Ruh Bâkidir

ReþHa2

Well-known member
Bence şu mesele o kadar kat’îdir ki; fazla beyan abes olur. Âlem-i berzah ve âlem-i ervâhdaki âhirete gitmek için bekleyen hadsiz ervâh-ı bâkiye kâfileleriyle bizim mabeynimizdeki mesafe o kadar ince, dakikdir ki; burhan ile göstermeye lüzum kalmaz. Yalnız vesveseleri izâle için hads-i kalbînin menâbiine işaret edeceğiz. İşte şuradaki hadsin dört madeni var.

Birinci Maden: Enfüsîdir ki, her ruh kaç sene yaşamış ise, o kadar belki ondan fazla beden değiştirdiği hâlde, yine bilbedâhe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise, mevt ile çıplak olmak dahi bekâsına tesir etmez. Yalnız burada tedricî libas değiştiriyor. Mevtte birden soyunuyor.

Gayet kat’î bir hads ile sâbittir ki; cesed ruhla kâimdir. Ruh, binefsihi kâim ve hâkim olduğundan cesed istediği gibi dağılsın, toplansın istiklâliyetine sebep vermez. Belki cesed, hanesi ve yuvasıdır. Libası ise bir derece sâbit ve letâfetçe ona münasip bir gılâf-ı latîfi var. Öyle ise mevtte bütün bütün çıplak olmaz.

İkinci Maden: Âfâkîdir ki; müşâhedât-ı mükerrereye incirar eden bir nev’i hükm-ü tecrübîdir.

Evet, tek bir ruhun ba’delmevt bekâsı bilbedahe anlaşılsa, şu nev’in külliyetiyle bekâsını istilzam eder. Zira mantıkça zâtî bir hassa bir ferdde görünse, bütün efradda dahi vücuduna hükmedilir. Çünkü zâtîdir. İşte şu meselede mucibe i cüz’iye, mucibe-i külliyeyi istilzam eder, denilir. Hâlbuki değil bir ferd belki o kadar hadsiz, o kadar hasra gelmez müşahedâta istinad eden âsâr, o derece kat’îdir ki; bizde nasıl Yeni Dünya var, orada insanlar var; vücudlarına hiç vehim hatıra gelmez. Öyle de vesvese kabul etmez ki, şimdi âlem-i melekût ve ervâhda ölmüş insanların ervâhları vardır. Hem hads-i kat’î ile insanda ba’del-mevt esaslı bir cihet bâkîdir. O esas ise ruhdur. Zaten tahrip ve inhilâl, kesret ve terkibin şe’nidir. Basit ve vahdete ârız olmaz.
Sabıkan beyan ettik ki; hayat kesrette vahdeti temin eder. Ve şuur, ruhun ziyâsıdır. Öyle ise ruhun fenâsı, ya tahrib ve inhilâl iledir. O ise vahdet ve besatet bırakmaz. Veya idam iledir. O ise Cevâd-ı Mutlak Celle Celâlühûnun merhameti, cûdu bırakmaz ki, verdiği nimet-i vücudu geri alsın.
Haşir / Dördüncü Makam


Lügatler :

abes : anlamsız, faydasız
âfâkî : dış dünyaya ait, birey dışında olan bütün varlıklarla ilgili
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlem-i berzah : öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem, kabir âlemi
âlem-i ervâh : ruhlar âlemi
ba’delmevt : ölümden sonra
bâkî kalmak : kalıcı ve sürekli olmak
bâki : devamlı, kalıcı
bekâ : devamlılık, kalıcılık
beyan : açıklama, izah
bilbedâhe : ap açık bir şekilde
binefsihi : kendi kendine
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil, kesin kanıt
cesed : beden
dakik : ince
efrad : bireyler
enfüsî : kişinin kendisi ile ilgili, nefis ve beden dairesine ait
ervâh-ı bakiye : varlığı devamlı olan, ölümsüz ruhlar
ferd : birey
gılâf-ı latîf : ince, soyut kılıf, örtü
hads : güçlü sezgi, seziş
hads-i kalbî : kalbe gelen sezgi
hadsiz : sayısız, sınırsız
hâkim : hükmeden
hane : ev
hükmetmek : karar vermek
hükm-ü tecrübî : tecrübeyle elde edilmiş hüküm
istiklâliyet : bağımsızlık, birşeye bağlı olmayış
istilzam etme : gerektirme
izâle etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
kâfile : grup, topluluk
kaim : ayakta duran ve varlığını devam ettiren
kat’î : kesin, şüphesiz
kat’iyen : kesin olarak
külliyetiyle : bütün fertleriyle, bireyleriyle
letâfet : incelik ve soyutluk; maddî yapıda olmama
libas : elbise
mabeyn : ara
maden : kaynak
menâbi : kaynaklar
mevt : ölüm
münasip : uygun
müşâhedât-ı mükerrereye incirar etme : mükerrer müşahedelere, defalarca yapılan gözlemlere dayanma
nev’i : çeşit, tür
tedricî : derece derece, yavaş yavaş
tesir : etki
vesvese : şüphe, tereddüt
vücud : varlık
zâtî/zâtî hassa : bireyin kendi zâtında bulunan ve ondan asla ayrılmayan zorunlu özellik (Meselâ sıcaklık ateşin zâtî hassasıdır.)
Devamı gelecek ..
 

ReþHa2

Well-known member
Üçüncü Maden: Dikkat edilse; mâruz-u tegayyür olan bütün envâda bir hakikat-i sâbite bütün tegayyürat ve etvar içinde yuvarlanarak, sûretler değiştirip ölmeyerek, yaşayarak geliyor, bâki kalıyor.

