Hulusi Yahyagil Ağabeyden Hatiralar

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
2220.jpg


Aşağıda okuyacağınız hatıralar Hulusî Yahyagil`e ait olup, 1969 yılında Nur`un ilk sâdık talebelerinden Ahmed Feyzi Kul ile aralarında geçen konuşmalardan alınmış. Muhterem Mustafa Birlik tarafından kaydedilen bu sohbet metnini yazıya döküp gönderen ise, merhum A. Feyzi Kul`un oğlu Yaşar Kul.

Evet, merhum Hulûsi Yahyagil anlatıyor:


Kur`ân`ın feyzinden mülhem sözler

Nura taraftar bir üniversite talebesi (bir gün) bana sordu: “Siz diyorsunuz ki, Risâle-i Nur ilham eseridir?” Yukarıdakilere ilaveten dedim: “İnsan küçücük bir yazı yazsa, o yazının da tenkid edilecek ellere geçeceğini bilse, o yazıya ne kadar ihtimam eder. Haydi ihtimam etti, fakat hasta bir halde, zehirlenmiş bir zamanda, müfekkiresini toplar da böyle tenkitten koruyacak bir belâgatte, veciz ve nâfiz sözleri bir araya nasıl getirir ve yazar?"

(Sohbetin burasında Ahmet Feyzi Kul, şu sözlerle araya giriyor: "Ben altı eserin yazılmasına şahid oldum. O da iki hapishanede. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde. Her iki hapishanede de, o kadar takayyüt/kayıtlar altında, yani bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına—zahiren—imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi... Meyve Risâlesi bir şaheserdir." Ardından, Hulusî Yahyagil devam ediyor.)

Merhum Hafız Ali’nin (Denizli hapishanesinde, Üstadının yerine vefat etti, 1944) münkereyne cevabı Meyve Risâlesi olmuştur.


Tunceli kâbusu

...Tunceli harekâtı 1937’de yapıldı. Vaziyet çok ehemmiyetli, fakat izhârı zor. Bilfiil muhaberemiz (Üstad`la haberleşmemiz) de, o sırada dikkat çekiyor. Mektup kesilmiş vaziyette. Tunceli harekâtına gideceğiz. Türkçesi "imha" üzerine gidiliyor.

Eee, benim de bu iş aklıma yatmıyor. Fakat, bu hissimi açığa çıkarmama da imkân yok. Hiç kimseye emniyet edip de söyleyemiyorum.

Babam sağ rahmetlik. İşte başka büyükler de orada, onlarla da görüştük. Neyse, hayvana (ata) bindim.

Baktım evde bizim hizmeti yapan koşuyor. Elinde bir zarf. Derhal açtım. Kastamonu Lâhikasında geçer. Fakat, şu vaziyeti söyledikten sonra okursanız, o zaman hakikat daha iyi anlaşılır. Abdülmecid Efendi, zarfı değiştirerek mektubu aynen göndermiş.

İşte, selâmdan sonra şöyle diyor Üstad: “Hulûsi’nin bir hüznü, bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Merak etmesin, Risâle-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i İlâhiye nezaret eder. Dünyaya ait meşakkatler madem sevap verir geçerler, o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Sen ve Hulûsi bütün duâlarımda ve kazançlarımda berabersiniz.”

Şimdi bunu okudum... Yani, bana dünyayı verselerdi, o kadar bir sevinç duymazdım. Bana öyle bir emniyet hâsıl oldu ki... Öptüm, başıma koydum, sonra koynuma yerleştirdim. Elhamdülillah.

Yine de kimseye bir şey söylemedim. Verilen vazife gayet çetin ve mutlaka ağır, kanlı bir vaziyete girmesi muhtemel. Cenâb-ı Hak, öyle sıyânet (hıfz, muhafaza) etti—elhamdülillah—öyle sıyânet etti ki, kirlenmeden o badireden kurtardı, tertemiz. Çetin vazife içinde, eli bulaştırmak ihtimali var, sonra da mesul mevkide. Neyse, bu da böyle...


Tahribatın tamiri

Şimdi, yine kendi sözüne geleceğim, yine Barla’da... Kur’an`ın bütün surları yıkılmış, Kur’an tek başıyla kendini müdafaa ediyor. "Kur’an`ın bütün surları yıkılmış" sözünün mânası, kanaatımca şudur: Dinî tedrisat yapan medreseler, mekteplerdeki din dersleri ve nihâyet camilerin arkasında Allah, Allah denilen tekyeler... Bunların kapanması ve en büyük musibet olarak başımıza gelmesi. Tedris-i Kur’aniyi yasak etti.

