Bediüzzaman Batı'yı niçin reddetti?

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Bediüzzaman, Batı uygarlığını neden reddettiği sorusuna, önce Batı medeniyetinin 5 olumsuz temel özelliklerini anlatarak cevap verdi ve uyardı.

60404.jpg



Bediüzzaman'ın Batı ve İslâm medeniyeti mukayesesi
Bugün, dürüstçe söylemek gerekirse, önceki yazıda söz verdiğim yazıyı yazacak vakit bulamadığım için, Lütfi Kırdar'da [dün] yapılan 4. Ulusal Risale-i Nur sempozyumu sonrasında düzenlenen panel nedeniyle hazırladığım metinden, Bediüzzaman'ın Batı uygarlığı ile İslâm medeniyeti arasında yaptığı karşılaştırmanın yer aldığı bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu bölüm, üstadın Sünûhât, Mektûbât, Sözler gibi kitaplarında da değişik şekillerde yer alıyor. Benim alıntıladığım bölüm Sünûhât'tan.

Bediüzzaman, önce Batı uygarlığını neden reddettiği sorusuna, Batı uygarlığının temel özelliklerini özetleyerek şöyle cevap verir:

"Çünkü beş menfi [olumsuz] esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı [dayanak noktası] kuvvet'tir. O ise, şe'ni [bunu yerine getirme yöntemi] tecavüzdür. Hedef-i kastı, menfaattir [Ulaşmak istediği yegâne gâye, çıkar'dır]. O ise, şe'ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir [çatışma'dır]. O ise, şe'ni tenazudur [kavga, gürültü, patırdı, savaş vesaire'dir]. Kitleler mabeynindeki rabıtası [Kitleleri birbirine bağlama rabıtası], âhari [ötekileri, kendisi dışındakileri] yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe'ni böyle müthiş tesadümdür.

Câzibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî [yaymak] ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir [sınırsız arzu ve istekleri azmanlaştırmaktır]. O heva ise, şe'ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete [köpeklik derekesine] indirmektir. İnsanın mesh-i manevisine [manevî boyutunun örtülmesine, yok olmasına] sebep olmaktır. [Bunlardan] çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir."

"İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh saadete çıkarmış; diğer onu da beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, küll'e ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kaindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur'ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder."
"Hem serbest hevânın [sınırsız arzuların] tahakkümüyle, havâic-i gayr-i zaruriye [zarûrî olmayan ihtiyaçlar], havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedavette [Daha önceki zamanlarda] bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet [Batı uygarlığı] yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y, masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev'e verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı, fakir ahlâksız etmiştir. Kurun-u ûlânın ["önceki" çağların] mecmu [toplam] vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!"

Bediüzzaman, İslâm medeniyetinin husûsiyetlerini ise şöyle özetlemiştir.

"Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun [gerektirdiği] ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hâzıra'nın [çağdaş / Batı uygarlığının] inkişâından [çöküşünden] inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz' eder."
"İşte nokta-i istinad [dayanak noktası], kuvvete bedel [güce, güç kullanımına karşı] hak'tır ki, şe'ni [bunu yerine getirme yöntemi] adalet ve tevazündür [mizan, denge'dir]. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü'l-vahdet de [birliği tesis etme yolu da] unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dînî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samîmî uhuvvet [kardeşlik] ve müsalemet [selamet] ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür [savunma'dır]. Hayatta düsturu, cidal [çatışma] yerine düstur-u teavündür [dayanışma ilkesidir] ki, şe'ni ittihad ve tesanüttür. [Hizmeti] hevâ yerine hüdâdır ki, şe'ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder [arzuları sınırlandırır]; nefsin hevesat-ı süfliyesinin [düşük arzularının] teshiline bedel [azmanlaştırılmasına karşın], ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder."



Yusuf Kaplan
 

inþirah

Well-known member
“Evet, büsbütün ümitsiz değilim. Dünya büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş batıl formülleriyle mi? Yoksa İslâmın ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum” ve “İnşallah, istikbaldeki İslâmiyet’in kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumiyi de temin edecek”

ASRIN BEDİ'İ SAİD NURSİ
 
Üst