Muzaffer arslan ağabey ile bir söyleşi

mihrimah

Well-known member
[FONT=Verdana, sans-serif]Bu seferki söyleşimiz bir bakıma en zorlandığımız söyleşi oldu. Zira muhatap olduğumuz mütevazı insan, kendisini nurun havuzu içinde eritmiş bir bahtiyardı. Bilinmemekliği ahlak edinmiş bir hizmet insanı ile karşı karşıyaydık, şimdiye kadar kendisine gelen bu tür teklifleri hep geri çevirmişti. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Bunun bilincinde olarak, geri çevrileceğimizi de hesaba katarak, çekingen bir üslupla kendisine yaptığımız ricayı -çok şükür- kabul buyurdular. Bir ilk olarak iman hizmetinde geçmiş 56 seneyi kısaca konuşabildik.[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]Muzaffer Arslan ağabeyin ismini ilk defa Küçük Dünyam adlı anı eserde duyduk. Hüzünlü gurbeti yudumlayan sevgi insanının iman hizmetine yelken açmasında büyük emeği geçen bir insandı o; “Kırkıncı Hoca, bana, Selahaddin ve Hatem'e Bediüzzaman Hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim" dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Çünkü Bediüzzaman'ın yanında bulunmuş bir insanı ilk defa görecektik. Bu da bizim için çok cazib ve orijinal bir hadiseydi.[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]Mehmed Şergil'in terzi dükkânına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmed Şevket Eygi, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci'dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan'a "şark'ı bir dolaş gel" demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum'u dolaşmaya gelmişti. 15 gün kadar Erzurum'da kaldı. İlk gece Hücumatı Sitte okundu. Ertesi gün Beşinci Şua'dan ders yapıldı. Bizimle gelen mollalardan bazıları, oradaki te'villere itiraz ettiler ve bir daha gelmediler. Fakat anlatılanlar beni iyice sarmıştı. Bilhassa Muzaffer Arslan'ın bir sahabe hayatı yaşaması, sadeliği ve samimiyeti bana çok tesir etti. Ben zaten sahabe aşığı bir insandım. Onu görünce, işte aradığım insanları buldum, dedim ve bir daha da ayrılmayı düşünmedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Muzaffer Arslan’ın pantolonunun iki dizi de yamalıydı. Ceketi de işte ona göreydi. Tabii ki bu sadelik bana apayrı duygular ilham ediyordu.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Ayrıca ibadette derinlik vardı. Namaz kılışları, dua edişleri bana bambaşka görünmüştü. Derse gelip gidenlerden Çiğdem Bakkalı'nın sahibi bir Zeki Efendi vardı. Onun dua edişi de çok hoşuma giderdi. Yürekten dua etmesine bayılırdım.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Osman Hoca olsun, Sadi Efendi olsun, beni vazgeçirmek için çok uğraştılar. Bilhassa Osman Bektaş Hoca'nın gözde talebesiydim ve ilmine de itimadım vardı. Ancak Risaleler aleyhine konuştuğu şeyler bana hiç tesir etmemişti. Çok iyi sardırmıştım. Muzaffer Arslan orada bulunduğu müddet içinde her gün geldim. Zaten uğurlamak için tren istasyonuna beş kişi gelmiştik. Mehmed Şergil, Zeki Efendi, Kırkıncı Hoca, Hatem ve bir de ben.”[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]1927 Erzurum İspir doğumlu Muzaffer ağabey eserleri bütün yurt sathında elinde valizlerle yaymasıyla da tanınıyor. Bütün Anadolu'yu karış karış gezmiş. Hâlâ da aşk ve şevkinden bir kaybetmemesi, şiir, nesir ve isim mahfuzatı insanı çok etkiliyor. 1950’den bu yana cemiyet hayatındaki acı tatlı birçok olayı, kişileri, kimlikleri, arka planları kendisinden zevkle dinledik. Bir kısmı bizde mahfuz kaldı. Onayladıklarını sizle paylaşırken kendilerine sıhhat afiyet diler, tekrar teşekkürlerimizi sunarız.. [/FONT]
— [FONT=Verdana, sans-serif]Klasik bir soru olacak ama risaleleri ilk tanıdığınızda sizde nasıl bir etki yaptı?[/FONT]