Şimdi, Kur’an atlas kaba, atlas kılıfa konarak, kıble duvarına asılmak ve Cuma akşamları ölülerin ruhuna Yasin-i Şerif okunmak için mi kullanılacak?

İşte Üstad, öyle mukaddes ve kudsî bir kitabın, kelâmullahın bu asra bakan ehemmiyetli mânasına işaret edecek... Ve o, bu vazifenin icâbını hepimizin bildiği gibi, en ağır şartlar altında, daima hayatı tehlikede olarak yapmak suretiyle îfâ etmiştir. Bunun için fazla söz söylemeye zannederim ihtiyaç yoktur.


Bir avuç şâkirdin ihlâsı

...Şu Risâle-i Nur dersini dinleyen, sonra başında iki elin parmağı kadar az olan ve hakikaten geçim derdine müptelâ olan bu insanlar, Risâle-i Nura birinci derece muhatap onlardır. İşte onların ihlâslı davranışlarının neticesidir ki, bugün bu eserler elimizde bulunuyor.

Mektup şeklinde, kâğıtlar üzerinde, parça parça, köyden köye gezdirilen Risâle-i Nur, böyle kitaplar halinde mi idi canım?

İlk defa Haşir Risâlesi Kur’ân hurufatıyla tabedildi. O tab da—Allah rahmet eylesin—Şamlı Hâfız Tevfik’in dediği gibi, Üstad’ın kemerindeki otuz altınını bu işe sarf etmesi ile oldu. Kitapların çoğunu da hediye ederdi.


Ev sallanıyor!

Sonra, muhacir Hafız Ahmed... O zatın erkek misafirleri için küçücük bir odası vardı. Üstad Barla’ya, karadan değil, göl tarikiyle, motorla geliyor, sahile çıkıp doğru Muhacir Hafız Ahmed’in o odasına gidiyor. Kendisini kimse tanımıyor, neyse misafirdir. Zaten Hafız Ahmed de misafirperver bir zat idi. İftar zamanı yakın. Peynir, zeytin gibi üç-dört parça iftariyelik getirmiş. Üstad birini alıyor, diğerlerini götür diyor. Yatsıdan sonra, Üstad o odada yalnız kalıyor.

Hafız Ahmed kendi anlatıyor: “Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir de baktım, ailem beni dürtüyor. Baktım ki ev sallanıyor. Üstad, `Rabbî innî messeniyeddurru ve ente erhamürrahimîn` diyor. Çok gür olarak söylüyor. Evet, ev sallanıyor. Hanımıma dedim ki, Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu.”


Yemek ve kira parasını peşin verirdi

Üstad, beş senelik kirasını peşin vermek suretiyle orada kaldı. Kendisi ile biz de orada görüşmüştük. Akşamdan akşama kendisine yemek gelir; Üstad da, minderini kaldırır, o zaman tedavülde olan heykelsiz nikel on kuruşluklardan bir tane verir, sonra yemeği alırdı.

Üç-beş misafir de gelse yiyecekleri odur. Beş tane kedi misafir geldiği zaman da yiyecekleri odur. Kedilerin yemeğini peşinen ayırır; misafirler beklerler. Götürür, kedilerin yemeklerini kor, onlar yemeğe başlarlar. Ondan sonra gelir. “Fiatını verelim, Bismillah” der, yemeğe başlanır.

İlk gittiğimiz zaman, ilk sofra yemek hatırası da şöyle olmuştu: İlk yemek girdi. Biz yedi-sekiz kişi oturduk. “Fiyatını verelim, Bismillah” yemeğe hemen başlanmıyor. Biraz duruyor, “Bismillah”, biraz daha duruyor “Bismillah...”

Ben çok zaman sonra hükmettim ki, biz Bismillah’ı şümulüyle söyleyemiyoruz da, o zat herbirimizin namına "Bismillah" diyor.

Isparta havalisinde hamur tahtasını sofra diye kullanırlar. Hamur tahtası geldi. O kadar insan yedi. Elhamdülillah. O yemek bitmedi. Yemek hemen hemen geldiği gibi gitti.


