Abdulkadir-i Geylani Hazretleri (k.s) Sohbetleri

Sade ve Sadece

Active member
Ey Aziz,

Cenab-ı Hakk aziz kıldığı ve birçok ilahî nimetlere erme şerefine nail eylediği kimse...

Bilesin ki...

- "Allah-ü Teala, dilediğine hidayet eder ve zatı nuruna ulaştınr." (24/35)
Yukandaki cümle bir Ayet-i Kerime mealidir. Bir feyz kaynağıdır. O feyz bulutlarmdan; şahud şimşekleri çaktığı zamanı düşün... Neler olacağım tahmin eyle ve :

- "Allah rahmetim dilediğine tahsis eder." (3/74)

Mealindeki yüce kelamın yapacağı inayet sayesinde, vuslat rüzgarlarının daima başında döndüğünü de düşün... Anlamaya çalış... Ve neler olabileceğini anlatacağız, dinle...

îşte o zaman; kalb sahasında üns reyhanları kokmaya başlar... Ve o reyhanlar; bir cennet bahçedeki gibi, boylandık-ça boylanır ve etrafa kokular saçmaya başlar... Ve o bahçede :

- "Ey Yusüf'e olan hasretim." (12/ 84)

Nağmeleri ile şevk bülbülleri ötme-ye başlar... Ve sırlar aleminde; iştiyak şuleleri panidamaya başlar...

Artık efkar kuşları? azamet fezasında kanatlanır... Ve çevikliğin son haddiyle uçmaya başlarlar...

Bunlara marifet hali ve marifet alemi adı verilir... Bu alem uçsuz bucaksız vadilerle doludur. Orada; üstün akla sahip olanlar dahi yolunu bulup, devam edemez... Şaşırır... Sonra orada öyle korkulu haller tecelli eder ki...

Bir bakarsın; yüce bir heybet eli kalkmış; basında bekliyor... Tepene ha indi; ha inecek... Bu manzara karşısında; kavrayışın temelinden sarsılır...

Sonra bakarsın ki, başka bir alem başlamış... Perdelerin ötesinden sesler yükseliyor... Hem de heybetli sesler... Ona kulak mı dayanır ki?... Ve derin manasını sezende yürek mi kalır ki?... Tahayyül et:

- Gerçek manasıyla Allah'ı takdir edemediler..." (6/91)

Mealindeki yüce manaya hangi kulak dayanır? Bu yumuşatılmış mana ya doğrudan doğruya, seni muhatab alsaydı; ne yapardın o zaman?... O anda can vermez miydin?...

Bu mana denizi çok engindir... Orada azimet sefineleri yüzer... îçinde ise; Hak yolcuları... Onlar için, ne dalganın önemi vardır; ne de çeşitli deniz tehlikelerinin... Sakın o yolcuları taşıyan sefineleri küçük sanmayasın...

îşte onun tarifi:

- "O sefineler; dağlar gibi. dalgalar arasından süzülür gider... O, yolcuları çeker; götürür." (11/42)

Ve bu yüce manalar taşıyan cümle; aynı zamanda o yolcuların sefine yelidir... Yelkenlerini iter.

Düşün... Bir daha... bir daha düşün...

- "Onlar Allah'ı; Allah da onları sever..." (5/54)

Bu Ayet-i Kerimenin delalet ettiği derin manayı düşün... O mana engin bir denizdir... Ve bu denizin adı; aşk denizidir. Mahabbet, sevgi denizidir. Mahabbet ehli, bu denizde yelkenlisin! açar... Ötelere doğru yol almaya başlar... Yelkenli sefi-nelerinin; bir sağa, bir sola yatması, onları korkutmaz... Dalgalar onlan yoldan alamaz...

Dağlar gibi dalgalar gelir; onları altı-na almak ister... Fakat inayet-i Hak onları korur. Onlar da bunu bilir. Yine de yalvarmadan edemezler; herbiri:

- "Ya Rabbi, beni mübarek bir menzile indir. Çünkü menzil sahiplerinin hayırlısı sensin..." (21/101)

Diyerek yalvarmaya 'başlar... Bu menzil ne olabilir ki?... Lika ve
Hazret-i Hakka yakınlıktan başka..,. Ne
var ki, her yerde olduğu gibi burada da
istidadlar konuşur...

Yalvarırlar... Yakanrırlar... Ama:

- "O kimseler ki, haklarında tarafımızdan iyilik fermanı çıkmıştır..." (21/ 101)

Cümlesindeki manadan o başka elde bir şey yoktur... O yolda kaybolan canları kim arar ki?... Kesilen başları kim sorabilir ki... Yalnız, kurtulması mukadder olanlar kurtulur... Çünkü ezelî istidad öyle gelmiştir...
Deniz kabarsın; dalgalar, o aşk yolcularını içine alsın isterse... Hak ezelde kurtulmasını dilemişse; bir an içinde onları:

- "Cudî..." (11/44)

Dağına salimen indirir...

Artık onlara Rahmanın cezbelerin-den bir cezbe gelmiştir... Ellerinden tutmuş :

- "Doğruluk makamı..." (54/55)

Tabir edilen yere çekmiştir...