—[FONT=Verdana, sans-serif]Şimdi bakınız onu bana soruyorlar da, ben etkilenmedim. Simav’da bizim bir öğretmen kardeş var da, “ya nasıl olur?” dedi. Dedim ki; “Bir insan İslam dışı yaşarken, Risale-i Nur'u okuyarak İslam dairesine girmiş oluyor. Onun üzerinde tesiri olur. Ben çocukluğumdan beri zaten namazımı kılarım, dini kitaplar okurum, kendi notlarımı Osmanlıca tutuyordum. Yaşadığım şartları bilen bir insandım. Bu kıyamet alametlerini takip ederiz, eski kitaplardaki bilgileri elde etmiştim. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Evdekilerin bir telkini mi söz konusu?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Hayır. Validem ben altı yaşındayken vefat etti, peder de biraz sonra...Çocukluğumda bir duyarlılığım vardı din hususunda. Mesela 13 yaşındaydım. Köyümüzde iki hocamız vardı. Onlar vefat edince ağlamıştım. “Bu hocalarımızın yerine yenileri yetişmiyor, dinimizin durumu ne olacak” diye..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Risale-i Nur'un benim üzerimde tesiri şöyle oldu; Eskiden dar düşünceliydik. Kıylu kalle çok uğraşıyorduk. Şu caizdir, değildir, mekruhtur vs. Yani, üstad bizim himmetimizi bu gibi şeylere değil de hizmet-i Kur'aniyeye, önemli meselelere tevcih etti.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Bir de, Risale-i Nur'u okuduktan sonra muhakememiz gelişti, görüş ufkumuz, tefekkürümüz gelişti. Bu gibi şeyler kazandık. Yoksa Risale-i Nur'u okuduğum, üstadı tanıdığım zaman heyecanlanma gibi bir şey olmadı..Zaten hocalara, alimlere saygımız vardı, görüşüyorduk.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Üstad sizin çocukluğunuzda çevrenizde duyulmuş muydu?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Ben askerden geldikten sonra haberdar oldum. Halbuki Elazığ- Van hattında 4-5 sene tünel, köprü yaptırdık. Peder taşerondu. Oralarda da kimseden duymadım. Duysam ben müsaittim, katılırdım, namazımı kılıyordum.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Tanımanız nasıl oldu?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Ben İstanbul Davutpaşa'da askerliğimi yaptıktan sonra haber aldım ki, benim küçük biraderim kaçıp İzmir'e gelmiş. O ahlaken bozulmasın diye onu alıp memlekete gitmek niyetiyle İzmir'e geldim. Baktım bir fabrikada çalışıyor. On beş gün beraber kaldık. Sonra Ankara Muhafız Alayına asker olarak gönderildi. Birader boylu boslu, yakışıklı bir delikanlıydı, Allah rahmet eylesin..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Dayım vardı, demir yolcu. Baktım o da İzmir Alsancak'a tayin olmuş. O bizi ikna etti; “Memlekete gidip ne yapacaksın? Kırsal memleketimiz. Gel sen de devlet demiryollarına gir, beraber çalışalım” dedi. Haliyle, devlet demiryollarına girdik.[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]Demiryollarında çalışırken, istasyonun öbür tarafında Basmane Camii var, orada ikindi namazını kılmıştım. Eskiden caminin etrafında çınarlar vardı, altları hep kahveydi. Orada bir çay içeyim dedim. Sakallılar oturuyordu bir yerde, onlara selam verdim, yanlarına oturdum. Selamı aldıktan sonra nereli olduğumu sordular, yani bir nevi kimlik yoklaması yaptılar. Anlattık kimliğimizi.[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Bir tarikata filan mensup musunuz?” dediler.[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Yok” dedim “tarik-i Muhammedideniz.”[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Nurcu musun yoksa?” dediler. O zamana kadar ilk duyduğum bir tabir. İçlerinde hoca olana;[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Hocam” dedim. “Ben tarikatı biliyorum da, nurculuk ne?”[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Dedi ki; “Emirdağ'da büyük bir İslam alimi var. Şarktan sürgün gelmiş. Onun kitaplarını okuyanlara nurcu diyorlar.”[/FONT]
“[FONT=Verdana, sans-serif]Yok, alakam yok” dedim.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Hoca; “Sen iyi bir gence benziyorsun. İzmir gibi bir yerde genç yaşında namaz kılmak,hocalarla oturmak..Tavsiye ederim bu kitapları oku. Bu Anafartalar caddesinde Abdurrahman Cerrahoğlu var. Bu kitapları el altından dağıtıyor. Selamımı söyle. De ki; “Ferdi hocanın selamı var.” Sana bu kitaplardan versin. Oku, çok istifade edersin" dedi.