"Said Kürttür, Peşinden Gitmeyin" Diyenlere...

Huseyni

Müdavim
1

Dördüncü Desise-i Şeytaniye
Şeytanın telkiniyle ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyetlerini tahrik etmek için diyorlar ki:

"Siz Türksünüz. Maşaallah, Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürttür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesai etmek hamiyet-i milliyeye münâfidir."

Elcevap: Ey bedbaht mülhid! Ben felillâhilhamd Müslümanım. Her zamanda kudsî milletimin üç yüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürtlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üç yüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfi milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürt namını taşıyan ve Kürt unsurundan addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüz bin defa istiâze ediyorum.

Ey mülhid! Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve frenkleşmiş birkaç Türkleri muvakkaten, dünyaca dahi faydasız uhuvvetini kazanmak için, üç yüz elli milyon hakikî, nuranî menfaattar bir cemaatin bâki uhuvvetlerini terk etsin. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Meselesinde, delilleriyle menfi milliyetin mahiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden, ona havale edip, yalnız o Üçüncü Meselenin âhirinde icmal edilen bir hakikati burada bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki:

O Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyetfuruş mülhidlere derim ki:

Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'ân'ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.

Sen ise, ey hamiyetfuruş sahtekâr! Türkün mefâhir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette mecazî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârâne bir uhuvvetin var. Senden soruyorum:

Türk milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gafil ve heveskâr gençlerden ibaret midir? Hem onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyâta teşcî eden frenkmeşrebâne terbiyede midir? Ve ihtiyarlıkta onları ağlattıracak olan muvakkat bir güldürmekte midir?

29.Mektup s.407-408
 

Leyli_Efruz

Well-known member
Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'ân'ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.

ne güzel demiş üstadımız Allah razı olsun ondan...
 

Sergerdan

Well-known member
Öncelikle şunu ifade edelim ki, olarak üstad Türk ve Kürt milletinin kader birliğini ve etle tırnak gibi olduğunu vurgular. Bu yüzden üstadın eserlerinde Kürt milletini Türk milletinden ayrı ve bağımsız olarak düşünmek imkansızdır. Üstadın en kalabalık talebeleri ekserisi olarak Türklerdir. Üstada yardım edip sinelerini açan da yine Türk milletidir. Risale-i Nurlar Türkiye’nin hep batı illerinde yazılmıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki, üstadın niyetinde ve eserlerinde asla ve kat’a milliyetçilik fikri yoktur.

İkinci olarak, Kürtler ile ilgili bahsiler ekseri olarak Osmanlının son dönemlerinde yazılmış olan sünuhat ve münazarat adlı eserlerinde vardır ki, bu eserler Kürt aşiretleri bazı konularda aydınlatmak ve dinin mukadderatı ile ilgili sorularına cevap veriyor. Yani bu eserler üstat ile Kürt aşiretleri arasında bir muhaveredir. Bu yüzden Kürtlerden bahsetmesi gayet doğaldır.

Risale-i Nuru inceleyen anlar ki, bu asırda en büyük ırkçılık karşıtı ve Müslümanların birliğini savunan ve Türk ve Kürt kardeşliğinin devamı için çözüm üreten yegane aydın ve alim üstattır. Şayet üstadın fikir ve çözümlerini Osmanlı uygulasa idi, belki halen güçlü ve adaleti dünyada hakim kılan bir devlet konumunda kalırdı. Üstat daima cumhuriyet, kardeşlik, barış ve demokrasiden yana tavır almıştır.Üstadın en büyük düşmanı zındıka, cehalet, ihtilaf, istibdat, ırkçılık gibi çağın vebası olan hastalıklardır. Ve bütün mesaisini bu hastalıkların tedavisine sarf etmiştir.

Risale-i Nurun yüzlerce yerinde Türk kelimesi geçerken, beş on yerinde Kürt kelimesinin geçmesi neden bir amaç olarak algılansın. Üstat hiçbir eserinde Kürtçülük yapmıyor ve yapmamış. Şu var ki, üstadı din hususunda fikren çürütemeyen bir kısım mason örgütlenmeler, Türk gençlerini aldatmak için, Said Kürttür, siz Türksünüz, diyerek menfi damarları uyandırmak istemişlerdir. Bunlar zındıka şebekelerinin üstat hakkında yalan ve tezviratından başka bir şey değildir.Bu yüzden kahraman Türk ve Kürt gençliği bu zındıka şebekelerinin yalan ve tezviratlarına aldanmamalıdır. Irkçılığa değil, saadeti ebediyenin vesikası olan İslam’a sarılmalıyız.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur
 

