Babam Mustafa Özsoy

Sergerdan

Well-known member


Babam Mustafa Özsoy

Ben aslında bir arkadaşımı ahirete uğurlamanın hüznünü yaşıyorum. Bu hüznün
provalarını babam hayatta iken beraberce düşünür Risâle-i Nur'dan teselliler
olduğunu sevinerek görürdük.

Hem babamdı, hem de arkadaşım. Risâle muhabbetini babamdan kapmıştım.
Kendimi bildim bileli tatlı bir hüzün yaşadık. Bazan hapis, bazan sürgün, bazan
yokluk ile yüzyüze geldik. Ancak bizim daima gördüğümüz şey tebessümdü.
Benim ve tanıştığı insanların nokta-i istinadı idi. Tesellisi idi. Kendi dertlerini
kimse bilmez, o herkesin derdiyle ilgilenirdi.

İlk öğretmenim babamdı. Kendisi öğretmenlik yaparken bana da 1. sınıfı
okutmuştu. Ben 2. sınıfa başladığımda öğretmenlikten ihraç edilip hapse
gönderildi. Öğretmenliğinde çok başarılı idi. Ahır gibi virane okulları çiçek gibi
düzenler, iyi öğrenciler yetiştirirdi. Gündüz okulu bitirip, gece de camide namaza
gelen insanlara Risâle-i Nurlar'dan okur, tatlı hakikatların heyecanını köylü
insanlarla paylaşırdı. Risâle-i Nur okuduğu için hapse gönderildi.

Yaşadığımız çok ilginç bir olayı söylemek yerinde olur. Babam hapiste iken
geçimimizi sağlayacak gelirimiz yoktu. Bir çok zaman kapımızın çalındığını, açınca
da kapının önünde bir sepet ve içinde çeşit, çeşit erzak ve biraz da para olurdu.
Ama kimin getirdiğini bilmezdik.

Babamın hiçbir zaman çocuk yetiştirmek gibi bir çabası olmadı. İnce bir eğitim
sistemi vardı. Bunları öğretmen okulunda öğrenmemişti. Fıtratında yerleştirilmiş
bir güzel haldi. Onda gördüğümüz güzel bir örnek olmasıydı. Biz çocuklarına dahi
emretmezdi. Namaz kılmamız için baskı yapmazdı. Hafta sonlarında, kendisi
derse giderken, ben derse gidiyorum, derdi. Eğer gitmek istiyorsam `Ben de
gelmek istiyorum' derdim. Onun o tatlı yaklaşımı onun dâvâsını bana sevdirdi.
Bizi hiçbir zaman bir iş için zorlamadı. Bize çoğunlukla söylediği söz şuydu; "Sen
bilirsin, nasıl istiyorsan öyle yap!" diyebilirim ki, babamın bana ve kardeşlerime
en güzel mirası; Hürriyetimizi anlamamıza yardımcı olması ve Risâle-i Nur
muhabbetini vermesi bir de tağuta gereken duyguları hissetmemizi..

Hiç nefret ettirmemiş, hep sevdirmiştir. Babamın çocuklarına yaptıklarını taviz
olarak görenler, sonradan haklı çıkmadılar. Bunları; Kur'ân'la ve Risâle-i Nurla
nurlanan bir insanın başarılı uygulamaları ve hepimiz için örnek alınacak
temsiller olduğu için aktarıyorum.

Babam küçüklüğümüzde bizi yaz Kur'ân kursuna gönderirdi. Sabah namazını
kıldıktan sonra Yasin Sûresini sesli olarak ezberinden okur, bana da Kur'ân'dan
kontrol etmemi söylerdi. Çoğu zaman böyle yapardık. Ben de işin içinde
hissederdim kendimi.. Sonra ben de Yasin Sûresine aşina olmuştum.

Kendisine hakaret eden, zararı olan insanları da affediverirdi. Allah güzel bir ses
verdiği için, küçük yaşlarımdan itibaren babamın risâleden okuduğu bölümleri
ses kasetlerine kaydederdim. Defalarca dinledim, istifade ettim.

Kimseyi incitmeyen bir insandı. Bahçemizde dolaşan komşunun köpeğine bile
sert bir şekilde bağırılmasını istemezdi.

Değişik, orjinal tarzda hizmetlerden hoşlanırdı. 1973 yılında benim de merakım
olan sinema ile, Minyeli Abdullah rolünü alarak kısa bir film çektik. Basit ama
ilginç olan bu filmi Türkiye çapında seksene yakın yerde ikimiz beraber gösterdik.
Benim gençlik merakımı bile olgunlukla ve aynı heyecanla karşılayarak, beni çok
sevindirdi.

Kendisini tanıyan insanlar şunu söyler; Dışardan bakan onu bir er veya hizmetçi
zanneder, ama o aslında bir komutan veya idareci gibidir.

