neden BEDİÜZZAMAN

nurhadimi

üye Sorumlusu
> (İlk peygamber, ilk insan Hz.Adem(a.s.)'den günümüze, yani tüm
> insanlar dahil olmak üzere Said Nursi'den başkası ''Bediüzzaman'' diye
> anılmazken neden bu insana bu lakap verilmesine gerek duyulmuş...
>
> Abdülkadir Geylani Hz. leri Gavs'ul Azam-Sultan'ül
> Evliya diye anılmaktadır ve bu şanı haketmiştir..
>
> Ondan sonra da zamanın en büyük mürşidleri, velayet
> yolunun sahibleri Kutb'üz-zaman, Kutb'ül-aktab, Sahibuz-zaman gibi
> isimlerle anılmaktadır... Peki Said Nursi gibi birisine neden
> ''Bediuzzaman'' gibi biri lakap yakıştırılıyor..
>
> Bir insanın zamanın en büyük alimi, mürşidi, velayet
> yolunun sahibi olabilmesi için tsavvuf yolundan silsile ile gelmesi
> gerekmektedir ki Rabıta yapılabilsin ve İslam'ın nurunu kalplere ikram
> eylesin...)
>
>
> Bana gecenlerde birisi böyle bir msj gönderdi bende onu
> eleştirmeden güzelce bir cevap verdim. Eğer sizinde bana bu
> kardeşimize yardımcı olacak bir cevabınız olursa sevinirim.Rabbim bizi
> bu daireden ayırmasın inşallah ama böyle güzelliklerden mahrum olan
> kardeşlerimizede anlatmamız en büyük derdimiz olmalı..
>
> 'Ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim.
> Gözümde ne Cennet sevdası ne Cehennem korkusu var. Cemiyetin yirmi beş
> milyon (Türkiye'nin o günkü nüfusu) Türk cemiyetinin imanı namına bir
> Said değil bin Said feda olsun. Kur'an'ımız yeryüzünde cemaatsiz
> kalırsa Cennet'i de istemem. Orası bana zindan olur. Milletimin
> imanını selâmette görürsem Cehennem'in alevleri içinde yanmaya
> razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur."
>
>
>