Bu makam, ezelî istidada göre lütuf ve ihsanların yağdığı bir makamdır...
Makam bir değil, bir çoktur. Her makamı aşıp öbürüne geçmek için arada;
şahsa göre değişen bir veya birkaç durak olur... Aslında tek olarak bilinen ama aşılması oldukça zor bir durak var ki, hepsinin mutlaka uğrayacağı bir duraktır... îşte o durak:

- "Ben, sizin Rabınız değil miyim?..." (7/172)

Mealindeki cümlede gizlidir... Bu durağı aşanın artık yolu, vuslat alemine doğru uzar... Buraya kadar gelebilen isti-dadlı olsa gerek... Bunu o yolcular da anlar; neşe ve şadlık içinde mest olurlar... Hayran olurlar...

Sonra onlara ilahî nimet sofraları serilir. O sofralardan bol bol nasib alırlar... Çünkü o nimetler:

- "O kimseleredir ki; onlar ihsan ettiler. .. Sonra bunlar için HÜSNA ve ZÎYADE'si vardır." (10/26)

Ayet-i Kerimesiyle tarif edilmektedir... Burada, HÜSNA'yı tümden nimetler; ZÎYADE'yi ise, lika-i ilahî olarak anlatabiliriz...

Hakka vasıl olmak isteyen herkes, bahsi geçen dalgalı ve engin denizleri aşmak zorundadır. Onları aşıp, Hakka varmak için, bu yolda insana tek şey lazımdır: AŞK... Bu olduktan sonra korkma... Her denizi, deryayı aşarsın... Ummanlar önünde bir hendek kadar uf alır... Dağlar ve ovalar sana bir adımlık yol olur...

Her yolcuyu bu yolda aşk yürütür... Aşk bu yolda Hak erlerine bir ateş... Bu ateş, onların herdem içim yakar kavurur... Yansın... Yanana su mu esirgenir; hastaya tabib mi gelmez ki?... Hele bir de; yanan Hak aşıkının kalbi, hasta olan da onun gönlü olursa... îşte böyle olanların içi yandıkça, aşk şarabı imdatlarına yetişir... Aşk şarabından başka onların ateşini ne söndürebilirdi ki, zaten...

Onlara aşk şarabı getiren kadehin adı; KÜRBÎYET'tir... VÎSAL camıdır... Yakınlık camı ve visal kadehi... Ne güzel ve ne ulvî şey...

O anda onları, huri misal sakiler dolanır. .. Allah aşkıyla içi yananın özüne birşeyler boşaltır... Yani AŞK ŞARABI... Onlar, verene hiç bakmaz; içer, içer hiç kanmazlar... Nasıl kansınlar, çünkü:

- "Onlara; Rabları. pak şarabı içirdi..." (76/21)

O ne ŞARAB'dır... îçilirken visal olursa... Ve sakisi ALLAH... onun şanı, çoktan da çok yücedir...

Artık onlar, ereceklerine ermişlerdir... Bulacaklarım da bulmuşlardır. Bilmem daha ne bulmaları istenir ki... Onu bulmayan niçin durur ki. Onu bulan da neden mahrum olur ki...

Son yolculuk durağı orasıdır. Oraya vasılolduktan sonra, sonsuz ve ebedî mülk ve devleti bulurlar...

ışte onların erdiği alemi anlatan Ayet-i Kerime:

- "Baksan... Sonra dönüp yine baksan... Ne görebilirsin ki?... Nimet ve büyük bir saltanattan başka..." (76/20)

Bu varı yitirmek ne güzeldir... Çünkü bu yolda yitirilen varlığın karşılığı Hakkın visalidir... Cenab-ı Hak cümlemize bu varlıktan soyunmayı ve vuslatı nasib eylesin... Amin!...
 

Sade ve Sadece

Active member
Ey Aziz.

Bu mektup, sana daha başka şeyler anlatacak... Seni amele ve cihada teşvik edecek... Oku, anla ve gereğini yapmaya gayret et...

Talib ol... Günleri boşa geçirme... Daima, aradığın bir şey olsun... Taleb eden mutlaka bulur... Ama, yollanır

Taleb gümüşünü:

- "O kimseler ki, uğrumuzda cihad ederler." (29/69)

Mealindeki Ayet-i Kerimenin potasında eritmeye bak...

Sanır mısın ki; eline çalışmadan bir şeyler geçer... Ahlakî bir disiplin yolunu tutmadan, aradığını bulmaya nasıl kalkarsın ve nasıl ermeyi düşünürsün...

Talib olacaksın; fakat bu taleb işinde pek fazla ileri de gitmeyeceksin.. Çünkü aşırı talepler çoğu zaman karşılıksız kalır... Bilhassa Hak Teala'yı taleb işinde dikkatli olmalısın... Onun çizdiği hududu aşmaya kalkmayasın... Sonra aradığını bulamayacağın gibi; elde ettiklerini de kaybedersin. Bilhassa zat-ı ilahî için :

- "Allah, zatı için; dikkatinizi çeker..." (3/28)

Buyurulurki; zaL ı ilahi hakkında ulu orta laf etmemeyi ve ona dair fikir serdetmeye girişmemeyi emreder.

îşte talep sınırını burada çizmen gerek... Oraya varmak için yoluna devam et... Fakat ondan sonrası için, bir talebin olmasın... Sadece bekle... Yol açılırsa, yürü... Yoksa, yine bekle... yine bekle... Ama, bu bekleyiş seni usandırmasın...

