Doğu'nun Paris'i sizce hangisi?

Ali Said

Well-known member
Doğu'ya varınca bir dolu Paris bulursun. Kimi gözden düşmüştür artık, 'bir zamanlar' Paris olmakla avunur. Erzurum böyledir. Kimi, Antep kalesi gibi sağlam durur, durmakla kalmaz gelişir, büyür, ışıldadıkça daha bir Paris olur. Kiminin de çiçeği burnundadır.

Sağdan soldan yükselen birtakım sesler; "İşte Kars, İşte Yeni Paris!" demiştir ve civardaki Parisleri huzursuz etmiştir. İyi de Doğu'da Paris neyin nesidir? Paris, Diyarbakır'ın neresindedir? Onlar Paris ise Van, Malatya nedir?
Bizim Doğu'da birçok Paris var, neden? Duymamış olamazsınız, Ankara'yı o tarafa aşınca Paris'e varırsınız. Hangi şehre gittiğinizin önemi yok; Kars, Erzurum, Malatya, Van, Diyarbakır, Antep hepsi de kendine göre bir Paris'tir, 'Doğu'nun Paris'i... Nesi Paris'e benzer bu şehirlerin? Sosyal hayatı mı? Kültür-sanat faaliyetleri mi? Bulvarları mı? Şehirlerine bu sıra dışı, fantastik etiketi yapıştıranlar, yüzlerdeki müstehzi gülüşü görmezler mi? "Doğu'nun Paris'i mi, hadi canım sen de!" O taraflara yolumuz her düştüğünde duyduğumuz ve artık neredeyse içselleştirdiğimiz bu kavramı masaya yatırdık. Gezginlere, fotoğrafçılara ve sinema yönetmenlerine "Neden Paris?" diye sorduk ve elbette bu yakıştırmanın altındaki ruh hâlini sezmeye çalıştık. İşte bizim ahvalimiz...

dogu01.jpg
İçselleştirilmiş oryantalizmin pençesinde...
Özcan Yurdalan, yolunu çoğunlukla doğuya düşürmüş bir seyyah ve aynı zamanda belgesel fotoğrafçılığın usta isimlerinden. 'Doğu'nun Paris'i kavramını hiç ciddiye almadığını; ama illâ konuşmak gerekiyorsa bir dolu dipnot düşmek gerektiğini ilk dakikada söyledi. Neydi o dipnotlar? Bir; kentler de insanlar gibidir, hepsinin kendine göre bir karakteri vardır. Birini öteki üzerinden açıklamak doğru değildir; çünkü bu yaklaşım kucaklayıcı olmaktan çok indirgeyicidir. İki; bir şehri tanımlarken onun kültürel gelişmişliğinden ya da bir sanat merkezi olmasından söz edeceksek eğer, o kenti kendisiyle açıklamak daha doğru olur. Aksi takdirde içselleştirilmiş oryantalizmin tuzağına düşülmüş olur ki bu da çok acıklıdır.
Yurdalan, Paris'e benzetilen şehirlerle ilgili 'samimi' görüşünü de saklamıyor; "Bu kentler, çoğulcu ve zihinsel açıklığı gelişmiş kentler arasında gösterilemez. Tek tipçi bir kültürel hayat yaşanıyor oralarda." Söz Diyarbakır'a gelince "Hayır," diyor Yurdalan: "Orası ayrı bir yerde duruyor. Kültürün, sanatın, politikanın ve canlı bir tartışma ikliminin yaşandığı Diyarbakır, atölye çalışmalarının ve konferans salonlarının meraklı ve ilgili bir kitle tarafından doldurulduğu nadir şehirlerden biri. İşsizlik ve altyapı gibi bir dolu sorunu var şehrin; ama enerjisi de var." Erzurum'u biraz 'silik' buluyor seyyah, "Erzurum evleri de olmasa son yıllarda bu şehirle ilgili kayda değer bir şey duymuş sayılmayız." diyor. Peki Antep? 'Doğu'nun Paris'i kavramına epey mesafeli bakan Yurdalan, gülüyor burada: "İlla bir şehri Paris ilan edeceksek orası Antep olabilir. O tarafın en gelişmiş şehri Antep'tir."

