ALİ HAYDAR AHISKAVÎ Hazretleri

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
ALİ HAYDAR AHISKAVÎ
[ Kaddesallahu Sırrahulaziz ]
ahaydar1.jpg
Batum'un Ahıska beldesinde 1870 senesinde dünyaya geldi. Babası Şerif Efendi'dir. İki yaşında annesini, dört yaşında da babasını kaybeden Ali Haydar Efendi ilk ilim tahsilini memleketinde yapmıştır. Daha sonra Erzurum'da medrese tahsiline devam etmiştir. Erzurum'dan sonra İstanbul'a gelen Ali Haydar Efendi , Fatih Camii Şerifi'nde derslere devam ederek, Beyazıd dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Hamdi Efendi'den 1901 yılında icazet almıştır.

Ali Haydar Efendi (K.S.), Ahmed Hamdi Hoca'nın derslerine devam ederken, o devirde kadı yetiştiren Medresetü'l-Kuzat'a ( o zamanın Hukuk Fakültesi ) giderek, oradan da diploma almıştır. (1906) İlk adli vazifesi Burdur kadılığıdır. Sonra Uşak kadılığı ve sonra Denizli kadılığı olmuştur. Daha sonra İstanbul İstinaf Mahkemesi ( dava mahkemeleri ile temyiz mahkemeleri arasında bir derece yüksek mahkeme) üyeliğine getirildi.. Bu vazifede iken hukuk mektebinde Mecelle ve Usul-i Muhakematı Hukukiye derslerini okutmaya başladı. Ardından sırasıyla İstanbul Bidayet Mahkemesi, İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığı, Bidayet Mahkemesi Başkanlığı, İstinaf Mahkemesi İkinci Hukuk Dairesi Başkanlığı, Temyiz Mahkemesi üyeliği, aynı mahkemenin hukuk dairesi üyeliği, sonra başkanlığı ve temyiz mahkemesi başkanlığı görevlerinde bulundu.

Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, Hukuk-u İslâmiye ve Islahatı Fıkhiye Kamusu eserinde Ali Haydar efendiden bahsederken, "Yüksek çalışkan fukahamızdan sayılır" der ve devamla, "Mahkeme-i Temyiz riyasetinde, mülga fetvahane-i ali emanetinde ve adliye nezaretinde bulunmuştur. Mecelle-i ahkamı Adliye'ye yazmış olduğu 4 ciltlik mufassal şerhi, kıymetli bir eserdir. Birçok çalışmanın faideli bir semeresidir. Arazi, evkaf, mefkud, ahkâmına dair eserleri, intikal kanununa şerhi de vardır. Medresetül Kuzat'ta ve Darül Fünun'da mecelle vesaire müderrisliğinde bulunmuştu" diye övmüştür.

Sene 1914 Fatih Camii'nde talebe okutmaya başlamıştır. Fetvahanede fetva vermiş, gösterdiği büyük iktidarla, 1914 yılında Sahn Medresesi Fıkıh Müderrisliği'ne tayin edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı ardından, 14 Kasım 1914'te ilan edilen Cihad-ı Ekber fetvasını, Fetva Emini sıfatıyla Fatih Camii'nde okudu. Aynı zamanda 23 Kasım 1914'te Cihad Beyannamesinde bulunan 29 imzadan birisi de Ali Haydar Efendi'dir. 1915 yılında Şeyhü'l-İslamlık'ta yeni kurulan "Telif i Mesail Heyeti Reisliği"ne tayin edilmiştir. 1916 yılında Huzur Dersleri baş muhatablığına tayin edilmiştir. Rumeli Kazasker payeliğini elde etti. Aynı yıl emekliye ayrıldı. Tevfik Paşa'nın ikinci sadaretinde (Baş vezirlik) kısa bir süre Adliye Nazırlığı (Adalet Bakanlığı) yaptı. Bu görevde iken Medine'yi teslim etmeye yanaşmayan Fahrettin Paşa'ya Padişah'ın teslim konusundaki iradesini götürdü.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (KS), zahiri ilimlerin hepsini ikmal etti. Varılacak noktanın en üst kademesine ulaştı. Üstelik kendisi de, şanlı şöhretli, celadetli idi. Efendi , sert mizaçlı biri idi. Taviz vermeksizin şeriatın hükümlerinin yerine getirilmesini isterdi. Hatta Maide suresindeki şu ayeti kerime sanki düsturu olmuştu. "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin, fasıkların, kafirlerin ta kendileridir." (Maide Suresi ayet 44-45) Hitabeti çok kuvvetli, fakihliği 4 mezhebe fetva verecek kadar kuvvetli idi. Tesir ve ikna gücü de yerinde idi.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi , kaynaklar, tarih olarak kesin belirtmemekle beraber, 1913 ve 14 yılları, Bandırma'ya gider. Bir Ramazan günü talebelere yardım maksadı vardır. Tabii ki vaaz edecektir. İstanbul ulemasından olduğu için her yerde rağbet çok olur. Vaazları genelde tasavvuf ve tarikatlar aleyhinde olur. Hatta bir gün sabah namazında kişiyi isimlendirerek, "Burada Bezzaz Ali Rıza Efendi var, esnaftır, tarik ehlidir, şöyle yapar, böyle yapar" diye aleyhinde konuşur. Cemaatin içinde Ali Rıza Bezzaz Hazretlerinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi de vardır. Vaazı dinler ve namazdan sonra olup biteni Rıza Ali Bezzazi Efendiye anlatır. Meşayih sevinir. Efendi de "Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecektir" der. Gönülden gönüle yol var ya. Onların sözleri ok gibidir, gider hedefini vurur. Ali Haydâr Efendi'nin gönlüne bir ateş düşer. Tasavvuf ve tarikat ehline karşı bir sevgi ve alaka başlar. Kalbi vecd, istiğrak ve cezbe ile dolar. Dev cüsse, cübbeyi ve sarığı atarak camiden çıkar. Pazar yerinde bez atan Ali Rıza Bezzaz Efendi'nin yanına varır. Söylediklerinden pişmanlık duyduklarını ve affetmesini ve evlatlığa kabul etmesini söyler.

