Nebi

mihrimah

Well-known member
Allahın kendisine vahyettiği sözleri olduğu gibi en ince ayrıntısına kadar belleyip aynen toplumuna aktaran kişi. Batılı araştırıcılar, nebi kelimesinin İbranice "nabbi" kelimesinden geldiğini kabul ederler. Oysa "nebi" kelimesi hem şekil hem de kök anlamı itibarıyla tamamen Arapça bir kelimedir. "Ne.be.e" kökü, Arapçada "haber vermek", "duyurmak", "hafifçe seslenmek" anlamıyla da semitik döneme kadar uzanan bir geçmişe sahiptir.

Ayrıca Arapça "nebi" kelimesinin gelecekten haber vermek anlamındaki kehanetle hiç bir ilgisi yoktur. Nebi kelimesinin türediği "nebe'e" kelimesinin kökü, yukarıda da ifade edildiği gibi "duyurmak", "birşey hakkında haber vermek" demektir. Ama bu haber istikbale matuf değildir. Kur'an'a göre peygamber tarafından getirilen haberler daima gayb (görülmeyen dünya) haberleridir. Hz. Peygamber'in faaliyeti Allahın arzusunu insanlara duyurma (tebliğ)dir. Gerçi ileride insanların gözleri önüne serilecek olan cennet ve cehennem tasvirleri de istikbale matuf haberlerdir. Ama bu, İbrani kehanetlerindeki gibi belirli bir şahsın veya belirli bir olayın ne zaman vuku bulacağını önceden görüp söylemekten çok farklıdır; ona hiç benzemez. Zaten peygamberlerin görevi de bu değildir.

Nebi kelimesi, Kur'an'da peygamberleri ifade etmek için kullanılmıştır. "Onlara gelen her nebi ile alay ettiler" (ez-Zuhruf, 43/7). Diğer taraftan nebi kelimesi, Resul kelimesi ile de eş anlamlıdır (Ayrıca bk. Resul, peygamber, peygamberlik ve peygamberlere iman).

peygamberimize ( s.a.v) kur’an-ı kerimde, neden “resullerin sonuncusu” yerine “nebilerin sonuncusu” denilmiştir.

Malûmdur ki, her şeyin bir başlangıcı ve bir de nihayeti olduğu gibi, hz. Âdem'le (a.s.) başlayan peygamberlik müessesesi de hâtemü’l-enbiyâ (s.a.v.) ile son bulmuştur. Cenâb-ı hak, peygamberlerin en ekmeli olan o zât'ın eline semavi kitapların en mükemmeli olan kur'ân-ı azimüşşân'ı vermiş ve nübüvvet müessesesini o hâtemü’l-enbiyâ ile tekmil etmiştir. Artık, kıyamete kadar hz. Muhammed'den sonra bir peygamber gelmeyecektir. Hz. Muhammed’in (sav) hâtemü’l enbiya olduğu ahzap suresinde şu şekilde ifade buyurulmaktadır. “muhammed sizin ricalinizden hiçbirinin babası değil ve lâkin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah âlimdir. (her şeyi bilendir.)

Bu ayet-i kerimede cenâb-ı hak, hem hz. Muhammed'in (s.a.v.) ismini zikrederek o'nun peygamberliğini açıkça ifade ediyor, hem de “son peygamber” buyurmakla, o'nun son peygamber olduğunu kesin olarak beyan buyuruyor.
Bilindiği gibi, kendisine kitap indirilen peygamberlere “resul” denir. Ayet-i kerimede peygamberimiz (s.a.v) için hem resul, hem de son peygamber buyurulmasıyla artık kendinden sonra hiçbir nebinin gelmeyeceği ve nübüvvet kapısının o'nunla son bulduğu kesinlikle bildirilmiş oluyor. Yâni, hz. Muhammed (s.a.v.) son nebi olduğu gibi, son resul de olmaktadır. Zira, her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir.
Âyet-i kerimede “son peygamber” yerine “son gönderilen” buyurulsaydı, belki bazı kimseler, peygamberimizden (s.a.v.) sonra kitap sahibi olmayan bir nebinin gönderilebileceği vehmine kapılabilirlerdi. Böylece, ayet-i kerime bu husustaki bütün vehim ve vesveselerin kapısını kapatmış bulunmaktadır

Peygamberimiz ne zaman nebi oldu, ne zaman resul oldu?

