TEVAFUK NEDİR?
“Tevâfuk”, lügatte birbirine denk gelme, latîfâne bir âhenkle uyum içinde olma ma‘nâlarını taşır. Herşeyde, ister küllî, ister cüz’î olsun; bir kasıd ve bir irâdenin cilvesi vardır. Yani, Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Bütün bunlar gösterir ki: “Kâinâtta tesâdüf, hakiki olarak yoktur!” Esâsen bütün ilimler, kâinâttaki bu hârika nizâmın düsturları, esaslarıdırlar. Bütün bu hakikatler, tevâfuka, yani herşeyin birbirine denk gelip bir nizam ve uygunluk içinde oluşunun ma‘nâsına işâret ederler.
En küçük fertleriyle dahi bir bütünlük ve birliği muhâfaza ederek uyum içinde olma hâdisesi, yani tevâfukat; bir kelime-i vâhide (tek kelime) hükmünde olan ve âyetleri birbirine bakan Kur’ân-ı Hakîm’de dahi hârika bir sûrette vardır.
Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, aklı gözüne inmiş ve maddiyyûnluk belâsıyla, göremediği her şeyden şübhe eder hâle gelmiş bu asrın insanına Kur’ân’ın hattında mevcut bu latîf i‘câzı göstermek gayesiyle, önde gelen on âlim talebesine üçer Kur’ân cüzü verir ve onlardan Kur’ân’da zaten var olan ‘tevâfuk’ özelliğini ortaya çıkarmalarını ister.
Bunu yaparken on beş satırlı âyet berkenar Hafız Osman hattı Kur’ân-ı Kerîm’i esas almalarını ve tam bir ihlâsla hareket edip, irâde ve ihtiyarlarını karıştırmamalarını söyler ve şöyle ihtarda bulunur:
“İhtiyarınızı karıştırmayın! Varı yok etmeyin!”
En yakın talebesi olan Ahmed Husrev Efendi ile birlikte Hâfız Ali, Hoca Hâlid, Muallim Gâlib, Hoca Sabri, Hâfız Zühdü, Tığlı Hakkı, Şâmlı Hâfız Tevfîk gibi, çoğu ya hâfız, ya hoca, ya da hatt-ı Arabî muallimi olan talebeleri ‘Tevâfuklu Kur’ân’ın yazılması hizmetinde namzet olurlar. Ve yazdıkları cüzleri üstadlarına teslim ederler. Bedîüzzaman Hazretleri uzun uzun tetkîkden sonra netîceyi şöyle beyân eder:
“Tevâfuk, Husrev’in tarzındadır. Onun için Husrev’in bir mahâreti varsa tevâfuku bozmamış. Tavsiye etmiştim ki, kimse mahâretini karıştırmasın! Demek en büyük mahâret odur ki, tevâfuku bozmasın! Çünki tevâfuk, var.”
Zira bu nüshada, Kur’ân-ı Kerîm’deki 2806 aded “Allah” lâfzının hepsi, ya bir sahîfe içinde alt alta veya karşılıklı sahîfelerde yüz yüze ya da daha öteki sahîfedekilerle sırt sırta gelerek, hârika bir sûrette birbirine denk gelmekte, yani husûsî ta‘bîriyle tevâfuk etmektedirler.
Kezâ; aynı fiil kökünden gelen, ma‘nâ i‘tibâriyle aynı olan, ya da birbirinin ma‘nâsını te’yîd eden, ma‘nîdâr ve hikmetli çok kelimeler de hoş bir âhenkle birbirine tevâfuk etmektedirler.
Tevâfuk Ahmed Husrev Altınbaşak Hazretleri’nin kaleminde öyle hârikulâde bir tarzda tezâhür eder ki, Üstâdının ifâdesiyle: “Akıl anlasa, ‘Sübhânallah’; kalb derk etse, ‘Bârekallah’; göz görse, ‘Mâşâallah’diyecektir.”
Evet, Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in kâtibi artık bellidir: Ahmed Husrev Altınbaşak!
Bedîüzzamân Hazretleri onun kaleminden memnûniyetini muhtelif mektûblarında şöyle beyân eder:
“Azîz, sıddîk, mübârek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın bir vech-i i’câzını hârika kalemiyle gösteren ve mütemâdiyen defter-i hasenâtına, o yazdığı Kur’ânları okuyanların sevâbları yazılan kıymetdâr Husrev!”
“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.”
