gözündeki kamışın acısını duymadı

sahid

Active member
namazda iken maddi bir acı hissetmeyenlerden birisi de, evliya hanımlardan rabiat`ül-adeviyye idi.
bir gün namaz kılarken gözüne bir kamış ucu girmiş, namazını kılıp selam verinceye kadar hiçbir şekilde haberi olmamıştı.
selam verince:
-bir bakın bakalım, gözüme saplanan nedir, diye bağırmıştı.
etrafındakiler, saplanan kamışı güçlükle çıkarmışlardı.o kadar ilginçti ki, namazda iken hiç bir acı duymayan bu saliha hanım, kamış çıkarılırken ve daha sonra büyük acılar çekmişti.
 

Tövbekar1

Well-known member
Hulefâ-i râşidin efendilerimizden Hazreti Ali (radiyallahü anh) ayağına saplanan bir ok için “ben namaza durayım; siz de onu çıkarın” diyordu. Yani namazdayken, vücuduna saplanan okun acısını duymayacak kadar fizikî âlemle alâkası kesiliyordu.
 

Elif_Gibi

Well-known member
bana mesneviden bi bölümü hatırlattı bu hikaye


Mevlananın deyimiyle...


Namaza tekbir getirip başladıklarında, kurban misali bu alemden çıktılar. Çünkü imamın ‘Allahü Ekber’ demesinin manası şudur:

- İlahi! .. biz senin huzurunda kurban olduk!…

O sırada beden İsmail, can da İbrahim (sav) gibidir ki can, bedenin heva ve hevesini kesmek için tekbir getirmiştir.

İşte o zaman beden, şehvetlerden ve hırslardan ölüp kurtulmuş, kul namaza başladığında :

- Bismillâhirrahmânirrahim, diyerek boğazlanmıştır.

Namaz kılanlar kıyamet gününde Allahu Teâla’nın huzurunda nasıl ki saflar halinde duracaklar, aynen o şekilde nefislerini hesaba çekerek, Rablerine yalvararak gelirler.

Allah’ın huzurunda göz yaşı dökerler. Kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilir gibi namazda kıyam ederler. Cenab-ı Hak onlara şöyle der :

-Sana verdiğim süre içinde ne kazandın, bana ne getirdin ?

-Ömrünü hangi amelde bitirdin ?

-Rızkını ve kuvvetini hangi işte tükettin ?

-Gözünün cevherini nerede eskittin ?

-Beş duyu organını nerede kullandın ?

-Sana bel ve kazma gibi el, ayak verdim. Ben onları kendi lütfum ile bağışlamıştım. Ne oldular ?

Onlar bu halde iken sorular ardı ardına gelir. Soruya muhatap olan utancından iki kat olup rüku halini alır. Zira utandığından ve ayakta duracak hali kalmadığından, Allahu Teâla’yı tesbih eder :

-Sübhane Rabbiyel Azim, der. Cenab-ı Hak :

-Ey Kulum ! Başını kaldır da sorularıma cevap ver, diye ferman eder.
Kul mahcup bir halde başını kaldırır ama ayakta duramaz.Hemen secdeye kapanır. Bu kez ona :

-Secdeden başını kaldır, yapmış olduklarını anlat, denir.

Fakat kul, mahcup olarak başını secdeden bir ara kaldırsa da duramaz. Hemen yüz üstü kapanır. Cenab-ı Hak tekrar :

-Başını kaldır ve açıkla! Yaptıklarından birer birer hesap soracağım , buyurur :

İşte bu heybetli hitaplar o kulun ruhuna tesir eder. Artık ayakta duracak hiç hali kalmamıştır. bu ağır yükün tesirinden dolayı ayakları üstüne otura kalır. Cenab-ı Hak bu halde iken ona :

-Anlat şu halini! Sana nimet vermiştim. Nasıl şükrettiğini söyle. Sana sermaye vermiştim, nasıl tükettiğini göster !..der.

Ve….Kul, bir çıkış yolu bulabilmek için sağ tarafına selam vermek üzere, nebilerin ve meleklerin bulunduğu tarafa yönelir :

-Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der.

Bunu yapmakla, ‘ey manevî rehberler! ..Şefaat ediniz ki bu kötü kuşun ayağı ve dili çamura batmış, kurtulsun’ demek ister.

Onun bu sözü üzerine peygamberler ona şöyle der :

-Biz dünyada iken sana çare idik. Orada salih amellerde bulunmadın. Şimdi vakitsiz öten kuş gibisin. Ey talihsiz kişi !.. Git, kanımıza girme.

Onlardan bir fayda göremeyen kul, bu kez sol tarafa aile ve yakınlarının bulunduğu tarafa, soluna yönelir :

-Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der. Onlar da :

-Sus !.. Bizden yardım isteme. Biz kim oluyoruz ki sana yardım edelim.Bizden el çek, derler.

Zavallı ne o taraftan ne de bu taraftan bir fayda görür. Ruhu çaresiz kalır:
Kalbi parça parça olur. böylece ümitleri tükenmiş bir halde Allahu Teâla’ya yalvarmak için ellerini yukarı kaldırır :

-Ya Rabbi!.. Artık ümidim kalmadı. Sığınacak tek kapım sensin. Senin rahmet ve mağfiretinde son yoktur, der.”
 
Üst