Hizbüşşeytanın Çok Defa Galebe Etmesinin Hikmeti Nedir ?

Huseyni

Müdavim
Sual:

Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir methalleri olmadığı, hem Cenâb-ı Hak rahmet ve inâyetiyle ehl-i hakka taraftar olduğu, hem hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri ve mehâsinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalâletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalâleti tenfir ettikleri halde, hizbüşşeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakka sığınmasının sırrı nedir?



Elcevap:

Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalâlet ve şer, menfidir ve tahriptir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki, yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam bir günde tahrip eder. Evet, bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerâit-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan Hâlık-ı Zülcelâlin kudretine mahsus olduğu halde, bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için, et-tahrîbü eshel durub-u emsal hükmüne geçmiş.



İşte bu sırdandır ki, ehl-i dalâlet, hakikaten zayıf bir kuvvetle pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galip oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kalesi var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler,
b562.gif
"Akıbet takvâ sahiplerinindir." A'râf Sûresi: 7:128." sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edilir.



O kale-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye ve sünnet-i Ahmediyedir (a.s.m.).







13. Lem'a s.74-75






http://www.tevhid.gen.tr/risale-i-nur-sohbetleri/6433-seytan-ve-korunma-yollari-hikmetul-istiaze/
 

memluk

Hatim Sorumlusu
Ahirete inanan, fakat İslâm’ı yaşama konusunda nefsine söz geçiremeyen bir kişinin yakalanacağı ilk hastalık yeistir.


Bu hastalığa düşen insan, Cenab-ı Hakk’ın keremini, ihsanını, affını hatırlamalı ve O’nun rahmetinin bütün günahları örtecek kadar geniş olduğunu düşünmeli.






Böylece, kendisini ‘mutlaka cehenneme gidecek birisi’ olarak görme hastalığından kurtulur ve yeis âfetinden uzak kalır.

Yoksa şeytan bu kullara musallat olur


Kur'an-ı Kerim, baştan sona kadar insana, "istiâze" eylemimini / Allah'a sığınma eylemini anlatır.

İstiâze eylemini gerçekleştirmek yani "Euzü billahi mineşşeytanirracim" demek; hayatın rahmet alanından kovulup, gazap alanına atılmış olan ve oradan hayatın rahmet alanını (İslâmî yaşamı) taşlamakta olan her çeşit soyut ve somut gücün, kötülük faktörünün şerrinden / kötülüğünden bilerek ve isteyerek Allah'a sığınırım." demektir.


"Eûzü" (= sığınırım, yapışırım) fiili, "el-avzü" mastarından türemiştir. Bu kelimenin iki manası vardır. Birisi, sığınmak ve eman (himaye) dilemektir. İkincisi ise yapışmaktır.

Birinci manaya göre "Eûzü billahi" demenin anlamı şudur: "Ben bilerek ve isteyerek (bilinçli bir şekilde) Allah'ın rahmetine, himayesine, lütfuna ve ihsanına sığınıyorum / iltica ediyorum."

İkinci manaya göre "Eûzü billahi" demenin anlamı da şudur: "Ben bilerek ve isteyerek (bilinçli bir şekilde) Allah'ın rahmetine, himayesine, lütfuna ve ihsanına yapışıyorum / râm oluyorum."

Görüldüğü üzere "istiâze" eylemi tam bir bilinç halini, uyanışı, iradeyi, tercihi ve seçimi zorunlu kılıyor.

Şuursuzca söylenen "Eûzü" etkisini göstermez. Şeytanı ve şeytanları tanıyamayan kul, yaşadığı hayatta onların kulu ve kölesi olur ve fakat, hep Allah'a kul olduğunu zanneder durur. İman, şuursuzluğu kabul etmez. Mü'min, şuurlu insan demektir.
O, hem cin şeytanlarını ve hem de insan şeytanlarını çok iyi tanımalıdır ki, şerlerinden Allah'a sığınabilsin.

İmam Ahmed ve İmam Nesei Hz. Ebu Zer (ra)'den Şöyle bir hadis naklederler:
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuş:
"Ey Ebu Zer! İnsan ve cin şeytanlarından Allah'a sığın!" Ben dedim ki: "İnsanlardan da şeytan var mıdır?!" Buyurdu ki: "evet!" Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, istiâze ancak ilim, hal ve eylem ile tamamlanır.
İlim, insanın dini ve dünyevî alanda lehinde ve aleyhinde olan düşünceleri, inançları, anlayışları ve davranışları bilmesidir.

İnsan, bu alanlarda doğru bilgi sahibi olmadan istiâzede bulunamaz. Ve yine, "doğru olanı tutma, yanlış olanı atma" anlayışı insanın kalbinde derin bir yer bulmamışsa yani bu durum insanda tam bir karakter haline gelip kök salmamışsa, o yine istiâze eylemini gerçekleştiremez.
Buradan şu sonuca varabiliriz: Bilgi karaktere, karakter de sürekli bir eyleme dönüşürse, kâmil manada istiâze gerçekleşmiş olur.

Bir mü'min, kendi eksikliğini, acizliğini, yoksulluğunu ve ihtiyaç içinde olduğunu anlar ve bütün bunların telafisi için Allah'a sığınır ve O'ndan yardım talep eder.
Bunun için her bir mü'min, sabahleyin hayata gözlerini "Eûzü-besmele" ile açar, abdestine "eûzü-besmele" ile başlar, Kur'an'ını okumaya "eûzü-besmele" ile başlar, namazında "eûzü-besmele" çeker, evinden çıkarken, arabasına binerken, işine başlarken, işini görürken, imza atarken,... hep "eûzü-besmele" çeker.
Bu itibarla o, İslâm dışı bir olayla, bir olguyla, bir durumla ve bir teklifle karşılaştığı zaman, hep "Eûzü billahi mineşşeytanirracim" der.
Bir mü'min yalan söylemekten, rüşvet yemekten, insanları aldatmaktan, adam kayırmaktan, gösteriş yapmaktan, hafif meşrep olmaktan, insanların arkasından konuşmaktan, edep dışı işler işlemekten, ... Hep Allah'a sığınır.
 
Üst