[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]Herkes bana sorduğu gibi, ben de Ferdi hocaya sordum; “Sen nasıl tanıdın?” [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Dedi; “Ben bir rüya görmüştüm. Asırların bütün imamları halka çevirmişler. Onların üzerinde birisi var. rüyada sordum; “Bu kim?” Dediler “Bu, Bediüzzaman Said Nursi” Ondan sonra ben ziyarete gitme ihtiyacı duydum. [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Büyük alim, çok lügat biliyor. Çok ağdalı konuşuyor. Selefin kitaplarında okuyup da cevabını bulamadığım bir çok müşkülleri sordum, cevaplandırdı.” Böyle diyerek üstadı çok övdü..[/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]O zaman İzmir'de ilk nur talebeleri Abdurrahman Cerrahoğlu, bir de Mehmed Yayla vardı, demir yolcu, eski abilerden..Sonra Ahmed Feyzi ağabeyle tanıştık. Sultanhisar'da Atıf Egemen vardı, onunla tanıştık. [/FONT]

[FONT=Verdana, sans-serif]O zaman Ege'de en hareketli yer Nazilli idi. İzmir'den daha faaldi. Denizli'de sadece Hasan Feyzi ağabeyle alakalı bir gurup vardı. Onlar alakalıydı. Fakat öyle tam bir cemaat şeklinde, kitapları okuma yayma manasında bir faaliyetleri yoktu. Öyle, kendi hallerinde, üstadın kerametlerinden bahseder, takdir ederler, o..Nazilli hareketli idi.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Böylece 1950'de nurlardan haberdar olduk. Ağabeyler bize telkin ediyorlardı; “Üstad rahatsız, polis daima kapısında, ziyaretçi kabul etmiyor, kitaplarının okunmasını tavsiye ediyor.” Onun için nurları okurduk da, hemen ziyarete gitmedik. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Ziyarete daha sonraları gittim. Birkaç defa üstadı ziyaret ettik. Ağırlıklı olarak daha çok Isparta'da, birkaç defa Emirdağ'da..Şu Fatih Camiinde dua ederken bir fotoğrafı var ya, ahir hayatına kadar üstad o tarzdaydı, hiç belinde bir eğilme olmamıştı. Son yaşına kadar dinçti. En vurucu resim de bana o geliyor..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Üstad'ı ilk ziyarette bana “kardeşim İzmir'e giderken Denizli'ye uğrayacak mısın?” Benim de hiç niyetim yokken, “uğrarım üstadım” dedim. Yakalı Hacı Mustafa'yı gör, çok selamlarımı söyle. Onun çok iyiliklerini gördüm” dedi. Denizli hapsindeyken yemek filan getirmiş. Denizli'ye gittim. Mustafa efendiye üstadın selamını ilettim. Çok sevindi. Bu vesileyle şöyle bir hatırasını anlattı; “Ben Hicaz'a giderken, üstadı ziyaret ettim. Bana bir takım Osmanlıca külliyat verip, “Hacı Mustafa, bunları Mekke-i Mükerreme'ye bırak, okunsun” dedi. Sınırdan geçerken, bulunduğum yerin emniyetine haber vermişler. Dönüşte Emniyete çağrıldım. Emniyet müdürü; “Hacı! Allah kabul etsin. İyi güzel de, giderken bu Said-i Kürdi'nin eserlerini niye götürüyorsun. Bunların zararlı olduğunu bilmiyor musun?”[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Ben de dedim ki; “Eğer bunlar size göre zararlı eserler ise, memleketin dışına götürerek memleketi bunlardan kurtardım. Yok, faydalı bir İslami eserse, bir İslam memleketine götürdüm, okunsun. Artık bunları bırakın. Bu tür şeylerle bizi rahatsız etmeyin. Memlekette demokrasi var.” deyince serbest bıraktılar. (Not: Üstad, Emirdağ Lahikasında bir mektubunda merhum Mustafa Efendinin bu hizmetini şöyle anlatmakta: “ Nurun ehemmiyetli mecmualarını Mekke-i Mübarekeye götürüp, gayet büyük bir Hindli âlim Mehmed Ali Şimşiri'ye teslim edip, hem Hindceye tercümeye, hem de Hind'e göndermeye teminat alan Nurun ehemmiyetli kahramanlarından kardeşimiz Hafız Mustafa'ya binler Barekallah ve Maşallah ve Es'adekallah deriz.”)[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Üstadın konuşması nasıldı?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Adana'da İmam Hatip Yaptırma Derneğinin toplantısı varmış. Bir arkadaş da beni oraya götürdü. Bizim de yanımızda o zaman “Konferans” vardı. Onun sonunda üstadın reis-i cumhur ve başvekile yazdığı bir mektup var. Adana'da havacı astsubay emeklisi Nuri abi var. Ona dedim ki; “Şu makaleyi bu derneklilere bir oku.” Okudu. Derneğin başkanı dedi ki; “O böyle konuşamaz. Ben 1952'de İstanbul'da onun bir mahkemesini dinledim. Anlaşılmıyordu onun sözleri. Böyle nasıl akıcı bir üslupla insicamlı konuşabilir?