Said nursi hazretleri bir soruya cevap verememiş!

Sergerdan

Well-known member
Ali İhsan Tola ağabeyim diyor ki:"1950'li yılların başında Dr. Tahsin Tola ağabeyimle, Üstad'ın söylemesi üzerine Menderes'e gittik. Ona tevafuklu yazılmış Kur'an-ı Kerim götürdük. Üstad onun matbaada basılmasını istiyordu. Menderes "Bu benim için çok mühim. Bir itiraz getirse zararı bana olur. Ama bunun hayrı partiye olur." dedi.

O zaman Diyanet İşleri Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu da bu Kur'an-ı Kerim'in bastırılmasını âhiret hayatı için çok mühim gördü. Fakat Müsteşar Salih Korur engel oldu. Eyüp Sabri Bey çok üzüldü. Başkanlıktan ayrıldı... Afyon Mahkemesi münasebetiyle Diyanet İşleri'nin bir rapor vermesini arzulayan Üstad Hazretleri bizi o zaman Müşavere Kurulu başkanı olan Hasan Hüsnü Erdem'e gönderdi. O zaten Ispartalıdır. Üstad, bize büyük Risale kitaplarını verip; "Bunları Diyanet İşleri'ne götürün. Hasan Hüsnü Erdem'e selam söyleyin, bunları tashih buyursun." dedi.

"Biz de kitapları alıp Diyanet İşleri Başkanlığı'na gittik. H. Hüsnü Erdem, bütün büyük hocaları toplamış onlarla bir mesele görüşüyormuş. Biz doğruca onların toplantı salonlarına girdik. Biz girince konuşmayı kesen Hasan H. Erdem "Buyurun." dedi. Biz de "Bizi Bediüzzaman Hazretleri gönderdi. Size selamı var. Bu kitapları tashih buyuracakmışsınız." dedik. O önce şöyle bir gülümsedi sonra da "Şimdi sizlere bu tashih buyurma meselesini bir anlatalım." diyerek başladı anlatmaya: "Ben medresede öğrenci iken Bediüzzaman Hazretleri İstanbul'a gelmişti. Garip kıyafeti, belinde hançeri, kim ne isterse gelip benden sorsun diye bütün ulemaya bir meydan okuyuşu vardı. Biz de o zamanlar medresenin gözde talebelerindeniz. Birilerinin de teşvikiyle, kendime göre çok zor bir soru hazırlayıp gittim. Kapısına vardım. Aralıktan bakıyordum. Daha tam yerini bile tespit edememiştim ki, içeriden 'Gel bakalım Hasan Hüsnü Efendi.' dedi. Şaşırmıştım. Daha yüzümü görmeden beni ismen çağırması benim için şoke edici bir olaydı. İçeri girdim. 'Soru mu soracaksın? Sor bakalım.' dedi. O anda ben sorumu unutmuştum. 'Peki, peki.' deyip sorumu söyleyerek, 'Bunu mu soracaktın?' dedi. 'Evet.' diyebildim. Zaten oradan bir an önce kaçıp gitmek istiyordum. O başladı cevap vermeye. Ama ben anlamıyordum; zaten onu dinlediğim de yoktu. Karşılaştıklarımın şokunu bile atamamıştım. Neyse sonunda 'Tamam mı?' dedi. Ben de 'Tamam' dedim. Bu sefer 'Hayır tamam değil. Ben kasten bir yeri yanlış anlatmıştım ve senin onu tashih etmeni istiyordum. Ama sen tashih buyurmadın. Onun doğrusu da şudur' deyip meseleyi tamamladı. İşte şimdi anladınız mı bu 'tashih buyurma'yı?" dedi. Ve hemen Risaleleri alıp öperek başına koydu. "Biz kim, onları tashih etmek kim?" dedi. Sonra 'Bu eserlerde vatana millete zararlı hiçbir şey yoktur. Bilakis çok faydalı eserlerdir.' mealinde bir şeyler yazdırıp imzaladı ve bütün heyete de imzalattırdı..." Zaten Eyüp Sabri Hayırlıoğlu'ndan sonra Hasan Hüsnü Erdem başkan oldu."

Biz, Bediüzzaman Hazretleri'nin, İstanbul'a geldiği zaman Şekerci Hanı'nda ulemaya meydan okurcasına "Herkes istediğini sorsun. Her suale cevap verilir. Kimseye soru sorulmaz." mealinde kapısına bir levha yazdırmasının sebebini böylece daha iyi anlamış oluyoruz. İslamî ilimlerle ilgili doksan kitabı ezberleyen ve her gün evrad ve ezkâr okur gibi üç saat bu ezberleri tekrarlayarak üç ayda bitiren Bediüzzaman Hazretleri'nin İslâm'ın esaslarıyla ilgili olarak derin vukufunu ve hassasiyetini Risale-i Nur Külliyatı'na aynen yansıttığından da eminiz.
 

üstadý fakir

New member
sual ne imiş hasan hüsnü o zor sualide söyleseydi.neyse bu da gösteriyorki üstad kapısına gelenleri daha görmeden ismiyle çağırıyorsa bu onun cinlerden faydalandığını gösterir.zihinlerdekinide bu yolla bilir.başkada izahı yoktur.günümüzde bu özelliği olanlar var.menzildeki zatta böyle özellikler vardı.ben cevabını bilmediğim bir suali sorarım.cevabını bildiğim suali sormak karşıdakini imtihan etmektir.bu ise haddim değildir.
 

faris

Well-known member
sual ne imiş hasan hüsnü o zor sualide söyleseydi.neyse bu da gösteriyorki üstad kapısına gelenleri daha görmeden ismiyle çağırıyorsa bu onun cinlerden faydalandığını gösterir.zihinlerdekinide bu yolla bilir.başkada izahı yoktur.günümüzde bu özelliği olanlar var.menzildeki zatta böyle özellikler vardı.ben cevabını bilmediğim bir suali sorarım.cevabını bildiğim suali sormak karşıdakini imtihan etmektir.bu ise haddim değildir.

Siz hangi hadle bu istinadı dile getirirsiniz. Hem Ustad Bediüzzamana hemde menzildeki mubareke nasıl böyle bir itham da bulunabilirsiniz. Ya cinlerin mahiyetinden bi habersiniz yada söylediklerinizin farkında değilsiniz. Keramet ne zamandır cinlere musahhar bir şey oldu?
 
Üst