Biz muhabbet fedâileriyiz ne demektir?

  • Konbuyu başlatan Tevhid_Nur
  • Başlangıç tarihi
T

Tevhid_Nur

Misafir
BİZ MUHABBET FEDÂİLERİYİZ; HUSUMETE VAKTİMİZ YOKTUR NE DEMEKTİR?

Ma’lûm ecnebî komitesi tarafından sû-i isti’mâl edilen mes’elelerden birisi de Üstâd Bedîüzzamân’ın “Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur” cümlesidir.

Bu komite, Üstâd’ın bu sözünü yanlış te’vîlle te’vîl edip Yahûdî ve Hıristiyanlara karşı da muhabbet edilmesi gerektiğini ifâde etmişlerdir. Halbuki Üstâd Hazretleri bu sözü Âlem-i İslâm içindeki mü’minler hakkında kullanmıştır. Çünkü hak olan meslek ve mezheb sâhiblerine muhabbet etmek farz olduğu gibi; kâfirlere karşı ise husûmet göstermek farzdır. Bu sebeble Üstâd Hazretlerinin bu cümlesini, Yahûdî ve Hıristiyanlara muhabbet etmek ma’nâsında te’vîl etmek fâsid ve bâtıldır. Çünkü Yahûdî ve Hıristiyanlara muhabbet göstermek harâmdır. Hattâ böyle bir muhabbet, sâhibini küfre kadar gütürür. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyet-i kerîmesinde kâfirlere bâhusûs Yahûdî ve Hıristiyanlara dost olmayı ve onlara muhabbet etmeyi yasaklamaktadır. Nümûne olarak bu konuyla alâkalı birkaç âyet-i kerîmeyi zikredeceğiz:

Birincisi: يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لاَتَتَّخِذُوا عَدُوّى وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ
“Ey îmân edenler! Hem benim, hem de sizin düşmanlarınız olan kâfirleri dost edinmeyiniz. Siz, onlara sevgi ve muhabbet gösteriyorsunuz. Halbuki onlar size gelen hakkı (Kur’ân’ı ve Risâlet-i Muhammediyyeyi) inkâr ettiler.”

İkincisi: يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لاَتَتَّخِذُوا الْكَافِرينَ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنينَ
“Ey îmân edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmeyin.”

Üçüncüsü: لاَتَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا ابَاءَ هُمْ اَوْ اَبْنَاءَ هُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَشيرَتَهُمْ
“Allah’a ve âhiret gününe îmân eden hiçbir kavmi, Allah’a ve Peygamberine muhâlefet eden kimseleri sever bulamazsın. Velev ki o kimseler, babaları, oğulları, kardeşleri ve kabîleleri olsunlar.”

Dördüncüsü: يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارى اَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْ اِنَّ الله َ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ
“Ey îmân edenler! Yahûdîleri ve Hıristiyanları dost ittihâz etmeyin! Zîrâ onlar, birbirinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost ittihâz ederse, o kimse onların zümresinden ve Allah’ın sevmediği kullarından olur. Tahkìk Allahu Teâlâ, Yahûdî ve Hıristiyanları dost edinenleri hidâyete erdirmez. Çünkü onlar zâlimlerdir.”

Daha bunlar gibi pek çok âyet-i kerîme, kâfirlerle bâhusûs Yahûdî ve Hıristiyanlarla dost olmayı, onlara meveddet ve muhabbet beslemeyi yasaklarken; hiç mümkün müdür ki Bedîüzzamân Said Nursî (ra) gibi bir müceddid “Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur” cümlesiyle, kâfirlere karşı muhabbet beslemeyi murâd etsin. –hâşâ– yüz bin def’a –hâşâ–!

Hem o zındıka komitesi, Üstâd Hazretlerinin “Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur” cümlesini kâfir ve mü’min tüm insânlara muhabbet etmek sûretinde yanlış te’vîl ettikleri gibi, Yûnus Emre gibi ba’zı kâmil zatların “Yaradılanı sev, yaradandan ötürü” gibi sözlerini de sû-i isti’mâl ederek Müslümanlara şöyle bâtıl bir inancı telkîn ediyorlar:

“Müslüman, kâfir-mü’min ayırt etmeksizin herkesi sever.”
Evet, bu söz doğrudur. Müslüman, Allah’ın mahlûku ve san’atı olması cihetiyle her şeyin mahlûkiyyet ve san’atiyyet cihetini sever. Ancak kâfirin küfrünü, zâlimin zulmünü, fâsıkın fıskını sevmez. Bir insânın san’atiyyet ve mahlûkiyyet cihetini sevmek ayrıdır. Bu Allah’ın tekvînî emridir. Onun münker olan ya’nî Allah’ın hoşlanmayıp yasak kıldığı inanç ve ef’âlini sevmek de bütün bütün ayrıdır. Kâfiri küfründen, zâlimi zulmünden, fâsıkı fıskından dolayı sevmemek Allah’ın teklîfî emridir.

