Bayram YÜKSEL Ağabey (r.h.) Afyon Hapishanesi'nde

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bayram YÜKSEL Ağabey (r.h.) Afyon Hapishanesi'nde

"O zamanlar henüz 16 yaşında idim. Bilhassa Zübeyir Ağabeyin benim üzerimdeki tesiri çok fazladır. Risale-i Nur'un düsturları ve hizmet tarzı hakkında Zübeyir Ağabeyden çok istifade ettim. Ahmed Feyzi Ağabey, Mustafa Osman, Hıfzı Bayram, Mustafa Sungur, Çalışkanlar hanedanından Osman Çalışkan, Mehmet Çalışkan, Halil Çalışkan, Ceylân Çalışkan, Mustafa Acet, İbrahim Fakazlı v.s. çok ağabeylerle beraber hapishanede, daima meşguliyetimiz Nur Risalelerini yazmaktı.

Üstadın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık. Bu sesler Üstadımızın evrad, ezkar dua ve niyaz sesleri idi. Gecenin hangi saatinde baksak ışığının yandığını görür, zikir sesleri işitirdik.

Devamlı Üstadımızı düşünür, her fırsatta ziyaret edip elini öpmek, duasını almak isterdik. Gardiyanlar ise bize mani olurlar, hakaret ederlerdi. 'Sen de bunun arkasından gidiyorsun, bu Kürd'e tapıyorsun' diye bana tokat atarlardı. Şefkatli Üstadımız da benim gibi bir bîçareyi teberrükleriyle taltif ederdi. Maddî kıymeti küçük olan bu hediyeler hayatımın en kıymetli nâdide yâdigârlarıdır. Hapishanede idareciler bize eziyet ettikleri zaman Üstadımız çok üzülürdü.

Ceylân Ağabey, çok şefkatli, çok cesur, çok tedbirli idi. Bizleri şevklendirir, daima hizmete teşvik ederdi. "15. Şuâ'dan Elhüccetü'z-Zehra Afyon Hapishanesin'de telif edilmiştir. Telif esnasında zaman zaman Üstadın penceresinin altından geçerdik. Üstadımız pencereden bakar, bizleri gördüğü anda bulduğu küçük kağıt parçalarına yazdığı kısmıları kibrit kutusuna koyarak, bize atardı. Biz de bu parçaları hemen ağabeylere verirdik. Önce onlar yazarlardı, sonra biz çoğaltmaya başlardık. Birimiz yazdı mı, diğerimize verir, o gün bütün oradaki ağabeylerimize ulaşırdı. Böyle böyle, yazılanlar muhafaza edilip, çoğaltılırdı. Kurân yazısını öğrendim" "Hapishanede, Kur'ân yazısı yazmayı Ceylân Çalışkan Ağabey bana öğretiyordu. Gardiyanlar bizi yazarken gördükleri zaman korkutmak isterler, tehdit ederler, bize hakaret ederlerdi. Üstadımızı gördüğümüz zaman Üstadımız bana 'Korkma seni buraya Allah gönderdi. Sen çok bahtiyarsın, çok şükret' diye teselli ve iltifat ederdi. Bizler gece gündüz yazardık. "Üstadımız tashih eder, bizlere dua ederdi. Üstadın bir kalemi var, beş renk yazardı.Yazdığımız risalenin sonuna şöyle dua yazardı.

'Ya Erhamerrahimin, İsm-i Azam hürmetine bu risaleyi yazan Bayram'ı Cennet-i Firdevse ve saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede daima muvvaffak eyle.' Bazen de babamın ve annemin ismini yazar, onlara ismiyle dua ederdi.

Bizler de çok şevklenir, gece gündüz yazardık. 'Hemen bu risaleyi bitirelim, hem Üstadı ziyaret edelim, hem de dua yazdıralım' diye. Üstadı görüp elini öpmek, duasını almak, bizim için dünyanın en bahtiyar halleri idi.