îçten talebini devam ettirir. Fakat anlatılan şekilde olsun... Öyle olursa talebin halis olur... Taleb gümüşün kendiliğinden erir ve ona;

- "Yollarıızı onlara açarız..." (29/ 69)

Müjdesi gereğince padişahın tuğrası vurulur... Bu tuğra; ancak talebini anlatılan şekilde devam ettirenleredir. Onlara katılmak ve onlar gibi talih olmak ve bu tuğrayı almak ne saadet...

Bu saadete eren talibin talebi kıymet bulur... Dünyalık mallar, onun karşısın-da değersizdir. Onu satacak pazar bulunmaz...

Ancak onun, değeri bulunup satılacağı pazar, şu pazardır:

- "Allah mü'minlerle alış veriş yaptı. Nefisleri aldı... Malları aldı... Ve... bu aldıklanna karşılık, cenneti verdi..."(9/111)

Bu pazarda taleb asıl değerini bulur. Taleb gider karşılığında büyük bir meblağ gelir... Artık bu meblağ o talibin bir sermayesi olur...

Anlatılanları yaparsan, sen de o sermayeyi bulursun. Yolun inşaallah Hak yolu olur... Ve :

- "Ayık olunuz. Halis din yalnız Allah'ındır..." (39/3)

Mealim taşıyan Ayet-i Kerimenin manasım artık anlarsın... Halis olmaya bak. Her elde edeceğin iyi şey, mutlaka ihlasla olacaktır; iyi bilesin... Şunu da unutma ki, gerçekten ihlas sahiplerini azim tehlikeler bekler. Onları kolay atlatmak, bu yolun yolcusunda bulunması gereken aşka bağlıdır... Sen de, bu yolda aşka dalarsan, bu ihlas sahiplerim bekleyen tehlikelerin sırrı sana çözülür... Önünde çözülür; seyredersin...

Aşkı bul, şevk ehli ol... îhlası bul... Bunları bulduğun zaman:

- "Allah, sinesini ÎSLAM'a açtığı kimseyi mi soruyorsun... O, Rabbından gelen nurla yoluna devam eder..." (39/22)

Ayet-i Kerimesinde belirtilen ihsan kucağı sana da açılır... Zikri geçen Ayet-i Kerimenin nuru yolunu aydınlatır...

Sen aşkı ve şevki bulmaya bak... Bunları bulduktan sonra, sana ne ihsanlar gelir; ne ihsanlar. Rabbımız kerem sahibidir; sineni açar ve:

- "Bana dua ediniz; duanızı lehinize olacak bir şekilde kabul ederim..." (40/ 60)

Ayet-i Celilesi gereğince kalbini harekete getirir... Ona, yani Allah-ü Teala'ya bol dua etmeye, yalvarmaya, yakarmaya başlarsın... Bu yalvarma ve yakarmanın karşılığını da mutlaka alırısın.

En mühimi ilahî lütuf ve keremi bulmaktır... Onu bulduktan sonra manevi derecen yükselir... Dünyanın maddî ve fani şeyleri, gözünden Ve gönlünden düşer... Hakikati artık anlamış ve bilmiş olursun... Böyle olduktan sonra, anladığını ve bildiğini başkalarına da anlatman gerekli olur. Bir nevi irşad makamma geçersin... O zaman sana:

- "Söyle..." (4/77)

Denir... Söyle yalan mı... Bu emir karşısında titremeye başlarsın... Fakat tehdid olmadığını anlar; sakinleşirsin... Ancak kendinde pek konuşacak takat bulamaz bir halde iken :

- "Dünyanın metal azdır..." (4/77)

Fermanı imdadına yetişir... Zaten kalbinden silinen fani şeyler, biraz daha silinir... iyice, kökü kazınır...

Artık bu fani şeylerin değil, ötelerin yücelerin malı olursun... Fakat onun için bir işaret göremeyince üzülürken, yine sana kerem dili çözülür ve :

- "Ahiretinki elbette hayırlıdır..." (4/77)

Cümle-i celilesi ile gönlünü açar... Böylece, fani şeyleri kalbinden attıktan sonra, oraya neyin dolacağım anlamış olursun...

Bu iş lafla olmaz ki, bu da ayrı bir hakikattir. Elbette, kaibden dünyanın gidip, yerine ahiretin gelişi; zahirde bilinen geliş gidişler gibi görünmez... O bir haldir... Halin de ancak zahirde alametleri vardır.

îşte sen de bu alametleri araştırırken :

- "Bu. ittika sahiplenme olacaktır..." (4/77)

Cümlesi bir kurtarıcı gibi karşına çıkar... Kendi kendine:

- Demek ki, dünya metaını az gören, ahireti ondan üstün ve hayırlı bulan zatlar, ittika sahibi olan zatlarmış...

Dersin... îşin hakikatim anlamış olursun artık... Dünya sevgisin!, ebedî kalbinden atar; yerine ahiret sevgisin! koyarsın. .. Bu sevgiyi muhafaza için de; ittikayı kalb kapma bekçi yaparsın^ Sonra:

- Allahım, beni ittikadan ayırma... Dünya hırsı kalbime girmesin...

