Edep Ya Hu

tuncerr

Active member
Bir baba çocuğun elinden tutmuş, alim bir şahsa getirmiş. Demiş ki: "Hocam bu
çocuk terbiyeli, bilgili ve görgülüdür. Lütfen bunu talebeliğe kabul ediniz."
Hoca, hemen ayağa kalkmış. Çocuğun karşısına geçmiş demiş ki: "Lütfen siz bizi
talebeliğe kabul ediniz."
Çocuğun babası şaşırmış. "Nasıl olur hocam?" demiş.
Hoca:
"Evladım, yıllarca tahsil yaparız ki, edep, terbiye ve ilim öğrenelim diye.
Mademki bu çocuk bu meziyetlere sahiptir, en yüksek tahsilden alacağını almış.
Artık o bize talebe olmasın da biz ona talebe olalım." demiş.

Mehmet Akif Ersoy şöyle diyor:

"Göster ilahî bu millet kurtulur.
Tek mucize gaip hazinenden
Bir utanma hissi ver bize."

Eskiden tekkelerde bir levha vardı. Üzerinde "Edep ya hu!" diye yazılı idi.
Tarikata giren herkese derlerdi ki: "Evvelâ edep, sonra ilim"

Edep, öğretilmez, öğrenilir. Meselâ, çocuğa desen ki, "Edepli ol!", çocuk bir
şey anlamaz.
Fakat ebeveyn yemesinde, içmesinde, giyinmesinde edepli olursa, çocukları da
edepli olur.

Bir mecliste otururken, yaşlı, ilim sahibi bir adam geldi. Kalktık, kendisine
yer gösterdik ve yerlerimize oturduk. Biraz sonra, bir genç geldi. O yaşlı ve
alim adam, hemen ayağa kalktı. "Buyurun efendim." dedi.
Biz hayretler içinde ona bakarken o yerine oturdu. "İnsana hürmet etmek lazım."
dedi. Gelen çocuk da olsa, o bir insandır. Bu çocuk ilerde çok büyük bir adam
olabilir. Biz onu bugün çocuk görsek de, o geleceğin büyüğüdür.

Nefse yüz vermemek lazım. Hürmet etmek hoşumuza gitmese de, hürmet etmek lazım
ki, hürmet görelim. Saygı ve hürmet, çok felaketleri önler.

Bir gün Said Nursî Hz., köy yolunda ilerlerken, bakıyor ki, yandaki bahçede içki
içiyorlar. Onları görmezlikten gelip, yoluna devam ederken, sarhoşlardan biri
koşup geliyor. "Hocam çok büyük hata ettik. Dua et de bir daha içmeyeyim."
diyor. O da dua ediyor. Sadece o adam değil, o mecliste oturanların hepsi, "Yahu
hocaefendiye ayıp oldu." demişler. Hepsi içkiyi bırakmış.

İnsan önce Allah’a karşı edepli olmalıdır. İnsanlar kendilerini insanlara
beğendirmek isterler. Halbuki, her Müslüman kendisini Allah’a
beğendirmelidir. Şunu da belirtelim ki, bir insanda utanma duygusu varsa, yüzü
kızarır. Utanma duygusu yoksa, ne yaparlarsa yapsınlar yüzü kızarmaz.

Edep ve utanma, sadece insanlarda vardır.
Başka türler, bu gibi meziyetlerden yoksundurlar.

Hekimoglu İsmail..
 

hulusi

Well-known member
PEYGAMBERİMİZİN HAYASI

PEYGAMBERİMİZİN HAYASI
Haya, hoşa gitmeyen yahut terk edilmesi yapılmasından daha uygun olan,
bir şeyin yapılması esnasında yüzünde beliren ince kızarma hali olarak tanımlanır.
Utanma, sıkılma manalarına da gelen haya, en geniş şekliyle İslâm ahlâkında yerini bulmuştu.

Bu ahlâk en mükemmel haliyle yine Peygamberimizde görülmektedir.
Peygamberimiz her türlü temiz huyda olduğu gibi,
haya bakımından da insanların en üstünü ve en utangacı idi.

Peygamberimiz son derece haya sahibiydi
. Görülmesi ve açılması ayıp sayılan şeylere karşı gözü kapalı, âdeta yumuktu.
Bu hususta da insanların en edeplisiydi.

Ebû Said el-Hudri, Peygamberimizin fevkalâde haya sahibi olduğunu ifade ederek şöyle demektedir:

"Peygamber (a.s.m) öyle bir haya ve edep sahibiydi ki, kimseye hoşlanmadığı şeyle hitap etmezdi."