“Tevâfuk”, lügatte birbirine denk gelme, latîfâne bir âhenkle uyum içinde olma ma‘nâlarını taşır. Herşeyde, ister küllî, ister cüz’î olsun; bir kasıd ve bir irâdenin cilvesi vardır. Yani, Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Bütün bunlar gösterir ki: “Kâinâtta tesâdüf, hakiki olarak yoktur!” Esâsen bütün ilimler, kâinâttaki bu hârika nizâmın düsturları, esaslarıdırlar. Bütün bu hakikatler, tevâfuka, yani herşeyin birbirine denk gelip bir nizam ve uygunluk içinde oluşunun ma‘nâsına işâret ederler.
En küçük fertleriyle dahi bir bütünlük ve birliği muhâfaza ederek uyum içinde olma hâdisesi, yani tevâfukat; bir kelime-i vâhide (tek kelime) hükmünde olan ve âyetleri birbirine bakan Kur’ân-ı Hakîm’de dahi hârika bir sûrette vardır.
Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, aklı gözüne inmiş ve maddiyyûnluk belâsıyla, göremediği her şeyden şübhe eder hâle gelmiş bu asrın insanına Kur’ân’ın hattında mevcut bu latîf i‘câzı göstermek gayesiyle, önde gelen on âlim talebesine üçer Kur’ân cüzü verir ve onlardan Kur’ân’da zaten var olan ‘tevâfuk’ özelliğini ortaya çıkarmalarını ister.
Bunu yaparken on beş satırlı âyet berkenar Hafız Osman hattı Kur’ân-ı Kerîm’i esas almalarını ve tam bir ihlâsla hareket edip, irâde ve ihtiyarlarını karıştırmamalarını söyler ve şöyle ihtarda bulunur:
“İhtiyarınızı karıştırmayın! Varı yok etmeyin!”
En yakın talebesi olan Ahmed Husrev Efendi ile birlikte Hâfız Ali, Hoca Hâlid, Muallim Gâlib, Hoca Sabri, Hâfız Zühdü, Tığlı Hakkı, Şâmlı Hâfız Tevfîk gibi, çoğu ya hâfız, ya hoca, ya da hatt-ı Arabî muallimi olan talebeleri ‘Tevâfuklu Kur’ân’ın yazılması hizmetinde namzet olurlar. Ve yazdıkları cüzleri üstadlarına teslim ederler. Bedîüzzaman Hazretleri uzun uzun tetkîkden sonra netîceyi şöyle beyân eder:
“Tevâfuk, Husrev’in tarzındadır. Onun için Husrev’in bir mahâreti varsa tevâfuku bozmamış. Tavsiye etmiştim ki, kimse mahâretini karıştırmasın! Demek en büyük mahâret odur ki, tevâfuku bozmasın! Çünki tevâfuk, var.”
Zira bu nüshada, Kur’ân-ı Kerîm’deki 2806 aded “Allah” lâfzının hepsi, ya bir sahîfe içinde alt alta veya karşılıklı sahîfelerde yüz yüze ya da daha öteki sahîfedekilerle sırt sırta gelerek, hârika bir sûrette birbirine denk gelmekte, yani husûsî ta‘bîriyle tevâfuk etmektedirler.
Kezâ; aynı fiil kökünden gelen, ma‘nâ i‘tibâriyle aynı olan, ya da birbirinin ma‘nâsını te’yîd eden, ma‘nîdâr ve hikmetli çok kelimeler de hoş bir âhenkle birbirine tevâfuk etmektedirler.
Tevâfuk Ahmed Husrev Altınbaşak Hazretleri’nin kaleminde öyle hârikulâde bir tarzda tezâhür eder ki, Üstâdının ifâdesiyle: “Akıl anlasa, ‘Sübhânallah’; kalb derk etse, ‘Bârekallah’; göz görse, ‘Mâşâallah’diyecektir.”
Evet, Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in kâtibi artık bellidir: Ahmed Husrev Altınbaşak!
Bedîüzzamân Hazretleri onun kaleminden memnûniyetini muhtelif mektûblarında şöyle beyân eder:
“Azîz, sıddîk, mübârek, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın bir vech-i i’câzını hârika kalemiyle gösteren ve mütemâdiyen defter-i hasenâtına, o yazdığı Kur’ânları okuyanların sevâbları yazılan kıymetdâr Husrev!”
“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı. Eğer o razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.”
Lem’alar