Bezzaz Ali Rıza Efendi (K.S.), Ali Haydar Efendi'nin kolundan tutar, sırtını okşar ve "İstanbul'da Hacı Ahmet Efendi var ona git" der. Bandırma'dan İstanbul'a dönüş Ahıskalı Ali Haydar Efendi, İstanbul'a gelip Hacı Ahmet Efendi'yi bulur. O da "Topkapı'da Ali Efendi var ona git" dedi. İmtihanlar, sabır, teslimiyet. O ona, o da ona gönderiyor? Topkapı'ya giden Ali Haydar Efendi (KS), kendisine bildirilen köhne, dökük bir evin kapısını çaldı. Yarım saat kadar kapıda bekledi. O an nefsi ile başbaşa kaldı ve nefsi içerden konuştu: "Ey Ali Haydar, sen ki padişahın huzur dersleri baş muharrir ve baş muhatabısın, böyle bir adamın böyle köhne evin ününde kapısını bekliyorsun, bu sana yakışır mı?" diye iç geçirdi. Daha sonra kapı açılıp bir kız çocuğu çıktı. "Buyurun içeri" dedi. İçeri giren Ali Haydar Efendi, bir saat daha bekledi. Bu sırada saçı-başı birbirine karışmış, kambur bir adam içeri girdi. Bu kimsenin Ali Efendi olduğunu anlayan, Ahıskalı Ali Haydar Efendi, hemen elini öpmek istedi. Fakat o kimse, "Çek, çek elini, ben samimiyetsizliklere el veremem" dedi. Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kendi sıfatlarını ve makamlarını saymaya başlayınca, o zat "Sus, sus" diye azarladı. Ahıskalı Ali Haydar ağlamaya başlayınca da, "Ya! Amma da cümbüş hocacıymışsın, şaka yaptım" dedi. O anda bazı değişiklikler hisseden Ahıskalı Ali Haydar Efendi, karşısındaki Ali Efendi'ye talebe olup sohbet ve derslerine devam etti. Tasavvuf yolunda ilerledi.

Bandırma'daki Nakşi Şeyhi Ali Rıza Bezzazi'nin vefatı üzerine postnişinliğe getirildi. Dergâhta vakıf şartı gereğince Ali Rıza Bezzazi'nin talebeleri arasından seçildi ( 1914). Bu dergâh, Fatih ilçesi Çarşamba mevkii, Cebecibaşı mahallesinde İsmail Ağa Camiinden Fener Kilisesi'ne doğru giden sokağın sonundadır. Burası, Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Hazretleri'nin dergâhıdır. Nakşi silsilesinden 32.'dir. Yanında 33. Şeyh Halil Nurullah Zağravi Hazretleri vardır. Yan yana kabri şerifleri oradadır. 34. silsile zinciri az önce bahsettiğiıniz Ali Rıza Bezzazi'dir ve Bandırma'da medfundur. 35. Ali Haydar Ahıskavi olmuştur. Allah onlardan razı olsun. İttihat ve Terakki hükümeti, Ahıskalı Ali Haydar Efendi'nin bu seçimini reddetti. Postnişinliğine el koydu. Fakat Efendi Hazretleri bu işi yine devam ettirdi. Birinci Dünya Savaşı boyunca aynı zamanda da padişahın huzur dersleri başmuhatablığını da yürüttü. Beş yıl sonra müridlerden Hafız Halil Sami Efendi tarafından yazılan istida (dilekçe) ile postnişinliğin gasp işi saraya intikal ettirildi. Nihayet hicri 1338, miladi 1919'da Ali Haydar Efendinin postnişinliği bizzat padişah tarafından tasdik edilmiş oldu. Huzur dersleri de 1923'e, padişahlığın kaldırılmasına kadar devam etti. .

Cumhuriyet sonrası alimlerin çile devri başladı. Sorgular, mahkemeler, hapisler, beraatler birbirini izledi.
Tahirül Mevlevi, basın aleminde "Hayatım ve istiklal mahkemeleri" adlı hatıraların, polis nezaretine gittiklerini uzun uzadıya anlattıktan sonra, koğuşta kimlerle kaldıklarını tarif ederek yazıyor: "Kapıdan girince sağdan birinci karyolada Dağıstanlı Seyyid Tahir Efendi, ikinci karyolada Kâtip Aziz Mehmet Efendi, üçüncü karyolada kitapçı Aziz Efendi, dördüncü karyolada Ömer Rıza Bey, beşinci karyolada Abdi
Acz (kendi), altıncı karyolada Suud Bey, yedinci karyolada her akşam orada yatan bir memur. Soldan birinci ve ikinci minderde Yağlıkçı Hasan ve Mustafa efendiler, soldan birinci karyolada Dersiam ve Çarşamba'daki İsmet Efendi Tekkesi şeyhi Ahıskalı Ali Haydar Efendi, bir de onlara mücavir ( komşu) Seydişehirli Hasan Efendi, ikinci karyolada vaiz Sofi Süleyman Efendi, Kitapçı Mihran Efendi de tam orta yerdeki karyolayı seçmişti. Ali Haydar Efendi ve Süleyman Efendi'nin birer zembili ve bir de pöstekisi vardı. Tahirül Mevlevi koğuştakilerin hususi hallerini bir bir süzdükten sonra Ali Haydar Efendi için şunları da ekleyivermiş: "Şeyh Ali Haydar Efendi, kulakları az işittiği için mütalaayı ve tilaveti muhasebeye (sohbete) tercih ediyor, kendisine tane tane ve yavaş söylenilmek şartıyla bir şey sorulacak olursa müfid ve mukni (faydalı ve ikna edici) cevaplar veriyor, mangalda kendi eliyle kaynattığı çayı sessizce içip hususi aleminde bulunuyordu."

Tahirül Mevlevi bir gece rüya görür, namazdan sonra Ali Haydar Efendi'ye gelir anlatır. "Şeyh Ali Haydar Efendi ile ikimizin müşterek bir maaş cüzdanı varmış. Bu cüzdanla vezneye müracaat etmiştim. Maaş alacakmışım. Veznedar, bir iki kâğıt para verdikten sonra; -İstersen bir de altın vereyim teklifinde bulundu. -Aman lutuf etmiş olursunuz, çoktandır ruyetinden mahrumum. Gurbette hemşehri görmüş gibi olurum, dedim. Vezneci kenarı kırık bir altın verdi. Bunu görünce; -Aman bir lütuftur ettiniz, bari tamam olsun, şunu değiştiriverin ricasında bulundum. Onu aldı. Mevlevi külahı şeklinde altından mamul tam bir sikke verdi. Aldım ve uyandım." O mübarek de iyiye yorar: -Altının değişmesi hakkında hükmün değişeceğine, maaş cüzdanının müşterek olması da ikimizin beraatine işarettir, der, Gerçekten birkaç saat sonra da tabiri gibi olur. Bir zaman sonra telgrafhanede Şeyh Ali Haydar Efendi'yi görür ve: -Efendi rüya tabiriniz gibi çıktı, deyip elini öper, hatta telgraf kâğıdını yazıverir.

