Hizmet etmeyi mi seviyorsunuz, hizmet edilmeyi mi?

nuriye

Well-known member
Sizi size tanıtacak bir soru: İç dünyanıza bir göz atın, hizmet etmeyi mi seviyorsunuz, hizmet edilmeyi mi? Hiç düşündünüz mü, Allah Resulü Efendimiz (sas) hangisini seviyordu? Hizmet etmeyi mi hizmet edilmeyi mi? Bazı davranışlarını bir hatırlayalım isterseniz. Bakalım nasıl mesaj veriyor bizlere.
Bir cihad dönüşünde istirahate çekilmiş mücahitlere yemek hazırlama hizmeti konuşuluyordu.
Biri, 'Ben yemeği hazırlayayım.' derken, biri, 'Ben de su getireyim.' diye ilave etti. Bir diğeri ise, 'Ben de ateş yakayım.' dedi. Allah Resulü Efendimiz de, "Öyle ise ben de odun toplayayım!." diye ekledi.
'- Siz istirahat buyurun, biz hizmetin hepsini de yapar, sizin yemeğinizi de huzurunuza getiririz! diyenlere Efendimiz (sas) ne buyurdu biliyor musunuz?
-Bilirim ki siz tüm hizmetleri yaparsınız. Ancak ben hizmet edilmekten değil hizmet etmekten memnun olurum! Ben de hizmet edenlerin arasında olmalı, gücümün yettiği hizmeti yapmaktan geri kalmamalıyım!' diyerek hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi tercih ettiğini bildirdi. Bir defasında da ashabına su dağıtma hizmetini bizzat kendisi yaparken gelen bir yabancı, "Bu insanların efendisi kimdir?" diye sorunca Efendimiz, "İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir." cevabını vererek hizmet etmeyi insanların efendiliği makamı olarak gördüğünü ifade etti. Nitekim bir adamı övüyorlardı. Tanıyan biri,"Ben onunla uzun yolculuk ettim, çok ibadet eden biridir. Her konaklamada hemen abdest alıp namaza durur, başka hiçbir işle meşgul olmaz." diye övünce Efendimiz'in sorusu şöyle oldu: "Her konaklamada hemen ibadete başlayan adamın devesinin yemini, suyunu kim verir, sofra hazırlama hizmetini kim yapardı?"
-"O hizmetleri biz yapardık!" deyince, Efendimiz'in cevabı şöyle oldu:
-"Demek ki siz ondan çok ibadet etmişsiniz! Çünkü siz hizmet eden olmuşsunuz, o ise hizmet edilen!"
İşte hizmet edenle hizmet edilenin farkı, Allah Resulü Efendimizin yanında böyleydi. Bir çarpıcı örnek de Bağdat vaizi Yahya bin Muaz'dan verilmektedir bu konuda. Mekke'de mücavir kalan kardeşi, kendisine yazdığı mektubunda diyor ki:"Benimle buraya gelmediğine çok pişman olacaksın. Çünkü Mekke'de bana bir de hizmetçi tahsis ettiler. Çok iyi hizmet ediyor bana!"
Bağdat vaizi, kardeşine verdiği cevabında hizmet konusunda bakın ne diyor: "Kardeşim, çok üzüldüm hizmet edilmekle iftihar ettiğinden dolayı. Keşke, bana çok iyi hizmet ediyorlar, demeseydin de, ben çok iyi hizmet ediyorum, diye yazsaydın. Hizmet edilmekle değil de hizmet etmekle iftihar etseydin!".
Sözü daha fazla uzatmadan konuyu kendimize getirerek diyorum ki:
-Acaba bizim alışkanlığımız ne durumda? Hizmet etmeyi mi seviyoruz, hizmet edilmeyi mi?
Şunu açıkça ifade etmeliyim ki, kendini hep (hizmet edilmeye) layık biri olarak görenin yaşlılığı zor geçer. Çünkü alıştığı hizmeti (mecbur kalmadığı halde!) hep bekler. Göremeyince de şikâyetler başlar. Böylece yaşlılığı çekilemeyen ihtiyarlardan biri olup çıkar. Sebep, kendisini hep hizmet edilmeye layık biri olarak görmesi, bu beklenti içinde yaşlanmış olması. Halbuki, sevabı hep (hizmet eden) kazanır, (hizmet ettiren) değil. Maneviyat büyükleri, hizmet edilen olmaktan o kadar kaçınmışlar ki, elinin öpülmesini, çantasının taşımasını istememiş, kendisi için ayağa kalkılmasından dahi memnun olmamışlardır. Bilmem siz kendinizi hangisine alıştırıyorsunuz? Hizmet etmeye mi, hizmet edilmeye mi? Unutmayın, kazanan hizmet edendir, edilen değil.
AHMED ŞAHİN
 

