EN MÜKEMMEL ORUÇ NASIL TUTULUR?

imported_mihrace

Active member
Ve
O ORUCUN EN MÜKEMMELİ İSE;

MİDE GİBİ BÜTÜN DUYGULARI,
GÖZÜ, KULAĞI, KALBİ, HAYALİ, FİKRİ gibi
İNSANIN BÜTÜN CİHAZLARINA DAHİ
BİR NEVİ ORUÇ TUTTURMAKTIR..

Yani,
HARAM EDİLEN ŞEYLERDEN,
BOŞ, DEĞERSİZ İŞLERDEN ÇEKMEK
ve HERBİRİSİNE MAHSUS İBADETE SEVK ETMEKTİR…


Meselâ,
DİLİNİ YALANDAN, GIYBETTEN, VE GALİZ TABİRLERDEN AYIRMAKLA ONA ORUÇ TUTTURMAK;
ve O DİLİ, KURAN OKUMAK ve ZİKİR ve TESBİH
ve SALAVAT ve İSTİĞFAR GİBİ ŞEYLERLE MEŞGUL ETMEK..

Meselâ
GÖZÜNÜ NÂMAHREME BAKMAKTAN
ve KULAĞINI FENA ŞEYLERİ İŞİTMEKTEN MEN EDİP,
GÖZÜNÜ İBRETE ve KULAĞINI “HAK SÖZ” ve “KUR’AN DİNLEMEYE SARF ETMEK GİBİ, DİĞER CİHAZATA DA
BİR NEVİ ORUÇ TUTTURMAKTIR...

Zaten MİDE EN BÜYÜK BİR FABRİKA OLDUĞU İÇİN,
ORUÇLA ONA İŞLERDEN TATİL ETTİRİLSE,
BAŞKA KÜÇÜK TEZGAHLAR KOLAYCA ONA TABİ ETTİRİLEBİLİR...


RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.( Mektubat - Yirmidokuzuncu Mektup)
 

aysima

Member
Zaten MİDE EN BÜYÜK BİR FABRİKA OLDUĞU İÇİN,
ORUÇLA ONA İŞLERDEN TATİL ETTİRİLSE,
BAŞKA KÜÇÜK TEZGAH LAR KOLAYC A ONA TABİ ETTİRİLEBİLİR... ;) rabbim tuttuğumuz oruçları kabul etsin inş.
 

zuhur

Member
İslâm’da oruç, sabah fecr-i sadıktan güneş batıncaya kadar niyet ederek yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durmaktır. En mükemmel manasıyla oruç ise, dinin mahzurlu gördüğü bütün söz ve fiillerden kaçınmak, haram kıldıklarından da uzak durmaktır. Oruç, dini bütün olmanın lazımıdır; çünkü İslam'ın beş şartından biridir. Oruç tutmayan mü’minin dini eksik demektir. Orucun emredilmesinin aslî hikmetlerinden birisi ruha güç kaynağı olsun diyedir. Bu güç kaynağını elde eden insan, müslüman kardeşinin duyduğu gibi duyar. Bu duyuşla ona yardım eder, gözyaşlarını siler. Kederlerini ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü orucun verdiği terbiye ile insan, açlığın, susuzluğun ne kadar elem verici olduğunu daha iyi anlar. Orucun bunlardan başka dünyevî-uhrevî, bedenî-ruhî pek çok faydaları daha vardır ki, bunlardan bazılarını birer cümle ile şöylece sıralamak mümkündür: Oruç, Allah’ın rubûbiyetini hatırlatır. Sayısız nimetlerine bir şükürdür. İçtimaî hayatı ve onun gerçeklerini hatırlatan bir ibadettir. Bir nefis terbiyesidir. İnsana gerçek mahiyetini hatırlatır. Sevgi ve merhamet duygularının doğmasını ve kuvvetlenmesini sağlar. Kalpleri yumuşatır, imanın gereği olan iyi huyların canlanmasına vasıta olur. İnsana sıhhat kazandırır. Sabırlı ve iktisatlı olmayı öğretir. Günahlara karşı bir kalkandır. Ve oruç bedenin zekatıdır.
 

hulusi

Well-known member
Bir başkadır bizim dünyamızda Ramazan ve oruç.