Türkiye'de yeni kurulan idareye karşı olduğu öne sürülerek Ankara'ya götürülür. Ankara'da İskilipli Atıf Hoca ile beraber aynı koğuşta kalır. Hapishanede kaldığı sırada rüyasında şeyhini görür ve şeyhi ona bir rivayetle 33, başka bir kaynakta 41 defa Fetih suresini okursan kurtulursun der. Ali Haydar Efendi okumaya başlar. Bir yandan da okuduğu sayıyı ranzaya işaretler. Onun böyle yaptığını gören İskilipli Atıf Hoca, (Allah rahmet eylesin); -Hoca ne.yapıyorsun, der. Ali Haydar Efendi de: -Rüyamda şeyhim böyle söyledi, sen de oku kurtulursun inşaallah der. İskilipli Atıf Hoca da: -Bu gece ben de rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm (sav). "Atıf ben seni çağırıyorum, sen savunmanı hazırlıyorsun" buyurdu. Ben de savunmamı (müdafaaname) yırttım" der. Bilindiği üzere Atıf Efendi şehadet, Ali Haydar Efendi hizmet şerefiyle Allahu Teala'nın nimetine vasıl oldular.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi (KS), yıllarca ilim öğrenmek, ilmi öğretmek ve insanlara İslâmı anlatmak için meşgul oldu. Edebin birinin dahi terkine rıza göstermezdi. Pek çok ilim erbabı yetiştirdi, kıymetli müridleri oldu. Vaktinin büyük bir bölümünü Kur'an-ı Kerim okumakla geçirirdi. "Sülbümden değil, yolumdan gelen benim evlâdımdır" derdi. Uzaktan yakından ziyaretine kimler gelmez ki? Erzurum'dan Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi, Ramazanoğlu Sami Efendi, Hasip Efendi, Mehnet Zahid Kotku ve nice alim, fazıl kişiler...

Siyasetten uzak durur. Talebelerinin de uzak durmalarını tavsiye ederdi. Ali Haydar Efendi , derin bir bilgiye sahipti. Dînî ilimleri bihakkın kavrayan bir zekâya sahipti. Hitab ettigi cemaati hemen te'siri altına alırdı. .

Uğrunda hayatı boyunca mücadele ettiği en büyük gayesi; Allah'ın indirdiği ile hükmetmekti. Maruz kaldığı çile ve meşakkatlara gögüs germiştir. Emr'i bi'l-ma'rufa büyük önem verirdi. "Din-i Mübin-i İslâm'ın devam ve bekası, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin devamına; dîn-i mübin-i İslâm'ın inkırazı (yıkılması) ise emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin ( iyiliği emredip kötülükten alıkoyma) terkine bağlıdır." derdi.

Ali Haydar Efendi (K.S.), tasavvuf ehli olarak Nakşbendiyye'nin Halidî koluna mensuptu. Silsilede sırası otuzbeşinciydi. Şeyhi ise, Bandırma'da medfun bulunan Mevlana Ali Rıza el-Bezzaz (K.S) idi. Ali Haydar Efendi Nakşbendi tarikatının şeyhlerinden olan ve silsilede 32. sırada bulunan, Mevlana Muhammed Mustafa İsmet Garibullah (K.S) Efendi'nin Fatih Çarşamba'da Cebecibaşı mahallesindeki konağını tekke edinerek, Şeyh İsmet Efendi Dergahı adı verilen bu tekkede, irşad makamında oturmuştur.

Dergahının bulunduğu mahalde bulunan evinde, 1 Ağustos 1960 tarihinde vefat etti. Vefatında, âyetler okuyarak, etrafındakilere nasihatler ederek, tebessümler saçarak, dar-ı bekaya göç etti. Arkasında binlerce gözü yaşlı mürid bıraktı. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.


Kaynak: Son Devrin Kutub Yıldızları
 
Altın Silsile 34.Halka Ali Haydar Ahıskavi[ksa]Hazretleri

Allah[cc]Efendi Babamız[ksa]a rahmet eylesin,mekanı cennet,makamı ali olsun biiznillah şefaati ümmetin üzerine olsun.
Kardeşim eline sağlık çok güzel bir konu açmış.
Sıkıldığımda bunaldığımda uğrak yerimdir veya bir cum'a sabahında.Efendi Babamız[ksa]bizi bekler.Bilirizki onlar diridir irşada devam ederler.Allah[cc]ımıza dua ederiz yakarırız isteriz ama sevdiği bu kulunu aracı yaparak Allah[cc]ım bu sevgili kulunun yüzü suyu hürmetine derim.Daha boş döndüşümüz yok elhamdülillah.

Elimizdeki bilgileri bu konuya ekledik hem konu dağılmasın hemde kardeşimin konusu bir alt başlık gibi olsun.

Altın Silsile 34.Halka Ali Haydar Ahıskavi[ksa]Hazretleri


Ahıskalı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) zâhirî ilimlerin hepsini ikmal etmiş, varılacak noktanın en üst kademesine ulaşmış olan derin ilim sahibi bir mütefekkirdi. Dört mezhebe vukûfiyeti vardı ve her birinde fetva verecek selâhiyette idi. Bulunduğu görevlerde fasılasız olarak ardı ardınca terfi edip hızla yükselmesi, Onun mâlik olduğu ilmî kudretin en önemli nişânesidir.



