Onlar Bediüzzamanın manevî yeğenleri...

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
18064.jpg


Onlar Bediüzzaman’ın manevî yeğenleri...

Bediüzzaman’ın ‘yeğenlerim’ diyecek kadar sevdiği Kadriye ve Bedriye anne. Biri 95 diğeri 93 yaşında bugün. Ömürleri Risale-i Nur hizmetiyle geçmiş.


Şemsinur Özdemir'in haberi
Bediüzzaman’ın ‘yeğenlerim’ diyecek kadar sevdiği iki nurlu yüz Kadriye ve Bedriye anne. Biri 95 diğeri 93 yaşında bugün. Ömürleri Risale-i Nur hizmetiyle geçmiş. Kendi çocukları yok ama bugün yüzlerce nur talebesi onları anneleri gibi görüyor.
Onlar da kendilerini hakkın ve insanlığın hizmetine sunmuş olan gençlere dualarıyla destek oluyorlar.

Bediüzzaman’ın manevî yeğenleri
Afyon’da eski bir apartman dairesi. Küçük bir odada karşılıklı duran iki yatakta iki yaşlı hanım, oturma ile yatma arası bir duruşla karşılıyor misafirlerini. Bedriye anne 95, Kamer anne 93 yaşlarında. Onlar Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin ‘yeğenlerim’ diyecek kadar sevdiği iki nurlu yüz. Ömürlerinin ahirinde Cenabı Mevla’nın lütfuyla, kendi çocukları olmamasına rağmen yüzlerce nur talebesinin teveccühüne mazhar olmuş, onların elinde bakılan, son zamanlarını insanlığa dua ederek yine hizmetle geçiren kutlu hanımlar. “Allah bizi size dua edelim diye yaşatıyor” diyecek kadar bu dünyadan kopmuş, ruhu canlarıyla, nefes alırken bile ötelere kanat açmışlar. Kamer ve Bedriye annelerin hayatlarını ve hizmetlerini bizzat kendilerinden dinlemek ne yazık ki mümkün olmadı. Geç kalmıştık. Keşke o kıymetli hazineleri daha sağlıklı zamanlarında tanısaydık. Çabuk yoruluyor, sorulara çok kısa cevap veriyorlardı. Hatta mümkünse, kendilerine ait hiçbir şeyi duymak istemiyor, tek sözlerinin Allah’ı, Peygamberimizi anlatmak ve dua etmek olmasını istiyorlardı. Bir aralık “Bedriye anne, Afyon’u son ziyaretinde Üstad’a siz yemek yapmışsınız, öyle mi?” diyecek oldum da “Çocuklar da maşallah neler biliyorlar!” diye hafiften paylandım. Yine de, ailelerinden, hizmetlerinde bulunanlardan ve eski ses kayıtlarından bazı bilgi ve hatıraları temin etme imkanımız oldu.

Mevlânâ Halid’in cübbesi, Küçük Aşık ve Bediüzzaman
Kamer ve Bedriye hanımlar Afyon’da Müftüoğlu ailesine mensup. Kendilerinden küçük 3 erkek kardeşleri vefat etmiş. Müftüoğlu ailesinin soyu, Mevlânâ Halidi Bağdadi’nin (1770-1827) meşhur talebesi Küçük Âşık diye bilinen Mehmet Efendi’ye kadar uzanıyor. Mevlâna Halid, yıllarca ailesinden habersiz hizmetinde bulunan Küçük Âşık’ı memleketi Afyon’a gönderirken hırkasını çıkarıp vermiş “Hasretime işte şimdi dayanırsın.” demiş. Afyon’da müftülük yaptığı gibi, şimdi kendi ismiyle söylenen Hacı Âşık Camii’nde dersler de okutmuş, 1845’te vefat etmiş. Mehmed Efendi’nin vefatından sonra evlatları ve torunları bu hırkayı muhafaza etmiş.