Leyli_Efruz

Well-known member
Risale-i Nuru inceleyen anlar ki, bu asırda en büyük ırkçılık karşıtı ve Müslümanların birliğini savunan ve Türk ve Kürt kardeşliğinin devamı için çözüm üreten yegane aydın ve alim üstattır. Şayet üstadın fikir ve çözümlerini Osmanlı uygulasa idi, belki halen güçlü ve adaleti dünyada hakim kılan bir devlet konumunda kalırdı. Üstat daima cumhuriyet, kardeşlik, barış ve demokrasiden yana tavır almıştır.Üstadın en büyük düşmanı zındıka, cehalet, ihtilaf, istibdat, ırkçılık gibi çağın vebası olan hastalıklardır. Ve bütün mesaisini bu hastalıkların tedavisine sarf etmiştir.

En çok ihtiyacımız olan Uhuvettir...

Nur hizmetinin önemli bir esasının da sevgi ve şefkat olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu noktada daha bir duyarlı, daha bir dikkatli olmamızda fayda var diye düşünüyorum. Bu kudsî hizmette uhuvvet, sevgi, şefkat, merhamet gibi hasletler vazgeçemeyeceğimiz prensiplerimizden olduğu izahtan varestedir. Aramızdaki sevgiyi, saygıyı, muhabbeti zedeleyen nazlanmalar, sitemler, dargınlıklar, kırgınlıklar gibi hoş olmayan hadiseler hiçbirimizin sebep olacağı, razı olacağı olaylar değildir.

“Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki, sekiz gündür Nurun iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hadisenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle, ‘Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Yâ Erhamerrâhimîn, medet! Bizi muhafaza eyle. Bizi cin ve insî şeytanların şerrinden kurtar. Kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur’ diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryat edip ağladılar.

 

Elif_Gibi

Well-known member
Din-i İslâmiyet milliyetiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakikî alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'ân'ın bayrağını cihanın cihât-ı sittesinin etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım.


Allah cc ondan razı olsun...
 

Huseyni

Müdavim
2.

Eğer hamiyet-i milliye bunlardan ibaretse ve terakki ve saadet-i hayatiye bu ise, evet, sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen, ben o Türkçülükten kaçıyorum; sen de benden kaçabilirsin. Eğer zerre miktar hamiyet ve şuurun ve insafın varsa, şimdiki taksimata bak, cevap ver. Şöyle ki:

Türk milleti denilen şu vatan evlâdı altı kısımdır.

Birinci kısmı, ehl-i salâhat ve takvâdır.

İkinci kısmı, musibetzede ve hastalar taifesidir.

Üçüncü kısmı, ihtiyarlar sınıfıdır.

Dördüncü kısmı, çocuklar taifesidir.

Beşinci kısmı, fakirler ve zayıflar taifesidir.

Altıncı kısmı, gençlerdir.

Acaba bütün evvelki beş taife Türk değiller mi? Hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mu?

Acaba altıncı taifeye sarhoşçasına bir keyif vermek yolunda o beş taifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellilerini kırmak hamiyet-i milliye midir, yoksa o millete düşmanlık mıdır?

"El-hükmü li'l-ekser" sırrınca, eksere zarar dokunduran düşmandır, dost değildir.


29. Mektup s.409
 

Huseyni

Müdavim
3

Senden soruyorum:
Birinci kısım olan ehl-i İmân ve ehl-i takvânın en büyük menfaati, frenkmeşrebâne bir medeniyette midir? Yoksa hakaik-i imaniyenin nurlarıyla saadet-i ebediyeyi düşünüp, müştak ve âşık oldukları tarik-i hakta sülûk etmek ve hakikî teselli bulmakta mıdır? Senin gibi dalâlet-pîşe hamiyetfuruşların tuttuğu meslek, müttakî ehl-i imanın mânevî nurlarını söndürüyor ve hakikî tesellilerini bozuyor ve ölümü idam-ı ebedî ve kabri daimî bir firak-ı lâyezÂlî kapısı olduğunu gösteriyor.

İkinci kısım olan musibetzede ve hastaların ve hayatından meyus olanların menfaati, frenkmeşrebâne, dinsizcesine medeniyet terbiyesinde midir? Halbuki, o biçareler bir nur isterler, bir teselli isterler. Musibetlerine karşı bir mükâfat isterler. Ve onlara zulmedenlerin intikamlarını almak isterler. Ve yakınlaştıkları kabir kapısındaki dehşeti def etmek istiyorlar.