Diyerekten de yalvarırsın... Ve her daima ittika halini gözetmeye başlarsın... îttika halinin devamım gördükçe, duanın da kabul olduğunu anlarsın... Ve... Sevinirsin...
Ve... bilirsin ki, yapılan dualara mutlaka icabet olur... Ne var ki, herkese bilinen yoldan icabet olmaz... Ancak; içini temizleyenler, özünü Hakka yakın edenler duanın ne şekilde ve ne zaman kabul olduğunu anlar... Misal olaraktan c'a kendi halini ele alabilirsin...
Artık sana bir başka rüzgarlar esme-ye başlar. Ne yandan bilir misin;

- "Biz ona şah damanndan daha yakınız..." (50/16)

Canibinden... Bu rüzgarın estiğim duyan kalb ağacm dalları oynamaya başlar... O rüzgarlar estikçe, yaprakları birbirine değer ve tatlı tatlı nağmeler çıkarır. ..
Belki de o yaprakların işe yaramayanı yavaş yavaş, ahenkli bir şekilde dökülmeye başlar ki; o zaman, senin için bir sonbahar havası esiyor demektir.
Bu hal aleminde, artık ilkbaharla karışık bir güz başlamış demektir. Orası; yazı güzüne, güzü yazma karışık bir alemdir... Çok hizmetli işlerin olduğu bir bahçedir... Sakın onlara dahp yolundan olma... Hiç biriyle ilgilenme:

- "Allah, de; öteyi bırak..." (6/91)

Sen böyle diyebildiğin an, rüzgarlar sert esmeye başlar ve seni fani eşyadan
soyar... Ağyardan ayırır...

Orası bir başka alemdir... Ve orada:

- "Allah'dan başka bir ilah çağırmaya kalkma!..." (28/88)

Emrinden başka bir emrin gereği yapılamaz...

Orası ne daimî bir ilkbahardır; ne de sonbahar. Orası; an bean tecellilerle değişen bir havaya sahiptir... Herkes kabi-liyetine göre bir hava teneffüs eder; kimi ilkbahar, kimi de sonbahar... Kimi de kış... Şayet sen, benliğim yitirir, senliğin! bu-lursan, daima bir ilkbahar havası teneffüs edersin...

Sakın; bu havayı herkesin teneffüs edeceğin! sanmayasm... O hava, yalnız:

- "Onlara, taa ezelden katamızda iyilikler yazılmıştır..." (21/101)

Cümlesinin tefsirinde kimlikleri gizli zatlara mahsustur... Bu Ayet-i Kerime, aynı zamanda kendini bilenlere bir müjdedir...

Sakın; kendi kendine, benim de istidadım var mı yok mu diye üzülme... Lüzumsuz ve faydasız yollar nramaya knik-ma... Hemen kendini ölçüyo vur; Hak yo lunda devamlıysan istidadın var demektir... Şayet istidadın yoksa, aramak da ak-lına gelmez; sormak da...

O istidada sahip olduğunu anladıktan sonra, beklemeyi öğren... O beklediğin alemde, ilahî ve kudsî bir rahmet yağmu-runa tutuîursan, sakın; usanıp kaçmaya-sın... Islansan da, çevren göl de olsa kaçma... Dür ve bekle... Çünkü o; dilediği zaman :

- "Kimi arzu ediyorsa onu zatına seçer..." (-12/13)

Şunu da akhnda fut ki, seçmeden evvel dener. Başarı kazandığın takdirde, ilahî kudret bir bulut şeklinde seni alır; ötelere... çok ötelere... ötelerin de otesine çeker götürür...

Düşün bir kere içinde bulunduğun alemin güzelliğim... ilkbahar... Feyiz bulutları... Ve nihayet fazilet yağmuru... Bunların hepsi senin özünde olmakta ve senin için olmaktadır... Nerede cereyan ediyor bu işler, biliyor musun?...

- Kalbinde...

Dersek hiç şaşma... Çünkü sen, yalnız kalbinden ibaret sin... Sakın kalb denince, maddi hayatın dcvamına sebep olan, sinendeki o et parçasını hemen aklına getirme... Bizim anlatmak istediğimiz kalb, bir başka kaibdir... Yeri gelince onu da uzun uzun anlatacağız... Asıl bizim anlattığımız kalb, sana:

- însan...

Dedirten kaibdir... Ve sana:

- Adem...

Dedirten kaibdir...

- "Biz ona katnnızdan ilim öğrettik..." (18/65)

Artık haller halim buldun... Ağaçların yeşillenmeye ve dal budak salmaya başlar... Bunların vereceği yemiş, sadece içinde kalmaz... Çünkü sen cimri olamazsın... Sen o kimselerdensin ki; onlar hakkında Allah-ü Taala'nın:

- '"Muhakkak Allah'ın rahmeti, dış aleme muhsinlerden gelir..." (7/56)

Ayetiyle anlattığı muhsinler şafuldasın...

Bu halleri yaşadıktan sonra, kendini bir sır aleminde bil... Oranın uçsuz, bucaksız vadileri ve akar ırmakları var... Vuslat pınarları orada çok tatlı akar... Bu alemde olduğun için nasıl olsa her zaman içerim, diye bir düşünceye kapılma... Çünkü oradan:

- "Öyle bir göz ki... Yakınlığı kazananlar, yani MUKARREBUN olanlar içer..." (83/28).