1885’te Afyon’da dünyaya gelen Asiye Mülazımoğlu’nun babası Mehmed Bahaeddin Efendi, Küçük Âşık’ın torunu. Asiye Hanım dedesinden kendisine intikal eden bu cübbenin üzerine titremiş, İstiklâl Savaşı’nda, Yunan işgalinde, memleketlerini terk etmek zorunda kaldıkları günlerde bile onu yanından ayırmamış. Sandıklı, Isparta ve Akşehir’e gittiklerinde zor zarurî eşyaları ile birlikte bu cübbeyi de daima yanında taşımış. Asiye Hanım’ın kocası Tahir Bey, Kastamonu Hapishanesi’ne müdür olarak tayin edildiği zaman, Mülazımoğlu ailesi de nihayet Kastamonu’ya gelip yerleşmiş. İşte bu yerleşme günlerinde, uzun yıllar dolaştırılan cübbe de asıl sahibini bulmuş. Babası Bahaeddin Efendi’yle birlikte Bediüzzaman’a giden Asiye Hanım, Mevlânâ Halid’in emaneti bu asırlık yadigârı sahibine teslim etmiş. Cübbenin sahibi:

“Asiye’nin duası kabul oldu “diyerek uzun yılların iştiyakını, hasretini ifade etmişti. Asiye Hanım’ın ismi ve hizmetleri Risale-i Nur’un lâhikalarında yer yer zikredilir. Afyon’da ‘dağ müftüleri’ denilen ailenin ileri gelenleri, öteden beri eğitim hizmetleri yapmış, müftülük yapan da olmuş. Evlerini medrese gibi kullanıp talebe yetiştirmişler. Asiye Hanım ile Kamer ve Bedriye hanımlar aynı dedenin torunları. Yaşadıkları döneme göre iyi bir eğitim almışlar. Bedriye Hanım, liseyi bitirip bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra polis memuru iken emekli olmuş. Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Kamer Hanım ise bir süre hakimlik ve Gümrük Tekel Bakanlığı’nda yüksek hesap uzmanlığı yapmış.
Bediüzzaman Hazretleri’ni Asiye Hanım’ın (1987’de, 102 yaşında vefat etmiştir) anlatmasıyla uzaktan tanıyıp seven, Risale-i Nur eserlerini okuyan Kamer ve Bedriye hanımlar, birkaç kere de onu ziyaret ederler. Anneleri Nimet Hanım ile aynı soya mensup olmasından dolayı onlara ‘yeğenlerim’ diye hitap eden Üstad, aynı zamanda ‘has talebelerim’ ve ‘ahiret hemşirelerim’ diyerek üç türlü yakınlık duyduğunu anlatır. Sağlıklı zamanlarında Risale-i Nur’ları bizzat yazan ve genç kız ve kadınlara okuyup dersler yaparak iman hakikatlerini idrak etme noktasında rehberlik eden Bedriye ve Kamer hanımlar, bugün de duaları ve tavsiyeleri ile hizmet erlerine moral vermeye devam ediyor.

Bedriye Hanım, eski bir ses kaydında Bediüzzaman’ı ilk ziyaretlerini şöyle anlatıyor: “Aylarca, günlerce hasret çekmiştim. Bir gün, ‘annem belki hayır der, belki bırakmaz diye kendi kendime üstadıma gideyim’ diye hazırlandım. Tam çantamı hazırlamıştım, geliverdiler, gidemedim. Sonra bir daha hazırlandık, tekrar gittik Üstadıma. Çalışkanların dükkanına vardık. Üstada pek çok kişiler gelmiş, geri dönmüşler. Kardeşlerden biri ‘Üstadımız hasta yatıyor’ demiş. Kapıya kadar gidelim, döneriz dedik. Kapıyı açan kardeşle bir tezkere yazıp içeri gönderdim. “Muhterem üstadım biz sizi Allah rızası için ziyarete geldik. Müsaade edersen gelelim müsaade etmezsen dönelim efendim” dedim. Gelsinler demiş. Vardık. Üstad yatıyordu. Hemen kalktı. Hoş geldiniz, dedi. Ders yaptı mübarek. Yanımızda bir misafir de vardı. O misafire de teveccüh etti. Giderken küçük bir kutu lokum veya şeker almıştım. ‘Hediyemizi kabul etmiyor ama belki talebeler yerler’ demiştim. Hazreti Üstad komodinin üstünde kutuyu gördü. ‘Şimdiye kadar âdetim var, bozdurmayın. Ben de sana bir hediye vereyim’ dedi. O zaman razı oldum.”