Elif_Gibi

Well-known member
Hizmet etmeyi mi seviyorsunuz, hizmet edilmeyi mi?

Sizi size tanıtacak bir soru: İç dünyanıza bir göz atın, hizmet etmeyi mi seviyorsunuz, hizmet edilmeyi mi? Hiç düşündünüz mü, Allah Resulü Efendimiz (sas) hangisini seviyordu? Hizmet etmeyi mi hizmet edilmeyi mi? Bazı davranışlarını bir hatırlayalım isterseniz Bakalım nasıl mesaj veriyor bizlere

Bir cihad dönüşünde istirahate çekilmiş mücahitlere yemek hazırlama hizmeti konuşuluyordu

Biri, 'Ben yemeği hazırlayayım' derken, biri, 'Ben de su getireyim' diye ilave etti Bir diğeri ise, 'Ben de ateş yakayım' dedi Allah Resulü Efendimiz de, "Öyle ise ben de odun toplayayım!" diye ekledi

'- Siz istirahat buyurun, biz hizmetin hepsini de yapar, sizin yemeğinizi de huzurunuza getiririz! diyenlere Efendimiz (sas) ne buyurdu biliyor musunuz?

-Bilirim ki siz tüm hizmetleri yaparsınız Ancak ben hizmet edilmekten değil hizmet etmekten memnun olurum! Ben de hizmet edenlerin arasında olmalı, gücümün yettiği hizmeti yapmaktan geri kalmamalıyım!' diyerek hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi tercih ettiğini bildirdi. Bir defasında da ashabına su dağıtma hizmetini bizzat kendisi yaparken gelen bir yabancı, "Bu insanların efendisi kimdir?" diye sorunca Efendimiz, "İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir" cevabını vererek hizmet etmeyi insanların efendiliği makamı olarak gördüğünü ifade etti. Nitekim bir adamı övüyorlardı Tanıyan biri,"Ben onunla uzun yolculuk ettim, çok ibadet eden biridir. Her konaklamada hemen abdest alıp namaza durur, başka hiçbir işle meşgul olmaz" diye övünce Efendimiz'in sorusu şöyle oldu: "Her konaklamada hemen ibadete başlayan adamın devesinin yemini, suyunu kim verir, sofra hazırlama hizmetini kim yapardı?"

-"O hizmetleri biz yapardık!" deyince, Efendimiz'in cevabı şöyle oldu:

-"Demek ki siz ondan çok ibadet etmişsiniz! Çünkü siz hizmet eden olmuşsunuz, o ise hizmet edilen!"

İşte hizmet edenle hizmet edilenin farkı, Allah Resulü Efendimizin yanında böyleydi .

Bir çarpıcı örnek de Bağdat vaizi Yahya bin Muaz'dan verilmektedir bu konuda Mekke'de mücavir kalan kardeşi, kendisine yazdığı mektubunda diyor ki:"Benimle buraya gelmediğine çok pişman olacaksın Çünkü Mekke'de bana bir de hizmetçi tahsis ettiler Çok iyi hizmet ediyor bana!"

Bağdat vaizi, kardeşine verdiği cevabında hizmet konusunda bakın ne diyor: "Kardeşim, çok üzüldüm hizmet edilmekle iftihar ettiğinden dolayı Keşke, bana çok iyi hizmet ediyorlar, demeseydin de, ben çok iyi hizmet ediyorum, diye yazsaydın Hizmet edilmekle değil de hizmet etmekle iftihar etseydin!"