Demek bu konuda iki mes’ele vardır:
Birincisi: Allah’ın mahlûku olması i’tibâriyle, Allah yarattığı için her şeyi ve herkesi sevmek lâzımdır. Bu tekvînî olarak Allah’ın emridir. Mahlûkiyyet i’tibâriyle mevcûdâta buğzetmek câiz değildir.

İkincisi: Kâfirin, zâlimin, fâsıkın bâtıl i’tikâdını, ef’âl ve ahlâkını وَالْبُغْضُ فِى اللهِ düstûruyla sevmemek vâcibtir ve lâzımdır. Bu teklîfî olarak Allah’ın emridir. Cenâb-ı Hak, Peygamberler ve semâvî kitâblar vâsıtasıyla îmân ile küfrü, helâl ile harâmı, hayır ile şerri beyân buyurmuş. Îmânı, helâl ve hayrı sevmiş ve insânlara îmân etmelerini, helâl dâiresinde amel etmelerini ve hayra koşmalarını emretmiştir. Küfrü, harâm ve şerri çirkin görüp insânlara küfürden, harâmdan ve şerden uzak durmalarını emretmiştir. Bu noktada îmân, helâl, hayır ve ma’rûfu ve bunların ehillerini sevmek îmânın bir gereği olduğu gibi; küfür, harâm, şer ve münkeri ve bunların sâhiblerini sevmemek de îmânın bir gereğidir.

Bedîüzzamân Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Şark husûmeti, İslâm inkişâfını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garb husûmeti, İslâm’ın ittihâdına, uhuvvetin inkişâfına en müessir sebebdir, bâkì kalmalı.”

“Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et.”

Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârukî, Mektûbât kitâbının 266. Mektûbunda şunu kaydeder:

“Îmân, zarûrî ve tevâtür yolu ile bize gelen dînî emirleri tasdîkten ibârettir. Bu tasdîkin alâmeti de küfür ve onun levazîmatından teberrî edip uzaklaşmaktır. Bu teberrî, ancak Hakkın düşmanları olan kâfirlere karşı düşmanlık beslemekle olur.

“Allah ve Resûlüne muhabbet, onların düşmanları olan kâfirlere karşı adâvetsiz olamaz.”

Hazret-i Abdullah b. Abbâs (ra) der ki:
“Kişinin ne kadar namazı ve orucu olsa da; o, bunlarla tam ma’nâsıyla Allah’ın dostluğuna kavuşamaz. Ancak ne zamân Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için dostlar edinir, Allah için düşmanlar edinirse, işte o zamân hakìkì ma’nâda Allah’ın dostluğunu elde eder.”

Hulâsâ: Üstâd Hazretleri “Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.” cümlesiyle meâlen diyor ki: Bizler kitâb ve sünnet dâiresinde muhabbet fedâileriyiz. Nefsimiz i’tibâriyle kimseye muhabbet veyâ buğz edemeyiz. Şerîat ölçüsüyle severiz, şerîat ölçüsüyle buğzederiz. Şerîat-ı tekvîniyyeye göre herkesi severiz. Şerîat-ı teklîfiyyeye göre ise mü’minleri sever kâfirlere ise husûmet ederiz. Zîrâ kâfirin küfrünü sevmek küfürdür.

Dîn-i Mübîn-i İslâm, her bir mes’ele için bir ölçü ta’yîn ettiği gibi, bu muhabbet ve husûmet mes’elesi için de bir ölçü ta’yîn etmiştir. O ölçü de şudur: اَلْحُبُّ ِللهِ وَالْبُغْضُ فِى الله
Ya’nî: “Allah için Allah’ın dostlarını ya’nî sırât-ı müstakîm ehli olan ve in’âmât-ı İlâhiyyeye mazhar olan enbiyâ, sıddıkîn, şühedâ, sâlihîn ve bunlara tâbi’ olan mü’minleri sevmek, Allah için Allah’ın düşmanlarına ya’nî sırât-ı mustakîmden udûl edip küfür ve dalâlet bataklığına düşen kâfirlere, müşriklere, münâfıklara bâhusûs Allah’ın gazâbına ma’rûz kalan Yahûdîlere ve dâllîn gürûhu olan Hıristiyanlara buğzetmektir.”

Kaynak:Rahle Yayınları; Reddu’l-evham-5
 

Leyli_Efruz

Well-known member
“Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.”

Allah razı olsun kardeşim .Ne güzel bi konu Muhabbet fedailerinden oluruz inş.
 
Üst