Tren vak’ası
“Annem ve kızkardeşimle Isparta’ya ziyaretine gittik. Fıtnat Hanım’ın evindeydik. Üstad, bizi çağırıp ders yaptı. Fitnat Hanım’ın evindeyken Üstad çay gönderdi bize. O çayın tadını hâlâ unutamıyorum. Biz döndükten 10 dakika sonra kapı çalındı. ‘Tren var, misafirler çabuk gidecek’ dediler. Fitnat Hanım ‘şu anda tren yoktur.’dedi ama Üstad haber gönderiyor, ısrar ediyor. Biz kalktık. Hakikaten tren var, trene bindik. Meğer bizden sonra oraya baskın gelmiş. Mübarek üstadımız çabuk gitmemizi istemiş. Trene bindik ama hem giderken hem gelirken, beni tren, otobüs tutar. Harap olurum yollarda, hangi ilacı alacağımı bilemem. Hiç birisine hacet kalmadan sanki bir adımlık yere gitmişim gibi Ankara’ya kolayca geldik.”

ZAMAN
 

Turab3

Well-known member
Şefkat Kahramanları 10 (Bedİüzzaman’In manevî yeğenleri)

Bedİüzzaman’In manevî yeğenlerİ


Bedrİye Eskİcuma (1913- 24 Mayıs 2008)


Kadrİye Müftüoğlu (1915-24 Kasım 2008)



İKİZ KIZ KARDEŞ...

Bediüzzaman Hazretlerinin “yeğenlerim!” diye hitap ettiği iki kardeş.

Bedriye ve Kadriye Hanımları 2007’de Afyon’a bir program dâveti için gittiğimizde tanımıştık.

Programa birlikte dâvet edildiğimiz değerli kardeşim Ayşenur Yaşar, onları mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini söylemişti yola çıkarken.

Afyonlu dostlarımızın samimî ilgileriyle, onları ziyaret etmiş, hatıralarını dinleme imkânımız olmuştu.

İkisi de ilerlemiş yaşlarından dolayı yataklarında istirahat etmekteydiler. Arkalarına yerleştirilen yastıklarla oturmakla yatmak arası bir vaziyette sorularımızı cevaplamışlardı.

Çabuk yoruluyor, kısa cevaplar veriyorlardı.

Bedenlerini yıllar yıpratsa da, pırıl pırıl bir hafızayla aktarmışlardı hatıralarını.
Bize eşlik eden Afyonlu dostlarımız “Biz onların Risâle sohbetleriyle yetiştik. Sağlıklı zamanlarında hizmet için çok çalışırlardı. Ne derdimiz olsa ilgilenirlerdi. Hâlâ da akıl danışırız onlara” diyerek sevgi ve muhabbetle eşlik etmişlerdi bize.

(Program akabinde Bolvadin’e de uğramış, orada Bolvadinli hanımların da hatıralarını almıştık. Hepsi de Risâle-i Nur’ları kendilerine tanıtan Şahide Yüksel’i hayırla, rahmetle, yaşlı gözlerle yâd etmişlerdi. Onların hatıralarını da bir başka sefere aktarma ümidindeyiz.)


KÜÇÜK AŞIK’IN TORUNLARI...

Bedriye ve Kadriye kardeşler, sizlere daha önce tanıttığımız Asiye Mülazımoğlu ile aynı dedenin torunları. Babaları Küçük Aşık’ın torunları. Yani kardeş çocukları.

Onlara Risâle-i Nur’ları Asiye Anne tanıtmış. Dedeleri Küçük Aşık adıyla bilinen Mehmet Efendi, 19. asrın müceddidi Mevlânâ Halid-i Bağdadi’nin (1770-1827) önemli bir talebesi.

Anne ve babasından izinsiz alarak gelip hizmetinde bulunan bu talebesini, hocası anne babasına teslim ederken cübbesini çıkarır verir ve “Hasretime işte şimdi dayanırsın!” der.