dogu05.jpg
Diyarbakır aydınlanma yönünden Paris'e benzer
İlk uzun metrajlı filmi 'Gitmek'i doğuda çeken yönetmen Hüseyin Karabey için de Paris, 1871 ayaklanması ve 68 kuşağı demek. Karabey, hem bu hatırlayışta hem de Diyarbakır'a ayrıcalıklı bir konum atfetmede Özcan Yurdalan'ın yanında duruyor: "Bizde herhangi bir şehir için Paris vurgusu yapılıyorsa aydınlanma kastediliyordur bence. Daha doğrusu öyle olmalıdır. Bu benzetmeyi hak eden tek yer de bana göre Diyarbakır'dır. Malatyalı olduğum halde böyle söylüyorum."
"Neden Diyarbakır?" diye soruyoruz haliyle. Karabey de bir dolu gerekçe sıralıyor: "Şehir 25 yıldır devinim içinde, köy göçleri, demografik yapının değişmesi gibi sorunların altında ezilmedi. Ortadoğu'da ve dünyada ne olduğunu hayatî bir ihtiyaç gibi takip eden bir halk yaşıyor orada. Bin 800 yıllık bir kilisesi var, Ulu Cami Anadolu'nun en eski camisi, şehir hayatı çok eski ve yerleşik. Şu anda pek hissedilmese de kadim halkların yaşadığı bir şehir. Daha basite indirgersek bir buzdolabını ya da bir dergiyi kolaylıkla bulabilmek de merkez yapar Diyarbakır'ı."

dogu03.jpg
İki düzgün binayla Paris olunmaz...
Bir başka sinema yönetmeni Reis Çelik dikkatimizi Kars'a çekiyor. Paris gibi bir Kars'a değil; ama Kars gibi Kars'a... Çelik'in bu şehir üzerinde durmasında oralı oluşunun etkisi var elbet; ancak şehri ve orada yaşayan kültürü özümsemiş olması ve kıymetli bulması belki daha önemli bir etken. "Kars Doğu'nun Paris'iymiş' diyoruz, gülümsüyor; ama keyfinden değil, bu tanımı pek zavallı bulduğundan. "Kendi şehrine güvenen, bir yere benzetmez onu." diyor, e dost acı konuşurmuş, Reis Bey meğer epey muzdaripmiş: "Kendini yok edeceksin, sonra iki düzgün bina yapınca Doğu'nun Paris'i diyeceksin. Ben de sana 'vah vah' diyeceğim."
Kars'ın 'uygar' bir şehir olduğu zamanlara tanık olmuş Çelik, o taş binaların ve kültürlü adamların sapasağlam ayakta durduğu mesut günler, yetmişlerin ortasında, İstanbul göçleriyle yitip gitmiş. Son dönemdeki canlılığı neyle izah edeceğiz peki? "Sinemayla elbette." diyor Reis Bey, "Kars'ta çekilen filmler şehri yeniden gündeme getirdi. İlkin biz 'İnat Hikâyeleri'ni çektik. İnsanlar o görüntüleri izleyince donakaldı. Türkiye'de değil de kutuplarda çektiğimizi zannedenler oldu. Öyle filmler çekeceksin ki dünyanın öteki ucundaki biri orayı görmek isteyecek. O zaman işte 'Doğu'nun Paris'i değil de 'Doğu'nun en güzel şehri' diyebileceğiz.
Reis Çelik'in gazetecilik günlerine ait bir hatırası da var ki pek şenlikli; "1983 yılı, Haldun Simavi Günaydın Gazetesi'nin sahibi. Bana dedi ki: 'Van'a gideceksin. Bir tren istasyonu var orada, gemi çalışıyor, deniz var yeni oteller açılmaya başladı. Doğunun İstanbul'u diye bir haber çalışacaksın.' Van'da sokaklarda dolaşmaya başlayınca 'Ne İstanbul'u yahu!' dedim. Oradan bakıyorum, buradan bakıyorum İstanbul'u çağrıştıracak bir kare yakalayamıyorum. Haldun Bey'e telefon ettim ve dedim ki: 'Burada onlarca çocuk 'Abi mendil al, abi para ver.' diye üzerime saldırıyor. Ben en iyisi henüz otomobil görmemiş göçerlerle röportaj yapayım.'