Telefon görüşmelerimizde hasret kalmaktan dertlenir, dünyanın fena ve zeval
yeri olduğunu, asıl kavuşma yerinin dışında hasretliğimizin dinmeyeceğini
konuşurduk.

1998 de Hac'da beraber olmuştuk. Kâbe'de beraberce namaz kılmıştık.
Tevekkülü son zamanlar daha iyi anlıyorum galiba.. Önceleri sadece
okuyormuşum, demişti.

Beraber kaldığımız zamanlarda sabah namazından sonra mutlaka Risâle'den ve
Kur'ân'dan devam ettiği yeri okur, kenarına notlar alırdı. Bu notlarını da o gün
mutlaka birileriyle paylaşırdı. Hatta sık ezber yaparak zihnini tazelendiriyordu.
Duyduğu bir nükteyi, paragrafı hemen ezberlerdi. Vefatından dört gün önce beni
ziyarete gelmişti. En son ezberlediği Tiryak risâlesinden baş sayfalardan bir-kaç
sayfayı (Kelime-i Şahadet ile ilgili bölüm) kendisi okudu, ben de kitaptan takip
ettim. Bir-iki kelime hariç güzel ezberlemişti.

Kendisine bir latife olsun diye; Baba, dedim. Allah gecinden versin de.. Bir gün
ecel gelse kabirde melekler sana; Rabbin kim diye sorsalar, sen her halde şöyle
dersin. "Gidin kardeşim başka sorularınız yok mu? Onları sorun" diyerek
latifeleştik. Her telefonda risâleden mutlaka bir kelime, bir paragrafı benimle
paylaşır, sayfasını söyler, okumamı isterdi. Son zamanlardan aktardığı bir cümle
şöyle idi: "Kur'ânın menbaı kelam-ı ezelidir."

14 Şubat 2001 gecesi Metin Karabaşoğlu kardeşim bizim eve ziyarete gelmişti.
Akşam 21.30 civarında Babam telefonla Konya'dan beni aradı. Metin kardeşimi
kucakla, selâm söyle diyerek, Sözler'den 20. Pencere'yi mutlaka oku dedi. Orada
şu cümle çok hoşuna gitmiş; "...hâli bir boşlukta o acaibi icad etmek..." Sonra
vedalaştık. Aradan 2.5 saat geçmişti ki; vefat haberini aldım. Yüreğimi bir kor
sardı. İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciûn, diyebildim. Gece Kardeşimle beraber yola
çıktık, ona yetiştik.

15 Şubat 2001 ikindi namazından sonra musalla mezarlığına defnederek biz
arkada kalanlar olarak onu uğurladık (Teşyî ettik). Allah Cennüt ül Firdevste
bizleri kavuştursun.

Definden sonra duâların bitiminde, kısa bir konuşma yaparak babamın kendi
sesiyle okuduğu Mesnevi-i Nuriye'den Zühre, 12. Nota'yı oradaki cemaate
dinlettim. Çok ilginç bir tevafuk olmuştu. "...kefenimi giydim, tabutuma bindim,
dostlarımla vedâ eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, Senin dergâh-ı
rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kaliyle bağırarak derim. El
aman! El aman! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar."

Bu hakikati ilmel yakîn, aynel yakîn yaşayan tecrübe eden babam şimdi de hakkal
yakîn tecrübe ediyordu. Ona bedel son duâsı olmuştur inşallah..

Bizleri biraz daha hasrette bırakarak, güzel bir hüsnü hatimeyle günah defterini
kapatıp, sevab defterinin sürprizleriyle yaşayacak inşallah..

Çok yakın dostlarından Muhterem İsmail Anbarlı ağabeyimin bir hatırası şöyledir;
1960 lı yıllarda Ankara hapishanesinde Babam dahil, yedi kişi beraber kalıyorlar.
Suçları Risâle-i Nuru neşretmek.. Kendi aralarında 4444 salat-ı tefriciye
okumaya başlıyorlar. Babam hariç diğer 6 zevat tefriciyeyi tamamlamamışlar.
Ağır ceza mahkemesine çıkarılmışlar. Hepsinin suçları aynı olduğu halde Babam
serbest bırakılmış. Anbarlı ağabeyim, babamın vefatını duyunca "Özsoy
yapacağını yaptın, bizi yine terkettin," demiş. Çok izzetli bir insan olduğu için bir
bardak suyu bile başkasından istemezdi. Onun bu hâlî duâsını Rabbim kabul
ederek kimseye yük olmadan, izzetiyle beka memleketine yolcu oldu. Onun için
bildiğimiz şey; "Allah ve Resûlünü çok severdi."


İnşallah mekânı Cennet olsun.

Karakalem. net
 
Üst