Çay içerken, hep onu hatırlarım

Bir defa yanına gittiğim vakit, o gün-Sıddık Süleyman dahil—yanındakiler bir tarafa gitmişler. Hiç kimse yok. Kalktı, kendi eliyle çay yaptı. Böyle bir bardağa kendisine, saplı büyükçe bir bardağa da bana çay koydu. Daha fazlasını verir. Yine fiyatı var. Çayı içerken unutmuşum. Dibinde biraz artmış. “Kardaşım, sen sünnet bilmez!” dedi. Şimdi imkânı mı var, bir çay içeyim de, Üstad’la beraber içtiğimiz çay hatırıma gelmesin. Ve sonunda hâtıra canlanmasın “Sen sünnet bilmez!"

Nereye gitsem diyorlar, “Üstad’la olan maceranızı anlatın.” Üstad ile olan mâceram ne olacak ki, diyorum.

Mâcerası şudur: Elimizdeki kıymetli eserlerin ne gibi şartlar altında yazıldığını düşünün. Bunlar düşmanlar tarafından bile takdir ediliyor. Ama malumdur ki, kıymetli eserler, bilhassa münekkitlerin eline geçecek, onların diline düşecek kıymetli eserlerin kusuru olmamak gerektir. Mesail-i imaniyeden bahsediliyor. Bu eserlere karşı kusur aramak için kulaklarını dikenler çıktı. Halbuki böyle bir şey yok (yani eserlerde kusur bulamadılar). İftira ettiler, Mustafa Sabri’yi mezardan çıkarıp konuşturdular. İftiranın bu derecesine vardılar. Ancak iftira ile tenkit edebildiler. Eğer bu eserlerin içinde hakikatte bir kusur olsaydı, bu müfterilerin gözünden kaçmayacak idi.

Yaa, onun için asıl hârika olan bu eserlerdir. Bir zat, o da kendi tâbirince, "yarım ümmi, yardımcısız, tazyikat (baskı) altında" ve daima kendisine şüpheli olarak bakılan bir zat tarafından yazılan bu eserler en büyük hârikadır.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Hulusi yahyagil ağabeyden hatiralar

hulusiveli1.jpg


Aşağıda okuyacağınız hatıralar Hulusî Yahyagil'e ait olup, 1969 yılında Nur'un ilk sâdık talebelerinden Ahmed Feyzi Kul ile aralarında geçen konuşmalardan alınmış. Muhterem Mustafa Birlik tarafından kaydedilen bu sohbet metnini yazıya döküp gönderen ise, merhum A. Feyzi Kul'un oğlu Yaşar Kul.
Sözü daha fazla uzatmadan—istifadeye medar olur ümidiyle—sizleri bu pek mühim hatıralarla başbaşa bırakıyoruz.
Evet, merhum Hulûsi Yahyagil anlatıyor:

Anlaşılan ve anlaşılmayan konuşmalar
...Diyoruz ki, evet müceddidlik vazifesini Cenâb-ı Hak bu zâta (Bediüzzaman'a) nasip etmiş. Bir kere, bu eserler ne surette yazılmış; (bizler) yanında bulunmuşuz...
Konuşurken, (hususi) konuşması anlaşılmıyor. Beş-altı kişi, bir defa böyle oturuyoruz, Barla’da. Bir şey söyledi. Sonra dedi: “Kardaşım, bunlar anlamadılar hâ.”

Ondan sonra birine sordu: “Sen anladın mı?” Dedi “Hayır.” Bana dedi “Sen anladın mı?” Dedim “Hayır.” Her ne ise, kime anlatmak istiyorsa, ona meramını tefhim ediyor, o anlıyor.
Şimdi, hal hatır sorduktan sonra “Haydi, biraz hocalık yapalım” diyor; kalkıyor, yatağın üstünde, başlıyor anlatmaya...
Biraz önce, dikkat ederek, sözlerini ancak müşkilâtla anladığımız zâtı, sanki kaldırdılar, yerine aynı kalıp ta başka birini getirdiler. Gayet fasih ve beliğ konuşuyor. Hiçbir kekeleme yok. Sel nasıl kayaları önüne alır, harıl harıl akarsa, öyle anlatıyor. İnsan mest-i hayran oluyor.