Kutbu’l-İrşad, Gavsu’l-Evtad, Ârif-i Billah, Vâsılu İlallah, Ulemâi Kirâm’dan Fatih Mûcîz Dersi Âm’ı, Meşîhâti İslâmiyye Hey’eti Te’lifiyye Reisi, Aliyyü’l-Haydar el-Ahiskavî hazretleri, Batum’un Ahıska kazasında Hicrî 1288 (M: 1870) senesinde dünyaya teşrif etti. Henüz iki yaşına gelmişti ki, annesini kaybetti ve anadan yetim kaldı. Hikmeti İlâhi dört yaşına gelince de, zâhid ve müttakî bir zat olan babası Mehmed Şerif Efendi’yi Yüce Dosta uğurladı. Böylece küçük yaşında hem anadan hem babadan yetim kalmış oldu.
Ali Haydar Efendi ilk ilim tahsilini memleketinde, Ahıska’daki civar medreselerde yaptı. Fakat o sıralarda medreselerde adeta bir matem havası vardı. Çünkü şanlı Kafkasya diriliş hareketinin öncüsü olan, Nakşî şeyhlerinden Şeyh Şâmil’in esareti ve ardından Kafkasya’yı terk etmesi, orada toplumsal olarak büyük bir kırılmaya sebep olmuştu. Ayrıca medreselerin çoğu yıkılmış, müderrisleri şehit olmuştu. Bu yüzden ilim tahsiline devam etmek isteyen pek çokları Anadolu’ya hicret ediyor, kimi Trabzon’a, kimi Erzurum’a gidiyordu.
Ali Haydar Efendi’de 1894’te Erzurum’a gitti ve oradaki zamanının en önemli ilim merkezlerinden olan Bakırcı Medresesi’ne girip ilim tahsiline devam etti. Burada eğitimini tamamlayan Ali Haydar Efendi, ilimde daha da zirvelere ulaşabilmek için İstanbul’a geldi ve o devrin en önemli ve ciddi bir eğitim kurumu olan Fatih Medresesi’ne kaydoldu. Buradaki tahsilini ikmal edince, zamanın meşhur âlimlerinden olan, Beyazıd dersiâmlarından, Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi’nin derslerine iştirak etti. Ve 1901 senesinde Ondan icâzet aldı. Ardından devrin kadılarını yetiştiren şimdiki Hukuk Fakültesi’nin ilk şekli olan “Medresetu’l-Kudat”a devam etti.
Ali Haydar Efendi bir taraftan okuyor, diğer taraftan okutuyordu. Fakat Medresetu’l-Kudat’taki tahsilini 1906 yılında ikmal ederek diploma aldıktan sonra, bütün mesâisini ders vermeye ayırdı. Bundan böyle Ali Haydar Efendi, Fatih dersiâmları arasında yerini almış oluyordu.
Ali Haydar Efendi önce Sadi Bey Medresesi üçüncü müderrisliği görevine getirildi. Ardından Dâr’ul Hılâfet-i Aliyye Medresesi kısm-ı âli fıkıh müderrisliği yaptı. Sonra Fetvahâne Müsevvitliğine getirildi. Ardından da Hey’et-i İftaiyye reisliği yaptı. Bu görevlerde bulunduğu sırada gösterdiği ilmî kudretiyle dikkatleri üzerine çekti ve 1914 yılında da Sahn-ı Seman medreseleri fıkıh müderrisliğine tayin edildi.
1915 yılında da, şeyhülislâmlıkta yeni kurulan Telif-i Mesâil heyetinin resiliğine tayin edildi. İlmiyle, irfanıyla parmakla gösterilen ve başarı grafiği her geçen gün hızla yükselen Ali Haydar Efendi, 1916 yılında ise Huzur Dersleri Başmuhataplığına getirilerek, devrinin en mümtaz ilim meclislerinde yer aldı. Bu dersler, saltanatın kaldırıldığı 1923 yılına (Osmanlı devletinin hitamına) kadar devam etti.
Ahıskalı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) zâhirî ilimlerin hepsini ikmal etmiş, varılacak noktanın en üst kademesine ulaşmış olan derin ilim sahibi bir mütefekkirdi. Dört mezhebe vukûfiyeti vardı ve her birinde fetva verecek selahiyette idi. Bulunduğu görevlerde fasılasız olarak ardı ardınca terfi edip hızla yükselmesi, Onun mâlik olduğu ilmî kudretin en önemli nişânesidir.
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) tebliğ ve davete çok büyük önem verirdi. Bunun önemi hakkında buyurmuştur ki:
“Dîni Mübîni İslâm’ın devamı ve bekâsı, emri bil mâruf ve nehyi anil münkerin devamına; Dîni Mübîni İslâm’ın inkırazı (yıkılması) ise, emri bil mâruf ve nehyi anil münkerin terkine bağlıdır!
Önceleri tasavvuf ve tarikata karşı mesafeliydi. Ali Haydar Efendi ilk başlarda tasavvuf ve tarikata karşı gayet mesafeli duruyordu. Hatta bazı kere vaazlarında tarikatın aleyhinde ifadeler kullanıyor, tekkeleri tenkit ediyordu. Çünkü karşılaştığı ve ziyaret ettiği tekkelerin birçoğunda, Şeriat’a muhalif işlerin yapıldığına ve bunun meşrû kabul edildiğine bizzat şâhid olmuştu. Bu durumda asıl gayesinden sapmış ve bid’atlare boğulmuş olan tarikat adı altındaki bu tür faaliyetlere nasıl iyi diyebilirdi.
O aslında hakiki şeyhlere değil, müteşeyyihlere karşıydı. Yoksa “Şeraitsiz tarikat olmaz” diyen, Peygamber Efendimizin sünnetini ihyâ etmeyi şiar edinen, Şâh-ı Nakşibend gibi, İmâm-ı Rabbânî gibi mâneviyat sultanlarının yolu olan tarikat ve tasavvufa karşı olabilir miydi? Zaten Onun da tek derdi ve gayreti Kur’an ve Sünnetin ihyasıydı. İşte bu samimi niyeti sebebiyle, bu büyük kapı Kendisine Ali Rıza el-Bezzaz hazretleri vasıtasıyla nasip oldu.
Ali Rıza el-Bezzaz hazretlerini gördüğü andan itibaren Kendisini mânevî bir hal kaplamıştı. Onun mânevî cazibesinin etkisiyle, içinde adeta fırtınalar koptu, gönlü vecd ile, istiğrak ve cezbeyle doldu.
Zâhirî ilimlerde büyük bir derya olan Ali Haydar Efendiye, artık Bâtınî ilmin kapısı da açılmıştı. Bâtinî ilimlere vukûfiyet kesbedip, nice gizli ilimler kendisine gün gibi ayan oldu. Gizli kalmış mârifet sırlarının ve İlâhî hakikatlerin pınarından kana kana içti. Kısa zamanda mânevî mertebeleri hızla katedip gerek fazilette, gerekse velâyette çok yüce makamlar sahibi oldu.
Ali Rıza el-Bezzaz hazretleri, bu mânevî emaneti kendisinden sonra Ali Haydar Efendiye bıraktı. Bundan böyle, Fatih Çarşamba’da Cebecibaşı mahallesindeki Şeyh İsmet Efendi tekkesinde irşad makamına geçen Ali Haydar Efendi, bu yolun yolcularına rehber olup feyizlere gark etti. Pek çoklarının velâyet mertebelerini aşmasına, kemâlât sahibi olmasına vesile oldu. Hak âşıklarını gerçek sevgiliye kavuşturdu. Çileli Yıllar
Dört padişah zamanında bilfiil vazîfe yapmış olan ve bilhassa Cennet mekân Sultan Abdülhamîd Han’ın iltifatlarına mazhar olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Cumhûriyet devri boyunca ilimle, dinî tedrisâtla meşgûl oldu. Tabi bu arada çileli yıllar da başladı. Sorgular, mahkemeler, hapisler, beraatler birbirini izledi. Yirmi beş yıl boyunca göz hapsinde tutuldu.
Ali Haydar Efendi bu çileli yıllarında, zamanın pek çok önemli simasıyla aynı kaderi ve hapiste de aynı koğuşu paylaştı. Aynı koğuşta kaldığı Tahiru’l-Mevlevî; “Hayatım ve İstiklal Mahkemeleri” adlı kitabında, gözaltına alınmalarından itibaren mahkeme safhasına kadar geçen olayları detaylı bir şekilde anlatmaktadır. Kitabında, gördüğü bir rüyadan ve Ali Haydar Efendinin bu rüyaya yaptığı tevilden de bahseder. Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) onun rüyasını “Bu rüya ikimizin de beraatına işarettir” şeklinde tevil etmişti. Halbuki, Müddeiumum, Tahiru’l-Mevlevî için üç yıl hapis talep ediyordu. O da kendini buna alıştırıyordu.