Sizin gibilerin sahtekâr hamiyetiyle, pek çok şefkate ve okşamaya ve tımar etmeye çok lâyık ve muhtaç o biçare musibetzedelerin kalblerine iğne sokuyorsunuz, başlarına tokmak vuruyorsunuz, merhametsizcesine ümitlerini kırıyorsunuz, ye's-i mutlaka düşürüyorsunuz. Hamiyet-i milliye bu mudur? Böyle mi millete menfaat dokunduruyorsunuz?

Üçüncü taife olan ihtiyarlar bir sülüs teşkil ediyor. Bunlar kabre yakınlaşıyorlar, ölüme yaklaşıyorlar, dünyadan uzaklaşıyorlar, âhirete yanaşıyorlar. Böylelerin menfaati ve nuru ve tesellisi, Hülâgû ve Cengiz gibi zalimlerin gaddarâne sergüzeştlerini dinlemesinde midir? Ve âhireti unutturacak, dünyaya bağlandıracak, neticesiz, mânen sukut, zâhiren terakki denilen şimdiki nevi hareketinizde midir? Ve uhrevî nur, sinemada mıdır? Ve hakikî teselli, tiyatroda mıdır?

Bu biçare ihtiyarlar hamiyetten hürmet isterlerken, mânevî bıçakla o biçareleri kesmek hükmünde ve "İdam-ı ebediye sevk ediliyorsunuz" fikrini vermek ve rahmet kapısı tasavvur ettikleri kabir kapısını ejderha ağzına çevirmek, "Sen oraya gideceksin" diye mânevî kulağına üflemek hamiyet-i milliye ise, böyle hamiyetten yüz bin defa el'iyâzü billâh!

29. Mektup s.409

Konuyla alakalı yazı için tıklayın.

http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=600
 

Huseyni

Müdavim
4

Dördüncü taife ki, çocuklardır.
Bunlar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudâne inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvÂle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?

Eğer insan bir cesed-i hayvânîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar. Elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüt edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı, kalblerinde iman-ı billâh ve iman-ı bil'âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları mânen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nevinden, vahşiyâne bir gadirdir, bir zulümdür.

Beşinci taife fakirler ve zayıflar taifesidir.
Acaba, hayatın ağır tekÂlifini fakirlik vasıtasıyla elîm bir tarzda çeken fakirlerin ve hayatın müthiş dağdağalarına karşı çok müteessir olan zayıfların hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mudur? Bu biçarelerin ye'sini ve elemini arttıran ve sefih bir kısım zenginlerin mel'abe-i hevesâtı ve zalim bir kısım kavîlerin vesile-i şöhret ve şekaveti olan frenkmeşrebâne ve perde-bîrûnâne ve firavunâne medeniyetperverlik namı altında yaptığınız harekâtta mıdır? Bu biçare fukaraların fakirlik yarasına merhem ise, unsuriyet fikrinden değil, belki İslâmiyetin eczahane-i kudsiyesinden çıkabilir. Zayıfların kuvveti ve mukavemeti, karanlık ve tesadüfe bağlı, şuursuz, tabiî felsefeden alınmaz; belki hamiyet-i İslâmiye ve kudsî İslâmiyet milliyetinden alınır.

Altıncı taife gençlerdir.
Bu gençlerin gençlikleri eğer daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rüyanın zevÂlindeki elem ona çok hazin teessüf ettirecek.

"Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti. Hem müflis olarak kabre gidiyorum. Keşke aklımı başıma alsaydım!" dedirecek. Acaba bu taifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyif görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır? Yoksa onların saadet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri, o güzel, şirin gençlik nimetinin şükrünü vermek suretinde, o nimeti sefahet yolunda değil, belki istikamet yolunda sarf etmekle, o fâni gençliği ibadetle mânen ibka etmek ve o gençliğin istikametiyle dâr-i saadette ebedî bir gençlik kazanmakta mıdır?

Zerre miktar şuurun varsa söyle!

29. Mektup s.409-410
 

Ruh

Well-known member
Bazı insanlar da anladıgım kadarıyla "Bediüzzaman Arap olmak istiyor,Kürtçülük yapıyor,Türkleri kötülüyor" gibi fikirler var.Bu da yetmiyormuş gibi çok bilmişlik taslıyorlar.İşin en ahmaklık tarafı da o zaten.Peki gerçekten de doğru mu?Bediüzzaman'dan cevabını alalım.En objektif şekilde kendisi bu cevabı verecek.Başkaları talebelerinden cevap almayı objektif görmüyor.Haklılar da...Biz de onun ağzından dinliyelim.


