Gıybet Bahsi - Yirmiikinci Mektup Birinci Mebhas’ın Hatimesi

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Gıybet Bahsi - Açıklamalı Risale-i Nur Sohbetleri


Aklımızın çalışma tarzı sormak ve cevab mahalli olmaktır. Bu derece ciddi bir işi yapıyor anlıyor ama gıybet gibi çirkin bir şeyi neden anlamıyor diye kendimize sorsak: Herkes kendisine cevabı verebilir..


giybet-125x125.jpg



Gıybet hakkındadır


بِاسْمِهِ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
(Onun adıyla.“Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.)​

YİRMİ BEŞİNCİ SÖZÜN Birinci Şulesinin Birinci Şuaının Beşinci Noktasının, makam-ı zem ve zecrin misallerinden olan birtek âyetin, mu’cizâne altı tarzda gıybetten tenfir etmesi, Kur’ân’ın nazarında gıybet ne kadar şenî birşey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet, Kur’ân’ın beyanından sonra beyan olamaz; ihtiyaç da yoktur.


Bismillâhirrahmânirrahîm, elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât



-Ustad Bediüzzaman Yirbeşinci sözde Kur’an-ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğunu ve ondaki o müthiş sırrı azimleri beyan etmekde. Birinci şulesinin birinci şuaının beşinci noktasında ise yasaklama ve kınama makamını yani makamı zem ve zecrin misallerinden gıybet ayetini tefsir etmiş. O makam olarak yirmibeşinci sözde tesfir eder iken bu mevzuda gıybetin ehli iman için zararlarından söz etmekdedir.-


Nasılki bir ayna bakanı açıkca gösterir. Ayet-i Kur’an-iye de hakikatleri aynen ayna gibi açık ve aşikar göstermekdedir. Tabiki bu husus bakanın neye bakdığına göre değişebilmekde. Ustadımız Bediüzzaman ayet-i celiledeki hakikatleri bize bu ders ile gösterecekdir.


İşte اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا -e yuhıbbü ehadüküm eyye’küle lahme ehıhi meyten- âyetinde altı derece zemmi, zemmeder,


Gıybet bir ayıplamadır. Bu ayet-i kerimenin altı kelimesiyle altı derece gıybeti ayıplamaktadır.


gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, mânâsı gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki:


Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır.O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.


Aya: soruyorum demektir. Yani -e yuhıbbü deki e- sormak manasındadır ve her kelimenin başında bu kelimeyi mukadder olarak kabul ederek meseleyi sorarak öğreneceğiz.


İşte, birincisi, hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor?


Kur’an-ı Azimüşşan: -e yuhıbbü- ‘deki e kelimesi ile soruyorum yani âyâ demektir. O e ile bizlere sormaktadır.Sormak ve cevab vermek mahalli akıldır. Akıl sormayı anlıyor, cevabıda anlıyor da; bu derece çirkin bir şey olan gıybeti neden anlamıyor
diye bizden sormaktadır.


Aklımızın çalışma tarzı sormak ve cevab mahalli olmaktır. Bu derece ciddi bir işi yapıyor anlıyor ama gıybet gibi çirkin bir şeyi neden anlamıyor diye kendimize sorsak: Herkes kendisine cevabı verebilir..


İkincisi: يُحِبُّ -yühıbbü- lâfzıyla der:


-yühıbbü- lafzıyla; ayetin yazılışına bakarsak ikinci kelime bu olabilmekde. Bu kelimenin başına âyâ yani sormak manasını ekleyerek bir soru daha bizlere sormaktadır.


Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?


-yühıbbü- sevmek manasındadır. Sevmek ve nefret etmek kalbin bir hassasıdır, bu manalara kalb mahallidir. Kur’an-ı Kerim bize bu ikinci kelimeyle kalbiniz bozulmuşmi ki yaradılışı harika olan bu kalb böyle menfur nefret edilecek bir şeyi sever diye sormakta ve sorarkende bize bu çirkin işe yasaklamaktadır.


Üçüncüsü: اَحَدُكُمْ -ehadüküm-

-ehadüküm- sizden biriniz demektir. Bu kelimeninde başına sormak manasını koyarak Kur’an-ı Kerim bize üçüncü soruyu soracak.


Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?


Gıybet bulaşıcı bir hastalık gibidir ve toplumsal ve sosyal hayat için faciaya sebeb olabilmektedir. İnsanları birbirinie düşürübilir.
Sizden biriniz deki siz kelimesi cemaati ifade eder çünkü çoğulu ifade ediyor. Bununla beraber biriniz deki biriniz kelimesi ise ferdi ifade ederki bu kelimenin başına soruyorum kelimeside gelince ifade ederki: Hayat-ı içtimaiye, sosyal hayat ve toplumsal hayat, hayatını cemaatten alır. Gıybet ise bu cemaatin hayatını zehirleyen bir illettir. Halbu ki içtima-i hayat ve medeniyet gıybeti kabul etmez o halde size ne olmuşki bu zehiri kabul ediyorsunuz.


Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ -eyye’küle lahme- kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?


Lahm; et, ekel ise yemek demektir.Kaplan ve Asaln gibi hayvanlara vahşi hayvanlar denmesindeki sır ise bir başka hayvanı parçalayarak yemelerinden gelir.İşde ölede insana yakışmayacak bir hal olan kendi cinsinden birini yemek canavarklık, vahşilik olmaktadır. Halbuki gıybeti yapılan kişi senin cinsinden ve hatta seninle aynı hisleri taşıyan bir arkadaşındır. Bu bağlamda gıybet bir canavarlıktır nasıl oluyorda bu canavarlığı kabul ediyorsunuz?
Beşincisi: اَخِيهِ -Ehıhi- kelimesiyle der : Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz?


Ehı kardeş demektir. Kardeş kelimesi sevgi kelimesini beraberinde taşır. Gıybet ise canavarın dişleri gibidir. Onu ağzına alan canavar dişlerini ağzına takmış olur ve çok cihetlerle kardeşi olan dostunu, arkadaşını onunla dişlemektedir.


Kur’an-ı Kerim bizlere sizin sıla-i rahminiz yokmu? Hem cinsinize şefkatiniz yokmu? Bu sorular ile duygularımızı nazara vermekde ve gıybetin bizdeki bu duyguları yok etmekte olduğunu ifade etmektedir.


Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?


Bir insanın kendi kendini dişlemesi tabiiki akılsızlıkdır. Ama gıybetle münasebeti nasıl olabilir?


Mahşer gününde bazı insanlar bakacaklarki :
Defterlerinde çokca namaz, niyaz, hac, kur’an okumalar ve bir çok ibadetin yazılı olduğunu görecek ve şaşıracaklar. Diyecek ki:
Ya rabbi ben bunlardan hiçbirini yapmadımki bu nasıl olabilir?
Cenab-ı Hakk : “Falancalar senin gıybetini yaptılar bende onların ibadetini onların defterinden sildim senin defterine yazdım” der.
Ve mahşerde bazı insanlarda amel defterlerinde yaptıkları ibadetleri göremeyince şaşıracaklar ve hayret edecekler. Ya Rabbi yaptığımız ibadetlerimiz nerede diyecekler. Allah; onlara: “Siz falancanın gıybetini yaptınız, sizin amellleriniz onun defterine geçti.” diyecek.


İş kişinin kendi eliyle kendini azaba, cehennemdeki zebanilerin onu parçalamasına atması. Bu akıbet dünyadayken belliydi, önce kişi kendi ağzıyla kendini dünyada parçaladı;sonra ahirette karşılığını gördü. Sizce bunu akıl kabul edermi? Tırnak kadar aklı olanın aklı bu zararı kabul etmez.


Özellikle bu zaman da ibadet etmek kolay değildir. Çoğu kimsenin ibadet edemezken ve zaten çok kusurlarla ancak yapabildiği zar zor kazandğı ibadeti, gıybet ile ne kadar kolay elimizden çıkarabiliyoruz. Ya ibadeti yapamayanlar ve gıybet edenlerin durumu ise bir derecede inkar ediyor. İbadet edemediği halde gıybet edenlerde mahşerde sahifeler açıldığı zaman
bakacaklar; hiç yapmadğı bir sürü günahlar defterine yazılmış. Kendinde sevab olmadığından gıybet ettiği kişinin günahları ona binmiş. Tabiri caiz ise müflis olmuş. Günahlar çok ağır bir yüktür ve bu yük sahibini aşağılara düşürür..


Altıncısı: مَيْتًا , -meyten- kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?


-meyten- manası ölmüş demektir. Bir kardeşimiz öldüğünde onun için üzülürüz, rahmet duaları ederiz. Halbuki öyle yapmayıp yerine ölmüş kardeşimizi ziyafet sofrası gibi görüp; elimize çatal, bıcağı alıp etini kesip kesip yiyorsak : Nerede vicdan? Nerede fıtrat?


İnsan etini hayvanlar, canavarlar hatta leş yiyen hayvanlar bile kolay kolay yemezler. Size ne olmuşki gıybetle ölmüş kardeşinizin etini iştahla yiyorsunuz ?


Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârane altı derece o cürümden zecreder.