Peygamberimizin haya ve edebinin üstünlüğü, o zamanlar
Arabistan ve diğer ülkelerle kıyas edilirse daha açık bir şekilde görülebilir.
Çünkü o devirde insanlığın haya ve edep adına hiçbir şeyden haberi yoktu.

Araplar herkesin gözü önünde çıplak olarak yıkanır.
Hatta bazen Kabe'yi bile çırılçıplak tavaf ederlerdi.
Utanmak ve ayıp diye bir şey bilmiyorlardı.

İşte Peygamberimiz, yaratılışı gereği Arapların bu çirkin halinden tiksinir, rahatsızlık duyardı.
İslâmı insanlara duyurmaya başladıktan sonra Sahabîlerine her fırsatta edep ve
haya dersi veriyordu. Cahiliyeden kalma âdetleri temelinden kaldırıyor;
yerine Allah'ın razı olduğu en güzel ahlâk kurallarını yerleştiriyordu.

Abdullah bin Mes'ud'un rivayetine göre, bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz, Sahabîlere şu tavsiyede bulundu:

"Yüce Allah'tan hakkıyla, gerçek haya ile haya ediniz" buyurunca, Sahabîler:

"Ya Resulallah, Allah'a hamd olsun, biz Allah'tan haya edip utanıyoruz" dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) şu tavsiyede bulunur:

"Haya etmek böyle değildir. Allah'tan hakkıyla haya etmek,
başı ve başın taşıdığı organları, karnı ve karnının içine doldurduğu organları,
haramdan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi hatırda tutmaktır.
Âhireti isteyen kişi de dünyanın zinetini bırakır.
İşte, kim böyle yaparsa, Allah'tan gerçek manada haya etmiş olur."

Peygamberimizden haya dersi alan Sahabîler o derece yücelmişlerdi ki,
onların her hareket ve davranışlarında edep ve hayanın bir yönünü görmek mümkündü.

Yaratılışları icabı her türlü kusur ve hatadan uzak bulunan,
çirkin ve kötü şeylere yanaşmayan meleklerin bile haya edip utandıkları Hz. Osman,
bu bakımdan bir sembol haline
Bazı zamanlar Peygamberimiz onun hayasını açıkça takdir ve methederdi.

Peygamber Efendimiz insanların kusurlarını görmez
, bazen görmezden gelir, çok zaman gözünü çevirir, kusurunu görse de yüzüne vurmaz,
o kişiyle arasındaki saygı ve sevgi perdesini yırtmazdı.

Ancak bazı kusurlar vardı ki, o kusuru o insanın düzeltmesi gerekirdi.
Çünkü o kişi o kusurun ya farkında değildir veya
o davranışın bir ayıp ve kusur olduğunu bilmemektedir.

Bir de kusur düzeltirken karşı taraf mahcup edilmemeli,
herkesin içinde onun yanlışları, eksik yanları,
ayıp ve eksikleri yüzüne vurulur şeklinde söylenmemelidir.

İşte Sevgili Peygamberimiz bütün bunlara dikkat eder, ona göre insanlara davranırdı.

Peygamberimize yıllarca hizmet etmiş ve onun terbiyesi altında yetişmiş olan
özel talebesi Enes bin Mâlik anlatıyor:

"Peygamber Efendimiz bir adamın elbisesinde sarı bir leke gördü.
Fakat adama bir şey söylemedi. Adamcağız kalkıp gittikten sonra Sahabîlere:

"Ona söyleyin de o lekeyi temizlesin" buyurdu.

"Çünkü Peygamber Efendimiz hoşlanmadığı herhangi bir şeyi bir kimsede gördüğü zaman, yüzyüze ona söylemeye yüzü tutmazdı."

Bir başka seferinde benzer bir olayda Peygamberimizin tavrını yine Hz. Enes'ten dinleyelim:

"Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir adam geldi. Sarı renkli bir koku sürünmüştü. Süründüğü koku rahatsız edici bir şekilde çevreye dağılıyordu.

"Peygamberimiz sevmediği, hoşlanmadığı bir şey görürse, o kişinin yüzüne vurmaz, söylemezdi. O adamı üzüp hatırını kırmazdı. Bu sebepten, o adam dışarı çıkınca yakınlarına şöyle buyurdu.

"Keşke şu adama sarı renkli kokuyu sürünmemesini söyleseydiniz de yüzündekini yıkasaydı."