Sözü daha fazla uzatmadan konuyu kendimize getirerek diyorum ki:

-Acaba bizim alışkanlığımız ne durumda? Hizmet etmeyi mi seviyoruz, hizmet edilmeyi mi?

Şunu açıkça ifade etmeliyim ki, kendini hep (hizmet edilmeye) layık biri olarak görenin yaşlılığı zor geçer Çünkü alıştığı hizmeti (mecbur kalmadığı halde!) hep bekler Göremeyince de şikâyetler başlar Böylece yaşlılığı çekilemeyen ihtiyarlardan biri olup çıkar Sebep, kendisini hep hizmet edilmeye layık biri olarak görmesi, bu beklenti içinde yaşlanmış olması Halbuki, sevabı hep (hizmet eden) kazanır, (hizmet ettiren) değil Maneviyat büyükleri, hizmet edilen olmaktan o kadar kaçınmışlar ki, elinin öpülmesini, çantasının taşımasını istememiş, kendisi için ayağa kalkılmasından dahi memnun olmamışlardır .

Bilmem siz kendinizi hangisine alıştırıyorsunuz? Hizmet etmeye mi, hizmet edilmeye mi?

Unutmayın, kazanan hizmet edendir, edilen değil

AHMET ŞAHİN
 

kasif1

Well-known member
Allah razı olsun kardeşim.

PEYGAMBERİMİZİN İNSAN UNSURUNU VERİMLİ KULLANMASI

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün bir hayatı tâlim etmek için gönderilmiştir. O, peygamberliğiyle birlikte, devlet başkanı, ordu komutanı, hâkim ve öğretmen gibi pek çok vasfı da aynı anda şahsında bulundurmaktaydı. Özellikle Medine döneminde, devlet yapısının temellerini atarken, toplum olmanın tabiî bir gereği olarak, değişik alanlarda insan istihdam etmiştir. Bu alanları ana hatlarıyla şu şekilde sıralamak mümkündür: Eğitim-öğretim, irşad ve tebliğ, kâtiplik, elçilik, yargı, maliye, askerî işler, istihbarat/haberleşme, sağlık ve valilik vb. gibi idarî görevler.

Şu bir gerçektir ki, İslâm’ın ilk dönemi itibariyle Peygamberimiz’in elinde yetişmiş bir kadro bulunmuyordu. O, bir vazifeye birisini seçeceği zaman, mevcutlar içerisinden şartları en uygun olanını tercih etmek durumundaydı. Fakat bu durum hep böyle devam etmedi. O bir taraftan toplumun temel taşlarını yerine oturturken, bir taraftan da her alanla ilgili ihtiyaç duyduğu miktarda insan yetiştirmeyi ihmal etmedi. Hz. Peygamber (s.a.s.), sınırlı imkânlar içerisinde mevcudu en iyi ve verimli bir şekilde değerlendirmiştir. Biz bu makalemizde, Peygamber Efendimiz’in tatbikatından hareketle insan istihdamında verimliliği nasıl sağladığı hususunu ele almak istiyoruz.

1. Örnek Olma / Efendimiz’in Aşkın Temsili

Hz. Peygamber’in insan unsurunu verimli kullanmasında en etkili faktör, bizzat kendisidir. O, insanların nasıl olmasını istiyor ve hedefliyorsa, önce bizzat kendisi yaşamış ve fiilî olarak örnek olmuştur. Zaten O’nun örnek olma yönü Kur’ân’da da vurgulanır: “And olsun, size, Allah’ı ve âhiret gününü umanlara ve Allah’ı çokça zikredenlere Allah’ın Resûlü’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab Sûresi, 33/21)

Peygamberimiz en güzel örnek ve rehberdir. Biz hayatın her alanında O’na uyarız. Zira bizler için gerçek hayatı O ve diğer nebîler temsil etmişlerdir.

Bizim burada hâssaten belirtmek istediğimiz husus, Peygamberimiz’in genel olarak örnek olması, sahabenin O’na uyma konusundaki isteklerinin yanında Peygamberimiz’in yapılan işlerde bizzat sahabeyle beraber olması ve böylece onların çalışma isteklerinin artmasına vesile olmasıdır. Zira, Peygamber Efendimiz her hususta zirvede bir temsil ortaya koymuş, onun bu temsili insanları çok ciddi motive etmiştir.

