Fatiha'nın Bir Manası (11.SÖZ)

  • Konbuyu başlatan Tevhid_Nur
  • Başlangıç tarihi
T

Tevhid_Nur

Misafir
Metin
Evvelen: Asara bakıp, gâibâne muamele suretinde, saltanat-ı Rubûbiyyetin mehâsinine temâşâger makamında kendilerini gördüklerinden, tekbîr ve tesbîh vazifesini eda edip "Allâhü Ekber" dediler.

Şerh________
(Evvelen) Birincisi: ('Asara) eserlere (bakıp, gâibâne muamele suretinde,) görünmeyen Cenâb-ı Hakk'ın, gözle görünen eserlerine bakarak (saltanat-ı rubûbiyyetin) rubûbiyyetindeki saltanatının (mehâsinine) güzelliklerine (temâşâger) seyirci (makamında kendilerini gördüklerinden, tekbîr) azamet ve kibriyâsını i'lan etmek (ve tesbîh) noksan sıfatlardan tenzîh etmek (vazifesini eda edip) yerine getirip ("Allâhü Ekber" dediler.) Cenâb-ı Hak, bu kâinatı böyle san'atlı yaratmasıyla ibâdınm temâşâger olmalarını, yâni eserlerine bakıp tefekkür etmelerini istemektedir.

Metinde geçen "muamele" kelimesinin lügat ma'nâsı, "karşılıklı iş yapmak" demektir. Burada kastedilen, Allah ile kul arasındaki muameledir. Bu da iki kısımdır:

Birincisi: "Gâibâne" sûretindedir ki; Cenâb-ı Hak, âsânyla kendisini tanıttırır. Kul ise, namazda o asarı tefekkür eder ve o asar vasıtasıyla müessiri tavsîf ve ta'rîf eder.

Diğeri: "Muhataba ve mükâleme" sûretindedir ki, Cenâb-ı Hakk'ın, esmâsıyla kendisini tanıttırmasına karşılık kul da إِيَّاكَ نَعْبُدُ
gibi ifâdelerle şühûdî muamelede bulunur. Yâni, Ma'bûd-i Bilhakk'ı görür gibi ibâdet eder. Fatiha iki kısımdan müteşekkildir:

Birincisi, الْحَمْدُ لِلَّهِ 'tan başlayıp إِيَّاكَ نَعْبُدُ ye kadar olan
kısımdır. Bu kısımda gâibâne muamele vardır. Namaza duran mü'min, Fatiha'nın bu birinci kısmını okumakla, o gaybî Zâtın saltanat ve rubûbiyyetini gösteren eserlerini seyreder ve o salta-nat-ı rubûbiyyetin mehâsinini i'lân eder. Yâni, şu kâinatın Sâni'-ı Zülcelâl'inin kendisi görünmüyor, fakat asarı ile kendisini zîşuûra bildiriyor. İşte inşânın, asara bakarak tefekkür etmek suretiyle müessir-i hakikiyi bulup tavsif ve ta'rîf etmesine "gâibâne muamele"
denilir, işte Fâtihâ-i Şerîfe'nin إِيَّاكَ نَعْبُدُ ye kadar olan kısmı, inşânın şu gâibâne muamele suretindeki vazifelerini beyân etmektedir. Fâtihâ'nın evvelindeki besmele ve namaza ait diğer dualar, ezan ve kamet de bu gâibâne muameleye dâhildir ve onun mukaddimeleri hükmündedir.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ den i'tibâren ikinci kısımda ise "hâ-
zırâne mükâleme"de, yâni eserlerden geçip, Ma'bûd-i Zülcelâl'in huzuruna çıkıp, O 'nü görür gibi doğrudan doğruya O'na hitâb ve dua etmek ve şuûnatına karşı ubûdiyyetle mukabelede bulunmak mevcûddur. Fatiha hakkındaki şu hadîs-i kudsî bu hususa işaret etmektedir:

"Allâhü Teâlâ şöyle buyurur:

" 'Namazı (Fatiha'yi) kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Kuluma istediği verilecektir. ' (Bir rivayette de, 'Onun yarısı Benim, yarısı da kulumundur ' şeklinde gelmiştir.)
Kul, الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
deyince; Allah, 'Kulum Bana hamdetti ' buyurur.
Kul, الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ deyince; Allah, ' Kulum Beni sena etti' buyurur.
Kul, مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ deyince; Allah, ' Kulum Beni temcîd etti (yüceltti) ' buyurur.
Kul, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
deyince; Allah, 'Bu Benimle kulumun arasındadır. Kuluma istediği verilecektir' buyurur. Kul, اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ deyince; Allah, ' Bu kulum içindir. Kuluma is¬tediği verilecektir' buyurur." (Sahih-i Müslim)

İşte Fâtihâ'nın gâibâne ve hâzırâne olmak üzere iki kısımdan ibaret olması gösteriyor ki, inşânın Cenâb-ı Hakk'a karşı ubûdiyyeti iki tarzdadır. Birisi, gâibâne muamele, diğeri hâzırâne mükâleme...
Gâibâne muamelede, inşânın birinci vazifesi, şu kâinattaki asarda görünen saltanat-ı Rubûbiyyetin mehâsinini görüp i'lân ederek, o saltanatın dellâllığını yapmaktır.

"Rubûbiyyet", her şeyi yavaş yavaş kemâline kavuşturmaya denir. Yâni, Rabbü'l-Âlemîn, kâinatı tekâmül kânununa tâbi' tutarak, her şey için bir kemâl noktası ta'yîn etmiş ve her şeyi o kemâl noktasına yavaş yavaş kavuşturmaktadır. Rabbü'l-Âlemin'in bu rubûbiyyeti, şerîksiz, muinsiz ve öyle ihatalıdır ki, saltanat derecesindedir.

Evet kâinata baktığımızda görüyoruz ki, bir çekirdekten tâ kâinatın hey'et-i mecmuasına kadar umûm mevcudat, münferiden ve müctemian bu kânûn-i tekâmüle tâbi'dir. Evet, rubûbiyyet-i İlâhiyye, bir çekirdeği terbiye ederek tedricî olarak tekâmül ettirip, neticede dal, budak, yaprak, çiçek ve meyve veren bir ağaç hâline getirdiği gibi; umûm kâinatı dahi aynı rubûbiyyet kanunuyla halk edip tekâmül kânununa tâbi' tutmuştur. Zîrâ, şecere-i kâinatın çekirdek-i aslîsi, Nûr-i Muhammedi aleyhissalâtü vesselâm'dır. Sonra Sâni'-ı Zülcelâl, o çekirdeği tekâmül kânununa tâbi' tutarak kâinatın şu şekl-i hâzırını vücûda getirmiştir. Bu mevzu "Mi'râc Risâlesinde îzâh edilmiştir. Müracaat edilsin!

Elhâsıl: Cüz'î-küllî her şey, bu kânûn-i rubûbiyyet ile yaratılmış ve tedbîr edilmektedir. Bu rubûbiyyet ise, saltanat derecesindedir. Yâni şeriksiz, muinsiz ve ezelden ebede kadar her şeyi ihata etmiştir. Her şeyin idare ve tedbiri bizzat O’nun elindedir.

İşte insanın vazifesi, saltanat-ı uzma mertebesindeki şu rububiyetin mehasinine bir temaşager olup, tekbir ve tesbih ile o saltanat-ı Rububiyetin dellallığını ifa etmek ve namazın ezkar ve hareketleri ile hususan Fatiha ile bahusus , الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ile bu vazifeyi yapmaktır. Zira, “Rabbül Alemin” tabiri, Cenab-ı Hakk’ın hem Rububiyetini hem de o rububiyetin saltanat derecesinde olduğunu ifade etmektedir.
(11.Söz Ve Şerhi/Tahşiye Yayınları)
 

NURSİMA

Well-known member
Paylaşım için ALLAH(cc) razı olsun...


İbnu Abbâs (radıyAllahu anhümâ) anlatıyor:

“Cibril (aleyhisselam), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in yanında otururken yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cibril (aleyhisselâm) dedi ki: “İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.” Derken oradan bir melek indi. Cibril (aleyhissalâm) tekrar konuştu: “İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.” Melek selam verdi ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e : “Sana verilen iki nuru müjdeliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatihâ Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi’nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe mukabil sana mutlaka büyük sevap verilecektir. dedi.
 
Üst