Bu cübbe Asiye Anne vasıtasıyla Bediüzzaman Hazretlerine Kastamonu’da takdim edilir. (Necmeddin Şahiner’in “Son Şahitler” isimli kitabında Küçük Aşık ile ilgili detaylı bilgi bulunmakta.)

İkisi de yaşadıkları döneme göre iyi bir eğitim almışlar:

Bedriye Eskicumalı emekli bir ilkokul öğretmeni. Bir polisle evlenmiş ve eşi vefat etmiş.

Kadriye Müftüoğlu ise Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş. Bir süre hâkimlik yapmış. Gümrük Tekel Bakanlığında hesap uzmanlığı vazifelerinde bulunmuş. Hayatı boyunca evlenmemiş.

Kadriye Hanımla konuşurken, kızkardeşlerin bakımı ile vazifeli olan hanım, geçenlerde gelen bir arkadaşıyla Kadriye Hanımın ziyaret boyunca sadece İngilizce konuştuğunu aktarmıştı.

Kadriye Anne “Yabancı dil biliyor musunuz?” sorumuzu “İngilizceyi çok iyi biliyorum. Okuyorum, yazıyorum…” diye cevaplamıştı.


KADRİYE MÜFTÜOĞLU...

Hatırını soruyoruz Kadriye Annenin

“Çok şükür” diyor.

“Şimdi hastayız artık. Ayaklar uyuşuk. Vücut çok az tahammüllü. En ufak bir soğuk alınca hemen ‘Hapşu!’ Böyle narin bir hayat yaşıyoruz, narin…”

Üstad Hazretleriyle nasıl tanıştığını soruyoruz Kadriye Anne’ye. Cevaplıyor kısaca:

“Üstad’la ilk görüşmemiz uzun olmadı az oldu. Isparta’ya gitmiştik hemen tren geldi, Ankara’ya döndük. O zaman çalışıyordum. Üstad bana izin vermişti.
Önceleri Risâle okuyan çok kimse yoktu. Asiye Anne, Fitnat Hanım vardı. Çoğaldığı dönemi de yaşadık Elhamdülillah, Maşâallah, Barekâllah…”

“Bediüzzaman Hazretlerini kaç yılında gördünüz?” diye sorduğumda

“Hatırlamıyorum. Çok uzun seneler geçti.

Birkaç kez görüştük kardeşimle beraberce. Yüzüme bir bak kaç yaşında görünüyorum?” diyor.

Kadriye Anneye çok sevimli bir yüzü olduğunu söylediğimizde “’Maşallah!’ deyin. Allah hepimizi çok güzel yaratmış da Risâle-i Nur’lara bend etmiş” diyor.

“Risâle-i Nur konusunda ne tavsiye edersiniz?”

“Kitapları paylaşacaksınız. Sırayla okuyacaksınız. Sonuna kadar hatmedeceksiniz. Bittiğinde tekrar başlayacaksınız. Tekrar, tekrar… Yavrum okumaktan başka hiçbir şeyde fayda yok. Tekrar tekrar okumak lâzım. Okudukça Risâle-i Nurlar açılır…”

Kadriye Anneye Bizim Aile dergisinde çalıştığımızı, bu konudaki tavsiyelerini soruyorum. Verdiği cevap ne kadar pratik ve geniş ufuklu bir insan olduğunun göstergesi: “Piyasadaki bütün dergileri inceler, okursunuz. Ne yapmışlarsa, aynısının müsbet olanını dergiye hazırlarsınız. Anladın mı?”

“Sizi yorduk” sözlerimize karşılık, lâtif bir şekilde “Rica ederim. Hiç yorulmadım. Bilâkis ferahladım” cümleleriyle mukabele ediyor Kadriye Müftüoğlu.


BEDRİYE ESKİCUMALI...

“Hanımların hizmeti nasıldı?” diye soruyoruz Bedriye Anneye.

Fazla bir şey yoksa bile, Risâle-i Nur hanımların hoşlarına gidiyordu.

Hanımların Risâle-i Nur’a çalışması da Üstadımızın çok hoşuna gidiyordu” diyor.