Başkalan içemez... Sen de içmek di-liyorsan, MUKARREI3UN zümresinden olmaya bak...
Anlatılan halleri elde etmek için; biraz gözyaşı akıtmak icab eder... Yalvarmak, yakarmak gerekir... Hatalar, için istiğfar etmek ise, baş şarttır; bilmek gerekir... Bunlar birer ilahî hibedir... O hibeye ehil olmak için, gözyaşlarıyla, sineyi pak etmekten gayri çare yoktur...

Sakın yaptığın ibadetine, falan da güvenme... Çünkü bu:

- "Allah'ın fazlıdır; dilediğine ihsan eyler..." (5/54)

- Ben hak kazandım; verilmemesi zulümdür.

Gibi yersiz bir laf etmeye kalkanlar, hava alır. Hele bu aleme kadar gelenler... böyle bir şeyi düşündüler mi, derhal kapı dışarı edilirler... Allah saklasın...

Allah'ın o fazlına erenlere müjdeler olsun... Mübarek olsun halleri... Çünkü on l ara:
- "Korkmayınız... Artık mahzun da olmayınız... Size müjdeler olsun... işte size vaad olunduğunuz cennet..." (41/30) Duyurulan, ilahî bir fermandır... Artık, geçmiş geçip gitti. Gelecek şimdiki hallerinden daha iyi olacak... Niçin daha iyi olmasın ki:

- "Allah onlardan razı; onlar da Allah'tan razı ve memnun..." (5/119)

Beraetini aldıktan sonra... peşinden şu emir:

- "Yiyiniz, içiniz... Hem de rahat... rahat... Bunlar amellerinize karşı mükafattır..." (52/19)

Bu nimetler daha bu alemde iken kazanılır... Allah'a yalvaralım; bize de nasib eylesin...
Allahım, bize de nasib eyle. Amin...​
 

Sade ve Sadece

Active member
Ey Aziz,

Geleceği yakındır o günün... îzzetini korumak bir bakıma sana bağlı... Hatalarını hatırla, düşün ve tedbirli ol... Hazırlığım şimdiden yap... Burayı bırakıp öte aleme gidince, fayda temin edeceğin kimseleri düşünüp kendini yersiz teselliyle avutma...
Çünkü orada:

- "O günkü dehşet içinde; kişi karısından, anasından, babasından ve çocuklarından kaçar." (80/34)

Ayet-i Kerimesinin verdiği hüküm geçer... Herkes kendi derdine düşer...

- Hani sen bize, dünyada iken sahib olurdun... Korurdun... Burada da yardım etsene...
Gibi, yarı alaylı, yan ciddî sözlere muhatap olmamak için, herkes bir yere saklanmak ister... Kimi elini yüzüne kapatır. Kimi de kaçar... Kaçacak yer de yok... O da bnşka...
Sen insanı, orada kaçmakla kurtulur mu sanırsın? Hayır kurtulamaz... Hesap verecek... Hakirden kıtmire kadar... ipek telinden urganına kadar... inceden ince-ye hesap verecek... Gizlisi ve aşikaresi sot'uincak...

O ne muazzam hesap günüdür... Düşün o günü... Hatta o günün dehşetinden fitre... Çünkü, Allah-ü Teaala o günkü hesabı şöyle anlatır:

- "İster içinizde gizlediğiniz olsun; isterse açığa vurduğunuz... Allah hepsiyle sîzi hesaba çekecek..." (2/284)

Bu Ayet-i Kerimedeki derin manayı anlamaya çalış...

Bu hesaptan ancak, burada imtihanını iyi verenler kurtulacak... însanhğına yarnşır bir şekilde hayatını idame ettirenler kurtulu Onun için sen, boş şeylerle meşgul olma... Öz varlığım koruyacak yollardan yürü...

- "Şunlar var ya, hayvanlar gibidir..." (7/179)

Ayet-i Kerimesiyle anlatılan zümreyo dahil olmayasın; sakın... Bunların avunduğu geçici zevklere dalmaktan kendini koru... Geçici, behimî hislerini tatmin için özünü kirletme... insanlığım yitirme...

Allah-ü Teala'yı daima kendine yakın bil... Daima onun yüce varlığma kendini yakın bilmeye bak... Ve... murakabe halini hiç elden bırakma... Huzura var ve başım onun kuvveti ve kudreti önünde eğ... Düşün ki, Allah-ü Teala:

- "Beni anınız ki. ben de sizi anayım..." (2/152)

Buyurur... Bu ne şereftir... Daima Hak Taala'yı an ki, bu şerefe nail olabi-lesin... Böyle yaptığın takdirde, Allah-ü Taala'nın:

- "O günde, birtakım yüzler vardır ki. parlak ve aydınlıktır... Rablanna nazar ederler..." (75/22)

Çeklinde anlattığı kimselerden ola-sın...

Kalbini parlatırsan, onu bu alemde de görebilirsin... Hakkın zikriyle kalbine cila çekmeye bak... Ve onun kıymetin! bil... Her türlü fenalıktan onu esirge... Çünkü onun hakkında şöyle bir kudsi hadîs vardır:- "Ben ne yere, ne de göğe sığdım; ama, mü'min kulunum kalbi beni aldı..."Sen böyle bir kalbe sahip olursan, daha ne istersin... Ve böyle bir kalbe sahip olmak için ne yapsan azdır... Hem de, hiç gibi bir az...