O, gelirken yolu gözlenen nazlı bir misafir gibi gelir; giderken de -bayramlar muvakkaten sînelerimizi serinletebilir- içimize bir gurub burukluğu salar öyle gider.

Ramazan, bizim dünyamızda o kadar sıcak, o kadar candan ve o kadar bizimle uyuşmuştur ki, onu her misafir edişimizde, bin seneden beri gele-gide, millî töre, millî kültür ve millî karakterimizle kaynaşmış, bütünleşmiş, bizimle içli-dışlı olmuş bir kardeşle, bir arkadaşla karşılaşıyor gibi oluruz.

Millet olarak hemen her Ramazan'da, kendimize ait bir derinliği yeniden keşfediyor olmanın sevinç ve inşirahıyla âdeta bir milat yaşar; hayata baştan başlar ve Ramazan'ı, özündeki ruh ve mânâ itibarıyla tam kavrayabilmişsek gençleşir, dinçleşir ve Hakk'a kulluğa bir kere daha "vira bismillâh" deriz.

Ramazan'da bizim dünyamız, onu sahiplenen talihli insanların çehrelerinden mâbetlerin nûrefşân harîmlerine, minarelerdeki pırıl pırıl mahyalardan bizi gökler ve gökler ötesi ziyâ kaynaklarına bağlayan gönüllerimizdeki aydınlığa kadar her şeyiyle âdeta bir renk ve ışık ülkesidir. Hele mübarek gün ve gecelerde bu ziyâ ve renk diyarı, öyle büyülü bir hâl alır ve ülfetle bütün bütün kör olmamış gözlere öyle şehrâyinler öyle şehrâyinler gösterir! Bu dünyada, günün hemen her saatinde, farklı bir mânâ ile ışıldayan yuvalarımızdan, inanan sakinleri sayesinde daha çok cami revaklarını andıran çarşı-pazarlarımıza, her biri birer mâbet koridoru gibi sırlı ve derin sokaklarımızdan tesbih ve tehlillerle inleyen ibadethanelerimize, mâbetlerdeki his ve heyecan tufanından mü'minlerin o sarmaş-dolaş hâllerine kadar hemen her şeyde, insan âdeta ötelerin güzelliklerini temâşâ ediyor ve firdevsî mûsıkîler dinliyor gibi olur.

Dinin gönüllerde kendini tam hissettirmesi; hayatın iman, mârifet, muhabbet ve rûhanî zevklere bağlı sürdürülmesi bu mûsıkînin temel unsurlarıdır. Hayatlarını bu unsurlarla mânâlandırabilenler, kendilerini öyle bir zevk u şevk zemzemesi içinde bulurlar ki, dahasını tasavvur etmek mümkün değildir. İsterseniz siz buna, yürekten Hakk'a yönelen kimselere, O'nun tarafından bahşedilmiş avans ya da inanmanın özündeki Cennet çekirdeğinin bir tür duyulup hissedilmesi de diyebilirsiniz.. asıl elemsiz lezzet ve mütemadî hazza gelince, onların yeri burası değildir; onlar kalb selâmetiyle son durağa ulaşmış ruhlara, Allah'ın sürprizleri olarak sunulacaktır.
 