Risâle-i Nurları öğretmen olarak tayin edildiği köyde de okuyup çocuklara aktaran Bedriye Anne “Risâle-i Nur’ları nasıl okuyacağımız bize anlatıldı. Biz de o minvâl üzere devam ettik” diyor, aradan geçen onca zamana rağmen ilk okuduğu kitabı hatırlıyordu: Hanımlar Rehberi.

Almanya’da basılan Risâle-i Nur kitapları da gönderilmişti kendisine.

Başörtüsü yasağı hakkında da konuştuk Bedriye Anne ile. “Başörtüsü her zaman yasaktı. Bugün yarın değil, her zaman yasaktı. Emirlerin tesiri geçinceye kadar şöyle, böyle deyip bekleyecekler. Yasak kalkacak sonunda. Ama dikkat edip Üstadımızın söylediklerinden dışarı çıkmamak lâzım…”

diyerek yorumladı sorumuzu.

Öğretmen olması dolayısıyla “Çocuklarımıza ibadetleri, namazı nasıl sevdirebiliriz?” sorusunu da yönelttik. “Onlarla beraber kılacak, alıştıracaksınız. Namaz kılmadan yatırmayacaksınız. Bu meselede yılmadan usanmadan vazgeçmeden gayret lâzım. Üzerine düşerek ve sevgiyle halledilmeyecek bir şey yok” diyerek cevapladı bizi.

Bize tavsiyelerini sorduk Bedriye Anneye. Söyledikleri can alıcıydı:

Günün birinde hepimiz dünyadan gideceğiz. O güzel şaşaalı günleri yaşayan Üstad nasıl gitmişse biz de gideceğiz. Dikkat edin kendinize. Yarın oraya gittiğinizde iyi karşılanmak için vazifelerinizi dikkatli yapın.

“Edebinizi takının. Leyleğin yumurtası bile ‘Ben edepsizlik yapmayacağım’ diye titriyormuş.

Hayatın zorluklarıyla karşılaşınca evvelâ Peygamberimize (asm) salâvatla müracaat edin. Sonra Üstadımıza müracaat edin. Risâleleri okuyun. Çekilmek değil, mahşerde nebîler bile Peygamberimizden (asm) medet isteyecekler. Biz niye istemeyelim?

“Cahil milletiz. Kıssada var ya; adam ölünün ciğerini kesmiş de sonra korkmuş.

‘Bu defa da bana ciğerci diyecekler’ diye. Onun için kendinize iyi sahip çıkın…

“Avamdan, cahilden çekinin.

“Az az da olsa, devamlı kafanıza iman hakikatlerini yerleştirmeye çalışın…

“Ünlü şairimiz Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirini mırıldanmaya başlıyor sonrasında:

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.”


TREN OLAYI...

Bedriye ve Kadriye Anneler Bediüzzaman Hazretlerini defalarca ziyaret etmişler. İkisinin de çok etkilendikleri her hallerinden belli olarak tekrar tekrar anlattıkları bir hatıra vardı. Tren olayı…

Bediüzzaman Hazretlerini Isparta’da ziyarete gittiklerinde Fitnat Hanımın evine uğrarlar ve oradan da Üstadı ziyarete geçerler.

Çok kısa sürer görüşmeleri. O gece misafir kalmak üzere Fitnat Hanıma geri dönerler. Kapı çalınır. Üstad Hazretleri bir talebesini göndermiştir: “Misafirler hemen gitsinler, tren hazır!” demektedir.

Oysa ki o saatte tren yoktur ki! Ama madem ki emredilmiştir, hemen toparlanıp kalkarlar. Hakikaten de tren hazırdır. Ankara’ya nasıl ulaştıklarını anlayamazlar bile. Onların ayrılmasından kısa zaman sonra Üstadın kaldığı mekâna baskın yapıldığını duyduklarında Bediüzzaman’ın merhametinden dolayı onlar zarar görmesin diye acele ettirdiğini anlarlar…
Tren olayı, şükrünü hâlen yaptıkları Cenâb-ı Hakk’ın onlara hususî bir lütfudur.

Yasemin GÜLEÇYÜZ
04.04.2010
YeniAsya
 
Üst