2mmakpz.png
 

Biyolog

Member
HULUSİ Abiden Hatıralar

HULUSİ YAHYAGİL'DEN HATIRALAR

Kategori: Hulusi Yahyagil

muzafferdeligoz_H_YAHYAGIL_3.jpg
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
muzafferdeligoz_H_YAHYAGIL_1.jpg
[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]EMEKLİ ALBAY HULUSİ YAHYAGİL[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]26 Temmuz 2004 Üstad Bediüzzaman'ın ilk talebelerinden Hulûsi Yahyagil'in vefât yıldönümü. 1986 yılının 26 Temmuz'unda Hakk'ın rahmetine kavuşan emekli albay Yahyagil, Bediüzzaman'la 1929 senesinde tanıştı ve hemen ona talebe oldu. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İlk görüşme, Barla nahiyesi ile Bedre köyü arasındaki bir kırlık mevkide gerçekleşti. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yahyagil, o tarihte Eğirdir Dağ Komandosunda yüzbaşı idi. Daha sonraki şifahî görüşme ve mektuplaşmalarla, bu samimane ikili münasebet ömür boyu devam etti.[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Merhum Yahyagil hakkındaki bilgileri kısaca aşağıya alıyoruz:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Emekli Albay [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Merhum Hulusi YAHYAGİL[/FONT] [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif](Yeniasya.com.tr. den alıntı)[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]1895 Elazığ Harput'ta doğmuştur.Birinci Dünya Savaşında, Kafkas ve Çanakkale savaşlarında bulunmuştur.1950 yılında Albay rütbesi emekliye ayrıldı.Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ilk talebelerindendir.25 Temmuz 1986 da Elazığ da Hakkın rahmetine kavuşmuştur.[/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Üstad hazretleri, Barla Mektupları isimli eserde Merhum Hulusi YAHYAGİL 'e hitaben''Hulusi Bey'e Hitabdır'' başlığı altında yazılan mektupda şunları söylüyor....[/FONT][/FONT][/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT][/FONT]

[/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]'' [FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Ben Sözler'i yazarken, ihtiyarsız olarak ekser temsilat,şuunatı askeriye nevinden zuhur ediyordu.Ben hayret ediyordum.Neden böyle yazıyorum,sebebini bilmiyordum.Sonra hatırıma geldi ki : belki istikbâlde şu Sözler'i hakkıyla anlayacak,kabul edip hırz-ı cân edecek,en mühim talebeler askeriyeden yetişecek.Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum,düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.İşte mağrur olma,şükret;sen o askerlerden bahtiyar birisin ki,evvel yetiştin''[/FONT][/FONT][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Hulusi Bey Üstadının derslerinde bulunduğu sırada, Üstad kendisine şöyle hitap ediyordu:''Ben Türk Ordusunun aleyhinde bulunmam! Çünki bu Türk Ordusu Birinci Cihan Harbinde,Allah ve vatan yolunda bir milyon şehid vermiştir.!''[/FONT][/FONT][/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT][/FONT]

[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Yine Üstad hazretleri Barla Lahikası sayfa 164 de bizzat Hulusi YAHYAGİL için, ''Nurun eskiden beri hiç sarsılmayan muhlis bir kahramanı elbette dünyanın geçici,kıymetsiz,fani vaziyetleri karşısında telaş etmez,mağlup olmaz inşaallah'' buyurmaktadır[/FONT].[/FONT][/FONT]
[/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Yapılan bir konuşma:[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Hulûsi Yahyagil'in, gerek yazılı ve gerekse kasetlerde kayıtlı birçok hatırasını okuyup dinledik. [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Aşağıda okuyacağınız hatıralar da, yine Hulusî Yahyagil'e ait olup, 1969 yılında Nur'un ilk sâdık talebelerinden Ahmed Feyzi Kul ile aralarında geçen konuşmalardan alınmış. Muhterem Mustafa Birlik tarafından kaydedilen bu sohbet metnini yazıya döküp gönderen ise, merhum A. Feyzi Kul'un oğlu Yaşar Kul. [/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Sözü daha fazla uzatmadan—istifadeye medar olur ümidiyle—sizleri bu pek mühim hatıralarla başbaşa bırakı[/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]yoruz. [/FONT][/FONT]