Bu hali bulduktan sonra ereceğin nimetlerin sayışı yoktur... Onlara sayı yetmez... Rakamlar kafi gelmez...

Bu kadar kıymetli şeyler nasıl bedava elde edilir... Elbette bir şeyi elde etmek için, o şeyin sanma yakışır bir şekilde gayret sarfetmek gerekir... Bu hakikat icabıdır ki; snna. Hakkın sanma yakışır bir şekilde kulluk düşer. Hiç olmazsa yapmaya çalış...

Bu alemde hazırlığım tam yaparsan, öteki alemde her arzun yerine getirilir... Çünkü bu alem ekim yeridir... Orada bi-çilecek şeylerin tohumunu burada ekmek gerekir... Burada ekmeyen orada birşey biçemez... Burada ekim işini bitir, tamamla:

- "Orada her arzu ettiğiniz verilir... "Her arzu ettiğiniz önünüze gelir..." (14/31)

Müjdesin! al... Bu müjdeyi burada alan kullar çok... Sen de onlardan biri olmaya bak...
Kalbin de kendine göre kulağı var... Ama, onunla duyup işitmek, bu alemin maddi ve fani şeyleri değildir... O, ötelerden gelen, yüce ve ulvî kudretten gelen sesleri dinlemeye aşıktır...

Ona o sesleri duyurmadan bir hayır iş tutacağım sanmayasın... Onun için ona arız olan kirleri temizlemeye bak... Onun kirlerim giderdiğin an bil ki, yücelerden
gelen sesleri duyacaktır... Ve çağrılara uyacaktır :

- "Bana dua ediniz; kabul ederim." (40/60)

Mealinde buyuruîan, ilahî emir gereğince yalvarmaya başlar... Çünkü onun her türlü kirini giderdin.. Günah pasından temizledin...

Artık yalvarmaya baslar... Haliyle Hak Tnala onun yalvarmasını, yakarma-sını duyar; boş bırakmaz...

- "Allah, selam evine davet eder..."(10/25)

Emri gereğince zatına davet eder... Bir gaflet uykusundasın... Hem de tamamen. Gafletin, dünya yüzünden mı oldu... O halde dinle... Bak Hak Teala anlatıyor :

- "Dünya hayatı; anccik bir oyundan ve oyalanmadan ibarettir..." (47/36)

Bu Ayet-i Kerime, dünyanın ne olduğunu anlatırken; sen hala ona dalıp gitmektesin... Ve ona sıkı sıkıya sarılmaktasın... Kendine göre mazursun; çünkü gafilsin...
Niçin böylesin?... Allah seni burası için mi yarattı?... Yoksa öbür alem için mi yaratıldın?...

Şunu kafi bil ki, sen öbür alemin malısın... Bu alem fanidir. Uyanık zatlar nazarında hiçtir...

Buranın sıkmtısı ve meşakkati çoktur. Böyle sıkıntılı ve meşakkatli alemi neylersin?... Öteleri iste... Yüceleri arzula...

Adımlarım atarken, Hak katında yüceleri arzu ederek at... Oradaki yüksek makamları istiyerek gez... Bu fani varlığı aşıp öteye varanlardan ol... Onlar ne büyük insanlardır; dinle... Onların tarifini Hak'tan dinle:

- "Onlar SABİKUN'dur. Bilir misin SABÎKUN kime derler?..." (56/10)

- "îşte onlar; serapa nimetlerle dolu NAÎM CENNET'inde yerleşmiş ve Hak yakınlığım bulmuş kimselerdir..." (56/11)

Himmetim yüce tut ...Kişinin kıymeti; himmeti ve gayreti kadar olur... Bu düsturu unutma.

îçten gayretin! tahrik et. Himmetin! tembel alıştırma... Yola girmemekte direnirse onu kamçıla... îlahî emirlerin kırbacıyla onu döv... Belki bu sayede kurtulursun... Ve yoluna ilahî lütuflar çıkar... Düşün ki, Cenab-ı Hak, yolunda olan kul-larına, lütfunu esirgemez... Kim onun yo-lunu tutsa, kat kat lütuf, ihsan yağdırır...

Sen de onun yoluna girersen, sonra devam edersen, mutlaka sana da Hakkın ihsanı gelir... Ahirette elde edeceğin nimetlerin müjdesin! daha burada iken alırsın...

Çünkü Allah-ü Teala:

- "Kullarına lütfedendir..." (42/19) Bu sebeple :
- "Onlara dünya hayatmda iken müjdeler gelir..." (10/64)


Buyurur. Bu müjdeyi alan kullara katılmak, senin için ne büyük bir şeref...
Sana düşen emirlerin gereğini yerine getirmektir... Hiç olmazsa, böyle birniyeti kaibde beslemek ve istikbal için geliştirmektir...

îlahî emirleri eda etmeye, omuzlarına yüklenen vazifeleri tamamen yerine getirmeye niyetlen ve kendini o yola koy... Muvaffak olman için de Allah'a yalvar maya başla...
îlk fırsatta kalb düşmanma karşı bir savaş aç...