Uzun bir hapis süresi sonunda, nihayet karar gecesi geldi çattı. O gece hapishanede herkes müdafasını hazırlama derdindeydi. Ali Haydar Efendi ise, müdafaa yerine Fetih Sûresini okumakla meşguldü. Her okuyuşundan sonra da karyolasının başına bir çizik atıyordu. İskilipli Atıf Hoca ise hazırlamış olduğu müdafanâmeyi elinde buruşturmuş öylece bekliyordu. Ali Haydar Efendi’nin bir şeyler okuduğunu görünce sordu:
- Hocaefendi ne yapıyorsun?
Atıf Efendi! Rüyamda şeyhimi gördüm, bana 33 defa Fetih Sûresini okumamı işaret edip, bu vesileyle inşâALLAH kurtulacağımı beyan buyurdular. Siz de okuyun, ALLAH’ın izniyle hakkınızda talep edilen mahkumiyet kalkar.
- Ben de Kâinatın Efendisi’ni rüyamda gördüm. Bana: “Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun?” buyurdu.
Atıf Efendi böyle söyleyince etrafa birden derin bir sessizlik çöktü. Aslında Atıf Efendi üç yıl hapis istemiyle yargılanıyordu. Böylesine bir davadan idam kararı çıkması akla-mantığa sorsan imkânsızdı. Ama Atıf hoca kendisine idam kararı vereceklerine emindi. Dedi ki:
- Göreceksin bak, beni yarın asacaklar. Çünkü bu haberi bana ALLAH Resûlü verdi!..
Sabahın ilk ışıklarıyla Jandarma nezaretinde topluca İstiklâl Mahkemesine götürüldüler. İskipli Atıf Hoca, Resûlüllah’ın davetine icabet etmiş ve şehâdet rütbesine mazhar olmuştu. Ali Haydar Efendinin ise çilesi demek daha dolmamış ve hizmete devam etmekle şereflenmişti. Bu arada Ali haydar Efendinin yaptığı rüya tabiri çıkmış, Tahiru’l-Mevlevî de beraat etmişti.
Ali Haydar Efendi gayet heybetli ve celadetli, iri yapılı kartal bakışlı bir zat idi. Kendisinde adeta Mevlâ’nın celal sıfatı tecelli etmişti. Hitabetiyle, ilmiyle, takvasıyla, günde 50 bin kelime-i tevhid çekecek kadar ibâdet ve zikre rağbeti ile, her yönden insanlara numûne-i imtisal olan kâmil bir veli idi. Ömr-ü hayatını İslâm dînini öğrenmeye ve öğretmeye adamıştı. Talebeleri Ona öz evladından daha kıymetli idi. Hatta şu veciz sözü bunu çok iyi açıklamaktadır:
“Benim evladım, sulbümden değil yolumdan gelendir.”
İlmî kudretini anlamak için ise, Onun şu sözü kâfidir:
“Siz ne zannediyorsunuz? Bu dinden bir nokta bile sökemeyeceklerdir. Dört mezhebin bütün kitaplarını ortadan kaldırsalar, onları en ince noktasına kadar aynen yazmaya mâlikim.”
İsmet Efendi Tekkesi’nin o büyük şeyhi, gönül iklimlerini coşturan mana eri Ali Haydar Efendi, ömrünün son on yılında en fazla İsmet Efendi Tekkesi’nin geleceğini düşünüyordu. Yine bu düşünce ve endişeler içindeyken bir gece rüyasında şeyhi Ali Rıza el-Bezzaz hazretlerini gördü ve hiç tanımadığı bir genci Kendisine takdim ederek:
- Bu bizimdir. Bandırma’ya hemen gel ve bu emaneti teslim al! diyordu.
İşte mânevî sancağın Kendisine teslim edileceği geleceğin kutbu, gözlerin nuru, kalblerin sürûru, mârifet deryası ve sırlar hazinesi olacak o genç, Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi’den başkası değildi. Altın silsilenin kendisinden sonraki halkası böylece belirlenmişti ve bundan böyle, bu yol aynı himmet ve gayretle Mahmud Efendi hazretleriyle büyüyerek devam edecekti.
Tabi Ali Haydar Efendi, Şeyhinin bu emrini alır almaz o hasta ve yaşlı haliyle, etrafındakilerin “Bu hasta halinizle nasıl yola çıkacaksınız?” demelerine aldırmadan Bandırma’ya gitmek üzere yola çıktı.
Ali Haydar Efendi’nin, Efendi hazretleriyle karşılaşması Ali Haydar Ahiskavî hazretlerinin önde gelen müridlerinden olan, Bandırma eşrafından Hacı Emrullah Efendi anlatıyor: “Ramazan ayı yaklaşıyordu. Mahallede mukabele okuyacak bir kimse bulmamız mümkün değildi. ‘Mukabele için kimi buluruz, kime okuturuz’ diye düşünüyordum. Bir gün camiye girdiğimde baktım ki, genç bir delikanlı tatlı tatlı Kur’an okuyor. Bütün cemaat mest olmuş vaziyette Onu dinliyordu. Çok sevindim. İçimden ‘Ramazan’da mukabaleyi bu gençten dinleriz.’ diye geçirdim. Namazı kıldıktan sonra Kendisiyle tanıştım ve Ramazan ayında bize mukabele okuması için teklifte bulundum. Fakat O: ‘Bandırma’ya askerlik vazifemi yerine getirmek için geldim’ dedi. Buna çok üzülmüştüm. Onu evimde misafir edip ağırlamak istedim, davetimi nezaketle geri çevirip, otelde yer ayırttığını söyleyerek özür beyan etti. Asker olduğu için Kendisine para yardımında bulunmayı teklif ettim, fakat kabul etmedi.
Bunun üzerine Ona dükkânımı tarif ettim ve müsait olduğunda veya herhangi bir sıkıntısı olduğunda mutlaka gelmesini istirham ettim. Daha sonra ayrıldık.
Aradan uzun zaman geçtiği halde maalesef Kendisinden hiçbir haber alamadım. Bir cuma günü erkenden hazırlığımı yaptım ve camiye gittim. Bir de baktım ki, ne göreyim! Ne zamandır yana yana aradığım o asker, caminin kürsüsünde bangır bangır vaaz ediyor ve cemaat pür dikkat Onu dinliyordu. Öylesine sevindim ve mutlu oldum ki anlatamam.
Fakat birden aklıma ilçemizin müftüsü geldi ve canım biraz sıkıldı. Çünkü bizim müftü öyle tanımadığı, bilmediği, her önüne gelen kimseye vaaz ettirmezdi. Bu askerin de vaaz etmesine kızabilir diye endişelendim. Ben bu sıkıntı ve telaşe içindeyken baktım ki, müftü kürsünün hemen dibine oturmuş, dikkatle vaazı dinliyordu. Nasıl sevindim, nasıl rahatladım anlatamam. Hatta namazdan sonra Müftü Efendi:
- Aferin evladım! İşte vaaz böyle olmalı, diyerek Onu takdir etti.
Ben hemen yanına gidip; ‘Şimdiye kadar niçin gelmediğini, Kendisini çok merak ettiğimi’ söyledim. O da: ‘Birliğinden izin alamadığı için gelemediğini” ifade etti. Bu arada Allâh-ü Teâlâ nasib etti ve Hac için o mübarek beldelere gittim. Ben hacdayken şöyle bir hadise cereyan etmiş; Ali Haydar Efendinin Bandırma’da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza el-Bezzaz hazretleri, mânevî yolla İstanbul’daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi hazretlerine, Mahmut Efendiyi takdim edip:
- Bandırma’ya hemen gel ve buradaki emaneti al, diye emir buyurmuş.
Bunun üzerine Ali Haydar Efendi o yaşına, hastalığına rağmen derhal Bandırma’ya gelmiş ve Tekke Camii’ne varmışlar. Ali Haydar Efendi yanında bulunan müridlerine:
- Burada bir asker var. Onu bulun ve bana getirin, buyurmuş.
Bu emir üzerine Bandırma’da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin ne adı, soyadı, ne de adresi bulunmadığından işleri hiç de kolay olmamış. Üstelik benim de hacda olmam işleri daha da zorlaştırmış.”
Buraya kadar Hacı Emrullah Efendiden dinledik, bundan sonrasını ise Efendi hazretlerimizin Kendisinden dinleyelim: “Küçük yaşlarımdan beri âlimlere, şeyhlere karşı bir sevgim ve muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir ALLAH dostu olduğunu öğrensem Onu ziyaret ederdim. Bandırmada acemi birliğindeyken, “burada ziyaret edip, duâsını alabileceğim bir âlim, bir şeyh Efendi var mı?” diye merak ediyordum. Halil Efendi isminde takva bir zat vardı. Bir keresinde ona:
- Buralarda şeyh yok mu? diye sordum.
O da Bana Ali Rıza el-Bezzaz Efendi Hazretlerinin kabrini göstererek:
- Bu zatın halifesi var, lakin O da İstanbul’da, dedi. Bunun üzerine bu zatın kabrini ziyaret ettim. Tabi Onun halifesini de ziyaret edip duâsını almayı arzu ettiğim için, “Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gidebilirim” diye düşünmeye başladım.
Bir gün deniz kenarındaki Haydar Çavuş Camisinde Cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra caminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûrânî bir zat gördüm. O Bana padişah gibi heybetli göründü. O zatın kim olduğunu sorunca, babası takva bir zat olan Fahri Hoca: <.n>- İşte O zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi hazretleridir, dedi.
Çok sevindim ve derhal yanına gidip Onunla görüşmek istedim. Fakat O, temkinli davranıp bana:
- Evladım! zaman çok kötü, Ben takipteyim, gece gel görüşelim, dedi.
Ertesi gün Eskici Abdullah Efendi’nin evinde görüşmek nasip oldu. İçeri girerken Ali Haydar Efendi ayağa kalktı ve:
- İşte emaneti teslim alacak kişi geliyor, buyurdu.
Ali Haydar Efendi, Mahmud Efendi hazretleriyle askerlik yıllarından itibaren yakinen ilgilendi. Onu çok sever ve kıymet verirdi. Ona karşı olan bu aşırı ilgi ve sevgisi etrafındakilerin dikkatini çektiği için zaman zaman Kendisine:
- Tanımadığınız bir askere niçin bu kadar kıymet veriyorsunuz, diye sorduklarında, Ali Haydar Efendi onlara:
- Onun amel defterine henüz bir seyyie bile yazılmamıştır, diye cevap verirdi.
Efendi Hazretleri, acemi birliğinden sonra, önce İstanbul Selimiye Kışlasına sevk edildi, oradan da Gebze’ye gönderildi. Ali Haydar Efendi Gebze’de Onun ziyaretinde bulundu. Ama uzak olduğu için Kendi yakınlarına bir yere nakledilmesini istedi. Bunun üzerine Mevlâ Teâlâ’nın da lütfuyla Efendi hazretlerini Sirkeci’de bulunan askerî kışlaya yolladılar. Burası çok yakın olduğu için Ali haydar Efendiyi ziyarete çok sık gidebiliyor ve ilmî sohbetlerine katılabiliyordu.
Mahmud Efendi hazretleri askerlikten sonra memleketi Of’a döndü. Ve bir müddet İstanbul’a gelemedi. Yakup Aleyhisselâm)’ın evladını yitirdiği gibi Ali Haydar Efendi de, Yusuf’unu yitirince hüzünlere gark oldu. İstanbul’da iken sık sık görüşebilme imkânı varken, şimdi sadece mektupla haberleşebiliyorlardı. Ali Haydar Efendi bu mektuplara bizzat Kendisi cevap yazıyordu.
Mahmut Efendi hazretleri, Ali Haydar Efendinin Kendisine olan derin muhabbetini ve görme arzusunu ifade eden mektubunu alınca, memleketinde daha fazla kalamadı ve kısa bir müddet sonra İstanbul’a geldi. Böylece yeniden İstanbul’a gelen Mahmut Efendi hazretleri bu sefer başka türlü geliyordu. Zira bu gelişinde, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’den itibaren gelen o büyük emanetin devir teslimi için geliyordu. Ali Haydar Efendi ise, ömrünün geriye kalan son birkaç senesinde, bu mânevî emaneti teslim edeceği halefini ve geleceğin Kutbu’l-Azamı’nı yetiştirecek olmanın huzurunu yaşıyordu,
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) Mahmut Efendi hazretlerine: “Sen İsmail Ağa Camii’ne imam olacaksın” dedi. Tabi o sıralar İsmailağa camii deprem nedeniyle harabe halindeydi. Seksen senedir virane bir halde olan camiyi kalaycılar mesken tutmuştu. O sıralarda, Efendi babanın büyük oğlu Şerif Efendi bir gece rüyasında görüyor ki: “İsmailağa cami haziresinde bulunan bir kabir yarılarak içinden bir kol çıkıyor ve İsmailağa Camiini göstererek: “Ne duruyorsunuz, bu camiyi neden tamir etmiyorsunuz?” diye uyarıda bulunuyor. Bunun üzerine derhal tamirat ve yapım çalışmaları başlatılıp, kısa sürede cami eski haline getirildi ve Mahmut Efendi Hazretleri İsmet Efendi Tekkesi ile aynı sokakta bulunan İsmailağa Camii’nde imam-hatip olarak vazifeye başladı ve zamanla orası dünyanın en önemli irşad merkezlerinden biri haline geldi.
Ali Haydar Efendi, bundan böyle Mahmud Efendi’yle her zaman görüşüp, Onu bu büyük irşad hizmetine istediği gibi yetiştirme imkanına kavuşmuş oldu. Mahmut Efendi hazretleri de Efendi babasıyla ayrı geçen yılların acısını çıkarırcasına, yanından hiç ayrılmadı. Her daim hususi sohbet ve hizmetlerinde bulundu. Bunların yanı sıra, Mesnevî, Mektûbat, Reşahat, Risâle-i Kudsiye gibi sadırdan sadıra, gönülden gönüle aktarılan ve adeta birer feyiz menbâı olan bu kitaplarla yoğurup istikbâle hazırladı. Onu, gece geç saatlere kadar kitap mütalaa ederken gördüğünde ise “Oğlum Mahmud şimdi çok çalış ileride kitap okumaya vakit bulamayacaksın” diyerek teşvik ederdi.
Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu), Dini Mübîni İslâma hizmetle, ilimle ve irşadla dolu dolu geçen bu uzun ömrünün nihayetine gelmişti. Kendinden sonra Hak âşıklarını irşad edecek Halefini de yetiştirip, mânevî emaneti tevdî etmiş ve artık sevenlerine veda ederek Yüce Dosta gidiyordu. Ve takvimler 1 Ağustos 1960’ı gösterirken İsmet Efendi Tekkesinin bulunduğu mahalledeki saadetli evinde, ağzından kelâmların en güzeli olan ALLAH’ın kelâmı dökülüyordu. Etrafındakilere son nasihatlerini yaptı ve dilinde kelime-i şehâdetle, yüzünde nûrânî bir tebessümle dâr-ı bekâya göçüp, Rahmet-i Rahmâna kavuştu. Bu irtihal haberi dilden dile ve gönülden gönüle yayılarak on binlerce seveni yaşlı gözlerle ve mahzun gönüllerle cenazesine iştirak etmek için koştular. Öyle ki, Çarşamba semti tarihinin en büyük kalabalıklarından birine şahitlik ediyordu.
Cenaze namazı Yavuz Selim Camii’nde, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (Kuddise Sirruhu) tarafından on binlerin katılımıyla kılındı. Ve o muazzam kalabalığın omuzlarında Edirnekapı - Sakızağacı mezarlığına götürülüp, ebedî istirahatgâhına tevdi edildi.
Ali Haydar Efendi hazretlerinin mezar taşına şu kayıt düşülmüştür.
Ulemâi Kiram’dan Fatih Mûcîz Dersi Âm’î, Meşihati İslâmiyye Hey’eti Te’lifiyye Reisi, Kutbu’l-Evliyâ es-Seyyid, eş-Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Dergâhı Post Nişîni, el-Ârifi Billah, el-Vâsılu İlallah, Zü’l-Cenahayn, Kutbu’l-İrşad ve Gavsu’l-Evtad, es-Seyyid, eş-Şeyh, el-Hâc, Aliyyü’l-Haydar el-Ahiskavî (Kuddise Sırruh) </B>
Rûhi içün el-Fâtiha...Her kim alır silsilemiz yâdına,
Erdire ALLAH ânı muradına.
Her okuyan silsilemiz aşk ile,
Feyzi vâfir bulur izni Hakk ile.
Silsilemiz müselsel eyle,
Yâ Rabbe’l-En’am.
Yürüsün böyle müselsel,
Ta ola yevmü’l-kıyam.
Amin... Amin... Amin.