[SIZE=+0][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Merhum Hulûsi Yahyagil anlatıyor:[/SIZE][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]...Diyoruz ki, evet müceddidlik vazifesini Cenâb-ı Hak bu zâta (Bediüzzaman'a) nasip etmiş. Bir kere, bu eserler ne surette yazılmış; (bizler) yanında bulunmuşuz[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Konuşurken, (hususi) konuşması anlaşılmıyor. Beş-altı kişi, bir defa böyle oturuyoruz, Barla’da. Bir şey söyledi. Sonra dedi: “Kardaşım, bunlar anlamadılar hâ”[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Ondan sonra birine sordu: “Sen anladın mı?” Dedi “Hayır.” Bana dedi “Sen anladın mı?” Dedim “Hayır.” Her ne ise, kime anlatmak istiyorsa, ona meramını tefhim ediyor, o anlıyor[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Şimdi, hal hatır sorduktan sonra “Haydi, biraz hocalık yapalım” diyor; kalkıyor, yatağın üstünde, başlıyor anlatmaya.[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Biraz önce, dikkat ederek, sözlerini ancak müşkilâtla anladığımız zâtı, sanki kaldırdılar, yerine aynı kalıp ta başka birini getirdiler. Gayet fasih ve beliğ konuşuyor. Hiçbir kekeleme yok. Sel nasıl kayaları önüne alır, harıl harıl akarsa, öyle anlatıyor. İnsan mest-i hayran oluyor.[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Kur'ân'ın feyzinden mülhem sözler[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Nura taraftar bir üniversite talebesi (bir gün) bana sordu: “Siz diyorsunuz ki, Risâle-i Nur ilham eseridir?” Yukarıdakilere ilaveten dedim: “İnsan küçücük bir yazı yazsa, o yazının da tenkid edilecek ellere geçeceğini bilse, o yazıya ne kadar ihtimam eder. Haydi ihtimam etti, fakat hasta bir halde, zehirlenmiş bir zamanda, müfekkiresini toplar da böyle tenkitten koruyacak bir belâgatte, veciz ve nâfiz sözleri bir araya nasıl getirir ve yazar.?”[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif](Sohbetin burasında Ahmet Feyzi Kul, şu sözlerle araya giriyor: "Ben altı eserin yazılmasına şahid oldum. O da iki hapishanede. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde. Her iki hapishanede de, o kadar takayyüt/kayıtlar altında, yani bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına—zahiren—imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi... Meyve Risâlesi bir şaheserdir." Ardından, Hulusî Yahyagil devam ediyor.)[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Merhum Hafız Ali’nin (Denizli hapishanesinde, Üstadının yerine vefat etti, 1944) münkereyne cevabı Meyve Risâlesi olmuştur[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Tunceli kâbusu[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]...Tunceli harekâtı 1937’de yapıldı. Vaziyet çok ehemmiyetli, fakat izhârı zor. Bilfiil muhaberemiz (Üstad'la haberleşmemiz) de, o sırada dikkat çekiyor. Mektup kesilmiş vaziyette. Tunceli harekâtına gideceğiz. Türkçesi "imha" üzerine gidiliyor[/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]