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Üstad yavaş yavaş konuşuyor, sonra açılıyordu. Ben de Şarklı olduğum için ne dediğini anlıyordum da, ama üstad umumiyetle ziyaretçilere, konuştukları anlaşılamaz diye Ya Zübeyir abi veya Ceylan'ı yanına alır, onlar üstadın sözlerini ziyaretçilere tekrar ederlerdi. [/FONT][FONT=Verdana, sans-serif]Başlangıçta biraz yavaş yavaş, dinlenir gibi konuşurken sonra net olarak anlaşılmaya başlıyordu.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Daha sonra ülke sathında risaleleri bavul bavul taşıyıp, dağıttığınızı biliyoruz. Bunu üstad mı istemişti?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Üstad sadece hizmetin önemini anlatmıştı. Ben mahalli olarak İzmir'de eserleri dağıtmaya başladım. Manisa'ya geçtim oradan. Şark'a dağıtmaya çıkmadan evvel üstadı ziyaret edip, gideceğim yerler hakkında bilgi veriyordum. Şarktan döndüğüm zaman da ziyaret edip, Ege'ye dönüyordum. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]- Her ziyarette üstad kabul ediyor muydu? [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Tabii..Bizim özelliğimiz vardı, Ağabeyler bizi tanıdığı için ve hizmet gayesi ile gittiğimizden.. Mustafa Ezener abi vardı. Siparişlerimi ondan talep ederdim. Demiryolu ile o zaman. Nakliye kara yolları pek gelişmemişti..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]- Eserlerin Latince baskısı nasıl oldu?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]- İlk tanıdığımız zamanlar Risaleler serbest baskı olmadığı için, Latin harfleri ile sadece bazı teksirler vardı. Zübeyir ağabeyin Ankara Konferansını ilk olarak İstanbul teksir etmişti. Matbaacılar basmaktan korkuyorlardı. Çünkü bastırdığı bir eserin bir nüshasını basın savcılığına vermek zorundaydılar. Basın savcılığına verir de, o da dava açar düşüncesi ile basmaktan korkuyorlardı. O zaman daha ziyade teksir oluyordu. Fakat Mustafa Ezener abi Mersin'de Gençlik Rehberini bastırmıştı. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]İleri matbaası vardı. Sahibi Celal İleri abi, İleri mecmuasında hem Risale-i Nur'u tefrika ederdi, hem de Hutbe-i Şamiyeyi bastırdı. Üstad “Celal Bey Risale-i Nur'u tefrika ediyor” diye çok memnun oluyordu.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Sungur ağabey de Samsun'da yedek subay olarak askerliğini yapmıştı, orada Büyük Cihad gazetesinin matbaasında Küçük Sözler'i bastırmıştı. [/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Külliyatın bastırılmaya başladığı tarih 1956..Üstad, Menderes'e Tahsin Tola abi ve bazı kimseleri göndererek, eserlerin Diyanet Başkanlığınca basılmasını istedi. Üstad ilk olarak Diyanet yoluyla bunların basılmasını istiyor, Ahmed Hamdi Akseki'ye Osmanlıca külliyat gönderiyor, “uygun gördüklerinizi Diyanet Yayınları arasında basın” diyor.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Sonra, hükümetle irtibat kuruldu. Menderes şifahi olarak demiş ki; “bunları diyanet bassın.” Akseki'ye Menderes'in sözünü söylemişler. Demiş ki; “Başbakan bize yazı göndersin” O sırada Başbakanlık özel kalem müdürü olarak Celal Bayar'ın getirdiği Ahmet Salih Korur var, mason, İslam'a karşı. Diyanetin gönderdiği yazı ona getiriliyor. Yazıyı görünce demiş ki; “Yahu bu isim kâfi değil mi bunların basılmaması için, zararlı olduğu için” Menderes'e dahi intikal etmemiş o yazı. O orada öyle kaldı..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]Bunun üzerine Üstad, Ankara ve İstanbul'da bazı kimseleri neşre izinli kılarak, 1956 yılında Külliyat basılmaya başladı..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Lahikalar'da üstad zamanında mı basıldı?[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-Onlar sonra..Üstad zamanında basılan lahikalar sadece Tarihçe'de derlenmiş lahikalar. O zaman üstadın tashihinden geçerek umumun nazarına verilecek lahikalar Tarihçeye konmuştu. Müstakil Lahikalar üstaddan sonra basıldı.[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]- Tarihçe ilk olarak resimsiz basılmış herhalde..[/FONT]
[FONT=Verdana, sans-serif]-İlk baskı öyle idi. Sonra, Almanya'da çekilmiş resmini buldular. Eşref Edip beyin küçük Tarihçesindeki resimleri topladılar. Sonraki baskıya koydular..[/FONT]

Salih Okur
 
Üst