Peygamberimiz, mescit yapımında herkesle birlikte kerpiç taşımıştır.1 Hendek Savaşı öncesi Medine’nin etrafına hendekler kazılırken bizzat kendisi de çalışmıştır. Bu durum sahabenin çalışma iştiyakını artırmıştır.2 Sahabe, Peygamberimiz’in çalışmasını naklederken, açlıktan karnına taş bağladığını,3 toprak taşıdığını ve vücuduna toz toprak bulaştığını söyler. Hattâ sahabedeki yorgunluk ve açlığı gördüğü zaman da, onların kuvve-i maneviyelerini takviye için zaman zaman şu şiirleri okumuştur: “Allah’ım âhiret hayatından başka hayat yoktur. Sen Ensar ve Muhacirleri bağışla”; “Allah’ım Sen olmasaydın biz hidayete eremezdik, namaz kılamaz, zekât veremezdik. Sen üzerimize sekîne indir ve düşmanla karşılaşırsak bizim ayaklarımızı kaydırma.” Sahabe de, “Biz hayatta kaldığımız sürece cihad etmek üzere Hz. Muhammed’e biat ettik” sözleriyle bu coşkuya katılmıştır.4

Peygamberimiz’in bizzat kendisinin örnek olmasıyla ilgili dikkat çekici bir başka misâli de Huneyn Savaşı’ndan vermek istiyoruz. Bilindiği gibi savaşlar can pazarıdır. Hayatın ölüme en yakın yamaçlarıdır. Bazen zafer kazanılır, bazen bozgun yaşanır. Huneyn Savaşı’nda da Müslümanlar beklemedikleri bir bozgun tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, Peygamberimiz dağılan orduyu toplamak için tek başına ortaya atılmış ve “Ben Peygamberim yalan yok, Ben Abdulmuttalip’in torunuyum!” diyerek bozulan orduyu tekrar harp düzenine koymuştur.”5 O, bu sözüyle, Fil Vakası’nda Abdulmuttalip, Allah’ın izniyle sağ-salim kurtulduğu gibi ben de o zâtın torunuyum, diyerek bu badirenin atlatabileceğine işaret ederek onları tekrar toparlanıp kendilerine gelmeleri hususunda motive etmiştir.

2. İstişareye Önem Verme / Katılımcı Yönetim Anlayışı

Sürekli vahyin te’yidi altında olan ve vahiyle beslenen birisi olarak insanların fikirlerine ihtiyaç duymama hususunda en müstağni kişi Peygamberimiz olmalıdır. Ancak bununla beraber O, henüz vahiy gelmemiş hususlarda veya vahyin insan istişaresine bıraktığı hususlarda ashabıyla istişare etmiştir. Peygamberimiz bazen rey ve görüş sahiplerine birer birer düşüncelerini açarak, bazen de görüş sahiplerini bir araya getirerek plân ve projelerini sağlam bir zemine oturtmuş ve böylece fikirlerini bütün bir topluma mâl etmiştir. Yani yapılması gereken işlere, herkesin ruhen ve fikren iştirakini sağlayarak projelerini en sağlam temeller üzerinde gerçekleştirmiştir.

Şûra, İslâm dininin, İslâm toplumunda gerçekleştirmek istediği temel esaslardan biridir. Kur’ân-ı Kerîm’in Uhud Savaşı’nın hemen akabinde, “İşlerde onlarla istişare et.” (Âl-i İmran Sûresi, 3/159) buyurarak Peygamberimiz’e istişareyi emretmesi oldukça mânidardır. İstişârenin açık bir şekilde geçtiği bir diğer âyet de şöyledir: “Onlar öyle kimselerdir ki Rab'lerinin çağrısına kulak verip, namazı hakkıyla îfâ ederler ve işlerini istişare ile yürütürler…” (Şûrâ Sûresi, 42/38) Görüldüğü gibi burada istişare, dinin ana esaslarıyla yan yana zikredilmektedir. “Meşveret eden güvenlik içindedir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 114; Tirmizî, Zühd 39; Edeb 57; İbn Mâce, Edeb 37) diyerek istişarenin istikamet vaat eden atmosferine işaret eden Peygamberimiz, “İdarecileriniz hayırlı, zenginleriniz cömert olursa ve işleriniz de aranızda istişare ile yürütülürse yerin üstü altından hayırlıdır…” (Tirmizî, Fiten 78) buyurarak istişareyi yaşanabilir bir toplumun temel dinamikleri arasında saymıştır.

