Kat'â ve aslâ!..

Ahmet.1

Well-known member
Eğer desen: "Kader bizi böyle bağlamış. Hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelana müştak olan kalb ve ruh için kadere iman bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?"
Selb: Kapma, zorla alma, rızasız alma. *İptal etme. *Kaldırma, giderme.
İnbisat: Yayılma, açılma, genleşme. *Ferahlama.
Cevelan: Gezme, dolaşma.
Müştak: Arzulu, fazla istekli, iştiyak gösteren.


Elcevab: Kat'â ve aslâ!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hıffet, bir rahatlık ve revh u reyhanı veren ve emn ü emanı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki insan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz'î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metalibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği manevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere iman, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemal-i hürriyetiyle kemalâtında serbest cevelanına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz'î hürriyetini selbeder ve firavuniyetini ve rububiyetini ve keyfemâyeşa hareketini kırar. Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Kat'â: Kesinlikle, asla.
Aslâ: Hiçbir zaman.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Hıffet: Hafiflik.
Revh u reyhan: İç açıklığı ve hoşluk, canlılık ve güzellik.
Emn ü eman: Güvenlik ve korkusuzluk.
Temin: Sağlama, elde etme.
Sürur: Sevinç, neşe.
Cüz'î: Küçük, sınırlı.
Serbestiyet: Serbestlik.
Muvakkat: Geçici, az bir zaman için.
Bîçare: Çaresiz.
Kâinat: Yaratılan bütün varlıklar, evren.
Alâkadar: Alakalı, ilgili.
Makasıd: Gayeler, amaçlar.
Metalib: İstekler, arzular, istenenler, arzu edilenler.
Kudret: Güç
İrade: Dilediği şekilde karar verme serbestliğini sağlayan güç.
Muvahhiş: Korkutucu.
Kader: Allah`ın kâinatta olmuş ve olacak herşeyin vasıflarını, özelliklerini ve sâir geleceğini ezelden bilip, Levh-i Mahfuzunda takdir ve yazması. İlâhî hüküm. Cenab-ı Hakk'ın ezelî ilmi ile, kâinatta olmuş ve olacak bütün şeylerin varlık ve yokluğunu, geçmiş ve geleceğini bilmesi. Cenab-ı hakkın takdir ve tayin etmesi.
Sefine: Gemi.
Kemal-i rahat: Tam rahat, mükemmel bir rahatlık.
Kemal-i hürriyet: Tam hürriyet, serbestliğin son derecesi.
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Cevelan: Gezme, dolaşma.
Nefs-i emare: İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis, insana kötü ve günah olan işlerin yapılmasını emreden nefis.
Selb: Kapma, zorla alma, rızasız alma. *İptal etme. *Kaldırma, giderme.
Firavuniyet: Firavunluk, dinsizlik, isyankarlıkla Allah'ı(cc) tanımama, kendisini ilâh olarak gösterme, firavunlaşma. *Fazla inatçılık ve kibirlilik.
Keyfemâyeşa: Nasıl isterse, istediği gibi, kendi keyfince.
Saadet: Mutluluk.


İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garaib olan has sarayına girerler. Biri, padişahı bilmez; o yerde gasıbane, sârıkane tavattun etmek ister. Fakat o bahçe, o sarayın iktiza ettikleri idare ve tedbir ve vâridat ve makinelerini işlettirmek ve garib hayvanatın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemadiyen ızdırab çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Herşeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edebsiz adam, te'dib suretiyle hapse atılır. İkinci adam, padişahı tanır, padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizam-ı kanunla cereyan ettiğini, herşey bir proğramla, kemal-i sühuletle işlediğini itikad eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp kemal-i safa ile o cennet-misal bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinaden herşeyi hoş görür, kemal-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte
ﻣَﻦْ ﺍَﻣَﻦَ ﺑِﺎﻟْﻘَﺪَﺭِ ﺍَﻣِﻦَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻜَﺪَﺭِ(Kim kadere imân ederse kederden emîn olur.)
sırrını anla.

Payitaht: Başşehir, başkent.
Mahall-i garaib: Hayret verici şeylerin bulunduğu yer.
Gasıbane: Gasp edercesine, zorla alırcasına.
Sârıkane: Hırsızcasına.
Tavattun: Vatan edinmek, yerleşmek.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Hayvanat: Hayvanlar.
Erzak: ihtiyaç maddeleri.
Külfet: Zahmet, zorluk.
Mütemadiyen: Devamlı olarak, sürekli olarak.
Teessüf: Eseflenmek, yazıklanmak, üzüntü çekmek.
Te'dib: Edeplendirme, terbiye etme, terbiye verme.
Nizam-ı kanunla: Düzenleyici kanun gereği.
Cereyan: Gidiş, meydana gelme.
Kemal-i sühulet: Tam kolayluk, mükemmel kolaylık.
İtikad: İnanmak, inanç.
Külfet: Zorluk.
Kemal-i safa: Tam safa, mükemmel eğlence ve gönül şenliği.
Cennet-misal: Cennet gibi.
İstifade: Faydalanma, yararlanma.
İstinaden: Dayanarak.


Sözler
 
Üst