Altın Silsile 34.Halka Ali Haydar Ahıskavi[ksa]Hazretleri
 
Altın Silsile 34.Halka Ali Haydar Ahıskavi[ksa]Hazretleri

Ahıskalı ali haydar efendi [ksa]

--------------------------------------------------------------------------------

AHISKALI ALİ HAYDAR EFENDİ[ksa]

İstanbul-Fâtih-Çarşamba'daki Şeyh İsmet Efendi Dergahının son şeyhi. İsmi, Ali Haydar olup, babası Şerîf Efendidir. Ahıskalı Ali Haydar Efendi diye meşhûr olmuştur. 1870 (H.1288) senesinde Batum'un Ahıska kazasında doğdu. 1960 (H.1380) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.

İki yaşındayken annesini, dört yaşındayken babasını kaybeden Ali Haydar Efendi ilk tahsîlini memleketinde yaptı. Erzurum'a gelerek oradaki Bakırcı Medresesine sonra, İstanbul'a gidip Fâtih Câmiinde derslere devâm etti. Tahsîlini tamamlayıp, Bâyezîd Dersiâmlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Hamdi Efendiden 1901 senesinde icâzet aldı. Bir yandan hocasının derslerine devâm ederken diğer yandan kâdı yetiştiren Medreset-ül-kuzât'a gidip 1906 yılında mezûn oldu. Dînî derslerden yapılan imtihanı kazanıp, Fâtih Câmiinde talebe okutmaya başladı. Böylece Fâtih Dersiâmları arasında yer aldı. 1909 senesinde Fetvâhânede fetvâ yazmakla vazîfelendirildi. Sahn-ı Seman (Fâtih) Medreseleri fıkıh müderrisliğine tâyin edildi.

Bu sırada talebelere yardım toplamak için gittiği Bandırma'da ramazan ayında halka vâz etti. Vâzlarında, tasavvuf ve tarîkat ehli aleyhinde de konuşuyordu. Bir gün sabah namazında kürsüye çıkarak; "Burada Bezzâz Ali Rızâ Efendi var, şöyle yapar, böyle yapar." diye aleyhinde konuştu. Cemâatin içinde Bezzâz Ali Efendinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi adında biri vardı. Namazdan sonra Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına gidip durumu hocasına anlattı. Bezzâz Ali Rızâ Efendi; "Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecek." cevâbını verdi. Çok geçmeden Ali Haydar Efendinin gönlüne bir ateş düştü. Tasavvufa ve tasavvuf erbâbına karşı alâka duymaya başladı. Cübbeyi ve sarığı çıkarıp câmiden çıktı, pazar yerinde bez satan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına giderek, söylediklerinden pişmanlık duyduğunu bildirip, yalvararak; "Beni evlatlığa kabûl et." dedi. Bezzâz Ali Rızâ Efendi kolundan tuttu, sırtını okşadı ve; "İstanbul'da Hacı Ahmed Efendi var, ona git." dedi.

Ahıskalı Ali Haydar Efendi İstanbul'a gelip Hacı Ahmed Efendiyi buldu. O da; "Topkapı'da Ali Efendi var ona git." dedi. Topkapı'ya giden Ahıskalı Ali Haydar Efendi kendisine bildirilen köhne bir evin kapısını çaldı. Yarım saat kadar kapıda bekledi. O anda kendisinin huzur dersleri Baş Mukarrir ve Baş Muhatabı olduğunu düşünüp kendi kendisine; "Böyle bir adamken bu köhne evin kapısında bekliyorum!" dedi. Daha sonra kapı açılıp, bir kız çocuğu çıktı ve; "Buyurun içeri." dedi. İçeri girenAli Haydar Efendi bir saat daha bekledi. Bu bekleyişi sırasında yine makâmını ve mevkıini düşündü. Bu sırada saçı-başı birbirine karışmış, kambur bir adam içeri girdi. Bu kimsenin Ali Efendi olduğunu anlayan Ali Haydar Efendi hemen elini öpmek istedi. Fakat o kimse; "Çek, çek elini, ben samîmiyetsizlere el vermem." dedi. Ahıskalı Ali Haydar Efendi kendisinin sıfatlarını ve makamlarını saymaya başlayınca o zat; "Sus, sus!" diyerek azarladı. Ali Haydar Efendi ağlamaya başlayınca da; "Yâ! Amma da cümbüş hocasıymışsın, şaka yaptım." dedi. O anda kendinde bâzı değişiklikler hisseden Ali Haydar Efendi Ali Efendiye talebe olup sohbet ve derslerine devâm etti. Tasavvuf yolunda ilerledi. Ali Rızâ Efendinin vefâtı üzerine 1914 senesinde Şeyh İsmet Efendi dergâhı postnişinliğine, vakıf şartı gereğince, Ali Rızâ Efendinin talebeleri tarafından seçildi. Fakat iktidarda olan İttihat ve Terakki hükümeti onun bu vazîfeye getirilmesine mâni oldu. Usulsüz olan bu uygulama dergâh mensupları arasında huzursuzluğa yol açtı.