Enes b. Mâlik Peygamberimiz’in bu konudaki tutumunu anlatırken, “Arkadaşları ile istişareye Hz. Peygamber kadar önem veren bir başkasını görmedim.” der. (Tirmizî, Cihad 34) Hz. Ömer, Peygamberimiz’in Müslümanlarla alâkalı bir meselenin istişaresi için Hz. Ebû Bekir’le birçok geceler baş başa kaldıklarını, bazen (bu istişarelere) kendisinin de katıldığını söyler.6

Şurası bir gerçektir ki, istişare sonucu alınan karar, fikrî katkısı olan herkesi sorumlu kılar. Fikri alınanların, kendilerini sorumlu hissederek hileye kaçmayıp ellerinden geleni yapacakları için, alınan kararın müspet neticesi daha garantilidir. Mesuliyet duygusu, ferdî şahsiyetin temeli olması sebebiyle bu istişare prensibinin terbiye edici bir hususiyeti vardır.7

Peygamberimiz istişarenin bereketiyle birçok meseleyi hem insanlara mâl etmiş hem de çözmüştür. Bu da insanların verimliliği açısından çok önemlidir. Zira insanlar bir meselede, kendi fikirlerinin de sorulmasından onore oldukları gibi, fikirleri alınan meselelere daha iyi sahip çıkarlar. Bu da verimliliği müspet yönde etkiler.

Peygamberimiz’in bu yöndeki uygulamalarıyla ilgili pek çok misâl olmasına rağmen, biz burada fikir vermesi açısından birkaçına işaret etmekle iktifa edeceğiz.

Bedir Seferi, baştan sona istişare ile yürütülmüştür. Ana hatlarıyla belirtmek gerekirse Hz. Peygamber, Bedir’de sahabenin ileri gelenleri ve tecrübeli kişilerle dört kez istişare ederek Allah’ın emrini yerine getirdi:

1. Ebû Süfyan komutasındaki ticarî kervanın gelmekte olduğunu duyunca önlerinin kesilmesi hususunda.8

2. Kureyş’in, ticarî kafilesini korumak için hareket ettiğini duyduğunda.9

3. Bedir’de uygun yer için Hubab b. Münzir’in teklifinde10

4. Düşmandan alınan esirler hakkında.11

Peygamberimiz buna benzer daha pek çok meselede hep ashabıyla istişare etmiştir. Hattâ Hudeybiye’de olduğu gibi, zaman zaman kritik meselelerde bile eşleriyle de istişare ettiği olmuştur.12

Onun bu metodu, sahabenin daha hızlı ve kolay bir şekilde çözümün bir parçası olmasını sağlamıştır. Zira bilinen bir gerçektir ki, çözümün parçası olmayanlar, problemin parçası olabilirler. Hz. Peygamber (s.a.s.) ise mâhir bir şekilde ve bizlere de misâl teşkil edecek şekilde ashabının görüşlerine değer vermiş ve onları çözümün bir parçası yapmıştır. Böylece onların enerjisini verimli bir şekilde kullanmıştır.

3. Manevî Etkenler / İnanç Faktörünü Değerlendirme

İslâm’ın teklif ettiği hayat tarzı, madde ile manayı, dünya ile âhireti birlikte kucaklayacak şekildedir. İslâm, âhiretten kopuk bir dünya hayatını kabul etmez. Bu bakımdan bir Müslüman’ın tamamen dünya ile ilgili gibi görünen bir işi bile, netice itibariyle âhirete bakan bir yöne sahiptir. Bu da Müslümanların daha şuurlu ve dikkatli bir hayat yaşamalarını sağlar.

Bir Müslüman için en büyük gaye, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu şuuru kazanan bir insan, sürekli O’nun gözetiminde ve denetiminde olduğunu bildiği için, hayatını daha verimli geçirecektir.