Bediüzzaman Hazretleri hayatı boyunca ırkçılıkla mücadele etmiş,talebelerine ikazlar yapmış,bu konuda risale yazmıştır.1

En önemlisi şu ki bediüzzaman ırkçılık gibi firenk illetlerine gögüs gerilebilmesi için doğuda büyük bir Üniversite kurulmasını arzu etmiştir.Bediüzzaman bunu risalede bir yerde şöyle dile getiriyor:

Câmi-ül Ezher, Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika'dan ne kadar büyük ise daha büyük bir dar-ül fünun, bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki, İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri menfî ırkçılık ifsat etmesin. Hakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “innemel mü'minune ihvetün” Kur'an'ın bir kanun-u esasisinin tam inkişafına mazhar olsun.” (Emirdağ Lâhikası I)

Evet, millet-i hakikiye üstadın ifadesiyle"İslamiyet Milliyeti"dir.Bu kudsi milliyetin de biraraya gelmesi için bir nokta lazımdı.Bu nokta da hem dini,hem de beşeri ilimlerin birlikte olması gereken bir egitim merkeziydi.Bu egitim merkezi diger Müslüman kardeşlerimizle aramızda köprü vaziyetini görecekti.

Bediüzzaman bir talebesiyle kendisi arasında geçen ırkçılık hakkındaki diyalogunu şöyle anlatıyor:

"Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim. Dedi : “Ben Müslüman bir Türk'ü fasık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü: Tam imana hizmet ediyorlar.” Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksul'amel ile, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz de olsa bir Kürd'ü, salih bir Türk'e tercih ediyorum.” Sonra ben onu birkaç sohbetle kurtardım. Tam kanaati geldi ki: Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur. "(Emirdağ Lahikası)

Evet.Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

Bediüzzaman'a da zamanında soruyorlar:

"Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor"; ?

Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben
b215.gif
(2)ferman-ı katîsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi frenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. (3)

Gerçekten de unsuriyetperverlik ve milliyetçilik bir frenk illetidir.Yani"Avrupa hastalığı".Avrupalıların bize attığı hastalık."Tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun ".Bu cümlenin ardından üstad"O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar" diyor.Peki bu sapık iftira da nerden geliyor?

Üstad Hucurat suresinin 13.Ayet-i kerimesinin(4)tEy insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık." Hucurat Sûresi, 49:13. sirine şöyle başlıyor:

Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.



Evet husumet,yabanilik,adavet için ayrılmadık,tanışmak,yardımlaşmak,muavenet etmek(yardımlaşmak)için kabaile(kabilelere) ayrıldık...​



“Hey’et-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur. Kabail ve tavaife inkısam etmiş. Fakat binbir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir bir bir... binler kadar bir bir... İşte bu kadar bir birler, uhuvveti, muhabbeti, vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkisam, şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir... tenakür için değil, tahassum için değildir!..”

Demek ki kabail(kabileler) ve tavaif(taifeler) olarak yaratılmamızın sebebi:Tearüf(bilgi edinme) ve teavün(yardımlaşma)içindir.Tenakür(antipati) ve tahassum(düşmanlık)için degildir...

Son olarak yine aynı risaleden milliyetçiligin zararlarına yer vermek istiyorum.Tüm risale Mektubat'ın 309.Sahifesinden(3.Mebhas) itibaren başlıyor.İstiyen oraya bakabilir.(5)

Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü(zorbalığı,işgali) altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez.

Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle(tehlikeriyle) beraber, o cenup(güney) efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan(güney) gelen Kur’ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir(ahmalıktır)!


“Arabın, Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürd’e
Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış nerde.
İslâmiyette anasır mı olurmuş ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-u Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın.”

(m.a.ersoy)


“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”
(Veda Hutbesi)


“Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir”
(Ebu Davut, Edeb, 121)

“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.”
(İbni Mace, Fiten, 7)​

1.Bu risale Mektubat Kitabının 309.Sahifesinden itibaren başlar.3.Mebhastır.
2.İslam Cahiliyetten kalma ırkçılığı ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. [Mana itibariyle hadistir. Bu mealde bir çok hadis mevcuttur. Mesela, "İslam dini kendinden önceki batıl davranış ve adetleri kökünden söküp atar." Keşfü’l Hafa, 1:127.]
3.Mektubat-66
4.Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık." Hucurat Sûresi, 49:13.
 

Huseyni

Müdavim
5

Elhasıl: Eğer Türk milleti yalnız altıncı taife olan gençlerden ibaret olsa ve gençlikleri daimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki frenkmeşrebâne harekâtınız, hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi.

Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren ve unsuriyet fikrini frengî illeti gibi bir maraz telâkki eden ve gençleri nâmeşrû keyif ve hevesattan men'e çalışan ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, "O Kürttür, arkasına düşmeyiniz" diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz.