Nebi, haber mânâsına “nebe” kökünden gelmiş olursa ya ism-i fâil veya ism-i mef’ul olur ki, Allah tarafından kendisine nebilik ve bâzı İlâhî hükümler haber verilen zat demek olur.

“Resul” ise, Allah tarafından İlâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zat mânâsınadır.1

Kısacası, “resul”, kitab ve şeriat sahibi olduğu halde, “nebi”, kendinden evvelki peygamberin şeriatına dâvetle vazifelidir. Her resul nebidir, ama her nebi resul değildir.Bu izahtan sonra, Peygamberimize (a.s.m.) vahyin nasıl geldiği hususuna da temas etmekte fayda vardır.Resulullaha (a.s.m.) ilk vahiy sâdık rüya şeklinde gelmiştir. Gördüğü her rüya açıkça çıkıyordu. Ondan sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Bu sebeple zaman zaman Hira Mağarasına gidip orada Hz. İbrahim’in (a.s.) dini üzere ibadet etmeye başladı.Yine ibadet için Hira Mağarasına gitmişti. Allah’ın emriyle Cebrâil (a.s.) geldi ve Hz. Muhammed’e (a.s.m.) “Oku” dedi. Takati kesilinceye kadar onu sıktı. Sonra bırakıp tekrar “Oku” dedi. Hz. Muhammed (a.s.m.) “Ben okuma bilmem” deyince yine takatı kesilinceye kadar sıktı ve bıraktıktan sonra yine “Oku” diye seslendi. Hz. Muhammed (a.s.m.) yine “Ben okuma bilmem” deyince, Cebrâil (a.s.) onu bırakarak, “Yaratan Rabbının adıyla oku! O Allah ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Her halde oku! Senin Rabbin kalemle yazı yazmayı öğreten kerîmler Kerîmidir. İnsana bilmediğini öğretmiştir” dedi.2 Bunun üzerine heyecanlanan Resulullah (a.s.m.) eve giderek hanımı Hz. Hatice’ye (r.a.) “Beni örtün, beni örtün” dedi. Korkusu gidinceye kadar mübarek vücudunu sarıp örttüler.3

Böylece Resul-i Ekreme (a.s.m.) ilk vahiy gelmiş oldu. O zaman kırk yaşında idi. Bu vahiyden sonra bir müddet vahiy kesildi. Vahyin kesilmesinin ne kadar sürdüğü hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bu geçen zaman en az onbeş gün, en çok üç senedir.4

Vahyin tekrar başlaması hususunda ise Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyururlar:

“Bir gün yürürken gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırınca Hira’da bana gelen meleği gördüm. Semâ ile yeryüzü arasında bir kürsü üzerinde oturmuştu. Çok korktum. Evime dönüp ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, ‘Ey örtüye bürünen Resûlüm! Kalk ve insanları Allah’ın azabından sakındır. Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Azap sebebi olacak günahlardan uzak dur’5 meâlindeki âyetleri indirdi. Artık bir daha vahiy kesilmedi.”6

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) Hira’da gelen ilk vahiyle resul değil, nebi olmuştur. Çünkü henüz risaletle vazifelendirilmişti. Vahyin bir müddet kesilmesinden sonra ikinci defa gelmeye başlamasıyla da resul oldu.7
Demek ki, Resulullahın (a.s.m.) ilk defa nebi, sonra resul olması doğrudur. Ancak, nebiliği ile resullüğü arasında üç senenin geçmiş olması ihtilaflıdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, birinci vahiy ile ikinci vahiy arasında ne kadar zaman geçtiği hususu kesin olarak bilinmemektedir. Bu mevzuda çeşitli rivayetler vardır.8

1- Hüseyin Cisrî. Risâle-i Hamidiyye, s. 524-531
2- Alak Sûresi, 1-5.
3- Müslim, iman; 73.
4- Tecrid Tercemesi, 2:13.
5- Müddessir Sûresi, 1-5.
6- Müslim, iman; 73.
7- Hak Dini Kur'ân Dili, 8:5944.
8- Zekâi Konrapa, Peygamberimiz, s. 72.

Kaynak:Sorularlaislamiyet..
 
Üst