Kur’ân’da bu hususla ilgili şöyle buyrulur: “De ki: Çalışın! Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü'minler de görecekler.” (Tevbe Sûresi, 9/105)

Bu âyette de belirtildiği gibi, bir Müslüman yaptığı her işi Allah’ın, Resûlullah’ın ve mü'minlerin teftişine arz etme şuuru ve ciddiyeti içerisinde, yani itkan şuuruyla yapmalıdır. Hz. Peygamber de bir Müslüman’ın her işini arızasız ve mükemmel yapması gerektiğine işaret ederek şöyle buyurur: “Allah, her şeyin ihsanla yapılmasını emretmiştir. Öyle ise bir hayvanı boğazlarken, en güzel şekilde kesin. İçinizden kurban kesen kimse bıçağını iyice bilesin ve keseceği hayvanını rahat ettirsin.” (Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edahî 11)

Gerek haram-helâl düşüncesi, gerek Allah’ın rızasını ve Cennet’i kazanma gayreti veya tek kelimeyle ifade etmek gerekirse “sevap” kazanma arzusu Müslümanların çalışma hayatını olumlu etkileyen faktörlerdendir.

Uhud Savaşı’nda bir adam Peygamberimiz’e gelip şöyle dedi: “Ben şayet öldürülecek olursam yerim neresidir?” Peygamberimiz: “Cennet” diye cevap verdi. Bunun üzerine adam, elinde yemekte olduğu hurmaları attı ve öldürülünceye kadar savaştı. (Buhârî, Megazî 17)

Görüldüğü gibi Cennet’i kazanma arzusu, bir insanı kolaylıkla canından vazgeçirebilmiştir.

4. Cemaatleşme Prensibi / Ekip Çalışması Yaptırma

Çalışma hayatında en faydalı dinamiklerden biri de ekip çalışmasıdır. Peygamber Efendimiz, toplumun birlik ve beraberliğine büyük önem vermiştir. O'nun hedeflediği toplum, fertleri “bir bedenin uzuvları” gibi birbirine bağlı olan, yani her yönüyle birbiriyle ilgili ve irtibatlı olan ve dağınıklıktan kurtulup cemaat olma hüviyetini kazanmış bir toplumdur.

“Size cemaati tavsiye ederim, ayrılıktan da sakının, zira şeytan iki kişiden uzak durur. Cennet’in ortasını isteyen cemaatten ayrılmasın.” (Tirmizî, Fiten 7) “Allah ümmetimi dalâlet üzere toplamaz. Allah’ın eli cemaat iledir. Cemaatten ayrılan ateşe gider.” (Tirmizî, Fiten 7)

Konuyla ilgili dikkat çekici bazı örnekleri zikretmek istiyoruz. Efendimiz genel olarak her savaşta ayrı bir stratejiyle düşmanın karşısına çıkardı. Bu farklılığın en açık biçimde görüldüğü yerlerden biri Hendek Savaşı’dır. Sahabenin fikrine önem veren Resûlullah (s.a.s.), Selmân-ı Fârisî’ye ait olan Kureyşlilere karşı Medine’nin etrafına hendek kazma teklifini kabul etti. Hendek, şehrin düşman gelebilecek tarafına kazılacaktı. Derinliği ve genişliği de düşman atlılarının geçemeyeceği büyüklükte olacaktı. Ayrıca hendek kazma işinin kısa sürede bitirilmesi gerekiyordu. Allah Resûlü öncelikle keşif yaparak hendek kazılacak hattı belirledi. Daha sonra sahabeyi onar kişilik gruplara ayırdı ve her gruba kırk zirâ’lık (yaklaşık 75 cm.) bir yer düşecek şekilde kazılacak bölgeyi paylaştırdı.13

Peygamberimiz’in sahâbeyi gruplara ayırması, yarış havası oluşmasına sebep olmuş ve hendek kazma işinin daha kısa sürede tamamlanmasını sağlamıştır. Hendek kazımı sırasında, sahâbenin zaman zaman koro hâlinde şiir söylemeleri, her türlü sıkıntı ve zorluğa rağmen, çalışma tempolarının yüksek oluşunu göstermektedir. Daha önce de işaret edildiği gibi Peygamberimiz de hendek kazma işinde bizzat çalışarak sahâbenin çalışma şevkini artırmıştır.