Sakın bu yolda nefsinden emir alma... Zaten, savaşacağın şeylerden biri de nefistir... O da kalbin en büyük düşmanı olduğuna göre, ondan ne gibi bir emir alabilirsin ki...Ona karşı harb açtıktan sonra, elin tetikte olsun... Ondan hiç emin olma. Zayıf anım yakaladığı dakikada, boynunu sıkar... Silahım çevirdiği an, seni kalbinden, can evinden vurur; öldürür...

Seni mahvedecek kalb düşmanlarından biri de şeytandır.

- "Muhakkak şeytan, insan için açıktan bir düşmandır..." (12/5)

Buyrulurken, elbette o şeytanın düşmanlığım kabul etmen gerekir... Onun hilesi çoktur. Onunla baş edilmesi de hayli güçtür. Ama sakın azmin kırılmasın...

Hiç korkma, Allah-ü Taala bir şeyin zararım haber verdikten sonra, ondan kurtuluş yollarım da haber verir... Çünkü o, hem alım; hem de kullanıla şefkatlidir. İlmi ve şefkati olan Rabbimizin gücü ve kuvveti de vardır... Sen onun yolunda olursan; nasıl sana, savaşacağın düşman için başarı yollarım öğretmez... Sen ki, en şerefli mahluksun; nasıl emrine asker vermez... Onun askeri mi yok dersin?...

Halbuki :

- "Yerin ve semaların askerleri onun emrindedir..." (48/4)

Durum bu olunca, şeytandan nasıl korkarsın? Onunla savaşmaktan niçin kaçarsın?...
Şu andan itibaren, sana düşen vazife, Hakka sığınmak... Ve... Ondan gelecek yardıma hak kazanmaktır... Onun yardımı sana geldikten sonra, şeytanın sana zfirnrı dokunmaz... Sonra, nefsin (uzağına düşmekten kurtulursun... Sakın nefsin şerrini az bilir... O da şeytan gibi, daima sana kötü yolları gösterir. Bunu da şu Ayet-i Kerime bize haber vermektedir:

- "Muhakkak nefis, bütün gücüyle kötülüğü emreder ve benimsetmeye çalışır..." (12/53)

Şeytanın ve nefsin durumlarım tes-bit eder, ona göre onlara karşı durursan kurtulursun... Aksi halde, ikisi bir olur; seni helak ederler...

Ahireti düşün... Maddî bazlarla meşgul olma. Hiç bir şey yapamazsan günü belli bir zamanım, Allah'ın zikrine tahsis et... Böyle yapmak suretiyle, kalb gözünü açmaya bak... Böyle yap ve nelere ermiş olduğunu anla...

Kalbinde sırların letaifi, rakamlar halinde, zuhur etmeye başlar... Kendini ittika sahibi kıl ki, ermişlerin erdiğinc sen de eresin... Düşün ki, Allah-ü Teala:

- "Allah'a karşı ittikad sahibi olunuz ki, Allah size bilmediğinizi öğretendir..." (2/ 282)

Ayetiyle seni müjdeliyor... Ve takva sahibi olduktan sonra nelere ereceğin! de sana anlatıyor...

Başta sisli vat.'ınmı hatırhırsın... Hu hun, ezelde uçup gezdiği yerler göz önüne gelir; öbür alemi sevmeye başlarsın... Bu alemin' ötesindeki varlık alemim anlarsın... Yapacağın her ibadeti zevkle, şevkle yapmaya başlarsın; çünkü gerçeği sezdin...

- "Rabbın yoluna itirazsız gir..." (16/69)

Ayetindeki gizli sır sana çözülür... Bu sır, içinde çözüldükten sonra, sana iki kanat verilir; o kanadın biri aşk, öbürü de şevk olur... Ruhun onlarla uçar...

Ruhun uçup gezdiği o yerlerden üns meyveleri sana gelir... O üns meyvelerim tattıktan sonra, bu alemin hiçliğini anlarsın... Ve :

- "Her meyveden ye..." (16/69)

Emrini alır, hür olursun... Artık bundan sonra; sana ne korku, ne de hüzün...
Nefsinde zulmet kirleri kalmaz artık... Ama bu halini senden başkası bilemez... îçinde yaşadığın alemi yalnız sen bilirsin... Her halin açıktır; ama anlayan olmaz... Bu duruma sen de şaşarsın, îçinden :

- "Allahım, sen geceyi gündüzc katarsın..." (3/27)

Demeye başlarsın... Sır aynanda, çeşitli tecelli nurları parıldamaya başlar... Bu tecelli nurları sayesinde, azönce hayretler içinde kalıp söylediğin cümledeki sırları çözersin... Kalb bahçene rahmet yağmurlan yağmaya başlar. Çünkü orası; Hak Ta-ala'nın her türlü rahmet tecellisine nail olmaya hak kazanmıştır... Ve Allah-ü Teala'nın mealen arz edeceğimiz şu Ayet-i Kerimedeki şeref madalyasını kazanmıştır:

- "Biz semadan mübarek su indirdik. Onunla bahçelerin çeşitli bîtkilerini meydana getirdik... Ve harman edilen cinsten hububat bitirdik..." (50/9)

Böyle bir rahmete eren kalb bahçeleri n'olur bilir misin?... Bilmem ki, onu anlatabilmek için, zahirde verilecek bir misal bulunur mu?... Olsa olsa bir îrem Bağları olur... Ama o da, bu ilahî güzellik karşısında hiç kalır... îrem Bağları da ne?...