[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Eee, benim de bu iş aklıma yatmıyor. Fakat, bu hissimi açığa çıkarmama da imkân yok. Hiç kimseye emniyet edip de söyleyemiyorum. [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Babam sağ rahmetlik. İşte başka büyükler de orada, onlarla da görüştük. Neyse, hayvana (ata) bindim. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Baktım evde bizim hizmeti yapan koşuyor. Elinde bir zarf. Derhal açtım. Kastamonu Lâhikasında geçer. Fakat, şu vaziyeti söyledikten sonra okursanız, o zaman hakikat daha iyi anlaşılır. Abdülmecid Efendi, zarfı değiştirerek mektubu aynen göndermiş. [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]İşte, selâmdan sonra şöyle diyor Üstad: “Hulûsi’nin bir hüznü, bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Merak etmesin, Risâle-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i İlâhiye nezaret eder. Dünyaya ait meşakkatler madem sevap verir geçerler, o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Sen ve Hulûsi bütün duâlarımda ve kazançlarımda berabersiniz.” [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Şimdi bunu okudum... Yani, bana dünyayı verselerdi, o kadar bir sevinç duymazdım. Bana öyle bir emniyet hâsıl oldu ki... Öptüm, başıma koydum, sonra koynuma yerleştirdim. Elhamdülillah. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Yine de kimseye bir şey söylemedim. Verilen vazife gayet çetin ve mutlaka ağır, kanlı bir vaziyete girmesi muhtemel. Cenâb-ı Hak, öyle sıyânet (hıfz, muhafaza) etti—elhamdülillah—öyle sıyânet etti ki, kirlenmeden o badireden kurtardı, tertemiz. Çetin vazife içinde, eli bulaştırmak ihtimali var, sonra da mesul mevkide. Neyse, bu da böyle... [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Tahribatın tamiri [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Şimdi, yine kendi sözüne geleceğim, yine Barla’da... Kur’an'ın bütün surları yıkılmış, Kur’an tek başıyla kendini müdafaa ediyor. "Kur’an'ın bütün surları yıkılmış" sözünün mânası, kanaatımca şudur: Dinî tedrisat yapan medreseler, mekteplerdeki din dersleri ve nihâyet camilerin arkasında Allah, Allah denilen tekyeler... Bunların kapanması ve en büyük musibet olarak başımıza gelmesi. Tedris-i Kur’aniyi yasak etti. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Şimdi, Kur’an atlas kaba, atlas kılıfa konarak, kıble duvarına asılmak ve Cuma akşamları ölülerin ruhuna Yasin-i Şerif okunmak için mi kullanılacak? [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]İşte Üstad, öyle mukaddes ve kudsî bir kitabın, kelâmullahın bu asra bakan ehemmiyetli mânasına işaret edecek... Ve o, bu vazifenin icâbını hepimizin bildiği gibi, en ağır şartlar altında, daima hayatı tehlikede olarak yapmak suretiyle îfâ etmiştir. Bunun için fazla söz söylemeye zannederim ihtiyaç yoktur.[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir avuç şâkirdin ihlâsı [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]...Şu Risâle-i Nur dersini dinleyen, sonra başında iki elin parmağı kadar az olan ve hakikaten geçim derdine müptelâ olan bu insanlar, Risâle-i Nura birinci derece muhatap onlardır. İşte onların ihlâslı davranışlarının neticesidir ki, bugün bu eserler elimizde bulunuyor. [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Mektup şeklinde, kâğıtlar üzerinde, parça parça, köyden köye gezdirilen Risâle-i Nur, böyle kitaplar halinde mi idi canım? [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]İlk defa Haşir Risâlesi Kur’ân hurufatıyla tabedildi. O tab da—Allah rahmet eylesin—Şamlı Hâfız Tevfik’in dediği gibi, Üstad’ın kemerindeki otuz altınını bu işe sarf etmesi ile oldu. Kitapların çoğunu da hediye ederdi. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Ev sallanıyor[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Sonra, muhacir Hafız Ahmed... O zatın erkek misafirleri için küçücük bir odası vardı. Üstad Barla’ya, karadan değil, göl tarikiyle, motorla geliyor, sahile çıkıp doğru Muhacir Hafız Ahmed’in o odasına gidiyor. Kendisini kimse tanımıyor, neyse misafirdir. Zaten Hafız Ahmed de misafirperver bir zat idi. İftar zamanı yakın. Peynir, zeytin gibi üç-dört parça iftariyelik getirmiş. Üstad birini alıyor, diğerlerini götür diyor. Yatsıdan sonra, Üstad o odada yalnız kalıyor. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Hafız Ahmed kendi anlatıyor: “Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir de baktım, ailem beni dürtüyor. Baktım ki ev sallanıyor. Üstad, 'Rabbî innî messeniyeddurru ve ente erhamürrahimîn' diyor. Çok gür olarak söylüyor. Evet, ev sallanıyor. Hanımıma dedim ki, Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu.” [/FONT]