Şimdi, sadede gelelim: Mufassal olarak Bediüzzaman Said Nursî Hz. lerinin hayatını ve ömrünü İslâmiyet yolunda feda edip, geçirdiği mahrumiyet ve meşakkatlerini hemen ifade etmek, şu anda pek müşküldür. Biz de denizden bir katre olarak, onun hayatındaki mühim noktaları beyan edeceğiz.
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ, Rûmî 1293, Miladî 1876 yılında, Bitlis vilâyetinin, Hizan kazasına bağlı küçük bir dağ köyü olan Nurs köyünde doğmuştur. Babaları Mirza Efendi, anneleri Nurîye hanımdır. Said Nursî, çocukluğundan beri, çok faâl ve gayretli olduğundan, yalnız bir üstad ve medresede ders almakla iktifa etmemiş, şark’ın meşhur bütün ûlema ve müteşeyyihlerden ders alıp istifade etmiştir.
Hz. Bediüzzaman ilim tahsilinde Doğubeyazıd’da hali çok gariptir. Bir gün Hocası Mehmed Celalî Hz.lerinin, her kitaptan bir veya iki ders tederrüs etmekle muvaffak olup, mütebakisini terk eylemesini sormasına karşılık Molla Said cevaben:
- Bu kadar kitabı okuyup anlamaya muktedir değilim. Ancak bu kitaplar bir mücevherat kutusudur, anahtarı sizdedir. Yalnız sizden şu kutuların içinde ne bulunduğunu göstermenizin istirhamındayım, yani bu kitapların neyden bahsettiklerini anlayayım da, bilâhare tab'ıma muvafık olanlara çalışırım, demiştir.
Maksadı ise, esasen kendisinde fıtraten mevcud bulunan icad ve teceddüd fikrini medrese usullerinde göstermek ve bir teceddüd meydana getirmek ve bir sürü hâşiye ve şerhlerle vakit zâyi etmemekti. Bu suretle,alelusul yirmi sene tahsili lâzım gelen ulum ve fünunun zübde ve hülasasının üç ayda tahsil ve ikmâl etmiştir.
Bu sırada kendisi 13-14 yaşlarında idi. Sonra ûlemadan mümtaz simalar ile mülâkat etmeye karar verdi. Doğubeyazıd'dan ayrılarak yollar takib etmeden dağlarda, ormanlarda gece dolaşarak, sahra ve deryalar aşıp Bitlis'e geldi. Oradan büyük biraderi ile görüşmek için Şirvan’a geldi. Şirvan'da kardeşi ile şöyle bir muhavere geçti:
Molla Abdullâh:
-Sizden sonra ben Şerh-i Şemsî kitabını bitirdim, siz ne okuyorsunuz?
Bediüzzaman:
-Ben seksen kitab okudum.
Molla Abdullâh:
-Ne demek?
Bediüzzaman:
-İkmâl-i nüsuh ettim ve sıranıza dahil olmayan bir çok kitabları da okudum.
Molla Abdullâh:
-Öyle ise seni imtihan edeyim.
Bediüzzaman:
-Hazırım, ne sorarsanız sorun
!
Molla Abdullâh, biraderini imtihan eder. Kifâyet-i ilmiyesini takdir ile, sekiz ay evvel talebesi olan Molla Said'i kendisine üstâd kabul etti ve talebelerinden gizli olarak ders almaya başladı.
Molla Abdullâh'ın yanında bir müddet kaldıktan sonra Siirt'te gelir. Orada bulunan Molla Fethullâh Efendi’nin medresesine gider. Molla Fethullâh, Molla Said'e:
-Geçen sene Suyûtî okuyordunuz, bu sene Molla Camiyi mi okuyorsunuz?
Bediüzzaman:
-Evet "Cami'yi" bitirdim. Mola Fethullâh hangi kitabı sordu ise, "bitirdim" cevabını alınca, tahayyürde kaldı. Bu kadar kitabı bitirdiğini, hem bu kadar az zamanda bitirdiğini aklına sığıştıramadı, taacüb etti ve dedi:
-Geçen sene deli idin, bu senede mi delisin?
Bediüzzaman:
-İnsan başkasına kesr-i nefs için hakikatı ketmedebilir. Fakat babadan daha muhterem olan üstâdına karşı hâkikat-ı mahzdan başka bir şey söyleyemez. Emrediniz, söylediğiniz kitablardan beni imtihan ediniz, der.
Molla Fethullâh hangi kitabdan sordu ise cevabını güzelce verir.
Bunun üzerine bu muhavereyi dinleyen ve bir sene evvel Said'in hocası olan Molla Ali-i Suran namındaki zat, kendilerinden ders almaya başlar.
Molla Fethullâh:
-Pek ala, zekada harikasınız, fakat hıfzınız nasıldır? Makamat-ı Haririye’den birkaç satırı iki defa okumakla hıfzedebilir misiniz? diyerek kitabı uzatır.
Molla Said bir yaprağını bir defa okumakla hıfz etti ve okudu.
Molla Fethullâh:
-Zeka ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmuu nadirdir, diyerek hayrette kaldı.
Daha sonra hakâik-i islâmiyeden "Şerh-ül Mevakıf", "Şerh-ül Makâsıd" gibi doksan kitabı mütalâayla hıfzetmiş, Van Valisi Tahir Paşa konağında her gece üç saat tekrar etmekle, onları, üç ayda bir, onları bir devrederdi... Said Nursî Hz.leri hayatının son yıllarında bu hususta şöyle der:
"Hâkaikden o doksan kitab, sonra bana evrad hükmüne geçti. Cenab-ı Hakk'a şükürler olsun ki benim bu mahfuzatım, bu tekrâratım, Kur'ân'ın hâkaikına çıkmaya basamak oldular, sonra Kur'an'a çıktım. Baktım, her bir Âyet-i Kur'an, kâinatı ihata ediyor gördüm, artık Kur'an bana kafî geldi, başka kitablara ihtiyacım kalmadı."
Molla Said bundan sonra şarkın birçok âlim ve şeyhlerle ilmi münazaralar da bulunmuş, fevkalade acip zekası, ilmi ve hafızasının yüksekliğiyle herkesi hayrette bırakmış ve Bediüzzaman, Said-i Meşhûr ünvanıyla yad edilmeye başlanmıştı. Van’da maruf ûlema olmadığı için Van valisi ricası üzerine Van’a gitmiş, orada ikâmete başlamış.ilah
burda görüyoruz kı bedıüzzaman zaten tasavvuf ehlı.. hatta onu da aşmış .. belki tasavvuftan ayrılmamıs aksıne daha da güzelleştirmiştir..BEDİÜZZAMAN lakabını hakkıyla hakedıyor.. nasıl oluyor dıyenlere tarıhçe i hayat okumaları tavsıye edılebılır..art nıyet olmadan kım bakarsa gorurkı BEDİÜZZAMAN layıktır.


 
Üst