İstişare der dururuz ama...

nurunalanur

Well-known member
İstişare Der Dururuz Ama..


Yüce Rabbimiz her akıldan üstün bir akıl yaratmıştır. Hiç kimse bir şeyi bütün insanlardan daha iyi bilip yapamaz, mutlaka hepimizin eksik olduğu, danışıp öğrenmesi gereken şeyler var. İslâm dini bu yüzden bize istişareyi emrediyor.

İstişare... Yani fikir sormak, danışmak... Bunun neticesinde de ortak bir karara varmak. Ancak bazen istişareyi yanlış anlıyor ve uyguluyoruz.

İstişare bir iş yapılmadan önce fikir almak ve işin nasıl yapılacağına karar vermek için yapılır. Yoksa toplanıp konuştuktan sonra başkan konumundaki kişinin kararlarını açıklaması değildir.

Nitekim içimizde lider konumunda olmayan kimse yoktur. Ya anneyiz, ya babayız, ya ağabeyiz, ya ablayız, ya müdürüz, ya başkanız… Neticede bir yerlerde bize bağlı, mesuliyeti bize bırakılmış kişiler ve işler var. Dolayısıyla yönetici deyince aklımıza hemen bazı makamlar gelmesin. Dinimizin bu güzel emrinden hemen sıyrılmayalım. Bizler de birer yöneticiyiz. İstişare de dinimizin yönetimle ilgili bir emri olduğuna göre hepimizi ilgilendiriyor.

Sürekli emretmekten kurtulmak

“Onların işleri aralarında istişareyledir.” diyor Allah Tealâ. İşlerimizi aramızda nasıl istişareyle yapabiliriz?

Mesela kararları baştan verip, yönetici olarak “bu benim en doğal hakkım zaten” deyip, sonra ekibimizi aldığımız kararlardan haberdar etmek için istişare yapabiliriz. Asıl maksadımızın ne olduğunu, nelere asla göz yummayacağımızı söyler, belirlediğimiz hedefi kişilere görev olarak paylaştırırız. “Ahmet sen şunu yapacaksın”, “Mehmet sen ona şunu ekleyeceksin”, “Hüseyin, o ikisi bunları yaparken sen şunu hazır hale getireceksin.” Sonra anlamadıkları bir yer olup olmadığını sorarız, sonra da uygularız.

Kimileri buna da istişare diyebilir ama aslında bu emretmektir. Bunu yapmış olmakla biz dinin bir tavsiyesini yerine getirmek şöyle dursun, ciddi bir kusur işlemiş oluruz. Bir defa böyle davranmak, kararları ben veririm, uygulamayı ben denetlerim, demektir. Sizin fikirleriniz sadece benim istediğim şeyi doğru anlamaya yarar demektir. Allah Tealâ istişareyi, acaba ne demek istediğimi düzgün anlamışlar mı, anlamamışlar mı diye mi istiyor? Yoksa ortak fikirlerin karşılaştırılması ile en doğru olanın seçilmesi sağlansın diye mi talep ediyor? Şüphesiz bizden istenilen son
söylediğimizdir.

Anlaşılacağı üzere istişareden önce halletmemiz gereken bir mesele var. Yönetici olarak konumumuzu doğru belirlemek. İslâm ahlâkı, yönetmekle sorumlu olan herkesten, öncelikle tevazu bekliyor. Bir işin sorumluluğu ona verilmiştir diye o işi malı mülkü gibi görmesin istiyor. Sen başkansın ama senin vazifen hükmetmek değil, hizmet etmek diyor. Ayrıca diyor ki; kararları sen vermeyeceksin, kararlar beraberce alınacak. Sen sadece alınan kararların uygulanmasına gözetmenlik edeceksin.

Bunun dışında, bir başkan ekibiyle bir konuyu istişare ettikten sonra, uygulama esnasında bir sorunla karşılaşınca bunu ekibine sormadan, istişare etmeden, kendi kafasına göre değiştirmemelidir. Eğer istişareyi böyle anlamaz ve uygulamazsak, Rabbimiz bize “danış” derken biz emretmeye, Rabbimiz bize “hizmet et” derken biz hükmetmeye kalkarız.