Fakat madem ki Türk namı altında olan şu vatan evlâdı, sabıkan beyan edildiği gibi, altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyiflerini kaçırmak, yalnız birtek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş'um bir keyif vermek, belki sarhoş etmek, elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır.

Evet, ben unsurca Türk sayılmıyorum. Fakat Türklerin ehl-i takvâ taifesine ve musibetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar taifesine ve zayıflar ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemâl-i iştiyakla müşfikane ve uhuvvetkârâne çalışmışım ve çalışıyorum.

Altıncı taife olan gençleri dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve hayat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gülmeye bedel bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruadan vazgeçirmek istiyorum.

Yalnız bu altı yedi sene değil, belki yirmi senedir, Kur'ân'dan ahzedip Türkçe lisanıyla neşrettiğim âsâr meydandadır.

Evet, lillâhilhamd, Kur'ân-ı Hakîmin maden-i envârından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar taifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor.

Musibetzedelerin ve hastaların tiryak gibi en nâfi ilâçları, eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyede gösteriliyor.

Ve ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve idam kapısı olmadığı, o envâr-ı Kur'âniye ile gösterildi.

Ve çocukların nazik kalblerinde hadsiz mesâib ve muzır eşyaya karşı gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmÂl ve arzularına medar bir nokta-i istimdat, Kur'ân-ı Hakîmin madeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi.

Ve fukaralar ve zuafalar kısmını en ziyade ezen ve müteessir eden hayatın ağır tekÂlifi, Kur'ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesiyle hafifleştirildi.

İşte bu beş taife-ki, Türk milletinin altı kısmından beş kısmıdır-menfaatlerine çalışıyoruz.

Altıncı kısım ki gençlerdir; onların iyilerine karşı ciddî uhuvvetimiz var, senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok. Çünkü ilhâda giren ve Türkün hakikî bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz.

Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların dâvâlarını tekzip ediyor.


29. Mektup s.410-411
 

Huseyni

Müdavim
6

İşte, ey frenkmeşrepler ve propagandanızla hakikî kardeşlerimi benden soğutmaya çalışan mülhidler!

Bu millete menfaatiniz nedir?

Birinci taife olan ehl-i takvâ ve salâhatin nurunu söndürüyorsunuz.

Merhamete ve tımar etmeye şâyan ikinci taifesinin yaralarına zehir serpiyorsunuz.

Ve hürmete çok lâyık olan üçüncü taifenin tesellisini kırıyorsunuz, ye's-i mutlaka atıyorsunuz.

Ve şefkate çok muhtaç olan dördüncü taifenin bütün bütün kuvve-i mâneviyesini kırıyorsunuz ve hakikî insaniyetini söndürüyorsunuz.

Ve muavenet ve yardıma ve teselliye çok muhtaç olan beşinci taifenin ümitlerini, istimdatlarını akîm bırakıp, onların nazarında hayatı mevtten daha ziyade dehşetli bir surete çeviriyorsunuz.

İkaza ve ayılmaya çok muhtaç olan altıncı taifesine, gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki, o şarabın humârı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı feda ediyorsunuz? O Türkçülük menfaati, Türklere bu suretle midir? Yüz bin defa el'iyâzü billâh!

Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlûp olduğunuz zaman kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta olduğu, hak kuvvette olmadığı sırrıyla, dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur'âniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecektir!

Hem size bunu da haber veriyorum ki, değil sizler gibi mahdut, mânen millet nazarında menfur bir kısım adamlar, belki binler sizler gibi bana maddî düşmanlık etseler, ehemmiyet vermeyeceğim ve bir kısım muzır hayvânattan fazla kıymet vermeyeceğim. Çünkü bana karşı ne yapacaksınız?

Yapacağınız iş, ya hayatıma hâtime çekmekle veya hizmetimi bozmak suretiyle olur. Bu iki şeyden başka dünyada alâkam yok.
Hayatın başına gelen ecel ise, şuhud derecesinde katî İmân etmişim ki, tagayyür etmiyor, mukadderdir. Madem böyledir; hak yolunda şehadetle ölsem, çekinmek değil, iştiyakla bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum; bir seneden fazla yaşamayı zor düşünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, şehadet vasıtasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek, benim gibilerin en Âli bir maksadı, bir gayesi olur.

Amma hizmet ise, felillâhilhamd, hizmet-i Kur'âniye ve imaniyede Cenâb-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki, vefatımla, o hizmet, bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak.

Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.


29 Mektup s.411-412
 
Üst