Peygamberimizin hayası başkalarının kusur ve ayıplarını hatırlatmaya ve söylemeye meydan vermezdi. Söylenmesi gerekse dahi, doğrudan değil de, dolaylı olarak uyarıda bulunurdu.

Aynı şekilde birisinden kötü bir şey duyduğu, hoşuna gitmeyen bir söz işittiği zaman da benzer biçimde davranır, o adamın yüzüne vurmazdı.

"Falanca adam niçin böyle konuşuyor?" demez, "Bazı kimseler niçin böyle konuşuyorlar?" derdi.

Bu konuyla ilgili bir başka halini Hazret-i Âişe annemiz anlatıyor:

Peygamberimize, bir kimsenin hoş olmayan bir şeyi yaptığı bildirilince,
"Neden falan kimse böyle diyor, böyle yapıyor?" demez,
genel anlamda "Niçin böyle yapıyorlar ve diyorlar?" şeklinde konuşurdu.

Böylece, o kimseyi yaptığı işten veya söylediği çirkin bir sözden alıkoyar, fakat o adamın ismini vermezdi.

Yine Hz. Âişe validemizin ifadelerine göre, Peygamberimiz edebe aykırı bir söz söylemez, böyle bir söz söylemeye kesinlikle teşebbüs bile etmezdi. Çarşı ve pazarda herkesi rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmazdı. Kötülüğe aynı ile karşılık vermez, aksine, hoşgörülü davranır veya affederdi. Hoşlanmayacağı bir şeyi söylemek zorunda kalsa bile dolaylı olarak söylerdi. Hayasının fazlalığından dolayı hiç kimsenin yüzüne dik ve sabit bir şekilde bakıp kalmazdı.

Peygamberimizin haya ile ilgili sözleri:

Kurre bin İyas anlatıyor:

"Peygamberimizle beraberdik. Huzurunda hayadan bahsedildi. Sordular:

"Yâ Resulallah, haya dinden midir?"

Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Evet, hatta o, dinin tamamıdır."

Sonra şöyle buyurdular:

"Haya, haramdan sakınmak, sükût etmek, suskun olmaktır.
Dil sessizliği, yoksa kalp sessizliği değil. İffet imandandır.
Bunlar âhirette sevabı arttırır, dünyalığı ise azaltır.
Ama âhiretten arttırdıkları dünyalıktan azalttıklarından daha fazladır.
Cimrilik, beceriksizlik ve yaramaz söz nifaktandır.
Bunlar da dünyadan olan şeyleri arttırır ve âhiretten olan şeyleri azaltırlar.
Âhiretten azalttığı şeyler ise dünyadan arttırdığından daha çoktur."

• • •

İbni Ömer anlatıyor:

"Peygamberimiz utangaçlıktan dolayı birisini azarlayan adama rastladı.
Adam şöyle konuşuyordu:

"Sen de çok utanıyorsun."
Sanki adam, 'Bu kadar da utangaç olmak sana zarar verir' yollu konuşuyordu.

"Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Onu bırak, haya imandandır."

Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"İman yetmiş küsur yahut altmış küsur bölümdür.
Bunların en üstünü La ilahe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur) sözü ve
en aşağısı da yolda insanları rahatsız eden şeyleri kaldırmaktır. Haya da imandan bir bölümdür."

• • •

Mucemmi bin Harise amcasından rivayet ediyor. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Haya imandan bir bölümdür, hayası olmayanın imanı da yoktur."

• • •

Ebû Umame rivayet ediyor. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Haya ve sükût imandandır. Bunlar insanı Cennete yaklaştırır ve Cehennemden uzaklaştırır.
Hayâsızlık ve fuhuş ise şeytandandır
. Bunlar da Cehenneme yaklaştırır ve Cennetten uzaklaştırır."

• • •

Enes'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Fuhuş (kötülük) bir şeyde bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir;
haya da bir şeyde bulunursa mutlaka onu güzelleştirir."

• • •

İbni Ömer'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

"Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır. Birarada bulunurlar.
Bunun için bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır."

• • •

İbni Ömer anlatıyor:

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Allah bir kimseyi helak etmek istediği zaman ondan utanmayı kaldırır.
Utanması kalkınca hep kötülük işlediğini görürsün. Kötü kişiye kimse güvenmez.
O zaman hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar.
Bu defa da acıma duygusundan mahrum olur ve lanetlenerek kovulur.
Böylece o kişi İslâmdan uzaklaşır."
ESSELÂMUNALEYKÛM YA RESULALLAH......
 