dogu02.jpg
Doğu'da Paris mi? Oh my god!
Paris o kadar güzel bir yer mi ki? diye soruyor Jennifer Gökmen: "Sokaklar, afedersiniz, pislikten geçilmiyor. İnsanlar çok soğuk. Fransızca konuşmaya çalışsan bile aksanın bozuk olduğu için çok terbiyesiz davranıyorlar. Misafirperver değiller." Jennifer, 'Türkçe Sevmek' kitabıyla epey sükse yapmış Amerikalı gelinlerimizden biri. Doğu'yu pek tanımıyor; ama bir Paris seçmesi gerekirse oyunu 'çok büyüleyici' bulduğu Mardin'den yana kullanmak istiyor. Arkadaşı Anastasia Ashman ise tam bir Paris sevdalısı. Bir Türk'le evlenip İstanbul'da yaşamasaydı kesinlikle Paris'te otururdu. Anastasia 'Doğu'nun Paris'i kavramını anlamakta epey zorlanıyor. Bu kavramdaki ironiyi, mizahı, düş gücünü fark edemediği için benzetmeyi gerçek zannediyor: "Nasıl yani? Nüfus olarak mı altyapı olarak mı benziyor? Bu mümkün değil, Paris'te yemek en iyi, sanat en iyi, kültür en iyi, mimari en iyi..." Sonra Doğu'da bir Paris bulamasa da Batı'da buluyor: "İstiklal Caddesi Paris'e en yakın yer. Enerji aynı enerji... Sokakta eğlenmek, yemek içmek, kitabevleri, mimarî çok yakın. Eskiden daha bohem köşeler vardı; ama temizlendi. Akaretler'deki W Hotel ve Cihangir de bana Paris'i hatırlatıyor." Son noktayı Jennifer koyuyor: "Türkiye bambaşka aslında, başka bir yere benzetmenin mantığı yok." u.akagunduz@zaman.com.tr

dogu04.jpg
Kelime dağarcığımız zayıf, ondan Paris diyoruz
Son zamanlarda Anadolu'da lezzetli yolculuklar yapan Mehmet Yaşin, 'tat'lı bir cihetten bakıyor meseleye: "Kars'ın tadıyla Paris'in tadı karşılaştırılamaz. Kars, Doğu'da olduğu için tatlıdır. Antep ağzımı sulandırır mesela; ama Erzurum'a gitmek için çok iyi bir bahane bulmam gerekir." 'Paris benzetmesi'yle ilgili Yaşin'in de çekinceleri var. "'Kars Paris oldu.' dediklerinde, şehrin sanat galerileriyle, geniş bulvarlarla, modern binalarla dolduğunu düşünmem. 'Gece hayatı renklendi, eğlenceli bir yer oldu herhalde.' derim. Aslında bir şehir son zamanlarda hareketlendiyse, turist çekmeye başladıysa, başka bir tanım bulabilmeliyiz. 'Doğu'nun Paris'i deyivermek kolaycılıktır, başka bir söz bilmediğimizi gösterir."

dogu06.jpg
Biraz Doğu'ya baksak...
Doğu'yu Paris üzerinden tartışırken olanlar oluyor, daha doğuya İran'a, Beyrut'a, Suriye'ye doğru kayıyor eksen, kaymıyor belki de düzeliyor. Türkiye'yi müzik ve mimari üzerinden anlamaya çalışan fotoğrafçı Haluk Çobanoğlu meseleye bambaşka bir pencereden bakıyor: "Doğu'da Antep bu tanımı hak ediyor; fakat Antep mimari açıdan ve çok kültürlülük açısından Halep'e yaklaşamaz bile. Halep'te, bir cuma günü kendisinden para isteyen dilencileri geri çevirmeyen bir Ermeni'yle karşılaşmıştım. "Sen Hıristiyan'sın, neden sadaka veriyorsun?" diye sordum Türkçe olarak. 'Olsun ama' dedi, 'Onlar fakir.' Bizim kaybettiğimiz tablo Halep'te yaşıyor işte. Reis Çelik de soruyor: "Siz Şiraz'ı gördünüz mü? Semerkand'ı, Buhara'yı... İsfahanlılar kendi şehirleri için nısf-ı cihan derler, dünyanın yarısı, nasıl bir özgüven! Parlatılıp, cilalanan şeylere tapınarak zavallı durumuna düşen bizleriz." Hüseyin Karabey de İran'da halkın bizi çok yakından takip ettiğini fark etmiş. "Oralara gidince en yakın olana sırtımızı döndüğümüzü ve hep çok uzaklara baktığımızı görüyorum."
ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ
 
Üst