Efendimiz topluluk hâlindeki insanların hissiyatını, psikolojisini rantabl değerlendirmiştir. Bu meyanda, savaşlarda her gruba ayrı bir sancak vermiştir. Bilindiği gibi Medine’deki Müslümanlar önce Ensar ve Muhâcir olarak iki grupta değerlendiriliyordu. Ensar ise kendi içinde Evs ve Hazreç olmak üzere iki kabileden oluşmaktaydı. Müslüman olmadan önce birbirine düşman olan bu kabileler, İslâmiyet’ten sonra eski husumetlerini terk etmişlerdi, ama rekabet hissi devam ediyordu. Peygamberimiz savaşa çıkıldığı zaman bu iki kabileye ayrı sancak vermiş ve her grubu kendilerinden birinin komutasında savaştırmıştır.14

Konumuzu destekleyecek mahiyette Buhârî’de Mekke fethi kıssası ve Allah Resûlü’nün (s.a.s.) Hz. Abbas’a “Allah’ın ordularını görmesi için Ebû Süfyân’ı vadinin yanında tut.” emrine yer verirken şu bilgi zikredilir: Kabileler Hz. Peygamber’le birlikte bölük bölük geçmeye başladı. Bir bölük geçtiğinde Ebû Süfyân, “Kim bunlar?” dedi. Abbas “Bu Gıfâr kabilesidir” dedi. Sonra Cüheyne kabilesi, sonra Süleym kabilesi geçti. Derken eşi görülmemiş bir bölük geçti. Ebû Süfyân “Bunlar kim?” deyince, Abbas “Bu Ensardır.” karşılığını verdi. Başlarında sancak ile birlikte Sa’d b. Ubâde vardı. Sonra da Resûlullah (s.a.s.) ve ashâbının bulunduğu bölük geldi. Resûlullah’ın (s.a.s.) sancağı Zübeyr’de idi.15

Allah Resûlü (s.a.s.), İslâm toplumunu bir bütün olarak değerlendirdiği gibi, küçük grupların da kendi içlerinde ayrı bir topluluk olma vasfını ortadan kaldırmamıştır. Bu konuda, Abdullah b. Ka’b’ın şu sözleri oldukça dikkat çekicidir: “Allah, Peygamberimiz’e Ensar’ın iki kabilesi olan Evs ve Hazrec’ten biri vasıtasıyla bir lütufta bulunacak olsa, bu onların arasında yarışma vesilesi olurdu. Evsliler, Efendimiz adına ne zaman faydalı bir hizmette bulunsalar Hazrecliler şöyle derlerdi: “Allah’a yemin olsun ki, Evsliler artık Hz. Peygamber nazarında ve İslâm’da hayır yönüyle bizi geçmişlerdir.” Onların yaptığı hizmetin bir mislini yapıncaya kadar böyle yakınmaya devam ederlerdi. Aynı şekilde Hazrecliler bir hizmette bulunacak olsa, bu sefer Evsliler aynı şekilde yakınırlardı.16

Hayırda yarışmak bir mü’min tavrıdır. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de Müslümanlara hayırda yarışmaları emredilmektedir.17 Kur’ân’ın ilk muhatapları olan sahabe de bu emri çok iyi kavramış ve hayırlı işler hususunda birbirleriyle yarış içinde olmuşlardır.

5. Teşvik / Motivasyon

“Teşvik”in gayesi, insanları bir konuda isteklendirme ve cesaretlendirmedir. “İnsan”ı çok iyi tanıyan Hz. Peygamber de, raiyeti altındaki insanların verimliliğini artırmak için zaman zaman teşvik metodunu kullanmıştır.

Uhud Savaşı’nın başlarında Resûl-i Ekrem elindeki kılıcı göstererek, “Bu kılıcı hakkıyla kim alır?” diye sordu. Birçok sahabî birden atıldı. Ancak Ebû Dücâne ortaya atılarak, “Nedir onun hakkı yâ Resûlellâh?” diye sorunca, Resûl-i Ekrem, “Hakkı, eğilip bükülünceye kadar onu düşmana sallamandır!” buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Dücâne, “Yâ Resûlallâh! Ben bu kılıcı, hakkını vermek üzere alıyorum!” dedi ve Resûlullâh’tan kılıcı teslim aldı.