Nefsi dizginleyebilmek

Bize ne oluyor da her işi kendimiz yapmaya, halletmeye, ipleri hep elimizde tutmaya, kontrolü hiç kaybetmemeye çabalayıp duruyoruz? Birimize bir görev, bir yetki verildiğinde sanki o işin tek ehliymişiz, bizden daha iyi yapacak olmadığı için bize verilmiş gibi davranıyoruz. Sonra insanların karşısına geçip itaat bekliyor, itaat emrediyoruz. Herkesin kendi kararımıza itaat etmesini bekliyoruz. Bir şekilde olayı ‘en iyiyi ben bilirim, en doğruyu ben düşünürüm’ demeye getiriyoruz.

Bir kere meselenin nefsimizle alakalı bir durum olduğunun farkına varmalıyız. Bencilliği bırakmalı bir şekilde kendimize şöyle demeliyiz. Ey Nefsim! Sana bir hizmetçilik verildi, başkanlık değil. Sen bu işi senden ehil kişi olmadığı için değil, Allah Tealâ seni bununla imtihan etmeyi dilediği için karşında buldun. Senin görevin karar vermek ve emretmek olamaz. Aksine senin vazifen istişareden çıkan kararların uygulanmasını sağlamaktır.

Sünnet üzre olmak

Şüphesiz, doğru istişareyi bulmakta ve uygulamakta kendimize iyi bir rehber seçmeliyiz. Mesela Hz. Peygamber s.a.v.’in yaptığı istişareleri hatırlayalım. O bir şey söylediğinde, Sahabe-i Kiram kendisine: “Ey Allah’ın Rasulü, bu Allah katından bir emir midir, yoksa senin görüşün müdür?” diye soruyordu. O da benim görüşümdür deyince, sahabe efendilerimiz kendi görüşlerini söylüyor, o da önder olmasına rağmen istişareyle hareket
ediyordu.

Şimdi kendi kendimize soralım. Bizim kararlarımız Allah katından bir emir midir ki kimseye sormadan karar vermeye kalkıyor, illâ benim dediğim olacak diye tutturuyoruz. Yaptığımız şey istişare olmadığı halde, adını da istişare koyuyoruz.

Dedik ya hepimiz yöneticiyiz. Öyleyse bu emir hepimizi kapsıyor. Aslında yukarda da söylediğimiz gibi hepimiz birer yöneticiyiz. Yönetici olmadığımız yerlerde de istişare için bize önemli sorumluluklar düşüyor. Başkan olmasak bile uygulayıcılardan biri oluyoruz. O zaman bize verilen görevi yerine getirirken kendi kafamıza göre değil, istişareden çıkan sonuca göre hareket etmemiz gerektiğini hep aklımızda tutmalıyız.

Bir de istişare sonucu alınan kararlara kabul gözü ile bakmak gerekir. İtiraz edilecekse başta edilmelidir. Zira istişareden çıkan kararı sadece başkanlar hazmedemez diye bir şey yoktur. Bazen memurlar amirlerden daha fazla karşı çıkar istişare sonuçlarına. Nitekim bazı insanlar istişare yaparken susuyor, rıza gösteriyor, uygularken isyan ediyor. Bu çok tehlikeli bir hastalıktır. İstişare o görüşü savunanların değil, istişareyi yapan ekibin kararıdır. İstişareyi kendi kararı saymayan, aslında kendini o ekibin dışında saymaktadır.

Aslında istişare yolu üzre olmak, Sünnet yolu üzre olmaktır. Eskiler istişare meclisleri kurar ve buralara ‘meşveret yeri’ derlerdi. Oralarda hiç karar almayacakmış gibi tartışılır ve sonrasında bir karar alınır ve uygulanırdı. Bu karar da herkesin kararı olurdu. İşte asıl istişare de budur.

Yine sonradan istişarede çıkan kararla ilgili bir sorun olur ve kararın yanlış olduğu anlaşılırsa; “ben uyarmıştım”, “beni dinlemediniz” gibi şeyler söylemek istişare ahlâkına ihanet sayılır. Öyleyse istişareden çıkan karar bizim kararımıza uygun olsun veya olmasın, o kararı birlik ve beraberliğimizin harcı bilerek ona dört elle sarılmalıyız. İnatçı boyunlarımızı istişare sünnetinin önünde eğmeyi iyice öğrenmeliyiz.

Kim bilir, bu ümmetin hayli zamandır bozuk giden işleri böyle hayatî bir sünneti ihya etmenin hatırına yeniden yoluna girer.


MÜKERREM METE
 
Üst