ß@R@N

Member
EDEP Ya Hu...

tuncerr ' Alıntı:
[size=14pt]
Edep, öğretilmez, öğrenilir. Meselâ, çocuğa desen ki, "Edepli ol!", çocuk bir
şey anlamaz.
Fakat ebeveyn yemesinde, içmesinde, giyinmesinde edepli olursa, çocukları da
edepli olur.




Evet ;

Bizim vakıf ağabey 2 yaşındaki kerimesinden bahsediyor ; sordum evden çıkmadan önce kızım namazını kıldın mı ? Ellerini havaya kaldırdı ve sonra bağladı sonra secdeye gidip tekrar doğruldu vs... ve akabinde diyor Çocuk su gibidir nereye yol verirsen oraya meğleder .Çevresindekiler ne yaparsa oda onu yapar...

Bu arada edep ve saygıyı cok iyi ayırt etmek gerek. Edep ; her an Allahın varlığının şuurunda olarak O nu görmese bile O nun kendisini gördüğü bilinçinde olarak davranmakdır.İşde onun içindir ki silsile-i tarikada hep bu yol kadedilmeye gayret edilmiş. Saygı ise beşere olan munasebet hal ve hareketlerdir.

Rabbim sizlerin o safi niyetlerinizin hurmetine bizleride salihlerden eylesin...
 

hulusi

Well-known member
EDEP Ya Hu...

SUAL: Herşeyi bilen ve gören ve hiçbir şey Ondan gizlenemeyen Allâmü'l-Guyûba karşı edep nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler Ondan gizlenemez. Edebin bir nev'i tesettürdür, mucib-i istikrah hâlâtı setretmektir. Allâmü'l-Guyûba karşı tesettür olamaz.
Elcevap: Evvelâ, Sâni-i Zülcelâl nasıl ki kemâl-i ehemmiyetle san'atını güzel göstermek istiyor ve müstekreh şeyleri perdeler altına alıyor ve nimetlerine, o nimetleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celb ediyor. Öyle de, mahlûkatını ve ibâdını sair zîşuurlara güzel göstermek istiyor. Çirkin vaziyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Lâtîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı bir nevi isyan ve hilâf-ı edep oluyor. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki edep, o Sâni-i Zülcelâlin esmâlarının hudutları içinde bir mahz-ı edep vaziyetini takınmaktır.
Saniyen: Nasıl ki bir tabip, doktorluk noktasında, bir nâmahremin en nâmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir, hilâf-ı edep denilmez. Belki, edeb-i tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabip, recüliyet ünvanıyla yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâmahremlere bakamaz, ona gösterilmesini edep fetvâ veremez. Ve o cihette ona göstermek hayâsızlıktır. Öyle de, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsı var; herbir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ, Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusûrâtın bulunmasını iktiza ettikleri gibi, Cemîl ismi de çirkinliği görmek istemez. Lâtîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esmâ-i cemâliye ve kemâliye, mevcudatın güzel bir surette ve mümkün vaziyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktiza ederler. Ve o esmâ-i cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve ruhanî ve cin ve insin nazarında güzelliklerini, mevcudatın güzel vaziyetleriyle ve hüsn-ü edepleriyle göstermek isterler. İşte, Sünnet-i Seniyyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işaretidir ve düsturlarıdır ve numuneleridir.
NÜKTELER...
Allah’ım, edep ve haya denizinden bir damlacık da benim ruhuma serp; ta ki az da olsa senden haya edeyim. Çünkü: Senden hakkıyla utansaydım, haya hakkında ayet ve hadisle yetinir; hikmetsiz konuşmaz ve lüzumsuz yazmazdım.
 

selsebil

New member
EDEP Ya Hu...

Rabbim imanımızı olgunlaştırarak haya hissimizi kuvvetlendirsin, hayayı sinelerimizden söküp almasın inşallah... Konuyla az çok ilgili bir hadis aklıma geldi Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki altı şey güzeldir fakat şu altı sınıf insanda daha güzeldir. Adalet güzeldir fakat idarecilerde daha güzeldir, cömertlik güzeldir fakat zenginde daha güzeldir, sabır güzeldir fakat fakirde daha güzeldir, tövbe güzeldir fakat gençlerde daha güzeldir, haya güzeldir fakat kadınlarda daha güzeldir, haram olup olmadığı şüpheli olan şeylerden kaçınmak güzeldir ama âlimlerde daha güzeldir.
Güzel paylaşım için Rabbim razı olsun...
 
Üst