Derin bir bilgisi ve kuvvetli bir hitâbet gücü olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Mart 1915'te şeyhülislâmlıkta yeni kurulan "Te'lif-i Mesâil Heyeti" reisliğine tâyin edildi. Bu görevi esnâsında Mecelle'yi ikmâl için kurulan komisyonda vazîfe aldı ve iki senede Kitâb-ül-Büyû' (Alış-veriş kitabı) ve Kitab-ül-İcâre'yi hazırladı.

Birinci Dünyâ Harbi boyunca bu vazîfeyi devâm ettiren Ahıskalı Ali Haydar Efendi 1916 senesinden îtibâren her ramazan ayında huzur dersleri (pâdişâh huzûrunda yapılan ilmî ders ve sohbet toplantıları) başmuhâtaplığı vazîfesini yürüttü. Bu vazîfesi 1923 senesine kadar sürdü ve pâdişâhlığın kaldırılmasıyla son buldu.

Ahıskalı Ali Haydar Efendinin postnişinliğine mâni olunmakla ilgili usulsüz uygulama, mürîdândan Hâfız Halil Sâmi Efendi tarafından yazılan bir dilekçe ile saraya intikâl ettirildi. Nihâyet 1919 senesinde Ali Haydar Efendinin postnişinliği pâdişâh tarafından tasdik edilerek vazîfesi kendisine iâde edildi. Bu vazîfesi tekke ve zâviyeler kapanıncaya kadar devâm etti. Şeyhülislâmlığın kaldırılması, tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra açıkta kaldı, sâdece dersiâm maaşı ile iktifâ etti. Cebecibaşı Mahallesinde bulunan Şeyh İsmet Efendi dergâhında ikâmet etti.

Dört pâdişâhın zamanında bilfiil vazîfe yapmış olan ve bilhassa Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın iltifatlarına kavuşan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, Cumhûriyet devri boyunca dînî tedrisât ile meşgûl oldu. Yirmi beş yıl boyunca göz hapsinde tutuldu.

Oğlu Hâlid Gürbüzler babasıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar, kahveler içelim demez, devamlı ilimle meşgûl olurdu. Erzurum'dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir, sohbet ederlerdi."

Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını ister; "Sulbümden değil, yolumdan gelen benim evladımdır." derdi. Kendisi ilmî mütâlaayı hiç bırakmazdı. Zevcesi Hanife Hanıma; "Hanife, Hanife yeni bir câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim." derdi. Kendi tahsilinin kısa olduğundan bahs ederek; "Benim tahsil müddetim beş senedir." derdi.

Sert mizaçlı bir insandı. İbâdete çok düşkündü. Geniş çaplı düşünür, müslümanların idâresi hakkında ihlâslı ve temiz insanların söz sâhibi olmasını, milletin ve devletin devâmını isterdi.

Küçük oğlu Behâeddîn Gürbüzler'in ifâde ettiğine göre, ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgûl olurdu. Siyâsetle meşgûl olmazdı. Hatta İttihat ve Terakki fırkasına girmesi için Hüseyin Câhit ve Talat Paşa tarafından teklifte bulunulmasına rağmen, tekliflerini kabûl etmemişti. Talebelerine siyâsetten uzak durmalarını tavsiye ederdi.

Tekke ve zâviyelerin kapatılmasından sonra Türkiye'de kurulan yeni idâreye karşı olduğu öne sürülerek Ankara'ya götürülmüştü. Ankara'da İskilipli Âtıf Hoca ile birlikte zor şartlar altında hapishânede kaldığı sırada rüyâsında şeyhini gördü. Şeyhi ona; "Oğlum kırk bir defâ Fetih sûresini okursan kurtulursun." dedi. Ahıskalı Ali Haydar Efendi okumaya başladı. Bir yandan da okuduğu sayıyı ranzaya işâretliyordu. Onun böyle yaptığını gören İskilipli Âtıf Efendi; "Hoca ne yapıyorsun?" diye sorunca; "Rüyâmda şeyhim böyle böyle söyledi. Sen de oku kurtulursun." dedi. Âtıf Efendi; "Bu gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, ben seni çağırıyorum, sen müdâfaanı (savunmanı) hazırlıyorsun! buyurdu. Ben de müdâfaanâmemi yırttım." dedi. Ahıskalı Ali Haydar Efendi okumaya devâm etti. Daha sonra kurtuldu.

Dînî ilimlere vâkıf olan Ahıskalı Ali Haydar Efendi, kuvvetli hitâbetiyle dinleyenleri tesir altında bırakırdı. Ömrünü İslâm dînini öğrenmeye ve öğretmeye vermişti. Kur'ân-ı kerîmi çok okurdu. Nefse güvenmemeyi telkin ederdi. Talebelerine ve sevenlerine nasîhatlarda bulunurdu. Zamânın şartlarına göre dînî konuları anlatmak hâricinde sessiz bir hayat yaşadı.

Vefâtından on gün evvel Fâtih-Çarşamba'daki Şeyh İsmet Efendi dergâhının yakınındaki evinde komaya girdi. On gün bitkisel hayat sürdü. Ağustos 1960 (H.1380) günü yarı beline kadar doğruldu. "Allah" diyerek rûhunu teslim etti. Cenâzesini Mehmed Zâhid Kotku Efendi ile Ramazanoğlu Sami Efendi yıkadılar. Hocası olan Reîs-ül-Ulema Çarşambalı Ahmed Efendinin de kabrinin bulunduğu Fâtih Câmii kabristanına defn edilmesi istendi. Fakat buna müsâde edilmedi. Yavuz Selîm Câmiinde Ramazanoğlu Sâmi Efendi tarafından kıldırılan cenâze namazından sonra Sakızağacı kabristanında defn edildi.

1) Osmanlılarda Devlet ve Tekke Münâsebetleri; s.212,248
2) Ahıskalı Ali Haydar Efendi (Kemal Bozkurt-İslam Mecmuası, Sayı 98 Ekim 1991)
3) Son Devir Osmanlı Ulemâsı; c.1, s.260
4) İstanbul ve Anadolu Evliyâları; c.1, s.562
_________http://www.ebediyyen.biz/showthread.php?t=15292_________

Altın Silsile 34.Halka Ali Haydar Ahıskavi[ksa]Hazretleri
 
Üst