"Çeşitli bahanelerle Üstadın yanına gitmek için fırsat kollardık. Daha çok traş olma bahanesini kullanırdık. Hapishanenin berber odası Üstadın odası ile karşı karşıya idi. Cevizli Mahmut isminde Emirdağlı otuz senelik emektar bir berber vardı. Tıraş olma bahanesiyle gider, fakat Üstadın odasına girerdik. "Bir gün yine bu şekilde Üstadımızın yanına gitmiştim. Üstad usturasını bana verdi. (Üstad, devamlı ustura ile tıraş olurdu.) Berbere keskinletmek için gönderdi. Ustura yanımdaydı. Başgardiyan ve diğer gardiyanlar beni gördüler. Hiddetle üzerime doğru gelirlerken beşinci koğuşta bir hâdise olduğu haberi gelmesi üzerine koşarak oraya gittiler, ben de dayaktan kurtuldum. Hemen geri Üstadın yanına sığındım. Usturayı geri verdim. Üstad kapının arkasına durup bana,"Buradan temizle" dedi. Üstadın odasını süpürdüm. Sonra beni yerime gönderdi. Kapıdan çıktığımda baktım ki bu sefer altıncı koğuşta hâdise çıkmış, gardiyanlar oraya doğru koşuyorlar. Ben de fırsattan istifade edip hemen koğuşuma gittim ve yine dayaktan kurtuldum. Bu tamamen Üstadımızın kerameti oldu.



Üstadı bir görsün, Üstad bir selâm versin, derhal ıslâh-ı hal ederlerdi


Kasap Tahir "Kasap Tahir Afyonlu bir eşkıya idi. İri yarı, cesur, gözünü budaktan sakınmayan belâlı bir kimse idi. Afyon'u haraca kesmiş, herkes onun korkusundan tir tir titriyordu. Hanımına sataşan birisinin kafasını kopardığı için kendisine 'Kasap Tahir' diyorlardı. Çeşitli suçlardan tevkif edilmiş ve idama mahkûm olmuştu. Kararı temyiz ettiği için Temyiz Mahkemesi'nin kararını bekliyordu. Elinde, ayağında ve boynunda demir prangalar vardı. Bahçeye teneffüse de bunlarla çıkardı. Dördüncü koğuşun hâkimi o idi. "Birgün Üstadımızı ziyaret etmiş, Üstadımız kendisine 'Sen namaza başla, ben sana dua edeceğim. Sen inşaallah kurtulacaksın' demiş, bunun üzerine Kasap Tahir, hemen namaza başlamıştı. "O vahşi insan, Nurların dersiyle kısa zamanda ıslâh oldu. "Ağırbaşlı ve kimseyi üzmez bir hale geldi. Hattâ Tahirî Ağabey ve Refet Ağabeye hizmet ederdi. Onlarla beraber yemek yerdi, onların yemeğini yapardı. Namaz kılanları koğuşun en iyi yerinde yatırırdı. Nur Talebelerine çok hürmetkâr davranıyordu. Herkes ondaki bu değişikliğe hayret ediyor, en yakın arkadaşları, 'Bu adam nasıl bu hale geldi?' diye hayretlerini izhar ediyorlardı. "Nihayet Temyiz Mahkemesi'nden cevap geldi. Kasap Tahir idamdan kurtulmuştu. Temyiz, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nin idam kararını bozmuş, 30 yıl hapse çevirmişti. Sonra da 1950'de umumî af çıkınca, Kasap Tahir tahliye edildi. Buna çok sevinen Kasap Tahir, 'Benim kurtuluşum Hoca Efendinin kerametidir' diyordu.