imported_mihrace

Active member
Lemalar ' Alıntı:
Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.( Mektubat - Yirmidokuzuncu Mektup)
zuhur ' Alıntı:
İslâm’da oruç, sabah fecr-i sadıktan güneş batıncaya kadar niyet ederek yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durmaktır. En mükemmel manasıyla oruç ise, dinin mahzurlu gördüğü bütün söz ve fiillerden kaçınmak, haram kıldıklarından da uzak durmaktır. Oruç, dini bütün olmanın lazımıdır; çünkü İslam'ın beş şartından biridir. Oruç tutmayan mü’minin dini eksik demektir. Orucun emredilmesinin aslî hikmetlerinden birisi ruha güç kaynağı olsun diyedir. Bu güç kaynağını elde eden insan, müslüman kardeşinin duyduğu gibi duyar. Bu duyuşla ona yardım eder, gözyaşlarını siler. Kederlerini ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü orucun verdiği terbiye ile insan, açlığın, susuzluğun ne kadar elem verici olduğunu daha iyi anlar. Orucun bunlardan başka dünyevî-uhrevî, bedenî-ruhî pek çok faydaları daha vardır ki, bunlardan bazılarını birer cümle ile şöylece sıralamak mümkündür: Oruç, Allah’ın rubûbiyetini hatırlatır. Sayısız nimetlerine bir şükürdür. İçtimaî hayatı ve onun gerçeklerini hatırlatan bir ibadettir. Bir nefis terbiyesidir. İnsana gerçek mahiyetini hatırlatır. Sevgi ve merhamet duygularının doğmasını ve kuvvetlenmesini sağlar. Kalpleri yumuşatır, imanın gereği olan iyi huyların canlanmasına vasıta olur. İnsana sıhhat kazandırır. Sabırlı ve iktisatlı olmayı öğretir. Günahlara karşı bir kalkandır. Ve oruç bedenin zekatıdır.
hulusi ' Alıntı:
O, gelirken yolu gözlenen nazlı bir misafir gibi gelir; giderken de -bayramlar muvakkaten sînelerimizi serinletebilir- içimize bir gurub burukluğu salar öyle gider.

Ramazan, bizim dünyamızda o kadar sıcak, o kadar candan ve o kadar bizimle uyuşmuştur ki, onu her misafir edişimizde, bin seneden beri gele-gide, millî töre, millî kültür ve millî karakterimizle kaynaşmış, bütünleşmiş, bizimle içli-dışlı olmuş bir kardeşle, bir arkadaşla karşılaşıyor gibi oluruz.

Millet olarak hemen her Ramazan'da, kendimize ait bir derinliği yeniden keşfediyor olmanın sevinç ve inşirahıyla âdeta bir milat yaşar; hayata baştan başlar ve Ramazan'ı, özündeki ruh ve mânâ itibarıyla tam kavrayabilmişsek gençleşir, dinçleşir ve Hakk'a kulluğa bir kere daha "vira bismillâh" deriz.

Ramazan'da bizim dünyamız, onu sahiplenen talihli insanların çehrelerinden mâbetlerin nûrefşân harîmlerine, minarelerdeki pırıl pırıl mahyalardan bizi gökler ve gökler ötesi ziyâ kaynaklarına bağlayan gönüllerimizdeki aydınlığa kadar her şeyiyle âdeta bir renk ve ışık ülkesidir. Hele mübarek gün ve gecelerde bu ziyâ ve renk diyarı, öyle büyülü bir hâl alır ve ülfetle bütün bütün kör olmamış gözlere öyle şehrâyinler öyle şehrâyinler gösterir! Bu dünyada, günün hemen her saatinde, farklı bir mânâ ile ışıldayan yuvalarımızdan, inanan sakinleri sayesinde daha çok cami revaklarını andıran çarşı-pazarlarımıza, her biri birer mâbet koridoru gibi sırlı ve derin sokaklarımızdan tesbih ve tehlillerle inleyen ibadethanelerimize, mâbetlerdeki his ve heyecan tufanından mü'minlerin o sarmaş-dolaş hâllerine kadar hemen her şeyde, insan âdeta ötelerin güzelliklerini temâşâ ediyor ve firdevsî mûsıkîler dinliyor gibi olur.

Dinin gönüllerde kendini tam hissettirmesi; hayatın iman, mârifet, muhabbet ve rûhanî zevklere bağlı sürdürülmesi bu mûsıkînin temel unsurlarıdır. Hayatlarını bu unsurlarla mânâlandırabilenler, kendilerini öyle bir zevk u şevk zemzemesi içinde bulurlar ki, dahasını tasavvur etmek mümkün değildir. İsterseniz siz buna, yürekten Hakk'a yönelen kimselere, O'nun tarafından bahşedilmiş avans ya da inanmanın özündeki Cennet çekirdeğinin bir tür duyulup hissedilmesi de diyebilirsiniz.. asıl elemsiz lezzet ve mütemadî hazza gelince, onların yeri burası değildir; onlar kalb selâmetiyle son durağa ulaşmış ruhlara, Allah'ın sürprizleri olarak sunulacaktır.
Allah razı olsun, güzel faydalı katkılarınız için..
 
Üst