Peygamber efendmiz (asv.) : Ashabına oruç tutmalarını emr etmiş ve ben izin vermeden kimse orucunu bozmayacak demiş.
Ashab oruç tutmuş akşam olmuş herkes sırasıyla gelmiş efendimizden iftar için izin istemiş. Herkese izin vermiş ama iki kadına izin vermemiş; siz zaten orucunuzu bozmuşsunuz der.


Kadınlar şaşırırlar birşey yemedik, içmedik derler. Peygamber efendimizde (a.s.v) yediklerini ağzınızda istifra ediniz der.Bunun üzerine istifra ettiklerinde; ağızlarından iğrenç parçalar çıkar. Kadınlarda hayretle: “Bu nedir Ey Allah’ın Rasulu ” derler. Peygamber efendimiz (a.s.v) onlara : “Bu gördukleriniz sizin gıybetlerinizdir.” der.


Peygamber efendimiz (a.s.v) zamanında farklı şekilde yaşanmış şu hadise bizlere o zaman ki edilen gıybetin insan eti yemek olduğunu göstermekde ve bunun hissedildiğini anlatmakdadır.. Hatta bu zamanda da görülmekde ama gıybet bizlerin o kadar içine işlemiş ki kokusunu alamıyoruz. Nasıl ki sigara içen birine sigaranın dumanı rahatsız etmezken; sigara içmeyen birine o sigara dumanı rahatsızlık verir..


Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez.


Ne kadar muthiş deyimler : İç ten pazarlıklı, korkak, kişinin kuyusunu arkadan kazan, yalaka tipli insanlar gıybet ederler. İzzet-i nefis sahibi, karakterli, şahsiyetli insanlar bu pis silaha ellerini sürmezler.


Nasıl meşhur bir zât demiş: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır.”


Ustadımız Bediüzzaman: nefs herşeyden edna yani herşeyden aşağı ama gıybetten yukarıdır. Gıybet nefsdende aşağı bir aşağılıktır. Hangi durumlar gıybet olur yada gıybete benzer ama gıybet olmaz?


Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı.


Bazıları gıybet ederler, ona denilir adamın arkasından konuşma; gıybet eden onun yanındada söylerim. Bu mantık söylenenin gıybet olmasını engellemez. İfadeye bakarsak; gıybet edilen adam hazır olsa ve işitse söylenenlerden memnun olmasa çirkin görüp darılsa o takdirde söylenenler gıybet olur.


Peki ya söylediği doğruysa?


Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.


Şeriatte iftiranın cezası vardır. Bu şartlarda cezaya çarptıralamayacağına göre ona başka türlü cezayı, kader-i ilahi verecektir. Bu durumda gıybet eden kişi heran bir belayı beklesin ve bir belanın gelmesinden hiçde şübhe etmesin zira bir bela gelirse şanslı sayılır. Çünkü bu ceza dünyada tahsil edilmiş olur eğer bela gelmezse bu ceza ahirete kalır bu durum kadar talihsizlik olamaz.


Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:


Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
yani kişini polise gidip kendine haksız yapanın haksızlıklarını anlatması gıybet değildir.


Diğer kurumlara müracaatda böyledir veya hakkını alıp verecek bir müteber kişiye müracaat etmesi haksızlık edenin yaptıklarını anlatması ve hakkının kendine verilmesini istemesi gıybetin caiz olduğu bir durumdur.


Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesaî etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak,
meşveretin hakkını eda etmek için desen: “Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar göreceksin.”


Siz benimde tanıdığım biriyle ortak bir ticaret etmek istiyorsunuz. Emin olmak için bana geldiniz ve şu kişiyle iş yacağız ama uygunmudur diye istişare ettiniz. Ben adamı iyi tanıyorum ; onun yalancının, üç kağıtcının biri olduğunu size diyorum onunla ortak iş yapmayın zira zarar görürsünüz. Ama bunu derken, tanıdığım adama garazımdan dersem gıybet etmiş olurum ama istişarenin hakkını eda etmek ve garaz katmadan dersem, gıybetin caiz olduğu bir iş yapmış olurum.


Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filân yere gitti.”


Yada kör hafız, topal şükrü gibi bu durum bu kişilerin tanınmaları için bir alem olmuştur bunu onlarda kabul etmişlerdir. Ama bunu diyen kişi onların kusurlarıyla alay niyetiyle derse, gıybet etmiş olur. Fakat tarif maksadıyla derse gıybet olmaz.


Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.