İşte şahs-ı insânî—sabıkan geçtiği gibi—tasavvurat ve şuur-u küllî ile bir şahıs iken, bir nev’ hükmüne geçiyor. Öyle ise onun hakikat-i zîşuuru ve unsur-u zîhayatı olan ruhu dahi Allah’ın izniyle daima bâkîdir.

mâruz-u tagayyür olan : değişim etkisine kapılmış olan
etvar : tavırlar, evreler
envâ : türler, çeşitler
 
bence en önemli mevzulardan bırısı,,
Gayet kat’î bir hads ile sâbittir ki; cesed ruhla kâimdir. Ruh, binefsihi kâim ve hâkim olduğundan cesed istediği gibi dağılsın, toplansın istiklâliyetine sebep vermez. Belki cesed, hanesi ve yuvasıdır. Libası ise bir derece sâbit ve letâfetçe ona münasip bir gılâf-ı latîfi var. Öyle ise mevtte bütün bütün çıplak olmaz.
 

ReþHa2

Well-known member
Dördüncü Maden: Ruha—masdar itibariyle—bir derece müşabih ve yalnız vücud-u hissî olmayan, envâda hükümran olan kavânine dikkat edilse görünür ki; şayet o kanun vücud-u hâricî giyse idi; o nev’in birer ruhu olurdu. Hâlbuki dâima bâki, dâima müstemir, hiçbir tegayyürat onların vahdetine tesir etmez. Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir nâmus-u zîhayattır ki; Kudret-i Ezeliye ona vücud-u hâricîyi giydirmiş. Demek nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima bâki kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi Sıfat-ı iradenin tecellîsi olan, âlem-i emirden gelen ruh; bekâya mazhar olmak daha ziyâde lâyıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-i hâriciyedir. Daha kavîdir, çünkü zîşuurdur. Daha dâimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.
Lügatler :


müşabih : benzeyen, benzer
masdar : birşeyin kökü, çıkış yeri; kaynak
kavânin : kanunlar
tagayyürat : başkalaşmalar, değişimler
vücud-u hâricî giymek : nurânî lâtif beden veya lâtif kılıf giymek
vücud-u hissî olmayan : duyu organları ile kavranılan bir varlık olmayan
 

Ali Said

Well-known member
Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir nâmus-u zîhayattır ki;

Kudret-i Ezeliye ona vücud-u hâricîyi giydirmiş. Demek nasıl ki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima bâki kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi Sıfat-ı iradenin tecellîsi olan, âlem-i emirden gelen ruh; bekâya mazhar olmak daha ziyâde lâyıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-i hâriciyedir. Daha kavîdir, çünkü zîşuurdur. Daha dâimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.
 

ReþHa2

Well-known member
İnsan, ruh ve cesetten meydana gelmiştir. Ruhun varlığını bilmemize rağmen, mahiyetini, nasıl bir şey olduğunu bilemiyoruz. “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindedir ve ilimden size çok az bir şey verilmiştir” âyeti, ruhun hem varlığına hem de mahiyetinin bilinmezliğine işaret eder. (İsra, 85)

Ruh; “zîhayat, zîşuur, nurani, vücud-u hakiki giydirilmiş, câmi’, hakîkattar, külliyet kesbetmeye müstaid bir kanun-u emrî”dir.

Yani ruh, canlıdır. Şuur sahibidir. Nuranidir. Gerçek bir vücudu vardır. Kapasitelidir. Bir vehim olmayıp, gerçektir. Külliyet kesbetmeye kabiliyetlidir. Kanun-u emrî olması ise, bedenden farklılığını bildirir. Zira beden maddî âlemdendir. Ruh ise, emir alemindendir ve doğrudan doğruya, Allah’ın “Kün-ol” emrinden gelmektedir.
“Dikkat edin yaratma da, emir de Allah’ındır” âyeti, beden ve ruhun bu farklılığına da işaret eder. (A’raf, 54)

Ruh, beden ülkesinin sultanıdır. Bütün organlar, duygular ruhun tasarrufundadır. Meselâ,
“göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” (Sözler)

Bir fabrikadaki bütün faaliyetler elektrikle olduğu gibi, vücud fabrikamızdaki bütün faaliyetler de ruh vasıtasıyladır. Ölüm olayında ruh cesedden ayrılır.

İnsanın bedenine göz, kulak, el, ayak takan İlâhî kudret; ruhuna da his, merak, sevgi, korku gibi duygular takmıştır. Bu duyguları madde ile açıklamak mümkün değildir.

Bu beden ve şu kâinat, o ruhun önünde iki sayfa gibidir; dilerse bedeni okur, isterse kâinatı okur.

Beden ve kâinat, bir başka yönden de o ruhun önünde iki sofra gibidir; her ikisinden de istifade eder; her ikisini de sever; her ikisi için de Hâlık’ına şükreder.

Allah’ın mahlûkata benzemekten münezzeh olduğundan gaflet etmemek şartıyla, insan kendi ruhunda, birçok Rabbanî hakikatlere işaretler bulabilir. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
-Ruh, beden ülkesinin yegâne sultanıdır; birdir, şeriki yoktur.

-Ruh, bedenin hiçbir cüz’üne, hiçbir organına benzemez.

-Ruhun zâtı, bedenin zâtına benzemediği gibi, sıfatları da bedenin sıfatlarına benzemez. (Örnek: Anlamak aklın sıfatı, tutmak ise elin sıfatıdır.)

-Ruh doğmaz, doğurmaz, bedende mekân tutmaz. Bunlar hep bedenin özellikleridir.

Bir bedende iki ruh bulunsa, beden fesada gider...
 
Üst