Kalb bahçen ancak bu hali aldıktan sonradır ki:

-- "Biz o rahmet suyuyla ölü bir beldeyi dirilttik..." (50/11)

Cümlesinin nelere işaret ettiğini çözersin...

- "Bugün senin için perdeler aralandı... Biz açtık. Gözlerin de keskin görür..." (50/22)

Cümlesi sana gelmiştir. Kalbinde zulmet kalmadı. Bu sebepler nur alemini rahatça görebilirsin...

Artık herşey'sana ayan beyan... Ne gaflet kalmıştır; ne de cehalet... Hepsi geçmişte cereyan eden birer hadise halini alır... Şimdi onlar çok ötede... Ve sen... Evet sen, vuslat alemindesin... Orada tam bir müşahedeye dalar; nura gark olur gidersin... Bazan, müşahede denizinden çıkar; istiğna denizine dalarsın...

- "Çünkü Allah bütün alemlere karşı bir istiğna sahibidir...'" (3/97)

Sen de onun bir kulusun. Seni o istiğna alomine alır... îşte o zaman, zatından başkasına ihtiyaç duymaz olursun...

Orada halinden emin olan yoktur... Bir yandan bakarsın ki, vuslat olmuş...

- Tamam...

Demeye getirirsin... Ama hemen kar şına:

- "Allah'ın mekrinden emin mi oldular?..." (7/99)

Emri çıkar... Susarsın... Seni bir heybet hali sarar ...Bir ara ümidin kırılır gibi olur. Meyus olursun... Ama, sen senin olmadığım bilmelisin... Bu hal içinde şaşkın dururken ağzından, kendiliğinden:

- Runa bir çare Allahım... Cümlesi dökülür... Ve o anda kalbine şu ilahi hitap gelir :
- "Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyiniz." (12/87)


Bu emir, sonra latif bir rüzgar gibi çevrende esmeye başlar... O estikçe seni bir şevk sarar... Kendini Hakkın güzellik ve yücelik bahçesinde bulursun... Oranın güzelliğine hayran olur, bülbül gibi firakli firkli ötmeye başlarsın... ilahî nağmeler terennüm ederek, bir gül dalından öbürü n e konarsın...

Ve... sana öte alemlerden biri ilahî koku gelecek... Etrafına bakınacak; acaba bu nereden geldi? diyeceksin... Bazan dilin kayacak; tıpkı Yakup Peygamber gibi:

-- "İhtiyarlığıma hamicdip, bunadığımı demezseniz, Yusuf'umun kokusunu alıyorum..." (12/94)

Dersin... Ah bir içinde saklayabilsen... Ama nasıl saklayabilirsin ki... Sonra elinde mi?...
Sözünde haklısın Gerçekten aldığın koku, ötelerden sana bir müjdeci gibi gelmektedir... Fakat büyük bir ihtimalle çevresindekiler :

- "Sen hala eski şaskınlığındasm..." (12/95)

Diyecekler... Çünkü aynı sözleri çok söyledin. Onlar sadece dinledi... Hiçbir tad alamadıkları için, seni ayıpladılar...

Sen hiç üzülme... Zaten üzülmen de mümkün değil... Çünkü hakikaten bulacağım bulmuş sayılırsın.'.. Eğer nasipleri varsa, gün gelecek; hakikati onlar da anlayacak...

- "Onu yüzüne sürünce gözleri açıldı." (12/96)

Cümlesindeki hakikati elbet istidatları varsa anlayacaklar... O zaman onlar sana yalvaracaklar ve şöyle diyecekler:

- "Biz hata ettik... Sözümüzde yanıldık... Bizim için Allah'tan bağış dile..." (12/91)

Çevrendeki şaşkınların sözüne aldırış etme... Onlar mutlaka önünde baş eğecektir. Yeter ki, sen, özüne ilahî varlıktan bir kırıntı olsun, yerleştirmesin! hilesin... îşte o zaman elbette sana şöyle diyecekler :

- "Allah'a kasem ederiz ki, Allah. seni bizden üstün kıldı..." (12/91)

O rahmet denizine daldıktan sonra elde ettiğin herşey; teker teker, birer hazinedir... Anlattıklanmız, o daldığın denizin bir damlası dahi sayılmaz...

Rüya tabiri ilmi dahil, bütün bilgilerin hazine anahtarı sana teslim edilir... O zaman kim ne derse desin, sen kendini bilirsin... Artık haline aşinasın... Beka makamına erdiğin için, halinden memnun insanların tavrım takınırsın... Artık başka isteyeceğin bir şey de olmadığı için şu duayı yapmaya başlarsın :

- "Rabbim, bana mülk verdin... Bana rüyaların tabirim de bellettin... Yerin ve semaların yaratacısı sensin... Dünya ve ahirette benîm de sahibim sensin... Beni müslüman oîarak oldur... Ve beni salihlere kat..." (12/101)

Cenab-ı Hak cümlemize işin sözünü değil, halini nasib eylesin... Çünkü bu yolda söz değil hal ararlar... Çünkü bu yolda nice yolcular, işi sözle bitirmek istediği için helak oldular... Allah korusun. Amin!...
 
Üst