Askerde arkadaşlarla dini sohbet etmek için istirahat vaktinde ağaçların altına gittik. Bizden önce gelenler vardı içlerinden birisi işlediği zina gibi sefih fiillerini ballandıra ballandıra anlatıyordu diğerleride pürdikkat onu dinliyorlardı. Bizler orada selam kelam dini konular konuşunca, adamın keyfi kaçtı anlatacaklarını anlatamadı orayı terk etti. Bu süfliyatını anlatan adam benim bir dostumun evine gidebilir, onlara yakın olabilir. Bu durumda ben bu adama garaz niyetiyle değil belki arkadaşımı bu adamın şerrinden korumak niyetiyle o kişi şöyle şöyle biridir diyebilirim. Eğer niyetimde garaz yoksa gıybet olmaz ama adama olan garazımdan söyler isem doğru bile olsa gıybet olur, şayet yalan söylesem hem gıybet hem iftira olur. İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir.


Bu durumlarda önce kişi kendi kalbini yoklamalı, niyetini belirlemeli ki ne maksatla söylediğini bilsin ve dikkat etsin. Bu mahsus maddeler haricinde niyetin halis olması diye birşey olamaz ve bu mahsus maddelerde niyetimiz çok önemli : Maslah olmalı, garaz olmamalı.


Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَناَ وَلِمَنِ اغْتَبْنَاهُ -allahümmeğfirlene velimeniğtübnêhü-(“Allahım, bizi ve gıybetini ettiğimiz zâtı mağfiret et.” Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 1:87. ) demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et” demeli.

Önce tevbe etmeli sonra gıybet ettiği adama rast geldiğindede ondan helallik istemeli. Eğer adam yaşıyorsa ölmeden helallik almak lazım ama adam ölmüşse helallik nasıl alınır bilemiyorum. Bu nedenle kardeşimiz hakkında konuşurken bunları hesaba katmak lazımdır..


Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha

 

FaKiR

Meþveret Bþk.
“Gıybet zinadan daha kötüdür.” Nasıl olur Yâ Resulallah? “Adam zina eder, sonra tevbe eder, Allah mağfiret buyurur. Gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe mağfiret olunmaz” (Beyhaki, Şuabu-l İman, 6740-41-42)

Bir Hadislerinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Allah, bir müslümana, bir müslümanın kanını, ırzını ve ona su-i zanda bulunmasını haram kılmıştır.” (Müslim, birr 32) Yine Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Hüsn-ü zan imandandır.” buyurur.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
CÜNEYD-İ BAĞDADÎ HAZRETLERİ VE GIYBET


Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri, bir gün bir camide iken, bir genç gelip:

— Allah rızası için bana yardım edin. Ben yardıma muhtaç bir kimseyim, der.

Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bakar ki genç sapa - sağlam bir insan, bu genç bu haliyle dilencilik yapmaya utanmaz mı ? Niye çalışıp kazanmaz da dilencilikle kendini küçük duruma düşürür,, diye düşünür.

O gece Cüneyd-i Bağdadî hazretleri bir rüya görür... Rüyasında; camide gördüğü gencin vücûdu bir kebap yapılıp bir tepsiye konmuş, önüne getirilir. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine :

— Bunu yiyeceksin, derler. Hazret, «o insan etidir, yenir mi?» diye karşılık verdiğinde :

— Ya dün camide nasıl yiyordun... Yine öyle yiyeceksin!., derler. Daha sonrasını Cüneyd-i Bağdadî hazretleri şöyle anlatıyor:

— Meğer gıybet etmişim! Hemen korku ile uyandım. Abdest alıp iki rek'at namaz kıldım... Tevbe istiğfar ettim... Sabah olunca, hakkkında konuştuğum genci aramak için dışarı çıktım... Aradım, aradım, nihayet genci, Dicle nehri kıyılarında buldum ki, önüne tere koymuş, onları yiyor.

Genç benim geldiğimi görünce, başını kaldırarak:

— Ey Cüneyd! Camide benim hakkımda kötü düşündüğün için, tevbe edip pişmanlık duydun mu? diye sordu... Ben:

— Evet! dedim... Hakkında konuştuğum genç, bana:

— O halde üzülme git! dedi ve şu Âyeti Kerimeyi okuyarak kayboldu: «Ve O Zattır ki kullarının tövbelerini kabul eder, günahlarını afv eder ve ne yaptıklarını bilir.»

*Büyük Dini hikayeler
 

zerrat

Well-known member
Tevafuk oldu son günlerde bu konuya dikkat çekmek istiyorduk ki sırayı getirememiştik ama zaten Kardeşlerimiz eklemişler sağolsunlar inşaALLAH bu konuda gereken hassasiyeti hakkıyla yerine getirenlerden oluruz her birimiz.Günümüzün çok çok ehemmiyetli marazlarından,RABB'İMİZ(C.C.) yar ve yardımcımız olsun cümlemizi bu marazdan muhafaza eylesin inşaALLAH.Paylaşımlar için çok teşekkür ediyoruz,ALLAH(C.C.) Razı Olsun hepinizden inşaALLAH.
 
Üst