[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Yemek ve kira parasını peşin verirdi [/FONT] [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Üstad, beş senelik kirasını peşin vermek suretiyle orada kaldı. Kendisi ile biz de orada görüşmüştük. Akşamdan akşama kendisine [FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]yemek[/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif] gelir; Üstad da, minderini kaldırır, o zaman tedavülde olan heykelsiz nikel on kuruşluklardan bir tane verir, sonra yemeği alırdı. [/FONT][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Üç-beş misafir de gelse yiyecekleri odur. Beş tane kedi misafir geldiği zaman da yiyecekleri odur. Kedilerin yemeğini peşinen ayırır; misafirler beklerler. Götürür, kedilerin yemeklerini kor, onlar yemeğe başlarlar. Ondan sonra gelir. “Fiatını verelim, Bismillah” der, yemeğe başlanır.[/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]İlk gittiğimiz zaman, ilk sofra [FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]yemek[/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif] hatırası da şöyle olmuştu: İlk [/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]yemek[/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif] girdi. Biz yedi-sekiz kişi oturduk. “Fiyatını verelim, Bismillah” yemeğe hemen başlanmıyor. Biraz duruyor, “Bismillah”, biraz daha duruyor “Bismillah...” [/FONT][/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Ben çok zaman sonra hükmettim ki, biz Bismillah’ı şümulüyle söyleyemiyoruz da, o zat herbirimizin namına "Bismillah" diyor. [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Isparta havalisinde hamur tahtasını sofra diye kullanırlar. Hamur tahtası geldi. O kadar insan yedi. Elhamdülillah. O [FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]yemek[/FONT][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif] bitmedi. Yemek hemen hemen geldiği gibi gitti.[/FONT] [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Çay içerken, hep onu hatırlarım [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir defa yanına gittiğim vakit, o gün-Sıddık Süleyman dahil—yanındakiler bir tarafa gitmişler. Hiç kimse yok. Kalktı, kendi eliyle çay yaptı. Böyle bir bardağa kendisine, saplı büyükçe bir bardağa da bana çay koydu. Daha fazlasını verir. Yine fiyatı var. Çayı içerken unutmuşum. Dibinde biraz artmış. “Kardaşım, sen sünnet bilmez!” dedi. Şimdi imkânı mı var, bir çay içeyim de, Üstad’la beraber içtiğimiz çay hatırıma gelmesin. Ve sonunda hâtıra canlanmasın “Sen sünnet bilmez!" [/FONT]
[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Nereye gitsem diyorlar, “Üstad’la olan maceranızı anlatın.” Üstad ile olan mâceram ne olacak ki, diyorum. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Mâcerası şudur: Elimizdeki kıymetli eserlerin ne gibi şartlar altında yazıldığını düşünün. Bunlar düşmanlar tarafından bile takdir ediliyor. Ama malumdur ki, kıymetli eserler, bilhassa münekkitlerin eline geçecek, onların diline düşecek kıymetli eserlerin kusuru olmamak gerektir. Mesail-i imaniyeden bahsediliyor. Bu eserlere karşı kusur aramak için kulaklarını dikenler çıktı. Halbuki böyle bir şey yok (yani eserlerde kusur bulamadılar). İftira ettiler, Mustafa Sabri’yi mezardan çıkarıp konuşturdular. İftiranın bu derecesine vardılar. Ancak iftira ile tenkit edebildiler. Eğer bu eserlerin içinde hakikatte bir kusur olsaydı, bu müfterilerin gözünden kaçmayacak idi. [/FONT]

[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Yaa, onun için asıl hârika olan bu eserlerdir. Bir zat, o da kendi tâbirince, "yarım ümmi, yardımcısız, tazyikat (baskı) altında" ve daima kendisine şüpheli olarak bakılan bir zat tarafından yazılan bu eserler en büyük hârikadır.[/FONT]


[FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Not: Yeni Asyadan Alıntı
[/FONT]
 

Hakikat

Well-known member
Cevap: HULUSİ Abiden Hatıralar

'' [FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Ben Sözler'i yazarken, ihtiyarsız olarak ekser temsilat,şuunatı askeriye nevinden zuhur ediyordu.Ben hayret ediyordum.Neden böyle yazıyorum,sebebini bilmiyordum.Sonra hatırıma geldi ki : belki istikbâlde şu Sözler'i hakkıyla anlayacak,kabul edip hırz-ı cân edecek,en mühim talebeler askeriyeden yetişecek.Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum,düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.İşte mağrur olma,şükret;sen o askerlerden bahtiyar birisin ki,evvel yetiştin''[/FONT]
[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Trebuchet MS, Arial, Helvetica, sans-serif]Hulusi Bey Üstadının derslerinde bulunduğu sırada, Üstad kendisine şöyle hitap ediyordu:''Ben Türk Ordusunun aleyhinde bulunmam! Çünki bu Türk Ordusu Birinci Cihan Harbinde,Allah ve vatan yolunda bir milyon şehid vermiştir.![/FONT][/FONT][/FONT]
 
Üst