Ebû Dücâne, elinde Peygamber Efendimiz’in şartlı teslim ettiği kılıç, başında kırmızı sarığı olduğu hâlde müşriklere doğru çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Bunun üzerine Allah Resûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) sahâbeye şöyle dedi:

“Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah onu, şu yerin (savaşın) dışında hiçbir zaman sevmez!”18

Hz. Peygamber bu davranışıyla sahâbeyi yarışa sevk etmiştir. Elinde gösterdiği kılıca herkes talip olmuş; ama O, bu kılıcı Ebû Dücâne’ye vermiştir. Kılıç ona verilince diğer sahâbiler de birer Ebû Dücâne kesilmiş ve onun gibi yiğitlikler göstermişlerdir.

Peygamberimiz teşvik maksatlı olarak zaman zaman şiirden de yararlanmıştır. Bazen bizzat kendisi şiir söyleyerek, bazen de Abdullah b. Revâha ve Hassan b. Sâbit gibi bir şaire söyleterek sahâbenin coşkunluğunu artırmıştır.

Hz. Peygamber’in bizzat kendisinin şiir söyleyerek sahâbenin şevkini artırdığı en meşhur hâdise Hendek Savaşı öncesi hendek kazımı sırasında olmuştur. Resûlullah burada, sahâbenin kuvve-i maneviyesini takviye için şiir okumuştur.

Hz. Peygamber ihtiyaç hâlinde Hassân b. Sabit, Abdullah b. Revâha ve Ka’b b. Mâlik’i çağırıp: “Kureyş’e karşı hicivlerinizi fırlatın. Çünkü bu, onlar için ok yarasından beterdir.”19 diyordu. Bunlar arasında en çok hizmet veren Hassân’dı.

Şiirin o dönemdeki en yaygın iletişim araçlarından biri olduğu düşünülürse, şairlerin İslâm’ın müdafaa ve tebliğinde, Müslümanların kuvve-i maneviyelerini takviye etmede etkili bir teşvik aracı olduğu görülecektir.

Sonuç

Günümüzde her alanda doğru ve verimli çalışma aranmaktadır. Cenab-ı Hakk’ın lütfu, Efendimiz’in özel donanımı ve değişik dinamiklerle birlikte insan unsurunu verimli değerlendirmesi de çok önemli bir husustur. O’nun hayatından tespit edebildiğimiz ilkeler, kolay, anlaşılabilir ve uygulanabilir niteliktedir. Hiç kuşkusuz, bütün uygulamalarının merkezine önce kendisini koyan Peygamberimiz, yapılacak işlerde kendisi de herkesle birlikte, hattâ diğer insanlardan daha fazla gayret ortaya koyarak çalışmış ve bizzat davranışıyla insanlara örnek olmuştur. Kanaatimizce, verimliliğe ve çevresindeki kitleyi harekete geçirmeye vesile olan en önemli faktör de bu olmuştur.

Katılımcı bir yönetim anlayışını benimseyen Peygamberimiz, çevresindeki insanların görüşlerine büyük önem vermiş ve projelerini toplumun benimsemesini sağlayarak uygulamıştır. Bir peygamber olarak, bütün fikirlerini hiç tartışmasız kabul ettirebilecek iken, peygamberlik makamını bir yaptırım aracı olarak kullanmayı tercih etmemiştir. Ekip çalışmasına da büyük önem veren Peygamberimiz, sahabe arasında topluluk fikrini yerleştirmiş ve ferdî hareketlere fırsat vermemiştir.

Hayatın her alanıyla ilgili en güzel ve yanıltmaz örnekleri bırakan Peygamberimiz, çalışma hayatıyla ilgili de prensipler ortaya koymuştur. Bu örnekler, doğru anlaşılması ve uygulanması ölçüsünde toplum hayatı için yanıltmaz bir rehber olacaktır.
 
Üst