvanların, bitkilere karşı olan aşkını ve şiddetli ihtiyacını, nebâtâtın güzel yüzlerine karşı mübarek başları üstünde beyan eder.

Beşincisi: Allah’ın huzurunda en lâtif bir tesbihi, en lâtif bir şevk içinde, gül gibi en lâtif bir yüzde takdim eder.
İşte, şu beş gayeler gibi başka manalar da vardır. Şu manalar ve şu gayeler bülbülün, Hak Sübhânehu ve Teâla’nın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur; biz şu manaları onun hazin sözlerinden anlıyoruz. Melâike ve ruhânî varlıkların anladıkları gibi kendisi kendi güzel seslerinin manasını tamamen bilmese de bizim anlamamıza zarar vermez. “Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar.” meşhurdur. Hem bülbül şu gayeleri tafsilâtıyla bilmemesinden, olmamasına delâlet etmiyor. En azından, saat gibi sana vakitlerini bildirir…

Bülbüle; arı, erkek hayvan, örümcek, karınca, böcekleri ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et...”11

g. Hayvanlardan Değişik Şekillerde İstifade Edilebilir
Bediüzzaman, “Kuşlar da onun etrafında toplanırdı.” (Sa’d sûresi, 18-19) ve “Süleyman Davud’a vâris oldu ve “Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi…” dedi.” (Neml sûresi, 16) âyetlerinin tefsiri münasebetiyle, insanların hayvanlardan değişik sûretlerde istifade edebileceklerini söyler. Ona göre; balarısı, ipekböceği, güvercin ve papağan gibi hayvanlardan istifade edildiği gibi eğer kuşların ve diğer hayvanların dili bilinebilirse mühim işlerde istihdam edilebilirler. Çekirge âfetinin istilâsına karşı çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, böylesi faydalı bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir.

h. Hayvanlara Şefkatli Davranılmalıdır
Hayvanlara karşı alabildiğine şefkatli olan Bediüzzaman Said Nursî, kendisine getirilen yemeğin tanelerini hayvanlara olan şefkat ve sevgisini açıkça göstermek için karıncalara verir:

“...Bilâhare Siirt’e bağlı Tillo kasabasına gitti. Meşhur bir türbeye kapandığı vakit küçük biraderi Mehmet yemeğini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri, kubbenin etrafında bulunan karıncalara vererek, kendisi ekmeğini yemeğin suyuna batırarak kanaat ediyordu.

“Neden dolayı taneleri karıncalara veriyorsun?” denildiğinde:
“Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye mâlikiyet ve fevkalâde vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için, Cumhuriyetperverliklerine mükâfaten kendilerine yardım etmek istiyorum.” cevabında bulunmuştur.”
Bediüzzaman, yanına gelen kedilere ve güvercinlere, yine hayvanlara olan sevgisinden dolayı, kendi yiyeceğinden veriyor ve bundan dolayı da berekete nâil olduğunu söylüyor:
“... Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlukların rızıkları dahi bereket sûretinde geliyor. Bunu teyit eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel her gün yarım ekmek -o köyün ekmeği küçüktü- muayyen bir tayınım (yiyecek, kumanya) vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.

İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat’î bir sûrette ilân ediyorum, onlar bana yük, sıkıntı değil, hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.”

“... Ben, Berât Gecesinden az evvel Âsâ-yı Mûsâ tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” içeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Âsâ-yı Mûsa üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kaldı sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allaha ısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi bir gece daha kal

Necmeddin Şahiner’in, “Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor” kitabında, Bediüzzaman’ın hayvanlara olan şefkatini görenlerin anlattıklarını nakledelim:

“... Bediüzzaman Said Nursî’nin evi tahtaydı. Bazen evindeki bir deliğin ağzına fare gelirdi. “Bak, yemek istiyor” diye ne yiyorsa, ondan bir parça da farenin deliğinin yanına kordu, fare onları yerdi. Ne yerse fareye de illa ikram ederdi.”

“... Bazen karıncaları görse veyahut bizler bir taş kaldırsak, ve altından karınca çıksa, taşları geri koydurur. Hayvancıkların rahatını bozmayın derdi...”

“... Fareler için, ayrıca komşu dükkânın çatısındaki kuşlar ve kediler için, ulaşabilecekleri yerlere ekmek parçaları koyardı. Fareler de kediler de ondan rızıklanırdı.”

“Bediüzzaman Said Nursî’nin iki kedisi vardı. Yemek vakti gelince bunlara yemek verirdi, kendisi daha sonra yerdi. Ayrıca dolaplara fareler için yemekler koyardı.”

ı. Hayvanlar lüzumsuz yere avlanılmamalıdır
Bediüzzaman Said Nursî, av hayvanlarının avlanılmasını iyi görmemiş, bilakis onların yerine ehli hayvanlarla iktifa edilmesini tavsiye etmiştir. Son Şahitlerin anlattıklarını dinleyelim:
“... Kırlarda avcıları gördüğünde, ‘Tavşanları ve keklikleri vurmayın’ derdi. Ve, ‘Diğer hayvanları incitmeyin’ der ve nasihatte bulunurdu. Hatta çok kişileri avcılıktan menetti.”20

Ziyaretine gelen birisinin anlattıkları: “... ‘Ne iş yaparsın?’ dedi. ‘Avcılık, efendim’ dedim. ‘Sizin orada ne gibi hayvanlar bulunur?’ dedi. ‘Ceylan, tavşan, ördek ve keklik bulunur efendim’ dedim. ‘Her ava çıktığınızda ne kadar para masraf edersiniz?’ ‘Bazen olur ki 50 lira da masraf yaparız.’ dedim. ‘Peki dedi, siz o parayla ehlî hayvan alıp etini yeseniz, daha iyi olmaz mı?’ Evet efendim, daha iyi olur muhakkak dedim.”21

Sonuç olarak; karıncaları beslemesi, kedi vb. hayvanlara, kuşlara ilgi ve sevgisi, tabiatla içice bir hayat tarzını benimsemesi, sık sık kırlara-dağlara çıkması Bediüzzaman Said Nursî’nin ne kadar çevreci tutuma sahip olduğunu ve hayvanları ne kadar sevdiğini ve bunu bir ahlâk haline getirdiğini ve davranışlarına yansıttığını göstermektedir.

Kur'ân-ı Kerim’i ve O’nun çağdaş bir tefsiri olan Risâle-i Nûr Külliyatı’nı baştan sona anlayarak okuyan bir kişi, kâinattaki varlıkların anlamlı olduğu (mana-yı harfî düşüncesi) şuuruna erecek ve her birinin görevli olduğu inancı ile bu varlıklara zarar verici faaliyetlerden sakınacaktır. Bu da çevre bilincine ulaşmış fertlerden beklenen bir davranıştır. Bütün bunlardan sonra, Kur'ân-ı Kerim’in, İslâm Dini’nin ve Risâle-i Nûr Külliyatı’nın bir bakıma insanlara çevre eğitimi, hayvanlara sevgi ve merhamet dersi verdiği rahatlıkla söylenebilir. Bediüzzaman’ın hayvanlara olan bu merhametini, hayvanları sevenler derneği mensupları bilseler, herhalde onu hayvanları en çok seven insan ilan ederler.


 
Üst