Kuşların Uğurladığı Adam

hulusi

Well-known member
[FONT=comic sans ms,sans-serif]

Ey bu diyar-ı gurbette medar-ı tesellim! Üstadım! Efendim!

Ey zamanın hem bedii hem de garibi olan!
Ey Urfa’dan kuşların uğurladığı adam!


Başımda bela rüzgârları ve önümde bir uzun sefer-i imtihan… Göz gözü görmeyen gecelerde yok yere vurulmuş yuvasız bir yılan kadar yalnızım.

Bir sen kaldın içimde kanadı kırık bir kartalı anımsatan siluetinle, bir de urganı kanlı darağaçları, karlı bir beldede.

Hekimine yetişememiş bir hasta gibi geç gelişlerime ağladım. Zor zamanlara, çetin kışlara kalmış gençliğime ağladım.

İtaat toprağına ekilecek ömür dakikalarını hevesin haylaz kuşları aldı.

Aşkın aydınlığında yazılan “yar” mektupları yarım kaldı.

Birileri melekleri ürkütüp şeytanları saldı. Şimdi yola revan olmuş her yolcu gibi önümde iki seçenek; ya kaybolmak şu sahralarda perişan bir seyyah gibi iz bırakmadan… Ya da Yunusvâri sahil-i selamete ermek… Yağmurlu bir gecede fırtınalı bir denizde dağvari dalgalar sürüklüyor yorgun yüreğimi.

Bir bedestene düştü ki yolum bir yanda ipek tüccarları bir yanda diken hamalları… Bir tesbihte tane tane devrediyor zaman siyahları, beyazları…

Muhtacım üstadım satır satır şerh et feza denen şu kelimeleri, alevden yazılmış sayfaları.


Ey bu diyar-ı gurbette medar-ı tesellim, Üstadım, efendim! Ey ahir zaman çöllerinde kılavuz yıldızım! Ey ömür toprağımın her karışını gezen Hızır’ım!

Gülşenimde güller ağlıyor her gece. Kanıyor bütün acz yaralarım. Fakirim. Bir zerreye bile malik değilim.

Hayır! Bilmiyorlar üstadım! Doyasıya gülmek, mutluluğa kanmak değil benim derdim. Hele çirkin kahkahalara hiç talip değilim.

Dicle, Nil ve Fırat kan akıyorken… Coğrafyam ağıtsız sabahlara uyanmayı unutmuşken…

Elinde sapanıyla sendeleyip düşen her çocuk ben değilsem kim? Bakışlarım bir çocuğun serin bakışları değil. Bakışlarım bir esirin bakışları gibi takılı kalıyor tel örgülere…

Duvarlar yükseliyor… Gündoğumlarına ve günbatımlarına kapalı bir dünya kalıyor mahzun yüreğime.

Beni dara çeken, beni Mansur eden zalimlerin çokluğu değil, uhuvvetin, tesanüdün, birliğin yokluğu…

“Rabbiniz bir… Peygamberiniz bir… Kıbleniz bir nidalarını duymayan ümmetin paramparça haline ağlıyorum.

Bombalara hedef olan çocuk bedenlerine ümmetin zamansız solan çiçeklerine ağlıyorum.

İman avuçta bir köz… Alevleri göklere yükselen yangınlar ortasındayız… Evladın yanıyor üstadım! Değerli elmasların adi cam parçalarına değişildiği pazarlardayız.

Muhtacım. Satır satır şerh et şu kelimeleri kandan yazılmış sayfaları.

Ey bu diyar-ı gurbette medar-ı tesellim! Üstadım, efendim!

Güllerde zehir, kalplerde kibir, yollarda diken var. Yollara diken ekenler var.

Yine bilmekteyim ki “Sabır” deyip çile çekenler de var. Gözyaşlarının yanaklara çizdiği rotalarda vuslat sahillerini gören gözler de var. Karanlık kuyulardan görkemli saraylara yolu erkânı bilenler de var… Sunulan zehir olsa yar elinden içenler de var.

Yakup oldum bu gün, sevdadan bitabım. İşte gözlerim… İşte kalbim… İşte serim…

Yaralarıma tuz basıp bekliyorum “en yüksek gür sedanın İslam’ın sedası olacağı günleri”

“Ümitvar olunuz” demiştin.

Ümitvarım üstadım.

[/FONT]YAZAR / NİVîSKAR , Gülistan ÇOBAN
 
Üst