"Çobanlarlı Ahmet ve Kıldereli Ahmet isimli iki mahkûm daha vardı. Bu Ahmet Bey, Üstadımızın odununu, kömürünü, suyunu getirirdi. Birgün Üstadımıza bir çift çorap, bir de bükme getirir. Mustafa Osman Ağabey de kalbinden tefekkür eder, 'Böyle bir şahsın hediyesini alacak mı?' derken Üstad Hazretleri, 'Bismillâhirrahmânirrahîm' der, lokmayı ağzına kor. Onu gören Ahmet Ağa, 'Ha, görüyorsun, sizin hediyenizi Üstad almaz, benimkini aldı, canım fedâ olsun' der. Bu zatın Üstada büyük hizmetleri oldu. "Bunlar da Kasap Tahir gibi adamlardı. Üstada çok hürmet ederler ve ona çok yardımları ve hizmetleri dokunurdu. Üstadın yanına kimsenin sokulamadığı zamanlarda bu zatlar kimseden perva etmeden Üstada hizmet ettiler. Hususan Ahmet hiç idarecilerden falan korkmazdı. "Çeşitli suçlardan hapishaneye giren birçok mahkûm, Üstadın ve Risale-i Nur'un dersleriyle ıslah olup çıkıyorlardı. Yalnız Üstadı bir görsün, Üstad bir selâm versin, derhal ıslâh-ı hal ederlerdi, namaza başlarlardı.



 

tuncerr

Active member
Tebrik ederim Ahmet kardeş. Çok güzel bi çalışma olmuş. Hizmetine mükabil Rabbim Havadaki zerrecikler adedince sevap yazsin inş.
 

hulusi

Well-known member
Allah razı olsun Rabbim hizmetiniiz daim etsin..bende bayram abiden bi kaç hatıra yazayım,Ah abilerim Ah...
Peygamberimizin merkadini Üstadın yattığı yerde gördüm"

"Birgün ev sahibinin dünürü, yani gelinin babası, Terzi Mehmet Ağabeye geliyor, 'Bizim kız küs, Hoca Efendi bunların arasını bulsun' diyor. Terzi Mehmet Ağabey de geldi. Üstadımıza söyledi. Üstadımız da Tahiri Ağabeyle bizi aldı, merdivenden Üstadımızla beraber kapıya kadar indik. Kapıyı çaldık. Fıtnat Hanım geldi.

"Üstadımız, 'Hemşire Hanım. misafirin hatırı kırılmaz, oğlunla gelinin arasını bul' dedi.

"O da, 'Pekiyi efendim' dedi.

"Üstadımız odasına girince, 'Bu kim?' diye sordu.

"Tahiri Ağabey, 'Sen bilmiyor musun?' dedi.

"O da, 'Hayır' dedi.

"Bu Bediüzzaman Hazretleri' dedi.

"O zaman Fıtnat Hanım şöyle dedi:

"Hoca Efendi buraya gelmeden bir hafta evvel, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin merkadını Hoca Efendinin yattığı yerde gördüm.'

"Fıtnat Hanım ondan sonra Nur Talebesi oldu.

"Üstadımız bize her zaman şöyle derdi: 'Bir kadınla bir erkek ikisi yalnız konuşmasın, konuşulduğu zaman, ya kadın iki kişi olmalı veya erkek iki kişi olmalı, şer'an caiz değil.'



Ders baklavası

"Sabah dersinden sonra bize, ders baklavası diye bir teberrük verirdi. Yani bir elması varsa, bıçakla parçalayıp kur'a çekerdik. İlk kur'a kime isabet etse ilk sefer o alır, bazen bir salkım üzümü kaç kişi olsak kur'a çekerek paylaşırdık. Bazen Isparta'da yapılan beyaz kurabiye tatlısından aldırırdı. Dersi evvelâ Üstadımız okur, sonra sırayla hep okurduk. O zamanlar hatt-ı Kur'ân'dan ders yapardık. Yeni yazı eserler yoktu. Fakat lahika mektupları hem el yazısı, hem hatt-ı Kur'ân'la teksir edilerek çoğaltılırdı.

"O sırada Sebilürreşad gibi dindar mecmualarda Üstaddan ve Risale-i Nurdan bahisler çıkardı. Üstadımız onları bizlere yazdırırdı. Bazan güzel yazılar çıkarsa lahika olarak neşrettirirdi.
 
Üst